ŞU PARA DEDİKLERİ (3)

            Dikkat edilirse, sonuçta ‘para’yı, ‘ölçü’ ve aracı’ olmaktan ‘güven’, ‘kesinlik’ ve giderek ‘iman’a dayandıran paracı ekonomistler de, bir anlamda ‘imajinasyon’ yapmaktadırlar. - para saat

            Dikkat edilirse, sonuçta ‘para’yı, ‘ölçü’ ve aracı’ olmaktan ‘güven’, ‘kesinlik’ ve giderek ‘iman’a dayandıran paracı ekonomistler de, bir anlamda ‘imajinasyon’ yapmaktadırlar.

            Ki, gerçekten hemen hemen tüm bilimsel çabaların temelinde ‘soyutlama’ vardır.

            Ancak bunun bir ‘bilimsel soyutlama’ olup olmayacağını ileride göreceğiz.

            Öncelikle ‘para’nın ‘değer ölçüsü’ ve ‘değişim aracı’ olmasının yanısıra ‘özgül bir talep’ konusu olmasının nedenleri araştırılırken, kendisinden seksen yıl önce Marx tarafından yapılan soyutlamaya benzer biçimde, Keynes de, genel kuramına, “altın, gümüş ya da meşru ödeme aracı olup olmadığına bakmaksızın” bir ‘para’ varsayımıyla başlamıştı.

            Bu, antroplojik bir yaklaşımla, kapitalizm öncesi toplumlarda da ‘para’ var mıydı, nasıl işliyordu gibi sorularla uğraşmanın önemini küçültmez ama bir ‘para kuramı’ için hiç de zorunlu değildir anlamına gelmektedir.

            Peki ama bir ‘para kuramı’ kurmak gereksinmesi nereden çıkmaktadır?

            Çünkü, özellikle, ve hatta salt kapitalizme özgü olarak, paranın ‘üretimi yönetiyor’ olup olmadığını anlamak için diyelim (*).        

            Ki, böylece “kriz geldi, teğet geçti, çıktık çıkıyoruz türü ‘boş laflar’ın” ne kadar anlamlı olup olmadığı da görebilecektir.

            Bütün bu, önce ‘finansal’ denilen krizlerin temelinde ne yatıyordu: para !

 (daha doğrusu para-benzerleriyle birlikte finans)

            Oysa para’ya arkaik ekonomi ne diyordu: perde !

            Yani paranın önemli olmadığı ve salt ekonomik değişimde bir aracı olduğu ileri sürülüyordu. Kendine özgü değeri olmayan, ancak üzerinde anlaşılmış (convention) bir ‘ölçü birimi’, dolayısıyla ‘değeri’ gösteren, onu im (signe)leyen bir alâmet-i farika.

Okumaya devam et  Para basmak artık çare değil

            İleride im (signe), imleyen (signifiant) ve imlenen (signifié) kuramı üzerine ayrıntılı olarak duracağımızı belirtelim.

            Bu sayılanlara, şimdilik sırasıyla göstergegösteren/ gösterilen diyelim.

            Böylece, örneğin, elimizde tuttuğumuz bir sinema bileti, gösterge (im), yani bizim sinemaya  gideceğimizi göstermekte (imleyen) ve sinema ya da kültür ise  gösterilen (imlenen) olmaktadır.

            Oynanacak oyunun anlamı, demek ki, bizim satın almış olduğumuz ‘giriş bileti’nde saklıdır.

            Sonuçta ‘Kaç para’lık oyun sözkonusudur, değil mi ama?

            Böylece ‘filimin değeri’, ‘kaç paralık?’ olmasına indirgenmiş olmaktadır.

            Ve burada para, yani im (signe), gösteren ve gösterilenin, yani imleyen ve imlelenin, birliğini (unité) oluşturmaktadır.

Kuşkusuz burada, klasik Marksist kuramda olduğu gibi, ‘değişim-değeri’nin sadece ekonomiyi değil, ama ötesini de, yani toplumsal bilimleri de kapsayacak biçimde, genişletilmiş olduğunu görüyoruz.

Nitekim Baudrillard’a göre, « toplumbilimsel olarak, sadece değişim-değeri-(im) temel tez olarak konulabilir, kullanım-değeri çoğunlukla onun teminatı olarak yer alır ». Gerçekte ise, burada ‘değişim-değeri’ doğrudan bir  göstergeye (im) indirgenmiştir (**).

            Böylece, sinemaya gitmek, salt eğlenme ‘gereksinmesi’ni karşılmak için olsa da, aynı zamanda toplumbilimsel olarak bir statü (satut-standing)’yü de göstermektedir.

            İşte, altmışlı yıllardan sonra geliştirilen imbilim-göstergebilime (sémiologie) dayanarak, sadece ekonomik üretimi değil ama im’lerin üretimini ele alan bir ‘ekonomi politik’ ortaya çıkmıştır denilebilir.

            Özde, bir yanda (değişim-değeri, kullanım-değeri gibi) ekonomik, öte yanda (im ve onun gönderme yaptığı) semiolojik bilimler ayırımı yapılsa da, her ikisi de aynı şeyi incelemektedirler.

            Birinciler parasal göstergelere (im) öncelik vermekte, ikinciler ise dilbilimsel (linguistique) göstergelere.

Okumaya devam et  ŞU PARA DEDİKLERİ (7)

            Birinciler gereksinmeyi öncelemekte, ikinciler motivasyonu.

            İşte Baudrillard’a göre, medya da, bu motivasyonun bir ‘aracı’ olarak, özde ‘sermaye’nin toplumsal düzenini sürdürmesinin ‘aracı’ olmaktadır.

            Benzer bir yaklaşımla, Joel Martin, araştırmasının başlığını Para, Palavra ve Devlet (L’or, Parole et L’Etat) olarak koymuştur. 

            Demek ki, Para ne kadar mistifiye ise Devlet de o kadar mistifie edilmiştir.

            Para ne kadar fetişize ise, Devlet de o kadar fetişize olmuştur.

            Para ne kadar yabancılaştırılmış ise, Devlet de o kadar yabancılaşmıştır.

            O arada medyada dönen tüm sözler (parole) ise palavra olmanın ötesine geçmemektedir.

Moda terim olan ‘motivasyon’ için palavra, ya da ‘motivasyon palavrası’.

Ve tümünün temelinde o para denilen ‘lanet’ yatmaktadır ki, bütün bunlara  karşın, hâlâ neredeyse tapınalacak şey olarak görülebilmektedir.

            (Sürecek)

(*) Bu konuda benim ‘Ekonomi ve ötesi’ başlıklı yazı dizime bakılabilir.

(**) ‘Kullanım değeri’nin mi ‘değişim değeri’nin mi ‘temel’ alınması konusuna, ‘soyutlama biçimleri’ tartışmasında yeniden döneceğiz.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir