Ermenistan ile Protokole Giden Yol

<p>Ermenistan ile Protokole Giden Yol
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
İsviçre'nin aracılığında Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokollerin mahiyetini ve geleceğini tartışmak için öncelikle bu belgelerin ortaya çıktığı zemini tahlil etmemiz gerekmektedir. Nisan ayında parafe edilen protokollerin ancak dört ay sonra açıklanabilmesi, konunun hassasiyetini göstermektedir. Her iki ülkedeki muhalefet, kamuoyu, özellikle Ermenistan açısından diyaspora ile bölgesel ve küresel güçlerin bu konudaki tutum ve baskıları meseleyi adeta dokunulmaz hale getirmiştir.
Türkiye'nin "komşularıyla sıfır problem" politikası, bir irade beyanı, bir dış politika tercihi olup, her ne pahasına olursa olsun ulaşılması gereken bir netice olarak görülmemelidir. Çünkü "sıfır problem"in maliyeti, ülke için çok daha ağır bir problem olabilir ki sırf barış uğruna ülke çıkarlarının heba edilmesinin hesabını kimse veremez.
Konunun tahlili, gelecekle ilgili tahminleri belirlemek için bazı gerçekleri hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekmektedir. Türkiye'nin bugüne kadar Ermenistan politikasında hataları, yanlışları olabilir. Ancak Türkiye, problem çıkaran, saldırgan taraf olmamıştır. Dolayısıyla "sıfır problem" iradesi beyanından bir dış politika değişikliği anlaşılmamalı, belki uluslararası kamuoyunun hedef alındığı bir taktik propaganda simgesi olarak görülmelidir. Türkiye, komşularından toprak istemediği gibi, halen komşularının topraklarını da işgal altında tutmamaktadır. İşgal ve yayılmacılık, bütün dünyada hukuka aykırı olup, ikili ilişkilerde sorunların kaynağını teşkil eder. İşgali tanımamak, sorun kaynağı değil, çözümün şartıdır.
Soykırımla suçlanan Türkiye'nin bu iddiaları araştırmak üzere ortak tarih komisyonu kurma teklifi son derece isabetli bir demarş olmuştur. Türkiye halen bu duruşunu sürdürmektedir. Türkiye'yi suçlayan Ermenistan, "kesinlikle konu araştırılmadan Türkiye, soykırım suçlusu olduğunu kabul etmeli" derken, Türkiye "madem böyle bir iddiada bulunuyorsunuz, bir ülkeyi ve halkını en ağır suçla itham ediyorsunuz, konuyu birlikte araştıralım" demektedir. Avrupa'da Habeas Corpus hakkı yani "beni mahkûm etmeden yargıla" ilkesi 17. yüzyılda kabul edilmiştir. Konunu ortak komisyon tarafından soruşturulması ile ilgili talebimiz birçok batı ülkesi tarafından gittikçe makul karşılanmakta iken diyaspora bu gelişmelerden kırmızıdan ürkmüş boğa gibi rahatsız olmaktadır. Tarihi gerçeklere gözünü kapayan en temel hukuk ilkelerini yok sayan Türkiye'deki bazı kesimlerin "biz de soykırım yaptığımızı kabul edelim" türü çıkışlarının kısmen cehalet kısmen de yaşadığı ülkeye, hukuka, bilime düşmanlık boyutu bulunmaktadır.
Mutabakatın açıklanmasından sonra, Ermenistan yetkililerinin "soykırım konusunda geri adım atmıyoruz, atmayacağız" türü açıklamaları, Türk yetkililerinki ile çelişmektedir. Bununla beraber, protokol metni diplomatik ifadelerle sorunu çözmeyi amaçlamaktadır. Ermenistan yetkililerinin kendi kamuoyuna yönelik ifadeler, iç siyasetin gereği görülebilir. Ancak ileride kamuoyunu aşamaması riskine karşı Türkiye hazırlıklı olmalı, zemin kaybetmemelidir. "Komşularla sıfır problem" politikasının esiri olmamalıdır.
Tespit edilmesi gereken önemli husus, işgalci ve düşmanca politikasının neticesi olan bugünkü durumdan, Türkiye'den çok daha fazla Ermenistan zarar görmektedir. Ermenistan'ın ekonomik ve siyasi çıkmazları, bu ülkeyi her geçen gün adeta bitirmektedir. Türkiye'nin gördüğü zarar ise oldukça farklı olup, diyaspora desteği ile Ermenistan diplomasi ve propagandasının mahkûmu haline gelmekteyiz. Sorunumuz bu iki aracı kullanmadaki yetersizliğimizdir. Yoksa komşusunu işgal eden ülkeyi cezalandırmak yanlış politika değildir.
Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmayı hedefleyen protokol yine son derece diplomatik bir ifade ile "uluslararası hukukun ilgili antlaşmaları tarafından tanımlanan iki ülke arasında mevcut sınırın tanındığını teyit ederler " demektedir. Burada da Ermenistan kamuoyu ve muhalefetine karşı, mevcut sınırların belirlendiği Moskova ve Kars antlaşmaları açıkça zikredilmiyor, ancak bu iki antlaşma kastediliyor. Ermenistan yetkililerinin yarın bu ifadeden Sevr'i kastettiği iddiasına karşı elbette protokol müzakere zabıtları gerekli cevabı verecektir.
Protokollerde yer alan ulaştırma, enerji, turizm, bilimsel alanların yanında tarih ve hukuki konularla ilgili alt komisyon kurulması kararı, soykırım iddialarında olduğu gibi sınır konusunu da içine alacaktır. Bu durumda Ermenistan yönetimi muhalefete karşı yumuşak bir geçiş yolu bulmaktadır.
Ekim ayı başında hükümetlerce imzalanacak olan protokollerin, parlamentolarca onayından sonra hüküm ihtiva edebilmesi, yani diplomatik ilişkilerin kurulması, sınırların açılması, komisyonların kurulması kararlarının yürürlüğe girmesi mümkün olabilecektir. Her iki ülkede de iktidar partilerinin parlamentolarda çoğunluğa sahip olması, bunların kesin onaylanacağı anlamına gelmemektedir. 2004'de Annan Planı için Türk tarafının "evet"ine karşı Rum kesiminin "hayır" demesi, daha sonraki planlarda Türk tarafının bir adım geride başlamasına, yani daha önceki metni kabul ettiğine göre ondan taviz verebileceği hükmüne yol açmıştır. Halbuki Rum tarafı daha öncekini kabul etmediğine göre mutlaka ondan daha fazla Rum çıkarlarını gözeten bir plan hazırlanmalıydı. Mevcut protokoller TBMM'den geçtiği halde, Ermenistan meclisince reddedilirse Türkiye benzeri bir kayıpla karşılaşmamalıdır.
Protokollerin Karabağ Sorunu ile ilgili boyutu ise oldukça muğlak olup, muhtemelen halen sürmekte olan Azeri-Ermeni müzakerelerden bir yol haritasının çıkması yeterli olacaktır. Ermenistan ile sorunların çözülmesini Türkiye ile birlikte Obama yönetimi de şiddetle istemektedir. Çünkü Beyaz Saray her dönemde gücü fena sayılmayan Ermeni Lobisi ile dış politik realiteler arasında sıkışmıştır. Demokratlar daha fazla Ermeni yanlısı olduğu halde, bugünkü konjonktürde Türkiye'ye daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Öte yandan Ermeni işgalinin en büyük destekçisi Moskova da bunu daha fazla taşıyamayacağını görmüştür. Azerbaycan ve Türkiye'nin RF ile ilişkilerini makulleştirmesinin bunda etkisi var.
Türkiye dün olduğu gibi bugün de barıştan, işbirliğinden, dostluktan yanadır. Sorunun çözümü Ermenistan'ın diyasporayı aşarak saldırgan, işgalci, düşmanca politikalara son verip, ülkenin ve halkın gerçek çıkarlarının gereğini yapacak iradeyi göstermesine bağlı olacaktır.</p>
<p>16.09.2009, Öncevatan
Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya</p> - turkiye ermenistan 350

Ermenistan ile Protokole Giden Yol
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
İsviçre’nin aracılığında Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokollerin mahiyetini ve geleceğini tartışmak için öncelikle bu belgelerin ortaya çıktığı zemini tahlil etmemiz gerekmektedir. Nisan ayında parafe edilen protokollerin ancak dört ay sonra açıklanabilmesi, konunun hassasiyetini göstermektedir. Her iki ülkedeki muhalefet, kamuoyu, özellikle Ermenistan açısından diyaspora ile bölgesel ve küresel güçlerin bu konudaki tutum ve baskıları meseleyi adeta dokunulmaz hale getirmiştir.
Türkiye’nin “komşularıyla sıfır problem” politikası, bir irade beyanı, bir dış politika tercihi olup, her ne pahasına olursa olsun ulaşılması gereken bir netice olarak görülmemelidir. Çünkü “sıfır problem”in maliyeti, ülke için çok daha ağır bir problem olabilir ki sırf barış uğruna ülke çıkarlarının heba edilmesinin hesabını kimse veremez.
Konunun tahlili, gelecekle ilgili tahminleri belirlemek için bazı gerçekleri hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekmektedir. Türkiye’nin bugüne kadar Ermenistan politikasında hataları, yanlışları olabilir. Ancak Türkiye, problem çıkaran, saldırgan taraf olmamıştır. Dolayısıyla “sıfır problem” iradesi beyanından bir dış politika değişikliği anlaşılmamalı, belki uluslararası kamuoyunun hedef alındığı bir taktik propaganda simgesi olarak görülmelidir. Türkiye, komşularından toprak istemediği gibi, halen komşularının topraklarını da işgal altında tutmamaktadır. İşgal ve yayılmacılık, bütün dünyada hukuka aykırı olup, ikili ilişkilerde sorunların kaynağını teşkil eder. İşgali tanımamak, sorun kaynağı değil, çözümün şartıdır.
Soykırımla suçlanan Türkiye’nin bu iddiaları araştırmak üzere ortak tarih komisyonu kurma teklifi son derece isabetli bir demarş olmuştur. Türkiye halen bu duruşunu sürdürmektedir. Türkiye’yi suçlayan Ermenistan, “kesinlikle konu araştırılmadan Türkiye, soykırım suçlusu olduğunu kabul etmeli” derken, Türkiye “madem böyle bir iddiada bulunuyorsunuz, bir ülkeyi ve halkını en ağır suçla itham ediyorsunuz, konuyu birlikte araştıralım” demektedir. Avrupa’da Habeas Corpus hakkı yani “beni mahkûm etmeden yargıla” ilkesi 17. yüzyılda kabul edilmiştir. Konunu ortak komisyon tarafından soruşturulması ile ilgili talebimiz birçok batı ülkesi tarafından gittikçe makul karşılanmakta iken diyaspora bu gelişmelerden kırmızıdan ürkmüş boğa gibi rahatsız olmaktadır. Tarihi gerçeklere gözünü kapayan en temel hukuk ilkelerini yok sayan Türkiye’deki bazı kesimlerin “biz de soykırım yaptığımızı kabul edelim” türü çıkışlarının kısmen cehalet kısmen de yaşadığı ülkeye, hukuka, bilime düşmanlık boyutu bulunmaktadır.
Mutabakatın açıklanmasından sonra, Ermenistan yetkililerinin “soykırım konusunda geri adım atmıyoruz, atmayacağız” türü açıklamaları, Türk yetkililerinki ile çelişmektedir. Bununla beraber, protokol metni diplomatik ifadelerle sorunu çözmeyi amaçlamaktadır. Ermenistan yetkililerinin kendi kamuoyuna yönelik ifadeler, iç siyasetin gereği görülebilir. Ancak ileride kamuoyunu aşamaması riskine karşı Türkiye hazırlıklı olmalı, zemin kaybetmemelidir. “Komşularla sıfır problem” politikasının esiri olmamalıdır.
Tespit edilmesi gereken önemli husus, işgalci ve düşmanca politikasının neticesi olan bugünkü durumdan, Türkiye’den çok daha fazla Ermenistan zarar görmektedir. Ermenistan’ın ekonomik ve siyasi çıkmazları, bu ülkeyi her geçen gün adeta bitirmektedir. Türkiye’nin gördüğü zarar ise oldukça farklı olup, diyaspora desteği ile Ermenistan diplomasi ve propagandasının mahkûmu haline gelmekteyiz. Sorunumuz bu iki aracı kullanmadaki yetersizliğimizdir. Yoksa komşusunu işgal eden ülkeyi cezalandırmak yanlış politika değildir.
Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmayı hedefleyen protokol yine son derece diplomatik bir ifade ile “uluslararası hukukun ilgili antlaşmaları tarafından tanımlanan iki ülke arasında mevcut sınırın tanındığını teyit ederler ” demektedir. Burada da Ermenistan kamuoyu ve muhalefetine karşı, mevcut sınırların belirlendiği Moskova ve Kars antlaşmaları açıkça zikredilmiyor, ancak bu iki antlaşma kastediliyor. Ermenistan yetkililerinin yarın bu ifadeden Sevr’i kastettiği iddiasına karşı elbette protokol müzakere zabıtları gerekli cevabı verecektir.
Protokollerde yer alan ulaştırma, enerji, turizm, bilimsel alanların yanında tarih ve hukuki konularla ilgili alt komisyon kurulması kararı, soykırım iddialarında olduğu gibi sınır konusunu da içine alacaktır. Bu durumda Ermenistan yönetimi muhalefete karşı yumuşak bir geçiş yolu bulmaktadır.
Ekim ayı başında hükümetlerce imzalanacak olan protokollerin, parlamentolarca onayından sonra hüküm ihtiva edebilmesi, yani diplomatik ilişkilerin kurulması, sınırların açılması, komisyonların kurulması kararlarının yürürlüğe girmesi mümkün olabilecektir. Her iki ülkede de iktidar partilerinin parlamentolarda çoğunluğa sahip olması, bunların kesin onaylanacağı anlamına gelmemektedir. 2004’de Annan Planı için Türk tarafının “evet”ine karşı Rum kesiminin “hayır” demesi, daha sonraki planlarda Türk tarafının bir adım geride başlamasına, yani daha önceki metni kabul ettiğine göre ondan taviz verebileceği hükmüne yol açmıştır. Halbuki Rum tarafı daha öncekini kabul etmediğine göre mutlaka ondan daha fazla Rum çıkarlarını gözeten bir plan hazırlanmalıydı. Mevcut protokoller TBMM’den geçtiği halde, Ermenistan meclisince reddedilirse Türkiye benzeri bir kayıpla karşılaşmamalıdır.
Protokollerin Karabağ Sorunu ile ilgili boyutu ise oldukça muğlak olup, muhtemelen halen sürmekte olan Azeri-Ermeni müzakerelerden bir yol haritasının çıkması yeterli olacaktır. Ermenistan ile sorunların çözülmesini Türkiye ile birlikte Obama yönetimi de şiddetle istemektedir. Çünkü Beyaz Saray her dönemde gücü fena sayılmayan Ermeni Lobisi ile dış politik realiteler arasında sıkışmıştır. Demokratlar daha fazla Ermeni yanlısı olduğu halde, bugünkü konjonktürde Türkiye’ye daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Öte yandan Ermeni işgalinin en büyük destekçisi Moskova da bunu daha fazla taşıyamayacağını görmüştür. Azerbaycan ve Türkiye’nin RF ile ilişkilerini makulleştirmesinin bunda etkisi var.
Türkiye dün olduğu gibi bugün de barıştan, işbirliğinden, dostluktan yanadır. Sorunun çözümü Ermenistan’ın diyasporayı aşarak saldırgan, işgalci, düşmanca politikalara son verip, ülkenin ve halkın gerçek çıkarlarının gereğini yapacak iradeyi göstermesine bağlı olacaktır.

Okumaya devam et  Gence Soykırımı, İnsancıl Hukuk ve Cenevre Sözleşmeleri

16.09.2009, Öncevatan
Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir