MİLİTAN DEMOKRAT

            Türkiye’de ‘demokrat’ denildiğinde, özde suya sabuna dokunmayan kişi anlaşılır. - Habip Hamza ERDEM

            Türkiye’de ‘demokrat’ denildiğinde, özde suya sabuna dokunmayan kişi anlaşılır.

            Böyle olunca başlıkta olduğu gibi savaşçı anlamındaki ‘militan’ ile ‘demokrat’ nasıl yanyana kullanılabilir diye sorulabilir.

            Oysa 2000’li yılların başında, örneğin ‘iyi bir Atatürkçü’ olarak bilinen Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş İrtica ve Bölücülüğe Karşı Militan Demokrasi başlıklı bir kitap yayınlamıştı.

            Sonra Alexander S. Kirshner’in ‘Aşırı uç politikalarıyla mücadelenin etiği olarak Militan Demokrasi Kuramı’ (A theory of militant demokracy: the ethics of combatting political extremism) başlıklı çalışması Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Militan Demokrasi olarak yayımlandı.

            Ve geçen yıl Dr. Kürşat Akça tarafından Anayasal Boyutu ve Temel Hakların Etkisizleştirilmesi alt başlığıyla Militan Demokrasi Anlayışı’nın hukuksal boyutlarını ele alan çalışması yayımlandı.

                Vural Savaş’ın ‘Militanlık’ anlayışını tartışmayı bir yana koysak bile, ‘Demokrasi’ anlayışının Karl Popper’in karşılıklı anlayış ve hoşgörünün yaygınlaştırılması anlayışına dayandırılması tartışılabilir diyelim.

            Kaldı ki, bütün bu görüşler, Alman Faşizmi’nden kaçan hukukçu Karl Loewenstein’in ileri sürdüğü, demokratik yolla seçilen kimi siyasetçilerin demokrasiyi boğmaya çalışmalarına karşı ‘militanca’ mücadele edilmesi gerektiği görüşüne dayandırılmaktadır.

            Demek ki ‘demokrat’ların ‘militanlaşma’sı gerektiğine ilişkin görüşlerin yaklaşık yüzyıllık bir tarihleri var.

            Nitekim son birkaç yazıda sözünü ettiğimiz Laclau-Mouffe ‘ekolü’ diyebileceğimiz siyaset felsefesi de son otuz yılda bir ‘Radikal Demokrasi’ anlayışı geliştirmeye çalışmaktadır diyorduk.

            Şimdi Arjantin’de, Laclau’nun da entellektüel katkı verdiği ve Kirshnerizm diye adlandırılan siyasal akıma biraz daha yakından bakılabilir.

            Bilindiği üzere, (-izm) takısı birşeyler üretme projelerine, düşünce akımlarına ve ya da ortaya çıkarılan her ne ise onun yapılış biçimlerini adlandırmak için konulmaktadır.

            Örneğin, Kemalizm için Mustafa Kemal önderliğinde yapılan işlerin bütününü anlatmak için bizzat kendisi tarafından ‘yapılan işler’ olarak tanımlanmıştır.

            Benzer biçimde Komünizm de, Fransızların köy ve köylü birlikteliği anlamına gelen komün’den hareketle tüm insanlığın ortaklığını kurmak projesini dillendirmek için kullanılmaktadır.

            Ve yine rasizm (ırkçılık) belli bir ırkın üstünlüğünü sağlamak için başvurulan yol olmaktadır.

            İşte eski Türkçe ‘Milliyetçilik’, İngilizce ve Fransızca’da ‘nasyonalizm’ teriminde olduğu gibi bir ‘millet’ oluşturmak ve/ya da varolan bir milletin korunup kollanarak gelişmesini sağlamak anlamına gelmelidir.

            Ancak ve ne var ki, milliyetçiliğin illa da ‘sağcı’ olması, yani sadece gelenek/görenek ve din temelli olması gerekmez.

            İşte bütün bu lafı dolandırmamızın nedeni, Kishnerizm’in de, İspanya’daki PODEMOS ve Yunanistan’daki SRYZA gibi Arjantin’de bir ‘Sol Milliyetçilik’ ya da denildiği gibi ‘Ulusal Sol’ bir akımın uygulamalarına verilen adı olduğunu açıklamak içindi.

            Arjantin’de önce Nestor Kirshner (2003-2007) ve sonra eşi Cristina Fernandez Kirshner (2007-2015)’in uygulamaları, salt bir ‘hükûmet etme’nin ötesinde bir ‘toplumsal vizyon’, bir ‘ideoloji’ ve Arjantin’i de aşan bir Güney Amerika Projesi olarak değerlendirilebilir.

            Karı/koca Kirshner’ler kendilerinden önce ‘Devlet’in bulaştığı yasadışılıklardan başlayarak, Neo-liberalizmin Güney Amerika için önerdiği ve ‘Washington Uzlaşması’ (Concessus de Washington) çerçevesinde Devlet’in küçültülmesi ve artık bakkallık/kasaplık yapmaması biçinde karikatürize edilen tüm önerilerin tersine, Devlet’in ağır ve stratejik alanlarda yatırım yapıp bizzat yönetmesinden komşu ülkelerle sağlam bir ‘işbirliği’ kurmasına uzanan çok geniş bir alanda ‘Devleti yeniden kurma’ya yönelmişlerdi.

            Ancak özellikle 2008’den sonra dünya ekonomisindeki gelişmeler ve bizzat ABD’nin bölgeye yönelik açık/gizli tüm müdahaleleri sonunda bugün Arjantin neredeyse ‘Acınacak Ülke’ konumuna düşürülmüştür.

            Bu kısa yazıda, tüm ayrıntısına giremeyeceğimiz için, Arjantin’de 2003-2015 arasında yapılanların Türkiye’de yapılanların ‘tam tersi’ yönde olduğunun altını çizelim.

            Öyle tanımlanması pek uygun olmasa da, salt bir karşılaştırma yapmak için Türkiye’deki uygulamaları ‘sağ milliyetçi’ de değil halk dalkavukluğu anlamında ‘sağ popülizm’, Arjantin’deki uygulamaları da ‘Ulusal Sol’ ya da ‘sol populizm’ olarak adlandırmak mümkündür.

            Günümüzdeki durumlarına bakıldığında her iki ülkenin de olumlu not alabilecek bir düzeyi tutturamadıkları söylenebilir.

            Ancak ne var ki, Türkiye’de, söylenenin tersine ‘emperyalizm’ bu ‘sağ popülizm’e tam destek vermiş, Arjantin’e ise ‘sol popülizm’e tam köstek olmuştur denilebilir.

            Şimdi artık –izm’in ne anlama geldiğini öğrendiğimize göre; Türkiye’de bir ‘sağcı halk yaratma’ projesinin ne kadar başarılı olduğunun çıplak gözle bile görülebileceği söylenebilir.

            Ve bir o kadar ‘militan demokrat’ olmaya gereksinme duyulduğu da…


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir