AİHM Partisinin tavırları

Geçtiğimiz hafta AİHM’sinin  Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye’de  yargılanmakta olan fetöcülere  2.135.000 Avro tazminat ödemeye mahküm ettiği haberini okuduk.

Bundan evvelde Osman Kavala’nın  serbest bırakılması için AB-D baskıları ve nihayetinde Avrupa konseyinin 30.11.2021 tarihine kadar  müddet koyması, AİHM’nin bir mahkeme/divan olmaktan öteye, baskı aracı/tetikçi  olarak tavır alması hem ülkemiz için hemde avrupa için özüntü verici bir hal. Yargı erkinin siyasallaşmasını tevsik eden bu olaylar, asla kabul edilemez. Ekonomik bir çüküntü içerisinde olan ve fakirleşen insanlarımızın ekmeğinden tahsil edilen vergilerden, antlaşmalara aykırı olarak “tazminat ödeme” mahkumiyeti,  AİHM’nin antlaşmalara aykırı şekilde hukuki olmaktan öte siyasal tavır takınması kaygı verici.

Yıl içerisinde ülkemizi ziyaret eden AİHM’si başkanı bir tahtanın önüne geçip, orada bulunanlara ders verir gibi ahkam kesme fotografının kamuoyuna intikali; onur kırıcı olduğu gibi, AİHM’nin ülkemize karşı aldığı tavırın somut kanıtı. Bazılarının yadırgamadığı bu fotograf hiçbir Türk vatandaşanın içine sindiremeyeceği bir fotograf.  Dr. Perinçek./.İsviçre davası AİHM’si Büyük Divanında görüşüldüğü esnada AİHM’si başkanı Dean Spielmann’ın Ermenistan devletinden fahri doktora ünvanı alması, kararın oylamasında Dr. Perinçek’in aleyhine oy vermesi: AİHM’sinin siyasallaştığının diğer bir somut kanıtıdır. Şu ana kadar Avrupa Yargıçlarının Etik Kurulu’na hiçbir şikayet bildiriminin yapılmamış olması ayrı bir garabet.

Seneler evvel arşivde bulunduğum esnada bir Alman yargıçla tanıştım. Neyin üzerine çalıştığını sorduğumda; önümde bir dava dosyası bulunuyor. Karar vermeden evvel anılan kanun maddelerinin kabulünden evvel mecliste yürütülen tartışmaları öğrenmek için arşive geldiğini belirtti. Bu tartışmaları okuduktan sonra, halkın temsilcilerinin o maddeyi kanunlaştırmasının gerekçesini çok daha sağlıklı anlayıp, kararımı bundan sonra vereceğim, dedi. Kendisine tevdi edilen vazifeyi layıkıyle yerine getiren bir yargıç. 

Kanunları, uluslararası antlaşmaları salt maddeler halindeki metinlerden okuduğumuzda, varılacak sonuç her zaman doğru sonuç değildir. Zira bunların kabulü ve yayımlanmasında bir takım ihtirazi (şerh) kayıtlarda yer almaktadır. Nitekim 10.03.1954 tarih ve 6366 sayılı kanunla ülkemizin kabul ettiği “İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi ve Ek Protokolün” tasdiki 13.03.1954 tarih ve 8662 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ( bkz. Ek ) Ek Protokolün 2. Maddesi “3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanununun hükümlerini ihlal etmez.” şerhine haizdir.

21 Nisan 1987 tarih ve 19438 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Tebliğ’in 1. maddesinde ( bkz. Ek) Sözleşmenin 8,9,10 ve 11. Maddelerinin 2. Fıkrasında yer alan “demokatik bir toplum” kavramının Türk (Türkiye değil) Anayasasında yer alan ilkelere ve özellikle Anayasanın dibaçesi/başlangıç/önsöz ve 13. Maddesine uygun olduğu anlaşılmalıdır şerhi yer alıyor.

Bu Tebliğin 3. Maddesinde ise (bkz. Ek)

-Avrupa İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi uyarınca, Komisyonun kişisel bir başvuruyu inceleyebilmesi için, diğer hususlar meyanında, ÖNCE İLGİLİ DEVLETİN BAŞVURU KONUSUNA DAİR BÜTÜN İÇ HUKUK YOLLARININ TÜKETİLMİŞ OLMASI GEREKİR,  şartı yazılı.

Tebliğ’de yer alan bu husus Türkiye Cumhuriyeti tarafından AİHM’ne bildirilmesine rağmen AİHM’si tazminata hükmetmiştir, ki antlaşma metinleri AİHM’de görev yapan yargıçları pek ilgilendirmiyor kananatindeyim. AHDE VEFA kelimelerinin neyi ifade ettiğini en iyi bilmesi gereken yargıçlardır, velevki bir partinin mensubu olmasınlar! Avrupa Adalet Divanı’nın dış cephe kaplaması ALTIN RENKLİ kaplamadır. 1926 senesinde Viyana’da yapılan panavrupa kongresinde (mavi ve altın renk simge olarak) kararlaştırılmıştır. Panavrupa oluşumunun kuruluşu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan birkaç ay sonra olduğu bilinmelidir, ki daha sağlıklı düşünmeyi becerebilelim.

Ve nihayet Komisyon, Divan (AİHM)  ve Bakanlar Komitesi ve bizdeki Büyükelçiler vd. (en son bugün saat 24:00’e kadar)  Osman Kavala’nın salıverilmesi tehdidini savurmuş.

Halbuki “Avrupa İnsan Hakları Divanına İstişari Mütalaa Vermek Yetkisini Tanıyan İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesinin 2 No:lu Protokolu”  ekte sunuyorum. Herkes kendisi okuyup, dehdit savuranlara Türkiye Cumhuriyeti yetki vermiş mi? Vermemiş mi? Tespit etsin. Bu santajlara topyekün karşı durulması gerekir. Özellikle TOBB ve Barolar bu santajlara karşı “sessiz” kalmasınlar. Kalırlarsa, bize onları sorgulamak hakkı doğar.

Kalın sağlıcakla

Rehan Gündoğmuş

Not: arzu edenlere anılan eklerin Resmi Gazetelerini gönderebilirim. Kapasitenin yüksekliğinden dolayı gönderemiyorum.

Kanunnr. 6366, Kabul tarihi: 10.03.1954, Resmi Gazete: 8662 19.03.1954

Geçtiğimiz hafta AİHM’sinin  Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye’de  yargılanmakta olan fetöcülere  2.135.000 Avro tazminat ödemeye mahküm ettiği haberini okuduk. - insanhaklarikanun
Geçtiğimiz hafta AİHM’sinin  Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye’de  yargılanmakta olan fetöcülere  2.135.000 Avro tazminat ödemeye mahküm ettiği haberini okuduk. - aihmichukuk

Not: Sözleşmenin 1 inci bölümünde ifadesi;  Avrupa İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi  2. – 18. maddelerini kapsıyor.

Geçtiğimiz hafta AİHM’sinin  Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye’de  yargılanmakta olan fetöcülere  2.135.000 Avro tazminat ödemeye mahküm ettiği haberini okuduk. - insanhaklarikanun

Yorumlar

  1. Enis avatarı
    Enis

    Sayın Rehan Gündoğmuş,

    Yazdıklarınızda çok haklısınız. Ne AİHM, ne Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, ne de on ülkenin büyükelçilerinin ülkemizin yargı sistemine “baskı aracı/tetikçi olarak tavır almaları” asla kabul edilebilir bir durum değil. Bilhassa diğer AB ülkelerinin bazılarında da benzeri durumlar mevcut iken. Örneğin, hapishanelerde işkence ile ilgili 2011 yılında AİHM Fransa’yı mahkum ediyor, Fransa 10 yıldır bu kararı uygulamıyor ve tek bir kişi bununla ilgili bir şey söylemiyor ( https://www.hurriyet.com.tr/dunya/bakan-cavusoglundan-onemli-aciklamalar-41926676 ).

    Elbette bir ceza davasının uzaması nedeniyle bir sanığın yıllarca tutuklu kalması ne adalet açısından ne de vicdanen kabul edilebilir bir durum değil. Sonunda sanık suçsuz bulunduğu takdirde devlet kendisine tazminat ödese bile bir insanın ömründen çalınan yılların para ile telafi edilmesi mümkün mü? Ülkemizdeki bu sorunu çözmek için daha fazla yargıç atamak veya mevcut mahkeme sistemlerini gözden geçirip daha etkin hale getirmek gibi ne gerekiyorsa acilen yapılmalı.

    BBC News Türkçe’den bu konu ile ilgili son gelişmeleri içeren bir haber: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-59466041

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir