Oyun Kurucu Türkiye’nin Etkinliği

Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet Savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği - globe ortadogu dunya

Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu’da Vekâlet Savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye’nin Etkinliği

Prj. Asist. Mehmet BABACAN Bursa Uludağ Üniversitesi

Morton Kaplan’ın uluslararası siyasal sistem biçimleri olarak sıraladığı sistem modellerinden (hiyerarşik sistem, çok kutuplu sistem, iki kutuplu sitem gibi) tarihsel olarak evirilerek geçen uluslararası politika 1990’lı yılların başından itibaren yeni bir çehre alarak tek kutuplu bir karakter kazanmıştır. Keza uluslararası politikada “kutup” kavramı küresel düzeyde gücün belli bir yerde yoğunluk kazanması anlamına geldiğinden 1989’da Berlin Duvarının yıkılmasıyla başlayan yeni dönem, dünya tarihinde ekonomik, askeri ve diğer nicel ve nitel unsurlar bakımından ABD’nin rakipsiz ve eşsiz bir süper güç (hatta buna hiper güç diyenler de vardır) olarak ortaya çıkmasını simgeleyen bir dönem olmuştur. 1991’de iki kutuplu sistem, kutuplardan biri olan Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla son bulmuş, sosyalist-komünist ideoloji ile liberal-kapitalist ideoloji arasındaki mücadeleyi Batı bloğunun hâkim ideolojisi olan liberalizm ve kapitalizm kazanmıştır. Uluslararası konjonktür böyleyken Robert Cox gibi teorisyenler ABD’nin uluslararası siyasal sistemde neredeyse bir imparatorluk kurma noktasına kadar geldiğini belirtirken Francis Fukuyama gibi ideologlar ise Hegelci mantığın tarif ettiği anlamda pratik tarihin sona erdiğini iddia etmiştir. Küresel düzeydeki bu değişim tabiatıyla bölgesel politikalar üzerine de yansımış, iki kutuplu/bloklu yapının kurallarına ve kalıplarına göre davranmaya alışan ülkeler Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi iki kutuptan birine tercih göstermek yerine yeni dönemde yükselişe geçen küreselleşme, insan ve azınlık hakları, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi gibi kavramları önceleyen dış politikalar üretmek durumunda kalmışlardır. Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin en güçlü biçimde hissedildiği bölgelerden biri olan Ortadoğu (diğerleri; Yugoslavya özelinde Balkanlar ve Dağlık Karabağ özelinde Kafkasya olmuştur) Irak ile Kuveyt arasında yaşanan Körfez Krizi bağlamında Soğuk Savaşı bitiren sıcak savaşın yaşandığı ilk coğrafya olurken ABD Başkanı George H. W. Bush’un “yeni dünya düzeni” nin (new world order) kurulduğunu ilan etmesine de vesile olmuştur. 1991 tarihinden bugüne küresel ve bölgesel güçlerin yıpratma ve vekâlet savaşları üzerinden rekabete giriştiği Ortadoğu bölgesi kendi iç dinamiklerinden (etnik, dini, mezhepsel) kaynaklanan sorun ve çatışmaların yanında jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel ölçekteki öneminden dolayı dışarıdan gelen operasyon ve müdahalelere de sürekli açık olmuştur. Ortadoğu’da Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörlerin üstünlük/liderlik mücadelesinin yanı sıra ABD, Rusya, AB, Çin gibi bölge-dışı küresel aktörlerin de rekabeti hissedilmiş, özellikle Yemen ve Suriye Krizi bağlamında anılan aktörler arasında çağdaş bir “soğuk savaş pratiği” de yapılmıştır. Bu çalışmada da özellikle Türkiye’de dış politikadaki karar verici konumundakilerin zaman zaman söylemlerine hâkim olan “oyun kurucu” kavramından hareketle Soğuk Savaş sonrası yeni dönemde bölgesel ve küresel aktörlerin ve nihayetinde Türkiye’nin bölgedeki alan açma faaliyetlerine, liderlik çabalarına ve mücadelelerine, aktif ve proaktif politikalarına değinilecektir.

Anahtar Kelimeler: Soğuk Savaş sonrası dönem, Ortadoğu, Vekâlet Savaşları, Oyun kurucu, Suriye Krizi.

Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet Savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği - globe ortadogu dunya

PROXY WARS IN THE MIDDLE EAST IN POST-COLD WAR ERA AND THE EFFECTIVENESS OF TURKEY AS A NEW QUARTERBACK COUNTRY
ABSTRACT

Historically evolved from the system models (such as hierarchical system, multipolar system, bipolar system), which Morton Kaplan listed as forms of international political system, has gained a unipolar character by adopting a new face since the early 1990s. Likewise, since the concept of “pole” in international politics means that the power at a global level is concentrated in a certain place, the new era started with the fall of the Berlin Wall in 1989, the United States had a unique power in terms of economic, military and other quantitative and qualitative elements in the history of the world. There is also a period that symbolized the emergence of hyper-power. In 1991, the bipolar system ended with the collapse of the Soviet Union, one of the poles, and the struggle between the socialist-communist ideology and the liberal-capitalist ideology was won by liberalism and capitalism, the dominant ideology of the Western Bloc. In the international conjuncture, theorists such as Robert Cox have stated that the United States has almost reached the point of forming an empire in the international political system, while ideologues such as Francis Fukuyama claim that practical history in the sense described by Hegelian logic has come to an end. These changes at the global level is reflected in the regional policies on the nature of countries, accustomed to behaving according to the rules and patterns of bipolar / block structure, instead of choosing one of the two poles as in the Cold War period, the rise of globalization, human and minority rights, democracy and free market economy. They have had to produce foreign policies that prioritize such concepts. The Middle East, one of the regions where the end of the Cold War period was most strongly felt (others; the Balkans and the Nagorno-Karabakh region in particular), became the first geography in which the hot war ended the Cold War in the context of the Gulf Crisis between Iraq and Kuwait. It was also instrumental in declaring that the world new world order was established by the American president George H. W. Bush. Since 1991, the Middle East region, where global and regional powers have competed through attrition and proxy wars, has always been open to external operations and interventions due to its importance in geopolitical, geoeconomic and geocultural scale as well as problems and conflicts arising from its internal dynamics (ethnic, religious, sectarian). In the Middle East while a superiority and leadership struggle was going on between regional actors such as Turkey, Iran, Egypt, Saudi Arabia non-regional global actors like US, Russia, the EU, China felt the competition, especially contemporary among the actors referred to in the context of Yemen and Syria Crisis as a “modern cold war practice”. In this study, in particular, that has dominated the discourse at times those in decision making positions in the foreign policy in Turkey “quarterback” concept of motion new Post-Cold War era in regional and global actors and to finally activities open area in Turkey’s regional leadership efforts and struggles, active and proactive policies.
Key Words: Post-Cold war era, Middle East, Proxy wars, Quarterback, Syria Crisis.

GİRİŞ

Bütün bilim dalları için olduğu kadar sosyal bilimlerde de önemli bir kavram olan ve alt disiplinlerde çeşitli manalara gelecek şekilde kullanılan “sistem” kavramı uluslararası ilişkiler ve uluslararası politika açısından da kastettiği anlam bakımından üzerinde durulması gereken bir kavramdır. Örneğin; “Uluslararası sistem” ya da “sistem modelleri” derken veya “Soğuk Savaş sonrası dönemde tek kutuplu bir sistem gelişti” cümlesini kurarken neyi anlatmayı amaçlıyoruz? Kuşkusuz uluslararası ilişkilerde küresel ve bölgesel analizler yaparken ve belli mevzular üzerinden argümanlarımızı sunarken kavramları doğru anlamlarıyla kullanmak açıklama ve analizlerimizin daha doğru şekilde anlaşılmasını ve tasvip edilmesini sağlayacaktır. Bu açıdan özellikle 1991 sonrası uluslararası ölçekte sistemik büyük değişimlerin ve dönüşümlerin yaşandığı bir ortamda dünyayı daha entegre hale getiren küreselleşme olgusunu, artan ekonomik karşılıklı bağımlılığı, etnik milliyetçilik, göç, silahlanma ve terörizm faaliyetlerini daha iyi anlayabilmemiz için global sistemin gerçekçi bir yaklaşımla tanımlanmasına ve anlatılmasına ihtiyaç vardır. İkinci Dünya Savaşının bitimiyle birer süper güç olarak beliren ABD ve SSCB önderliğinde dünyanın iki ayrı kutba/bloğa ayrıldığı ve blok önderlerinin de oluşturdukları bir dehşet dengesiyle (balance of terror) dünya politikasına yön verdiği yaklaşık 45 yıllık bir dönemi anlatmak için kullanılan “Soğuk Savaş” içinde birçok kriz bulunan ve nükleer savaş riskini barıdıran çatışmalarla geçen bir devir olsa da 1989 yılında Berlin Duvarının yıkılması ve nihayetinde 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kapanmıştır. Bu tarihten sonra ABD’nin hegemon güç olduğu ve tek başına dünya politikasına yön vererek kendi güvenlik öncelikleri ve çıkarları bağlamında bütün dünyaya şekillendirmeye giriştiği bir dönem ortaya çıkmış, ancak zamanla birlikte SSCB’nın varisi Rusya’nın kendini toparlayarak uluslararası arenada yeniden sivrilmeye başlaması, dahası ABD’ye alternatif olarak Çin, Hindistan, Brezilya ve 1993 Maastrciht Antlaşmasıyla kurumsallaşmış kollektif bir birlik olarak doğan Avrupa Birliği (AB)’nin belirmesi bu süreci tersine çevirmiştir. İşte tam da bu aşamada yukarıda bahsettiğimiz “sistem” tartışmaları yeniden gündeme gelmiş, Batı’da Amerikan tek kutupluluğunun popüler söylemlerinin aksine dünyanın yeniden iki kutupluluğa hatta çok kutupluluğa doğru evrildiği görüşleri yaygınlaşmaya başlamıştır. Tek tek bütün egemen ulus-devletlereden oluşan ve coğrafik ve fonksiyonel alt-sistemleri bulunan uluslararası siyasal sistemin günümüzde ticari ve ekonomik bloklaşma hareketlerinin artması ve AB benzeri bölgesel örgütlenme ve entegrasyon çabalarının çoğalmasıyla çok kutupluluğa doğru yol aldığını söyleyebiliriz. Böyle bir konjonktürün doğmasında dünya hegemonu olan ABD’nin son yıllarda küresel sistemdeki hegemon rolünü oynamadaki isteksizliğinin ve meşruiyetindeki aşınmanın etkili olduğunu ise herhalde ifade edebiliriz. Bu şekilde nitelediğimiz bir uluslararası sistemde ABD’ye alternatif olarak beliren küresel ve bölgesel güçlerin sayılarındaki artış bölgesel krizlerde vekâlet ve yıpratma savaşlarının çoğalmasıyla kendini göstermiştir. 2011 yılından itibaren Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasını etkisi altına alan ve “Arap Baharı (Arab spring)”, “Arap uyanışı (Arab awakening)”, “Arap devrimleri (Arab revolutions)” gibi isimlerle nitelenen halk ayaklanmaları sonucunda özellikle Libya, Yemen, Mısır ve Suriye gibi

ülkelerde Soğuk Savaş döneminde sıkça kullanılan vekâlet savaşları stratejisinin değişen nitelik ve artan yöntemleriyle yeniden uygulamaya koyulduğuna şahit olmaktayız. Bu kapsamda öncelikle Soğuk Savaşın bitimiyle beraber kısaca Ortadoğu bölgesinde meydana gelen değişimleri hatırlamak ve bahsettiğimiz vekâlet savaşlarının kavramsal bir çerçevesini çizmek yerinde olacaktır. Ardından devam eden Arap baharı perspektifinden örneklem ülkeler üzerinden yürütülen vekâlet savaşlarının bir analizi yapılarak bu ortamda Türkiye’nin bölgedeki rolüne ve son yıllarda söylem düzeyinde giderek artan etkinliğine vurgu yapılarak diğer küresel ve bölgesel aktörlerle birlikte Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği temel politika ve stratejilerine, çıkarlarına ve dış politik amaçlarına değinilecektir.

Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet Savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği - berlinduvari soguksavas

⦁ Soğuk Savaşın Sona Ermesinin Ortadoğu Bölgesi Üzerindeki Etkileri

Tarihsel olarak insanlığın deneyimlediği en büyük ve en acı felâketlerden biri olan İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından ortaya çıkan global sistemik ve politik durumu ifade etmek için kullanılan “Soğuk Savaş” ifadesi kökeni itibariyle Batı menşeli bir kavramsallaştırma sayılsa da genel olarak hem 1945 ile 1990’ların başını içeren bir dönemi hem de bu dönemde Sovyetler Birliği (SSCB) ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasındaki genel ilişkileri tanımlamak için kullanılan bir ifade olmuştur. Soğuk Savaş döneminin niteliği ve günümüze olan etkileri üzerine değişik görüşler bulunmakla birlikte hakim kanaat bu dönemin süper güçler arasındaki gerginlik, yer yer silahlı çatışmalar ve sıfır toplamlı bir oyuna dayanan yoğun bir güç mücadelesi olması hasebiyle “savaş” ve topyekûn bir sıcak savaş ya da nükleer felâkete yol açmaması sebebiyle de “soğuk” olarak nitelendirildiği yönündedir.1 Yaklaşık 45 yıl süren Soğuk Savaş dönemi dünyanın kabaca Doğu ve Batı olmak üzere iki ayrı kutba/bloğa ayrıldığı ve ABD ile SSCB gibi blok önderlerinin ve bunların öncülüğünde kurumsallaşmış NATO ve VP (Varşova Paktı) gibi savunma örgütlerinin bulunduğu ancak bununla birlikte BM gibi evrensel nitelikli aktörlerin ve iki kutuptan hiçbirine tercih göstermeyen Mısır, Endonezya ve Gana gibi Bağlantısız Devletlerin de bulunduğu bu yönüyle de Morton Kaplan’ın uluslararası siyasal sistem modellerinden biri olan “Gevşek İki Kutuplu Sistem” modelinin niteliklerini üzerinde taşıyan tarihsel bir dönemdir.2 Uluslararası siyasette “iki-kutuplu sistem” olarak adlandırılan bu dönem bloklardan biri olan Doğu Bloğunun çökmesi ve blok önderi SSCB’nin 1991’de dağılmasıyla beraber sona ermiş neticede rakipsiz kalan ABD ve Batı Blokunun zaferini ilân ettiği yeni bir dönem başlamıştır. Askeri, ekonomik, kültürel, siyasi ve ideolojik boyutları bulunan Soğuk savaş döneminin bitimiyle Doğu Blokunun komünist-sosyalist devlet ve toplum formuna karşılık olarak siyasal düzlemde liberalizm ve ekonomik düzlemde kapitalizm ideolojilerini benimseyen Batı blokunun hakim söylemleri olan demokrasi, insan ve azınlık hakları,

1 Martin Griffiths, Terry O’Callaghan and Steven C. Roach, Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar,
CESRAN (çev.), (Ankara: Nobel Yayıncılık, 2013), 286.
2 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 11. Baskı, (Bursa: Alfa Akademi Yayınları, 2017), 165.

küreselleşme, serbest piyasa ekonomisi gibi kavramlar yükselişe geçmiştir. Bununla birlikte Soğuk Savaş sonrası dönemde artan insan ve azınlık hakları söylemlerine paralel olarak ulus-devletler bünyesinde iç çatışmalar, sınır uyuşmazlıkları, etnik çatışmalar baş gösterirken, artan silahlanma ve terörizm, nükleer silahların yayılması tehlikesi, din ve mezhep temelli çatışmaların yükselişi, Soğuk Savaş dönemindeki Doğu-Batı ayrımının yerini Kuzey-Güney ayrımına bırakması tek kutuplu sistemde beliren yeni küresel güvenlik tehdit formları olmuştur. Soğuk Savaşın bitimiyle uluslararası politikaya barış ve güvenliğin hakim olacağına dair ümitler Balkanlar, Orta Asya, Kafkasya, Afrika coğrafyalarında ve diğer üçüncü dünya ülkelerinde etno- politik hareketlerin ortaya çıkması ve çatışmaya dönüşmesiyle kaybolmuş buna bağlı olarak Birleşmiş Milletler barışı koruma misyonlarında Soğuk Savaş sonrası dönemde gözle görülür bir artış gerçekleşmiştir.3

Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan yeni küresel tehdit formları ile dünyanın daha barışçıl ve güvenli bir yer haline geleceğine dair umutlar bir bir tükenirken ABD’ye alternatif olarak yeni güç merkezlerinin ortaya çıkması ve bunların SSCB’nın dağılmasıyla oluşan güç boşluklarını (power holes) yavaş yavaş kapatmasıyla sistem tartışmaları yeniden gündeme gelmiş, kimilerince yükselen AB, Japonya, Çin, Brezilya, Hindistan ve Rusya Federasyonu gibi ülkelere atfen çok- kutuplu bir sisteme doğru gidildiği senaryoları konuşulmuştur.4 Uluslararası politikanın durumu ve genel görünümüyle/konjonktürle ilgili bu tartışmalar halen geçerliliğini korumakta olup son tahlilde yeni güç merkezlerinin ortaya çıkmasıyla çok-kutupluluğa doğru bir gidişten bahsedilebilse de hâlâ Amerikan hegemonyasına askeri ve ekonomik anlamda meydan okuyacak güçte bir rakip veya rakip setinin oluşmamış olması, dünyadaki yaygın Anti-Amerikancılığa karşı Amerikan tek- kutupluluğunun devam ettiği görüşlerinin ağırlık kazanmasına yol açmıştır. Bunun yanında küreselleşme, devlet dışı aktörlerin güçlenmesi, ABD’nin politikasındaki başarısızlıklar ve değişik güç parametrelerinin ortaya çıkışıyla birlikte kutupsuzluk/nonpolarity ifadesinin de sıklıkla kullanıldığını belirtmemiz gerekmektedir.5 Retrospektif bir bakış açısıyla ABD’nin Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ertesinde tesis etmeye çalıştığı hegemonyasının “Tarihin Sonu” ve “Medeniyetler Çatışması” tezleriyle ideolojik anlamda da desteklendiği bir ortamda demokrasi, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisi olarak ifade edilen Batılı liberal değerlerin tüm dünya sathına yayılması için girişilen çabaların Ortadoğu coğrafyasından başlatıldığını iddia etmek herhalde yanlış olmaz. Çünkü daha Sovyetler Birliği’nin resmi ve hukuki manada tam olarak ortadan kalkmadığı bir ortamda Saddam Hüseyin’in Kuveyt’e saldırmasıyla ortaya çıkan Körfez Krizi akabinde Başkan George Walker Bush’un ortaya attığı “yeni dünya düzeni/new world order” kavramı şüphesiz ideolojik, siyasal, toplumsal ve ekonomik boyutlarıyla yeni

3 Muzaffer Ercan Yılmaz, “The New World Order: An Outline of the Post-Cold War Era”,
ALTERNATIVES Turkish Journal of International Relations, Vol. 7, Number 4, (Winter 2008): 48.
4 Bradley H. Roberts, World Order in the Post-Post-Cold War Era: Beyond the Rogue State Problem, (Virginia, Institute for Defence Analyses [IDA] Document: 1996), 4.
5 Richard N. Haas, “The Age of Nonpolarity”, Foreign Affairs, (May/June 2008): 5.

bir dönemi simgeliyordu. Aslında ilk kez Bernard Baruch’un dillendirdiği “soğuk savaş/cold war” kavramı6 nasıl Batı/Anglo-Sakson menşeli bir kavram olup literatüre yerleştiyse, Sovyetler Birliği’nin dağıldığı tarih sahnesine ilişkin kavramsallaştırmalar da bizatihi yine Batı özellikle de Amerikan siyasa-yapıcılar tarafından servis edilip “soğuk savaş sonrası/post cold war” ve “yeni dünya düzeni/new world order” ifadeleri uluslararası ilişkiler terminolojisine dahil edilmiştir. Başkan Bush’un Saddam kuvvetlerini Kuveyt’ten çıkarmaya yönelik “Çöl Fırtınası Operasyonu/Operation Desert Storm” ertesinde kullandığı yeni dünya düzeni deyimi tarihsel bir motif olarak benzer şekilde Wilson’un 1. Dünya Savaşı ertesinde ve Churchill’in de II. Dünya Savaşı sonrasında yeni dönemi/düzeni tasvir etmek için kullandıkları özdeyişlere benzemekteydi ve bu açıdan yeni bir niteleme değildi. Başkan Bush 6 Mart 1991’de Soğuk savaşı bitiren sıcak savaş olarak anılan Körfez Savaşı’nın ardından Kongrede yaptığı konuşmada “yeni dünya düzeni” teriminin Ortadoğu için taşıdığı anlamı basitçe şu dört temele dayandııryordu: (i) Arap-İsrail çatışmasının durdurulması, (ii) Ortadoğu bölgesinde kollektif güvenlik düzenlemelerinin gerçekleştirilmesi, (iii) silahsızlanma ve silahların kontrolü ve, (iv) bölgenin yeniden yapılandırılması ve geliştirilmesi.7

ABD, Soğuk savaş dönemi boyunca SSCB’yi çevreleme/containment potikasının bir parçası olarak Avrupa, Asya-Pasifik bölgelerinde olduğu gibi Ortadoğu’da Sovyet rejimi ile bir mücadeleye girişmiş bu kapsamda Batı Blokuna dahil olan ülkeleri askeri ve ekonomik anlamda destekleyerek hayati çıkarları bulunan bu bölgede komünizmin yayılmasını engellemeye çalışmıştır. Gerçekten de Ortadoğu sadece Soğuk Savaş sonrası dönemde değil Soğuk savaş boyunca da zaman zaman Sovyet Rusya’nın da dahil olduğu uluslararası politikayı yönlendiren gelişmelere sahne olmuştur. Suriye Krizi, U-2 Krizi, Süveyş Krizi, Arap-İsrail Savaşları (1948, 1967 ve 1973 savaşları), 1973-OPEC Petrol Krizi, İran-Irak Savaşı, Afganistan işgali, İran İslam Devrimi gibi birçok savaş, kriz, çatışma ve devrim hep Ortadoğu toprakları üzerinde yaşanmıştır. Bütün bu kriz ve savaşlarda iki bloklu bir yapının etkisi ve ABD-SSCB rekabeti bütün şiddetiyle hissedilmiştir. Şimdi komünist tehlikenin ortadan kalktığı bir dönemde bölgeye tam anlamıyla hakim olmak için yapısal birtakım düzenlemelere girişilmesi gerekmekteydi. ABD Soğuk Savaş sonrası dönemde Ortadoğu bölgesi için belirlediği yaşamsal çıkarlarını Kuveyt Krizinin ardından ortaya attığı yeni dünya düzeni kavramı altında bölgeye “yeniden yapılandırma ve geliştirme” adıyla servis ederek

6 ABD’li maliye ve başkanlık Danışmanı Bernard Baruch (1870-1965) 1947’de Kongre’deki konuşması sırasında ilk kez “soğuk savaş” sonrası kavramını kullanmıştır. Keza Baruch’un “soğuk savaş” olarak nitelediği dönem bir sene önce Winston Churchill’in 1946’da Fulton’daki ünlü “demir perde/iron curtain” konuşmasıyla zaten fiilen başlamıştı. 1989’da Berlin duvarının yıkılması ve ardından SSCB’nin dağılmasıyla sona eren Soğuk Savaşın ertesindeki yeni dönemde dahi bu kavram cazibesini yitirmedi ve bu defa başına bir post ibaresi eklenerek telaffuz edilmeye devam edildi; post-cold war /soğuk savaş sonrası dönem bkz: Andrew Glass, “Bernard Baruch coins term ‘Cold War’, April 16, 1947”, Politico, 04/16/2010 05:03 AM EDT war-april-16-1947-035862 (Erişim:15.09.2019 20:02)
7 S. Nanjundan, “A New World Order?”, Economic and Political Weekly, Vol. 26, No. 22-23, (June 1-8, 1991): 1389.

gerçekleştirmeye çalışmıştır. 1. Dünya Savaşının bitimiyle Osmanlı Devletinin 2. Dünya Savaşının ardından İngiltere ve Fransa’nın Soğuk Savaş sonrasında ise SSCB’nin bölgeden tasfiye edilmesiyle artık yanlız ve rakipsiz kalan ABD Soğuk Savaş sonrasının dünyasını şekillendirmeye de Ortadoğu’dan başlamıştır. ABD’nin Ortadoğu’da Soğuk Savaş sonrası dönemdeki yaşamsal çıkarları başkan Bush’un yeni dünya düzeni konsepti adı altında kongredeki konuşmasının temel prensiplerine de yansımıştır. Peki ama nedir bu yaşamsal çıkarlar? ABD’nin Soğuk Savaş sonrası döneme ilişkin olarak Ortadoğu bölgesine yönelik politikasında belirlediği öncelikleri ve yaşamsal çıkarları şu şekilde sıralayabiliriz:8 1. İsrail’in varlığının korunması ve güvenliğinin sağlanması, 2.Enerji kaynaklarının sabit fiyatlarla ve kesintisiz olarak Batı’ya akışının temin edilmesi, 3. Bölgede herhangi bir ülkenin giderek güçlenerek diğer bölgeleri etkisi altına almasının önüne geçilmesi ve bu amaçla bölgede silahlanmanın kontrolü, 4. SSCB’nin yıkılmasıyla ortaya çıkan güç boşluğunun sadece siyasal anlamda değil ekonomik, toplumsal ve kültürel alanlarda da doldrurulması bunun için Batılı demokratik ve liberal değerlerin bölgeye transfer dilemesi, bölgenin dünya ekonomisiyle bütünleşerek Batılı değerler sistemine dahil olması, buna karşı çıkan devletlerin sistem dışına itilmesidir ki ABD’nin İran ve Irak’a karşı “çifte çevreleme/dual or double containment” politikasına girişmesi ya da bölgedeki bazı devletleri “haydut devletler/rogue states” ve “şer ekseni/axis of evil” olarak nitelemesi buna en güzel örneği teşkil etmektedir.9

Bütün bu açıklamalara ek olarak Soğuk Savaşı bitiren sıcak savaşı yaşayan ilk bölge olması nedeniyle Ortadoğu’nun yeni dönemde gittikçe artan bir biçimde Amerikan hegemonyasının denetimine ve ABD öncülüğündeki uluslararası operasyonlara açık hale geldiğini ifade edebiliriz. Yine 13 Eylül 1993’te ABD’nin çabalarıyla bir Arap- İsrail barışının imza edilebilmiş olması ABD’nin küresel çatışma ve uyuşmazlıklara müdahale ederek çözüm sağlayıcı süper güç-hatta yeni dönemde hegemon güç konumuna katkı yapmış, bu ise Ortadoğu bölgesinde bir Pax Americana’nın tesis edilmesine yardımcı olmuştur.10Ayrıca Soğuk Savaşın sona ermesinin Ortadoğu bölgesi üzerindeki diğer etkilerini şu şekilde sıralamamız mümkündür: 1.Bölgedeki devletlerden olan Irak, dünya hegemonunun yaşamsal çıkarlarını tehdit ettiği için açık bir şekilde cezalandırılmış ve uluslararası sistemden tecrit edilmiştir, 2.SSCB’nin dağılmasıyla en önemli koruyucusunu kaybeden komünist rejimin himayesindeki Suriye, Ortadoğu barış sürecine direnmeyi bırakarak Arap-İsrail barışından yana tavır almaya başlamış ve değişen dünya düzeniyle uyumlu olarak yabancı sermayeye dayalı bir ekonomi izlemeye başlamıştır. 3. İki-kutuplu yapının sona ermesi ve demokrasi, insan hakları gibi söylemlerin yaygınlaşması Arap-İsrail sorununun çözüleceğine dair

Okumaya devam et  Yeni Başmüzakereci Egemen Bağış

8 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı,
Cilt II, (Bursa: Alfa Akademi Yay., 2017), 76.
9 Muhittin Ataman, “Değerler ve Çıkarlar: ABD’nin Ortadoğu Politikasını Belirleyen Temel Unsurlar ve İlkeler”, Ortadoğu Yıllığı 2006, Kemal İnat ve Muhittin Ataman (ed.), (Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2008), 404.
10 Efraim Karsh, “Cold War post-Cold War: does it make a difference for the Middle East?”, Review of International Studies, 23, (1997): 271.

umutları artırmış ve bu da iki taraf arasındaki diyaloğu başlatarak Oslo görüşmelerine giden kapıyı aralamıştır, 3. 1979 Devriminin siyasal ve ideolojik olarak yerleşmesiyle İran, Ortadoğu’da ABD tarafından bölgedeki yeni ve en önemli tehdit olarak tanımlanmış, ayrıca İran Soğuk Savaş sonrası dönemde Orta Asya ve Kasfkasya’da SSCB’den kalan güç boşluğunu doldurmaya çalışarak bölge ülkeleri üzerinde etklili olmaya çalışmış, aynı amacı güden Türkiye ile bu konuda bir rekabete girişmiştir, 4. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasıyla Batı’nın ideolojik, toplumsal, siyasal ve ekonomik temel değerlerini yansıtan demokrasi, insan ve azınlık hakları, hukukun üstünlüğü, serbest piyasa ekonomisi gibi liberal kavram ve değerlerden diğer topluluk ve etnik gruplar gibi Kürtler de etkilenmiş, bölgede giderek yükselen Kürt milliyetçiliği ABD etkisine girmiştir.11 5. Özellikle küreselleşme, iletişim ve bilişim teknolojilerindeki ilerlemeler sayesinde Ortadoğu halkları dünyaya açılma imkânı bulmuş, temel insan hakları olan bireysel özgürlükler toplumsal ve ekonomik hürriyetler, adalet arayışı için 2000’li yıllarla birlikte uyanışa geçen bu halklar “Arap Baharı” adı verilen ayaklanmaları gerçekleştirmişlerdir.12

⦁ Vekâlet Savaşları: Kavramsal ve Tarihsel Bir Analiz

Genel olarak Soğuk Savaş döneminde sıklıkla kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkan “vekâlet savaşları/proxy wars” kavramını kısaca herhangi bir çatışma veya mücadeleye doğrudan taraf olmayan ancak stratejik amaçları nedeniyle duruma dolaylı yollardan dahil olan üçüncü tarafların birtakım aktörler üzerinden gerçekleştirdikleri dolaylı müdahaleler olarak tanımlayabiliriz. Üçüncü taraf müdahalelerinde kullanılan aktörler ise genellikle çatışmanın bir şekilde tarafı olmuş, resmi veya gayrı resmi/devlet-dışı, legal ya da illegal bütün aktörler olmaktadır ve bunlar genellikle üçüncü taraflar tarafından ya silahlandırılarak, ya eğitilerek ya da fonlanarak maddi anlamda desteklenmektedirler. Devletlerin bu tür aktörler üzerinden dolaylı müdahalelerde bulunmasının asıl sebebi ise stratejik ve politik çıkarlarını

11 Özellikle 1991 Körfez Savaşından sonra ABD Başkanı Bush’un Iraklı Kürtleri Saddam rejimine karşı ayaklanmaya çağırmasının ardından bu çağrıya uyarak başkaldıran Kürt vatandaşlarına yönelik Irak hükümetinin sert tutumlar içine girmesi ve Saddam Hüseyin’in 25 Ocak 1991’de yaptığı bir açıklamada Kürtlere hitaben “Eğer Halepçeyi unuttuysanız, onu yeniden size hatırlatmaya hazırım” ifadelerini kullanmasının ardından Iraklı Kürtlere yönelik konvansiyonel silahların da kullandığı operasyonlar başlamıştır. Bu durum üzerne Türkiye ve İran sınırına yığılan Kürtlerin bu bölgelerdeki Kürt halkların etnik bilincini de tetiklediğinden ve Ortadoğu bölgesinde ABD’nin ve CIA güdümündeki Cidde merkezli yayın yapan “Özgür Irak’ın Sesi” radyosunun yayınlarının da etkisiyle 1990 ve sonrasında toptan bir Kürt hareketlenmesinin görüldüğünden bahsedilebilmektedir. bkz: David Romano, The Kurdish Naitonalist Movement: Opportunity, Mobilization and Identity, (New York: Cambridge University Press, 2006), 204.
12 Arap Baharı adı verilen halk hareketlerindeki itici gücün bilişim ve iletişim teknolojilerini etkin bir şekilde kullanan eğitimli ve şehirli gençler olduğu bilinmektedir. Ayrıca bkz: Burhanettin Duran ve Nurullah Ardıç, “Arap Baharı”, Uluslararası İlişkilere Giriş, Şaban Kardaş ve Ali Balcı (ed.), (İstanbul: Küre yayınları, 2018), 681-694.

gerçekleştirmek için doğrudan çatışmaya taraf olmadan kaçınarak daha az maliyetli bir yöntemi tercih etmeleridir.13

Genellikle savaş ve barış çalışmalarında savaşın insanlık tarihi kadar eski bir kavram ve olgu olduğundan bahsedilerek insan doğasındaki hükmetme ve gücü elinde tutma arzusunun savaşlara yol açtığı belirtilir. Aynı şekilde iki kelimelik bir tamlamadan oluşan “vekâlet savaşları” kavramı da içeriğindeki savaş sözcüğünden dolayı tarihsel kökenleri yüzyıllar öncesine dayandırılabilen bir kavram olarak belirmektedir çünkü tarihin her döneminde çatışan taraflar çatışmada menfaati bulunanlar tarafından bir şekilde ayartılarak kullanılmışlardır. Tarihsel olarak bakıldığında 30 Yıl Savaşlarında (1618-1648) Protestan Fransa ve Katolik İspanya Kutsal-Roma İmparatorluğu içindeki tarafları kendi yanlarına çekmek için uğraşmışlar, yine aynı şekilde Fransa- Prusya Savaşında (1870-1871) İngiltere, ortak düşman olarak görülen Prusya’ya karşı Fransız askerlerini silahlandırarak desteklemiştir.14 1970’li yıllarda savaş üzerine yazdığı yazılarla tanınan Frederic Pearson, devletlerin neden başka ülkelerdeki çatışmalara/savaşlara taraf oldukları üzerinde durmuş bu hususta 6 temel ilkeyi öne sürmüştür. Bunlar: 1. Ülke edinme, topraklarını genişletme, 2. Etnik dini ya da mezhepsel açıdan yakın gördüğü sosyal grupları (buna diaspora da denebilir) korumak, 3. Ekonomik çıkarlarını korumak, 4. Diplomatik veya askeri stratejik çıkarlarını korumak, 4. İdeolojik sebepler, 5. Bölgesel güç dengesi.15 Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası politikanın iki kutuplu yapısından bahisle ideolojik saiklerle birçok coğrafyada vekâlet savaşlarının yürütüldüğünü söyleyebiliriz. Yine Soğuk Savaş döneminde vekâlet savaşlarının tercih edilmesinin bir diğer sebebi de ABD ile SSCB’nin olası yıkıcı etkileri sebebi ile nükleer bir savaşı göze alamamaları olmuştur. Soğuk Savaş döneminde yürütülen vekâlet savaşları Kore, Vietnam örneklerinde de olduğu gibi üçüncü bir ülke üzerindeki güç mücadelesini ifade etmektedir. Nitekim Deutsch bu dönemdeki vekâlet savaşlarını iki dış gücün üçüncü bir ülkede bu ülkenin kaynaklarını da kullanarak kendi stratejik amaçları çerçevesinde yürüttükleri uluslararası bir çatışma olarak tanımlar.16

Soğuk Savaş döneminde ABD özellikle Avrupa’da kendine sadık liderler ve yönetimler ortaya çıkararak II. Dünya Savaşından sonra Avrupa’yı Sovyet tehdidine karşı korurken çevreleme/containment politikası çerçevesinde dünyanın diğer bölgelerinde de anti-Komünist rejimleri desteklemiştir. Bu bağlamda meselâ Ortadoğu’da Şah’ın İranı’nı bölgesel bir partner olarak Nixon Doktrini ile desteklerken Afganistan’ın Sovyet işgaline uğramasının ardından Afgan mücahitlere silah, mühimmat ve finans desteği vererek vekâlet savaşlarına dahil olmuştur. Yine

13 Andrew Mumford, Proxy Warfare: War and Conflict in the Modern World, (Malden: Polity Press, 2013), 11.
14 Mumford, Proxy Warfare, 12.
15 Mumford, Proxy Warfare, 31.
16 Karl Deutsch, “External Involvement in Internal War”, Internal War: Problems and Approaches, Herry Eckstein (ed.), (West Port: Praeger, 1980), 102.

1950-53 yılları arasındaki Kore Savaşı, büyük düşman Stalin’e bir gözdağı vermek için küçük düşman Kim II-Sung’a karşı ABD tarafından yürütülen bir vekâlet savaşı halini almıştır. Afrika’da yer alan Angola’da 1970’lerde başlayan iç savaş süpergüçlerin dahil olmasıyla bir vekâlet savaşına dönüşmüştür.17 Küba Krizi, Süveyş Krizi, kısmen Vietnam Savaşı, Arap-İsrail Savaşları, Lübnan’daki iç savaş, Irak, Afganistan, Bosna ve Çeçenya Krizleri Soğuk Savaş dönemi boyunca ABD ve SSCB arasındaki global mücadele kapsamında gerçekleşen vekâlet savaşlarına verilebilecek diğer örneklerdir. Ancak Soğuk Savaş döneminde ABD ve SSCB ideolojik olarak kendisine yakın ülkelerle ittifak ilişkisi içerisine girdiğinden bu süper güçlerin asker yerleştirdiği ya da üs kurduğu her ülkeyi de vekâlet savaşı alanı olarak değerlendirmemek lâzımdır. Çünkü bunlar belirtildiği gibi ittifak ilişkisinin bir sonucudur ve bu kapsamda meselâ Amerikan üslerinin bulunduğu Türkiye Soğuk Savaş yıllarında herhangi bir vekâlet savaşına sahne olmamıştır.18

Soğuk Savaş sonrası dönemde ise vekâlet savaşları hem sayı olarak artmış hem de nitelik ve yöntem olarak çeşitlilik göstermiştir. Öncelikle Soğuk Savaş döneminde üçüncü bir ülke üzerinde yürütülen güç mücadelesi ya da denetim kurma rekabeti olarak gerçekleşen vekâlet savaşları Soğuk Savaş sonrası dönemde yerel aktörler üzerinden daha dolaylı bir müdahale şekli niteliğini almış, doğrudan müdahale zorunlu durumlarda gerçekleşmiştir. Ayrıca Soğuk Savaş sonrasında bir ülkede etkili olma ve düşmanla mücadele etme yöntemi olarak beliren vekâlet savaşlarında hem kullanılan yerel aktörlerin (resmi ya da gayrı resmi) sayısında hem de bunları kullanan bölgesel ve küresel güçlerin/aktörlerin sayısında bir artış yaşanmıştır. Küreselleşme, çok uluslu şirketlerin yaygınlaşması, bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak vekâlet savaşları kavramı bu dönemde daha çok asimetrik savaş, hybrid savaş, melez savaş gibi kavramlarla ilişkilendirilerek hatta bazen de onların yerine kullanılmaya başlanmıştır. Bununla birlikte bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmenin istihbarat, keşif ve bilgi teknolojisi alanlarına sağladığı katkılarla vekâlet savaşlarında vekil-müvekkil ilişkilerini ifşa ettiğini de belirtmek gerekmektedir. Her ne kadar vekâlet savaşlarında vekil aktöre destek veren devlet doğrudan kendini belli etmekten kaçınsa da Ukrayna Krizi sırasında yaşananlar bu konuda inkârın işe yaramayacağını göstermiştir. Nitekim Ukrayna müdahalesiyle uluslararası toplumun tepkisini üzerine çeken Rusya’nın Doğu Ukrayna’ya olan desteği NATO uydu sistemleri aracılığıyla takip ve tespit edilerek çevrim-içi/online olarak yayınlanmıştır.19

17 Eli Berman and David A. Lake (ed.), Proxy Wars: Suppressing Violence Through Local Agents, (New York: Cornell University Press, 2019), 2.
18 Philip Towle, “The Strategy of War by Proxy”, The RUSI Journal, Vol. 126, Issue 1 (1981): 23.
19 Bilal Karabulut ve Şafak Oğuz, “Proxy Wars in Ukraine”, The Journal of Defence Sciences, Vol. 17, Issue 1, (May 2018): 81.

⦁ Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Ortadoğu’da Vekâlet Savaşları: Krizler, Aktörler ve Çatışma Bölgeleri

Soğuk Savaş sonrası dönemin uluslararası politika açısından en büyük özelliği Sovyet Rusya’nın dağılmasının ardından ABD tarafından temsil edilen liberal değerlerin zaferini ilan etmesi ve rakipsiz kalan ABD’nin ekonomik, askeri ve siyasi açılardan tek başına dünyayı şekillendirmeye girişmesi olmuştur. ABD uluslararası sistemin tek güçlü devleti olarak Kafkasya, Avrasya ve Ortadoğu’da tek taraflı müdahalelerle bu bölgelere şekil vermeye çalışmış, bunu da adeta yeryüzünde kendisinden başka bir devlet yokmuş gibi davranarak gerçekleştirmiştir. Esasen ABD’nin Soğuk Savaş sonrası dış politikalarında ikinci bir devlete rol biçilmemiş, ABD tek-taraflılığı ve üstünlüğü vurgulanmıştır. Yeni dönemde küresel sistemi tek başına inşa etmeye girişen ABD ortaya çıkan yeni tehdit formlarıyla da tek başına mücadele etmek istemiştir. Bölgedeki zengin enerji kaynakları, İsrail faktörü ve küresel düzeydeki jeoekonomik ve jeopolitik öneminden dolayı ABD’nin dış politikasında birinci sırada yer alan Ortadoğu bölgesi Yeni Dünya Düzeni olarak adlandırılan yeni dönemde vazgeçilmesi mümkün olmayan bir bölge olarak önemini korurken ABD’nin Ortadoğu’yla ilgili asıl önemli stratejisi 2004’te açıklanan Büyük Ortadoğu Projesiyle (BOP) ortaya çıkmıştır. Bu projeyle Fas ve Atlantik kıyılarından Pakistan’a kadar olan bölgede Müslüman ülkelere demokrasi ihracı ile bu ülkelerin pazarlarının Batı’ya açılarak özellikle de ABD ekonomisiyle bütünleşmesi amaçlanmıştır. Ayrıca yeni dönemde yükselişe geçen küresel ve bölgesel aktörlerden Rusya, Çin, Hindistan, İran ve Türkiye gibi ülkelerin sınırlandırılması fikri de projenin ortaya atılmasında rol oynamıştır. 20

Büyük Ortadoğu Projesi ABD’nin tek-yanlı olarak ilan ettiği bir politika olmasının yanında jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik açılardan hatrı sayılır derecede önemdeki Ortadoğu bölgesinde ikinci bir güç ya da rakip görmek istemediğinin de en açık göstergesidir. Ne var ki bölgeyi derinden etkilemesi muhtemel bu projeyle ABD bölge ülkelerinin sadece dış politkalarını değil ekonomik, sosyal/toplumsal, kültürel form ve geleneklerini de değiştirmeyi amaçlamaktadır. Tipik olarak bu durum Soğuk Savaştan hemen sonra yaşanan Kuveyt Krizinde (1990-91) izlenen stratejiye benzemektedir çünkü kriz esnasında tek taraflı davranan ABD uluslararası toplumu peşinden sürüklemiş ve müdahaleye çok-taraflı bir görüntü kazandırmıştır.21 Irak kuvvetlerini Kuveyt’ten çıkarmaya yönelik Çöl Fırtınası Operasyonu 28 Şubat 1991’de sona erdiğinde Saddam Hüseyin hâlâ ülkenin başında yer almaktaydı ve onu devirecek gücü bulunmasına rağmen devirmeyen koalisyon güçleri kısa sürede sonuç veren bir kara savaşıyla sınırlı kalmışlardır. Bu müdahalenin ardından yeni dünya düzeni konseptiyle Ortadoğu bölgesini şekillendirmeye girişen ABD, Irak’ta Kürt ve

20 Murat Ercan ve Ali Ayata, “Değişen Uluslararası Sistemde ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği”, Akademik Bakış Dergisi, Sayı 69, (Eylül-Ekim 2018): 117.
21 Ataman, “Değerler ve Çıkarlar: ABD’nin Ortadoğu Politikasını Belirleyen Temel Unsurlar ve İlkeler”, 409.

Şii nüfusun yoğunlukta olduğu yerlerde uçuşa yasak bölge ilân etmekle birlikte savaşın ardından Katar, Bahreyn, Kuveyt ve Suudi Arabistan’da yeni Amerikan üsleri kurarak bu üslerin kurulma amacını uçuşa yasak bölgeyi denetlemek ve Saddam tehlikesine karşı diğer bölge ülkelerini korumak olarak açıklamıştır. Saddam Hüseyin gibi bir diktatör diğer bölge ülkelerine karşı tehdit unsuru olarak kullanılmaya devam edilirken ABD Başakanı George Walker Bush, Körfez savaşının ardından artan popülaritesini Arap-İsrail çatışmasına son vermek için kullanmaya çalışmış ve tarafları diyaloğa davet ederek Oslo girişimini başlatmıştır.22

2003’te Irak üzerine ikinci bir müdahale gerçekleştiğinde bu defa ABD, İngiltere, Polonya ve Avusturalya kuvvetlerinden müteşekkil koalisyon güçleri Saddam’ı kesin olarak devirmek amacı ile hareket etmiş, kısa süren harekat kolay kazanılan bir zaferle neticelenmiştir. Irak’ta oluşturulan Geçici Yönetim Konseyi’nin başına büyükelçi L. Paul Bremer’i koyarak ülkede denetimi sağlayan ABD, daha sonra devrik lider Saddam Hüseyin’i yeraltında saklandığı bir mağarada yakalayarak idamla yargılamış ve sonrasında ise infaz etmiştir.23 Irak’ın 2003’te ABD tarafından işgaliyle birlikte Ortadoğu bölgesinde Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk vekâlet savaşları başlamış, ABD Cumhurbaşkanı Celal Talabani üzerinden ülkede denetim kurmaya çalışırken bölgedeki Amerikan etkisini kırmaya çalışan İran ise bölgesel bir güç olarak ülkede bir Şii koalisyonu oluşturmaya çalışmıştır. Başbakan Nuri el-Maliki ise ABD ile ülkenin güneyindeki Şii topluluğunu barıştırmaya yönelik bir politika izlemiş, buna rağmen izlediği Şii politikası sebebiyle Maliki’den hoşnut olmayan ABD, General David Petraus aracılığıyla Maliki’ye ve hükümetine verilen askeri ve polisiye bazı yardımların kısıtlanması yoluna gitmiştir.24 Irak’ta Şii ve Sünniler arasında devam eden mücadele ve iç politik karışıklık 2011 yılına kadar devam etmiş, bu süreçte tarafların diğer devletlerce yönlendirildiği bir vekâlet savaşı yaşanmıştır. 2011 yılından itibaren başgösteren “Arap baharı” adındaki halk ayaklanmaları bölgede yeni vekâlet savaşlarına yol açmıştır.

⦁ Tunus, Mısır ve Libya

“Irak’a Özgürlük Hareketi” adındaki 2003 müdahalesinin ardından Irak’ta zamanla gelişen iç kaotik ortam, ülke ve bölge üzerinde emelleri bulunan devletlerin yerel aktörleri ve parçalanmış yapıları birbirleriyle mücadelede kullanmalarına zemin hazırlamış ve bu durum Soğuk Savaş sonrası dönemde Ortadoğu’da verilen ilk vekâlet savaşı örneği olmuştur.25 Ancak niteliksel olarak daha farklı ve sayı olarak artan

22 Jonathan Cristol, “United Staes Foreign Policy in the Middle East after the Cold War”, Conflict and Diplomacy in the Middle East: External Actors and Regional Rivalries, Yannis A. Stivachtis (ed.), (Bristol: E-International Relations Publishing, 2018), 50.
23 Jonathan Cristol, “United Staes Foreign Policy in the Middle East after the Cold War”, 53.
24 David A. Lake, “Iraq: 2003-11 Principal Failure”, Eli Berman and David A. Lake (ed.), Proxy Wars: Suppressing Violence Through Local Agents, (New York: Cornell University Press, 2019), 239.
25 Taha Özhan, “Irak’ta Vekalet ve Sefalet Savaşları”, 8 Mart 2010 ve-sefalet-savaslari/ (Erişim: 03.11.2019 22:19)

miktardaki vekâlet savaşlarını 2011’de ilk kez Tunus’ta başlayan ardından Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgelerine dalga dalga yayılan Arap Baharı adı verilen hareketler sonucunda görmekteyiz. Kimi çevrelerce bu halk hareketleri, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir parçası ve devamı olarak değerlendirilirken26 kimi araştırmacılar da bunu Samuel Huntington’un “Üçüncü Dalga”27 teziyle ilişkilendirerek demokrasinin ve liberal değerlerin üçüncü dünya ülkelerindeki yayılması sürecinin bir sonucu olarak değerlendirmişlerdir.28 Yukarıda ABD’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde hem uluslararası politikayı hem de Ortadoğu politikasını oluştururken ve yönlendirirken kendisi dışında hiç bir güç görmek istemediğini ve tek-yanlı stratejiler geliştirdiğini belirtmiştik. Ancak SSCB’nin dağılmasından sonra onun varisi olarak ortaya çıkan Rusya Federasyonu’nun toparlanarak uluslararası sistemde önemli bir aktör olarak sivrilmeye başlaması ve yer yer ABD hegemonyasını eleştirmesi29, dahası Çin, Hindistan, Brezilya, AB, Türkiye, İran gibi bölgesel ve küresel güçlerin tek kutuplu dünyaya yönelik itirazlarını giderek artan tonda seslendirmeye başlamaları, ABD’nin teoride tek-yanlı politikalarının pratikte başarısızlığa uğramasına yol açmış, bu durum ABD’nin hegemonyası görünürde devam etse de Amerikan-sonrası bir dünya sistemine doğru gidildiği yorumlarını doğurmuştur.30

ABD hegemonyasına meydan okumaların çoğulmasıyla birçok çatışma bölgelerinde Amerikan gücünün dengelenmesi gündeme gelmiş, bunun en belirgin örnekleri de Arap Baharı adı verilen halk ayaklanmaları sürecinde Ortadoğu’da yaşanmıştır. Kitle gösterilerinin ve rejim değişikliklerinin yaşandığı Ortadoğu’da, özellikle Libya, Yemen ve Suriye gibi ülkelerdeki mücadele ve güç denklemine çok sayıda aktörün dahil olması hem vekâlet savaşlarını alan olarak genişletmiş hem de sayısal olarak artırmıştır. Özellikle de Suriye’de krizin çok boyutlu olması ve giderek derinleşmesi, ordu, rejim, muhalifler, ÖSO, IŞİD/DEAŞ, Hizbullah gibi yerel aktörlerin ve parçalanmış yapıların istismara açık olması ve dış güçlerce kolayca kullanılmaya elverişli olması ülkedeki vekâlet savaşlarını daha belirgin hale getirmiştir.31

26 Neşe Kemiksiz, Büyük Ortadoğu Projesi ve Arap Baharı, projesi-ve-arap-bahari/ (Erişim: 12.10.2019 14:28)
27 Samuel P. Huntington, Üçüncü Dalga: Yirminci Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma, Ergun Özbudun (çev.), (Ankara: Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, 1993).
28 Gürbüz Özdemir, “Demokratikleşme Kavramı Bağlamında Arap Demokratikleşmesine İlişkin Bir Değerlendirme”, TESAM Akademi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, (Ocak 2017): 30.
29 Rusya Devlet Başkanı Valdimir Putin, 10 Şubat 2007 tarihinde 43. Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşmada tek kutuplu bir dünyanın demokrasiye, ahlâka ve hukuka aykırı olması dolayısıyla Amerikan hegemonyasının ve tek-taraflı davaranışlarının kabul edilemez olduğunu ifade etmiştir.
Konuşmanın tam metni için bkz: (Erişim: 09.11.2019 20:05)
30 Fareed Zakaria, The Post-American World, (New York: W.W. Norton&Company, 2008), 3.
31 Burhanettin Duran ve Hasan Basri Yalçın, “Suriye’de İç Savaş, Vekâlet ve Yıpratma”, Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Suriye Stratejileri, Hasan Basri Yalçın-Burhanettin Duran (ed.), (İstanbul: SETA, 2016), 8.

Suriye Krizi aşağıda daha detaylı olarak ele alınacağından öncelikle Kuzey Afrika coğrafyasındaki ve Suriye’ye nispetle vekalet savaşlarının daha önce yaşandığı ülkelerdeki temel gelişmeleri ele almak faydalı olacaktır: Arap Baharı dalgasının başlangıcını ve ilham noktasını teşkil eden M. Bouazizi’nin kendisini yakma eylemini gerçekleştirdiği Tunus’ta hareketler aslında 2010 yılının son aylarına rastlamaktadır. Bouazizi’nin eylemiyle kitlesel hareketlere dönüşen ayaklanmalar birdenbire ortaya çıkan bir olgu değildi ve uzun yıllar içerisinde gelişen kronik sorunların artık toplum tabanında dayanılmaz bir hale geldiğinin dışa vurumunu yansıtmaktaydı. Arap ülkelerinin özellikle son 50 yıldaki sosyal, ekonomik ve demografik yapılarıyla yakından ilişkili olan kronik sorunlar bazı tetikleyiciler ile birlikte analiz edildiğinde daha iyi anlaşılmaktadır. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yer alan bu ülkelerdeki hızlı nüfus artışı, genç nüfusun fazlalığı, işsizliğin ve yoksulluğun halk kesimlerinde derinden hissedilmesi, adalet hizmetlerinden memnuniyetsizlik, köktendinci hareketlerin etkisi, refah dağılımdaki adaletsizlik, özellikle 2010 ve 2011 yıllarında gıda fiyatlarındaki yüksek artış, kayırmacılık ve nepotizm, demokrasi eksikliği, otokratik baskıcı rejimlerin yıllardır devam eden eziyeti, düşük yaşam standartlarından şikâyet edilmesi, halk hareketlerinin ateşini yakan temel tetikleyiciler olmuşlardır.32 1968 Prag baharına atfen “Arap Baharı” adı verilen bu ayaklanamalar neticesinde özellikle Mısır ve Libya örneğinde olduğu gibi uzun yıllar hüküm süren diktatörlükler yıkılmış, rejimler değişmiş, ancak Suriye ve Yemen’de ise süreç daha sancılı olmuştur.

17 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan Yasemin Devrimi sonucunda 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin bin Ali başkanlığı bırakıp 14 Ocak 2011’de ülkesini terketmiş ardından yapılan seçimlerde Müslüman Kardeşler hareketiyle ideolojik yakınlık içinde olduğu bilinen Raşid Gannuşi liderliğindeki En-Nahda partisi oyların %41’ini alarak mecliste çoğunluğu ele geçirmiştir. Libya ve Mısır’a oranla kansız bir şekilde demokrasiye geçiş tecrübesi yaşayan ve bunu başarıyla sürdüren Tunus’ta Arap baharı sürecinde ve sonrasında Fransa ile Türkiye’nin etkileri gözlenmiş ancak bunlar bir vekalet savaşına dönüşecek düzeyde olmamıştır. Tunus’u önemli bir ticari ortak ve İslami tehlikeye karşı tampon vazifesi gören bir ülke olarak değerlendiren Fransa, halk hareketlerinin başlamasının ardından ülkedeki statükonun devamını çıkarlarına uygun görmüş, Bin Ali’ye karşı göstericileri bastırmak üzere harekete geçen Tunus polisini desteklemiştir. Fransa’nın bu tutumunda zaten çok sayıda Tunuslu göçmenin bulunduğu ülkenin olası bir göçmen dalgasından çekinmesi rol oynamıştır. Bin Ali’nin devrilmesinden sonradır ki Fransa Tunus politikasında değişikliğe gitmiş, demokratik dönüşümü desteklediğini açıklamış ve göreve gelen Munsif el Merzuki ile görüşmüştür.33 Yine Gannuşi başta olmak üzere En-Nahda hareketi Türkiye’yi ve Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisini (AKP) örnek aldıklarını belirtmişler ve

Okumaya devam et  Biden’ın ilişkileri fabrika ayarlarına döndürmesi için bir yol

32 Leonid Grinin, Andrey Korotayev and Arno Tausch, Islamism, Arab Spring and the Future of Democracy: World System and World Values Perspective, (Cham: Springer International Publishing, 2019), 6.
33 İlhan Aras, “Fransa’nın Arap Baharı Politikası”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, (2017): 146.

AKP’nin yaptığı gibi İslam ve demokrasinin bağdaştırılmasına çalışacaklarını ifade etmişlerdir. Türkiye ise resmi kanallardan yaptığı açıklama ile Tunus’taki yeni yönetime olan güçlü desteğini beyan etmiştir.34

Tunus’un ardından halk hareketlerinin 25 Ocak 2011’de “Öfke Günü” adı altında yoğunlaştığı Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetiminin 30 yıllık diktatörlüğüne başkaldıran milyonlarca insan Tahrir Meydanı’nı doldurarak işsizliğe, yoksulluğa, siyasi baskıya olan tepkilerini ortaya koymuşlardır. Özellikle 1979-Camp David sonrasında Arap dünyasıyla arasına bir set çeken Mısır, ABD tarafından yıllık 1,3 milyar dolar askeri yardımla desteklenmektedir. Nitekim Mısır’da halk gösterilerinin başladığı aynı gün Mısır ordusunda görev yapan üst düzey komutanların Pentagon’da bir toplantı halinde oldukları bilinmektedir. Dolayısıyla İsrail faktörü nedeniyle Mısır’ın kaos içerisindeki durumundan endişe duyan Obama yönetimi ilk başta Mübarek’in devrilmesine rıza göstermemiş bunun için de ordu üzerinden büyük çaba harcamıştır. Ancak gösterilerin artması üzerine Mübarek 11 Şubat’ta görevini yardımcısına bırakarak istifa ettiğini açıklamıştır. Ülkede devam eden iç karışıklık Muhammed Mursi’nin 30 Haziran 2012’de Cumhurbaşkanı seçilerek görevine başlamasına ve yeni anayasanın onaylanmasına rağmen durulmamış neticede 3 Temmuz 2013’te gerçekleşen bir darbeyle ordu yönetime el koyarak Mursi’nin görevinden alındığını açıklamıştır.35 Oysa 2012’deki seçim zaferiyle Müslüman Kardeşler menşeli Mursi’nin Mısır’da olacağını düşündüğü şey İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’de gerçekleştirmeye çalıştığı modern, seküler ve dinin toplum ve devlet hayattaki rolüne değer veren politikasıydı. Mısır’ın demokratik yollarla seçilen Cumhurbaşkanı olan Mursi politikalarını hayata geçiremeden ve daha göreve başlayalı bir yıl bile olmadan Mısır ordusu tarafından görevinden alınıyordu.36

Generel Abdülfettah el-Sisi önderliğindeki Mursi’yi deviren darbeye bölge ülkelerinden Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Ürdün destek verirken Türkiye ve Katar ise darbeyi kınayan açıklamalar yapmıştır. 2014’te yapılan anayasa değişikliğinin ve aynı yıl gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimini General Sisi’nin kazanmasının ardından Mursi ve birçok İhvan mensubu tutuklanarak yargılanmaya başlanmıştır. Mısır’daki bu yönetim değişikliğine başlangıçta sessiz kalan ve ödediği yıllık yardım miktarını durdurduğunu açıklayan ABD, Sisi yönetiminin Fransa ve Rusya’yla silah alım anlaşmaları imzalamasının ardından Mısırla olan diyaloğunu yeniden kurmuş ve Mart 2015’ten itibaren askeri yardıma devam edeceğini açıklamıştır. Mısır’da ordu üzerinden etkili olmaya çalışan ABD, Arap baharı sürecinde İsrailin güvenliği açısından oldukça önemli olan bu ülkede

34 Mevlüt Akçapa, “Tunus’ta Arap Baharı ve Sonrasında Yaşanan Siyasal Gelişmeler”, 7. Uludağ Uluslararası İlişkiler Konferansı: Uluslararası Sistemde Yeni Düzen Arayışları, Bursa, 21-22 Ekim 2015), Dora Yayınları, Bursa, 2016, 357.
35 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı, Cilt II, 486.
36 M. E. McMillan, From The First World War to Arab Spring: What’s Really Going On In The Middle East, (London: Palgrave MacMillan, 2016), 230.

diğer aktörlerin etkili olmasına izin vermemiş ve bu ülkede nükleer bir santral kurma girişiminde bulunan Rusya’yı dengelemeye çalışmıştır. Mısır’daki bu kısa süreli vekil aktör arayışında ABD başından beri ordu üzerinden stratejilerini yönlendirmiş, Mısır’ın AB’ye ya da Rusya’ya kaymasını engellemeye çalışmıştır. Nitekim Soğuk Savaş yıllarından hatırlanacağı üzere Cemal Abdülnasır önderliğindeki Mısır SSCB ile yakın ilişkiler kurarak 1955 tarihli bir anlaşma ile Çekoslovakya üzerinden silah satın almıştır. Ordusunun modern silahlara ihtiyaç duyduğu bir dönemde ABD’nin Mısır’a silah satmakta isteksiz davranması ve bunu birtakım kısıtlmalara bağlaması Nasır’ın Sovyetler ve Doğu Bloku ile yakınlaşmasıyla sonuçlanmıştır.37 Jeopolitik ve jeostratejik açılardan çok önemli bir konumda bulunan ve Ortadoğu ile Kuzey Afrikayı birbirine bağlayan Mısır’ın Doğu Blokuna kayması riski üzerine 1956 Süveyş Krizinde İngiltere, Fransa, İsrail ve ABD koalisyonu Mısır’ı tekrar hizaya getirmeye çalışmışlardır. Bu nedenle Soğuk Savaş yıllarında ABD ile SSCB arasındaki küresel rekabetin bir yansıması olarak Süveyş Krizi bağlamında bir vekâlet savaşı örneği de verilmiştir. Tarihsel olarak bakıldığında Mısır’ın daha sonra Bağlantısızlar hareketine dahil olduğu bilinse de Enver Sedat dönemiyle birlikte İsrail ve ABD ile ilişkilerini düzelten Mısır, Ortadoğu’daki Arap blokajını kıran Camp David Antlaşmaları (1978-79) ile Batı yörüngesine girmiştir. Mübarek ise 30 yıllık saltanatını Batı ile ilişkilere dikkat etmesine borçludur. Özellikle ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’in varlığının korunması ve güvenliğinin sağlanması temelli politikasında Mısır çok önemli bir yer tutmaktadır ve her yıl verilen 1,3 milyar dolarlık yardımın sırrı burada yatmaktadır. Keza Mübarek 30 yıllık diktatoryası boyunca İsrail’in Filistin topraklarındaki zulmüne ve işgallerine dahası 2006 Lübnan ve 2008 Gazze işgaline hiç bir tepki vermemiştir. Bugün bilinmektedir ki Mısır ordusunun kurmay kademesi Amerikan eğitiminden geçmektedir. Yine Müslüman kardeşler hareketine ilgi duyan Türkiye ile yakın ilişkiler geliştiren Mursi’nin kendisine Türk politikacıları örnek aldığının değerlendirilmesi ve Mursi’nin Türkiye ile İran’ı ziyaret etmesi ve bu iki ülkeyle iyi ilişkiler geliştirmesi ülkenin 1979’dan bu yana devam ettirdiği Batı yörüngesindeki politikasından bir sapma olarak nitelenmiş, bölgesel aktörler olan Türkiye ve İran’ın etkisi kırılmak istenmiştir. Ayrıca Mursi’nin Hamas lehine casusluk faaliyetinde bulunduğu suçlamasıyla birlikte Sisi yönetimiyle beraber Hamas’ın ülkedeki bütün büroları kapatılmış ve Gazze’nin tek hayat kapısı niteliğindeki Refah Kapısının Mısır’a açılan tünelleri de kapatılmıştır.38 Bütün bunlar yasaklı Mübarek yıllarını hatırlatan gelişmeler olmuştur.

Tunus’un ardından neredeyse Mısır’la eşzamanlı olarak (17 Şubat 2011) halk gösterilerinin ve olayların başladığı Libya’da ABD, İngiltere ve Fransa öncülüğündeki Batılı ülkeler Tunus ve Mısır’dakinden farklı bir politika takip etmişlerdir. Tunus ve Mısır’daki olaylar karşısında başlangıçta sessiz kalan ve geç tepki veren bu ülkeler Libya’da gösteriler başlar başlamaz muhaliflerin yanında yer

37 Mohaned Talib el-Hamdi, “The Road East: How John Fuster Dulles Affected Egypt’s Decision To Conclude The Czech Arms Deal In 1955”, History Studies, Special Issue (2011): 137.
38 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı, Cilt II, 488.

aldıklarını açıklamışlar ve ayaklanmaya destek vermişlerdir. Bu ülkelerin gizli servislerinin Libya’daki muhalifleri bizzat örgütledikleri de medyaya yansımıştır. Türkiye’nin Libya’daki yatırımları ve vatandaşları bağlamında temkinli davranması ve yapılacak bir harekata karşı çıkması ancak ardından NATO müdahalesine destek vermesinin yanında Arap Birliği ülkeleri de Libya’ya NATO müdahalesine yeşil ışık yakmışlardır.39 Neticede NATO’ya bağlı hava, kara ve deniz unsurlarının 19 Mart’ta ülkeye müdahale etmesi ve 20 Mart’ta Kaddafi’nin Sirte’de yakalanıp öldürülmesi
30.000 insanın yaşamını yitirdiği Libya’da yeni bir dönemin başladığını simgeliyordu. Fakat Libya, müdahalenin ve Kaddafi’nin devrilmesinden sonra arzu edilen refah ve demokrasi ortamına kavuşamamıştır. Bunun en önemli nedenleri ülkede ortaya çıkan çok başlılık ve devam eden vekâlet savaşları olmuştur. Öncelikle Kaddafi sonrası dönemde 7 Temmuz 2012’de bir bayram havası içerisinde gerçekleştirilen parlamento seçimlerinin ardından kurulan kabine Kongre’den onay alamamış ve hükümet değişikliğine gidilmiştir. 2014 yılına gelindiğinde ülkede Trablus ve Tobruk’ta üç farklı hükümet bulunmaktaydı. Ayrıca bu süreçte ülkedeki iç karışıklık, terör ve güvensiz ortam endişe verici boyutlara ulaşmıştır. 11 Eylül 2012’de Bingazi’deki saldırıda Amerikan Büyükelçisi J. Christopher Stevens ve üç konsolosluk çalışanı öldürülmüş, 2014 ve 2015’te ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanan DEAŞ bağlantılı cihatçı gruplar ve milisler Derna ve Sirte kentlerinin yönetimini ele geçirmişlerdir.40

Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet Savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği - Kaddafi

Libya’daki vekâlet savaşlarını Kaddafi öncesi ve sonrası olmak üzere iki döneme ayırarak incelediğimizde Kaddafi’nin devrilmesine yol açan ayaklanmalar başgösterdiğinde Nicholas Sarkozy önderliğindeki Fransa’nın müdahale için oluşturulan NATO kuvvetlerinde ön sırada yer aldığı görülmektedir. Sarkozy’nin 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kampanyasında kullanmak üzere Kaddafi’den 50 milyon Avro borç almış olması ve gösteriler başladığında muhaliflere destek vererek ardından Libya’ya yapılan alelacele müdahalede başrolü oynaması ve Fransa öncülüğündeki NATO uçaklarının stratejik yerleri bombardıman etmesi bu borç ilişkisini akıllara getirmektedir.41 Ayrıca Libya’nın müdahalenin yapıldığı 2011 yılı verilerine göre petrol rezervleri bakımından dünyada 7’inci, doğalgaz rezervleri bakımından ise 22’nci sırada yer alması, dahası Afrika’daki kanıtlanmış petrol rezervlerinin en geniş kısmına sahip olması ve bu petrolün yüksek kaliteli nitelik taşıması Batılı aktörlerin Libya konusunda neden daha hassas ve aceleci davrandıklarına da açıklık getirmektedir. Libya’nın stratejik bir konumda yer alması, Avrupa’ya yakınlığı ve kıtaya ulaştırılacak enerji kaynaklarının transferinde kilit rol oynaması da bu ülkedeki vekâlet savaşlarını güçlendirmiştir. 2007 yılında uygulamaya konulan ve Kuzey Afrika coğrafyasındaki çöllere devasa güneş panelleri,

39 Murat Aktaş, “Arap Baharı ve Desertec Projesi”, 7. Uludağ Uluslararası İlişkiler Konferansı: Uluslararası Sistemde Yeni Düzen Arayışları, Bursa, 21-22 Ekim 2015), Dora Yayınları, Bursa, 2016, 329.
40 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı, Cilt II, 477.
41 Murat Aktaş, “Arap Baharı ve Desertec Projesi”, 330.

rüzgar tribünleri, termal ve güneş santralleri kurarak bir enerji ağının kurulması ve bu yolla AB ülkelerinin enerji ihtiyacının karşılanmasına yönelik olan “Desertec Projesi” kapsamında geniş çöl alanlarıyla öne çıkan Libya’nın bu projeye karşı çıkması ve Kaddafi’nin emperyalistlerin yeni bir sömürü planı olarak nitelediği proje hakkında “düne kadar petrolümüzü çalan Batılılar şimdi güneşimizi çalıyorlar” diyerek itirazda bulunması İngiltere ve Fransa başta olmak üzere projeyi hayata geçirmeye çalışan Batı Avrupa ülkelerinin tepkisini çekmiştir.42 Bu nedenle Libya’da gösteriler başladığında İngiltere, Fransa, ABD gibi Batılı ülkeler ayaklanamaları kışkırtarak muhaliflere istihbarat desteği sağlarken, Rusya, Türkiye ve Katar yapılacak bir müdahaleye açıkça karşı çıkmışlardır. ABD, Kafkasya’dan Kuzey Afrika’ya kadar uzanan geniş Ortadoğu coğrafyasında enerji kaynaklarının akışını kontrol ederek hegemonyasını pekiştirme amacındayken İngiltere, Fransa, gibi AB ülkeleri giderek artan enerji ihtiyaçlarını ucuz ve güvenli yollardan karşılmak istemektedirler. Avrupa’ya yapılan enerji ve gaz sevkiyatında birinci sırada yer alan Rusya ise kendisine olan enerji bağımlılığını sona erdirecek alternatif enerji yollarını ortadan kaldırmaya çalışırken aynı zamanda Ortadoğu’daki enerji trafiği üzerinde de söz sahibi olmanın peşindedir. Libya üzerindeki vekâlet savaşları Arap baharı dalgasında enerji perspektifinden böyle bir görünüm arz etmiştir.43 Nitekim Libya’da uçuşa yasak bölge oluşturulmasına izin veren ve sivilleri korumak için her yola başvurmayı mümkün kılan 1973 sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) Kararının oylanmasında Rusya, Çin, Hindistan ve Almanya çekimser kalmışlardır.44

Katar, Türkiye ve Rusya gibi ülkelerin aksine Suudi Arabistan, Kuveyt ve Ürdün gibi bölge ülkeleri Libya’ya yapılan operasyonu desteklemişler hatta lojistik destek sağlamışlardır. Ancak Türkiye Libya’ya yapılan silah ambargosunun denetlenebilmesi aracılığıyla 4 firkateyn, 1 denizaltı ve 1 yedek gemi göndermiştir.45 Kaddafi sonrasında ülkenin adım adım parçalanmış bir yapıya doğru gitmesi dahası bölünmüş yerel aktörlerin çoğalması vekâlet savaşlarına zemin hazırlamıştır. Bu kapsamda uluslararası toplumun tanıdığı ve Başbakan Feyiz el-Sarac liderliğindeki Ulusal Uzlaşı/Mutabakat Hükümetine karşı çıkan General Halife Hafter öncülüğündeki Tobruk Hükümeti Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından destek görmektedir. Halife Hafter’in gerçekleştireceği operasyon öncesi Suudi Arabistan ve Mısır’ı ziyaret etmesi, ayrıca çatışmalar başladıktan sonra ABD Başkanı Trump ile bir telefon görüşmesi gerçekleştiren Hafter’e Trump’un destek sözü vermesi ABD öncülüğünde genelde Ortadoğu’da özelde ise Libya’da bir kutuplaşmanın ortaya çıkmasına yol açmıştır.46 Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi

42 Murat Aktaş, “Arap Baharı ve Desertec Projesi”, 335.
43Murat Aktaş, “Arap Baharı ve Desertec Projesi”, 334.
44 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı, Cilt II, 475.
45 “Adım Adım Libya Operasyonu”, 23.03.2011 adim-libya-operasyonu-galeri (Erişim: 24.09.2019 19:17)
46 Emre Ozan, “Arap Baharının Derin Çelişkisi: Libya Örneği” 08.05.2019 baharinin-derin-celiskisi-libya-ornegi/ (Erişim: 28.09.2019 15:36)

bölge ülkeleriyle birlikte Fransa, Rusya ve ABD Halife Hafter’e destek vererek onun üzerinden Libya’da etkili olmaya çalışırken İngiltere ve Almanya gibi ülkeler ise Feyiz el-Sarac’ın tepkilerini dikkate alarak Hafter’a ambargo uygulanmasını istemektedir. Arap baharı süreci sonucunda parçalanmış ve otoriteden yoksun bir siyasi sisteme mahkûm olan Libya Kaddafi dönemindeki merkezi otoriteyi arar hale gelmiştir. Böyle bir ortamda oğul Kaddafi’nin (Seyfülislam Kaddafi) yargılanmasının ardından serbest bırakılması ve Batı ile ilişkilerini geliştirmesi, ardından 2017’de devlet başkanlığına aday olacağının açıklanması Libya’nın bölünmüş siyasetine yeni bir aktör daha eklemiştir.47

⦁ Yemen

Yemen’deki vekâlet savaşları Soğuk Savaş sonrasında Ortadoğu’da özellikle Arap baharı kapsamında incelenmesi gereken en önemli alanlardan birini oluşturmaktadır. Vekâlet savaşlarının kavramsal analiz bölümünden de hatırlanacağı üzere basit tanımını “parçalanmış yapılar ya da yerel aktörlerin çatışmaya doğrudan taraf olmayan dış güçlerce yapılan bir işbirliği çerçevesinde kullanılması” şeklinde yapmıştık. Yemen’de ulusal otoritenin çökmesinden sonra iktidar boşluğunun çeşitli yerel aktörler tarafından doldurulmaya çalışılması, dahası bu mezhepsel aktörlerin Yemen’in komşusu iki bölgesel güç olan İran ve Suudi Arabistan tarafından kullanılması Yemen kirizinin temelini oluşturmaktadır. Yemen’i günümüzde Ortadoğu için bölgesel bir güvenlik tehdidi haline getiren temel unsur 1990’dan itibaren yarı-otoriter bir yönetim kuranAli Abdullah Salih’in 2011’de görevinin bırakmasının ardından 2012’de Cumhurbaşkanı seçilen Mansur el-Hadi’ye karşı başlatılan Husi isyanı olmuştur. 18 Ağustos 2014’te Sana’da başlayan Husi isyanı hükümet güçleri tarafından durdurulamayınca Husiler Cef’i kuşatarak Amran’da denetimi ele geçirmişlerdir.48

21 Eylül 2014’te başkent Sana’yı kontrol altına alan Husiler tek taraflı bir anayasa hazırlayarak “Yüksek Devrim Konseyi” ni teşkil ettikleri sırada Cumhurbaşkanı Hadi de Sana’dan kaçarak Aden’e gitmiştir. Başından beri İran tarafından desteklenen Husiler 2015 yılının başında yönetime el koymalarının ardından İran’la petrol, havacılık, elektrik ve deniz taşımacılığı olmak üzere birçok alanda anlaşmalar imzalamıştır.49 Bölgede Şii rejimini ihraç çabası güden İran’ın Husiler üzerindeki yayılmacılığı ve Yemen’de etkili olması Sünni bloğu harekete geçirmiş Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap Ligi üyeleri (Ürdün, Kuveyt, Mısır, Fas vb.) 26 Mart 2015’te Yemen’de Husilere karşı “Kararlılık Fırtınası” adındaki askerî harekata

47 Ceren Gülserer, “Libya: Arap Baharı, Oğul Kaddafi ve Çatışmalar”, 08.05.2019 (Erişim: 28.09.2019 22:28)
48 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı, Cilt II, 521.
49 Veysel Kurt, “Arap İsyanları Sonrasında Ortadoğu’da Vekalet Savaşları: Yemen Örneği”, Uluslararası Siyaset Bilimi ve Kentsel Araştırmalar Dergisi, Cilt 7, Sayı 1 (Mart 2019): 318.

başlamıştır. Bu harekâta ABD de destek vermiş, operasyona lojistik yardım sağlamıştır. Yemen’de yürütülen vekâlet savaşlarının taraflarını Husiler üzerinden İran ve Rusya, Hadi hükümeti üzerinden Suudi Arabistan, Arap Ligi ülkeleri ve ABD olarak belirtebiliriz. Yemen’e askeri müdahaleye onay veren BM Güvenlik Konseyi’nin 2216 sayılı kararına Rusya çekimser kalarak Suudi Arabistan öncülüğündeki bu operasyonu tasvip etmediğini bildirmiştir. Yine İngiltere, Fransa ve ABD’nin girişimleriyle 26 Şubat 2018 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nde İran’ın Yemen’deki Husilere silah desteği verme durumunun kınanmasını içeren karar taslağı Rusya’nın vetosuna takılmıştır. Bu durum İngiltere, Farnsa ve ABD’nin Suudi Arabistan’a olan desteğinin karşısında Rusya’nın Husilerin destekçisi olan İran’ın yanında durduğunu göstermektedir.50Yemen’de Ali Abdullah Salih yönetiminin çekilmesinin ardından ortaya çıkan siyasi otorite boşluğu ve Zeydiliğe mensup Husi aşireti başta olmak üzere yerel aktörler düzeyinde başlayan çatışmalar Yemen’de etkinlik kurmak isteyen bölgesel ve uluslararası aktörlere fırsat sunmuştur. Böylelikle vekâlet savaşlarının tanımı kapsamına giren; a) yerel aktörler/parçalanmış yapılar, b) dış güçler, c) çıkarlar temelinde işbirliğinin kurulması öğeleri kurulmuş olup Ortadoğu bölgesinde sürekli rekabet halinde olan Suudi Arabistan ve İran ekseninde Yemen üzerinden bir güç ve etkinlik mücadelesi başlamıştır. İran’ın Husilerin Ensarullah hareketini desteklemesi ve onu Lübnan Hizbullahı’na benzetmesi, devrik Cumhurbaşkanı Hadi’nin S. Arabistan’a sığınması yerel aktörlerin yer aldığı tarafları iyice belirginleştirmiş dahası bölgedeki Şii etkisinin yayılmasını istemeyen İngiltere, Fransa ve Salih sonrası kendisi aleyhine bir yönetimin kurulmasına karşı çıkan ABD, Sünni Blok tarafında bir cepheleşmeye giderken, Rusya İran’a olan desteğini açıkça ortaya koymuştur.51 Yemen’in bugün açlık, yoksulluk, hastalık, bebek ve çocuk ölümlerinin artması, bölünmüş devlet yapısı ve altyapı yetersiziğinden dolayı giderek Somalileştirildiğinden (Somalization)52 bahisle bu kapsamda köktendinci hareketler (Husiler, el-Kaide vb.) arasındaki mücadelenin ne zaman biteceğinin bilinmemesi de ülkenin geleceği hakkındaki belirsizliği devam ettirmektedir.53

Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet Savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği - multeciler canyelekleri suriyeliler

⦁ Suriye Krizi

Arap baharı dalgasının belki de en zor ve en derin halkalarından birini oluşturan Suriye’de gösteriler, 2011 yılının Mart ayında Dara şehrinde dört kişinin güvenlik kuvvetlerince öldürülmesinin ardından başlamış ve Tunus, Libya ve Mısır

50 Muwafaq Adil Omar, “Suudi Arabistan-İran İlişkileri Bağlamında Ortadoğu’nun Güncel Sorunları”,
ANKASAM Bölgesel Araştırmalar Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, (Mayıs 2018): 230.
51Veysel Kurt, “Arap İsyanları Sonrasında Ortadoğu’da Vekalet Savaşları: Yemen Örneği”, 319.
52 Ayrıca ABD Başkanı Trump Yemen ile ilgili olarak bu ülkede el-Kaide’ye yönelik Obama döneminden beri devam eden operasyonlar bağlamında ülkeyi Somali’ye benzetmiş ve “Somali ile birlikte düşmanların aktif olduğu yer” ifadelerini kullanmıştır. Courtney Kube, Robert Windrem and William M. Arkin, “U.S. airstrikes in Yemen have increased sixfold under Trump”, 2 February 2018 n843886 (Erişim: 17.10.2019 21:45)
53 Magdalena el Ghamari, “Jemen-The Proxy War”, Securitologia, No. 2, (2015): 47.

örneklerinden de etkilenen protestolar giderek Beşşar el-Esad rejimine karşı yönelen siyasal bir içerik kazanmıştır. Protestolar başlangıçta siyasal reformların yapılması, sağlık ve adalet hizmetlerinin düzeltilmesi, bazı mahkûmların salıverilmesi gibi demokratik çerçevede dile getirilen talepler olsa da göstericilere karşı güvenlik güçlerinin ağır silahlarla karşılık vermesi olayların büyümesine ve uluslararası toplumun dikkatinin buraya yönelmesine sebep olmuştur. Suriye’de dile getirilen taleplerin önemli bir kısmı halkın mezhep temelindeki ayrımcılığa bir tepkisi olduğu kadar, temel demokratik hakların da tanınmasına ilişkindir. Suriye nüfusunun yaklaşık %74’ünü oluşturan Sünni Araplar nüfusun %16’sını oluşturan Nusayrilerin/Alevilerin tahakkümüne karşı çıkmaktadır. Suriye’de olaylar yayılıp büyüdükçe diğer devletlerin de dolaylı yoldan müdahaleleri gerçekleşmiş bu bağlamda Şii hilâlini tamamlama ve devrimi ihraç etme politikası izleyen İran Esed rejimine destek vermiştir. Yine bu kapsamda Lübnan Hizbullahı muhalefete karşı Esed lehine savaşa katılmıştır.54

Suriye’de Esed rejimine karşı gösterilerin giderek iç savaşa dönüşmesi, dahası muhaliflerin çeşitli kollara ayrılarak mücadeleye başladığı bir ortamda devlet otoritesinin olmadığı yerlerde el-Kaide menşeli IŞİD/DEAŞ terör örgütünün ortaya çıkarak üslenmesi Suriye krizini önce bölgesel sonra da küresel bir kriz haline getirmiştir. İç savaş neticesinde milyonlarca Suriyeli Türkiye, Ürdün, Lübnan gibi sınır komşusu ülkelerin yanı sıra Avrupa’ya sığınarak mülteci durumuna düşmüş, saldırıdaki sivil can kayıpları her geçen gün artmaya başlamıştır. BM Genel Kurulu 3 Ağustos 2012’de kabul ettiği 66/253 sayılı karar ile Suriye hükümetini sivillere karşı kullandığı ağır silahlar nedeniyle kınarken, Esed rejimi 21 Ağustos 2013’te bir adım daha ileriye giderek Şam’ın doğusunda bulunan Guta’da 1400 civarında sivilin ölümüne neden olan kimyasal silah saldırısında bulunmuştur.55 Libya örneğinde olduğu gibi rejime yönelik uluslararası bir harekat gerçekleştirilememiş bunda Obama yönetiminin isteksizliği kadar krize dahil olan Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerin veto ve engellemelerinin de büyük rolü olmuştur. Kimyasal silahları kırmızı çizgi olarak belirten Obama yönetimi kırmızı çizgiler aşıldığı halde harekete geçmezken uluslararası ve BM gibi evrensel örgütler çatısı altında krizin çözülmesi gibi öneriler sunmakla yetinmiştir. Keza Obama’nın Irak ve Afganistan’dan Amerikan askerlerini daha yeni çektiği bir dönemde Ortadoğu bölgesine tekrar asker göndermesi muhtemel görünmüyordu. Beyaz Saray sözcüsü Josh Earnest Amerikan askerlerinin doğrudan kullanılacağı bir müdahalenin Amerika’nın stratejik çıkarlarına uygun olmayacağını belirtmiştir.56 ABD’nin bu pasif tutumu krize Rusya’nın dahil olması sonucunu doğurmuş ve krizi etkileyerek günümüze kadar getirmiştir. Trump döneminde de ABD’nin Suriye politikasında herhangi bir değişiklik olmazken ABD’nin ayak

54 Prasanta Kumar Pradhan, Arab Spring and Sectarian Faultlines In West Asia: Bahrain, Yemen and Syria, (New Delhi: Pentagon Press, 2017):96.
55Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı, Cilt II, 495.
56 Alex Ward, “How Obama’s “red line” fiasco led to Trump bombing Syria”, 15 April 2018 https://www.vox.com/2018/4/15/17238568/syria-bomb-trump-obama-russia Erişim: 15.10.2019 18:03)

Okumaya devam et  VIDEO: ROMA / INGILIZ / AMERIKAN CIVISI

diremesi Suriye rejimini ve onu açıktan destekleyen Rusya ve İran’ı cesaretlendirmiştir.57

Bugün Suriye’deki iç savaş tam anlamıyla bölgesel ve küresel güçler arasındaki bir vekâlet savaşına dönmüş durumdadır. İran başından beri Nusayri Esed rejimini desteklemiş, rejime silah ve mühimmat desteğinde bulunmuş, Şii koalisyonunun önemli örgütü olan Hizbullah’ta Lübnan’dan Esed rejimine destek sağlamıştır. Soğuk Savaş döneminde Sovyetlerin sadık bir müttefiki olan Suriye benzer bir ilişkiyi Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya ile kurmaya çalışmış, Rusya yüzyıllardan beri izlediği sıcak denizlere inme politikası çerçevesinde Suriye toprakları içerisindeki Soğuk Savaş döneminden kalan tek deniz çıkış noktası olan Akdeniz kıyısındaki Tartus Limanına donanma göndererek Esed rejimine olan desteğini açık biçimde göstermiştir. Suriye’deki Şii bloğunun karşısına Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan müteşekkil Sünni bloğu oluşturulmuştur. IŞİD tehdidine karşı YPG’yi güçlendirerek ona karşı mücadelede kullanan ABD bu hususta Türkiye’nin tepkilerini üzerine çekmiş, Türkiye haklı olarak YPG’nin de IŞİD gibi bir terör örgütü olduğunu ve kendi sınırları içerisinde faaliyet gösteren PKK’nın bir uzantısı olduğunu ifade etmiştir. Türkiye Suriye iç savaşında ordudan ayrılan askerler ve subaylarca oluşturulan Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) ve Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) gibi yerel muhalif aktörleri desteklerken, Rusya ve İran rejimin yanında yer almış, ABD ise IŞİD ile mücadele altında YPG gibi terör örgütleri üzerinden vekâlet savaşları yürütmüştür.58 İngiltere ve Fransa gibi Avrupa devletleri gelecekte büyük önem taşıyacak olan Suriye’deki enerji kaynakları ve Doğu Akdeniz’den geçecek enerji nakil hatları sebebiyle Suriye krizine ilgi göstermektedirler.

⦁ Uluslararası ve Bölgesel Bir Aktör Olarak Türkiye’nin Ortadoğu’da Yükselen İmajı ve “Oyun Kurucu” Söylemi

Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki Ortadoğu politikalarına bakacak olursak özellikle 1990’lı yılları içine alacak biçimde temelde güvenlik kaygıları bağlamında oluşturulduğunu söyleyebiliriz. 1999 yılı itibariyle Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygıları temelinde biçimlenen Ortadoğu politikası Suriye ile varılan Adana Mutabakatı uyarınca Abdullah Öcalan’ın bu ülke topraklarından çıkarılması ve PKK terörünün bastırılmasıyla artık ekonomik ve diğer unsurların ön plana çıktığı bir bölgesel politika olarak belirmiştir. Türkiye’nin Ortadoğu politikasındaki dönüşüm ve paradigma değişikliği temelde İsmail Cem’in vizyoner ve bölge merkezli dış politika açılımı ile 1999’da başlamakla birlikte Adalet ve Kalkınma Partisinin Kasım 2002’de iktidara gelmesiyle güçlü bir ivme kazanmıştır. Yeni dönemde izlenen dış politikanın şifrelerini Dışişleri Bakanı konumundaki Ahmet Davutoğlu şu şekilde açıklamıştır; iç

57 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı, Cilt II, 497.
58 Hanefi Yazıcı, “Proxy Wars In Syria and A New Balance Of Power In The Middle East”, Journal Of Management and Economics Research, Vol. 16, Issue 3, (September 2018): 4.

siyasette güvenlik ve demokrasi arasında hassas bir denge; komşularla sıfır soruna sahip ilişkiler; Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ile yakın ilişkiler; ABD, AB gibi küresel aktörlerle rekabetten ziyade tamamlayıcılığa dayalı ilişki; uluslararası örgütlerle birlikte barışı inşa çabalarında aktif diplomatik yaklaşım sergilemek.59

Soğuk Savaşın sonrasında özellikle Körfez Krizi akabinde ABD ile uyumlu politikalar izleyen Türkiye’nin Ortadoğu’da daha aktif ve kendi inisiyatifinde davranması birçok risk taşımaktaydı. Bu nedenle Türkiye ABD’den bağımsız politikalar izleme niyetini saklı tuttuğu müddetçe bölgede etkinliğini artıracağının farkına varmış, ancak 2003’te Irak’ın işgali ile Washington ile Ankara arasındaki görüş ayrılıkları iyice su yüzüne çıkmıştır. İki ülkenin Ortadoğu’ya yönelik politikalarındaki esas kırılma noktası gerçekten de ABD’nin Irak’ı işgale girişmesi ve sonrasında gerçekleştirdiği stratejik hatalardan kaynaklanıyordu. 11 Eylül 2001’de New York’taki terörist saldırının ardından ABD başkanı Bush ve ekibinin dünyayı adeta yeni bir kutuplaşmaya sokarcasına yeni bir soğuk savaş başlatması ve hedefine İran, Irak, Suriye gibi ülkeleri koyması Ortadoğu’nun kaderini değiştirecek gelişmelerin de habercisi olmuştur.60

2003 Irak Savaşı Avrupa ile ABD arasında görüş ayrılıkları bağlamında Trans- Atlantik bir kırılmaya yol açmakla kalmamış, Türkiye-ABD ilişkilerini de ciddi sorunlarla buluşturmuştur. I. ve II. Körfez Savaşlarında Türkiye ABD ile sürekli işbirliği içerisinde olmuş teknik destek sağlamış, hatta kendisi için zararlı sonuçlara yol açsa da Çekiç Güç ve Keşif Güç bağlamında askeri destek verirken ekonomik olarak zarar görse de Irak’a uygulanan ticari ambargoya uymuştur. Ancak III. Körfez Savaşında özellikle TBMM tarafından Amerikan askerlerinin ülkeden geçişini öngören tezkerenin kabul edilmemesi ve kamuoyunda yükselen anti-Amerikancı akım, Ortadoğu’da devamlı işbirliği şeklinde seyreden Türkiye-ABD ilişkilerini tarihinin en zorlu süreçlerinden birine itmiştir.61

1 Mart Tezkeresinin ardından gittikçe gerginleşen ilişkiler Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinlik alanını daraltırken kararın ardından Türkiye’ye soğuk davranmaya başlayan ABD, savaşın uzamasının ve kayıpların artmasının sebebi olarak Türkiye’yi işaret etmiş, Kürtlerin de istek ve talepleri doğrultusunda Türkiye’yi Irak’ta yaşananların dışında tutmaya gayret etmiş ve Türkiye’ye bölgede kontrolü sağlama ve etkinlik açma şansı vermemiştir. Bütün bunların dışında ABD’nin tezkereye bir tepki ve karşılık olarak Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi krizine imza atması Türk kamuoyunun tepkisini toplarken ikili ilişkilerin negatif seyrinde

59 Mesut Özcan, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Mesafeden Müdahaleye Dönüşüm”, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil (ed.), (Ankara: Nobel Yayınları, 2010), 373.
60 Tayyar Arı, “ABD’nin Soğuk Savaş Sonrası Politikası ve Türk-Amerikan İlişkileri”, Türk Dış Politikası: Uluslararası III. Türk Dış Politikası Sempozyumu Tebliğleri, Sedat Laçiner, Hacali Necefoğlu, Hasan Selim Özertem (ed.), (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) ve Kars Kafkas Üniversitesi Ortak yayını, Ankara, 2009): 30.
61 İdris Bal, “Türkiye-ABD İlişkileri ve 2003 Irak Savaşı’nın Getirdikleri”, İdris Bal (der.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, 2. Baskı, (Ankara: Nobel Yayıncılık, 2004), 154.

devam etmesine yol açmıştır. Ancak uzun yıllardır “müttefiklik” konsepti içerisinde hareket eden iki ülkenin ilişkileri krizlerin ve gerginliklerin gölgesinde bir süre daha devam etse de bölgesel ve küresel konularda işbirliği ekseninde yeniden devam etmiştir.62

AB’ye üyelik ve Avrupalılaşma idealinden uzaklaşmadan Ortadoğu ve Arap dünyasında merkezî bir konuma sahip olma gayesiyle hareket eden AKP hükümeti 2002-2007 yılları arasında Ortadoğu’da çok yönlü ve aktif bir dış politika örneği sergilemiştir. Bu bağlamda meselâ 2005’te Suriye’yle diplomatik ve ekonomik ilişkilerde bir yakınlaşma sağlanırken 2006’da Hamas’ın Ankara’da kabulü ve ardından Suriye’de arabuluculuk çabaları ile İsrail’le 2007’de dolaylı barış görüşmeleri bu yeni politikanın çarpıcı örnekleri arasında sayılabilir. Esasında AKP’nin Ortadoğu’da yürüttüğü aktif ve çok yönlü yeni dış politika 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Orta Asya ve Kafkasya’da izlediği çok boyutlu dış politika stratejisine benzemekte kullandığı neo-Osmanlıcı argümanlarla da onunla benzeşmekteydi. AKP’nin Ortadoğu’daki politikası küresel ve bölgesel işbirliği içinde, daha önceki dış politika modelleriyle kopuş yerine süreklilik gösteren bölgesel bir politikaydı.63 Bunun yanında Ortadoğu’daki gelişmelere eskiye oranla daha fazla ilgi gösteren bölgeye daha fazla entegre olan Türkiye’nin Arap Ligi toplantılarına gözlemci statüsüyle davet edilmesi, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi olması İKÖ Genel Sekreterliğine iki dönem üst üste bir Türk’ün seçilmesi bölgeye olan yakınlığı artıran etkenler olmuştur.64

Türkiye’nin Ortadoğu politikasında 2010’lu yıllar ise devam eden Arap baharı eylemlerinin etkisi altında gelişmiştir. 2010 yılının Aralık ayında Tunus’ta bir işportacının kendini yakma eylemiyle başlayan ve sırasıyla Libya, Mısır, Yemen, Bahreyn ve Suriye’yi etkisi altına alan siyasal ve toplumsal devrim hareketlerinin geneline verilen bir isim olan “Arap Baharı”nın özünde Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının daha demokratik, özgür, adil ve sosyo-ekonomik koşullar bakımından daha eşit bir sosyal-siyasal düzende yaşam beklentileri ve özlemleri yatmaktadır. Yıllarca baskı altında yaşayan bu halkların özellikle bilişim ve iletişim teknolojilerinin etkin kullanımı sayesinde bölge genelinde hızla yayılan protesto ve gösteri hareketleri birçok ülkede rejim değişiklikleriyle sonuçlanırken Suriye ve Yemen’de ayaklanmalar ve halk hareketleri beklenen sonucu doğuramamış hatta aksine eskisinden daha kötü bir duruma doğru gidiş söz konusu olmuştur. Mısır ve Libya’da da halk hareketleri sonucu beklenen ve özlenen demokrasi yine gelememiş, askeri darbe ve karşı-darbeler birbirini izlemiştir. Özellikle Suriye’de hakim olan iç savaş, çatışma, katliam ve kaos ortamı uluslararası toplumun dikkatlerini bu ülke

62 Zülfikar Aytaç Kişman ve Hasan Aydın, “Soğuk Savaş Sonrası Ortadoğu Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, İstanbul Medeniyet Üniversitesi-Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, II/1, (2017): 49.
63 Jana Jabbour, “The AKP’s Foreign Policy Towards the Middle East: Changes within Continuity or rupture with past practices?”, Bilgi, 23, (Kış 2011): 132.
64 Özcan, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Mesafeden Müdahaleye Dönüşüm”, 382.

üzerine çekmiştir. Arap Baharı kapsamında Türk-Amerikan ilişkilerinin Ortadoğu’da kilitlendiği en önemli kriz de Suriye olmuştur. Suriye halkının Esad ailesinin iktidarına karşı 2011’de başlattığı ayaklanma günümüze kadar bir sonuca ulaşamadan gelmiştir. Dahası Rusya, Çin, İran, ABD gibi bölgesel ve küresel güçlerin Suriye denklemine dahil olmasıyla hem “çağdaş bir soğuk savaş pratiği” yapılmış, hem de uzun süren yıpratma ve vekâlet savaşlarının yaşanmasına neden olmuştur. Mevcut Esed rejiminin gitmesi ya da kalması yönünde bir fikir birliğine varılamamış, devlet otoritesinin olmadığı bölgeler IŞİD/DEAŞ, YPG gibi terör gruplarınca doldurulurken Suriye’de durum iyice içinden çıkılmaz bir hâl almıştır.65

Günümüzde Türkiye’nin vizyoner ve aktif dış politikasının Ortadoğu’da kendini belli etmesi Türk dış politikasının “Ortadoğululaştığı” ve Türk dış politikasında bir “eksen kayması” yaşandığı tartışmalarını doğururken66 son yıllarda dış politikada Türkiye’nin İslami ve Ortadoğulu kimliği ön plana çıkmaya başlamış bölgesel bir güç olan Türkiye bu kapsamda ekonomik, siyasal ve güvenlik çıkarlarını bölgedeki güvenlik ve istikrar ile entegre ederek bölge-dışı güçlerin Ortadoğu’ya müdahalesine de tepki göstermiştir. Suriye ve İran politikaları sebebiyle ABD ile karşı karşıya gelme, NATO’nun Libya’ya müdahalesine karşı çıkma bu meyanda örnek olarak verilebilecekken Arap Baharı ve Suriye kapsamında ise Türkiye öteden beri tutarlı ve etik bir politika izlemiş, milyonlarca Suriyeli mülteciye kapılarını açarak onların temel insani ihtiyaçlarını karşılamış, bölgede askeri, ekonomik, diplomatik ve insani yönlerden en çok çaba harcayan bir ülke olmuştur. Neticede Türkiye gibi kilit bir bölgesel gücün olmadığı Ortadoğu’nun daha fazla istikrarsızlaşacağı teşhis edilmiştir.67

Türkiye özellikle Soğuk Savaş dönemi boyunca ve Soğuk Savaşın bitiminin hemen ertesinde olduğu gibi kendisine dayatılan rolleri oynamak yerine kendi Ortadoğu politikasını kendi ulusal çıkarları ve güvenlik öncelikleri bağlamında oluşturmaya başlamış bu kapsamda bölgesel ve uluslararası düzeyde gelen itirazlara rağmen Fırat Kalkanı (2016), Zeytin Dalı (2018) ve Barış Planı (2019) askeri hareketleri gerçekleştirmiştir. Yine Türkiye’deki siyasal irade tarafından dış politikanın sıfır toplamlı bir oyun olarak görülmediği ve bölge ülkeleriyle kurulan ilişkilerin “oyun kurucu” mantığıyla yürütüldüğü ve bu “oyun kuruculuk” vasfının ise bölgesel düzeyle sınırlı kalmadığı uluslararası bir nitelik taşıdığı en üst düzeyden ifade edilmiştir.68

65 Kişman ve Aydın, “Soğuk Savaş Sonrası Ortadoğu Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, 54.
66 Şaban Kardaş, “Türk Dış Politikasında Eksen Kayması mı?”, Akademik ORTADOĞU, Cilt 5, Sayı 2, (2011): 21.
67 Bayram Sinkaya, “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi”, ADAM AKADEMİ, (2011/1), 86.
68 T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, “Cumhurbaşkanı Erdoğan Tacikistan Dönüşünde Gazetecilerin Sorularını Yanıtladı”. 16.06.2019

SONUÇ

Dünya tarihinin önemli aşamalarından biri olan ve yeryüzündeki ülkelerin iki süpergücün ideolojik, askeri, siyasi ve ekonomik mücadelesine odaklandığı ve iki kutuplu sistemin hakim olduğu Soğuk Savaş döneminin sona ermesi Ortadoğu bölgesi üzerinde de çarpıcı sonuçlar doğurmuştur. Bunlardan en önemlisi Sovyetler Birliği gibi önemli bir koruyucuyu kaybeden ülkelerin Batılı değerler sisteminin ürünü olan demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisiyle tanışması olmuştur. Soğuk Savaş döneminin ortaya çıkardığı en önemli kavramlardan olan küreselleşmenin ve bilişim teknolojindeki ilerlemelerin de sayesiyle 2011’de Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyalarını etkisi altına alan halk hareketleri sonucunda yıllardır süren diktatörlükler devrilmiş, birçok ülke seçim, demokrasi ve parlamento kavramlarıyla tanışmıştır. Ancak ne var ki demokrasinin bu ülkelerde başarıya ulaşması mümkün olamamış hatta Mısır, Libya, Yemen gibi ülkelerde geriye dönüş söz konusu olmuştur. Baskıcı otoriter rejimlerin çökmesi sonucu Ortadoğu ülkelerinde ortaya çıkan iktidar boşlukları ideolojik, dini ya da mezhepsel bakımdan farklı görüşteki yerel aktörler tarafından doldurulmak istenmiş bu da Soğuk Savaş döneminden alışık olduğumuz vekâlet savaşlarını tekrar gündeme getirmiştir.

Soğuk Savaş döneminde ABD-SSCB global rekabetinin bir yansıması olarak üçüncü bir ülke üzerinde denetim kurma mücadelesi/çekişmesi şeklinde ortaya çıkan vekâlet savaşları Soğuk Savaş sonrasında özellikle Ortadoğu’da biribiriyle mücadele halindeki yerel aktörler üzerinden etkili olma savaşına dönüşmüştür. Üstelik ABD’nin hegemonyasına eleştiri getiren küresel ve bölgesel güçlerin çoğalması vekâlet savaşlarında hegemon gücü ve/veya müttefiklerini denegelemeye çalışan aktör sayısını da çoğaltmıştır. Nitekim bunun en açık örnekleri yerel aktörlerin birbiriyle mücadele ettiği Mısır, Libya, Yemen ve Suriye örneklerinde görülmektedir. Böyle bir ortamda Türkiye de bölgesel ve imajı giderek yükselen küresel bir aktör olarak ulusal çıkarlarına ve kendi ulusal güvenlik önceliklerine aykırı olan ve yakın çevresinde cereyan eden politikalara karşı itirazlarını yükseltmiş, uluslararası arenada kendinden emin bir şekilde hareket etmeye başlamıştır. Nitekim Türkiye’nin bu kapsamda Suriye’de icra ettiği askeri operasyonlar ve çeşitli uluslararası platformlarda birtakım grişimlere öncülük etmesi bunun en somut delilidir. Hatırlanacağı üzere Suriye sorununa çözüm bulmak amacıyla Soçi Sürecini başlatan ve Kudüs’ün İsrail tarafından başkent olarak ilan edilmesine yönelik tepkiyi uluslarası toplumun gündemine taşıyan da Türkiye olmuştur.

gazetecelerin-sorularini-yanitladi (Erişim: 08.11.2019 20:55)

KAYNAKÇA

-Akçapa, Mevlüt. “Tunus’ta Arap Baharı ve Sonrasında Yaşanan Siyasal Gelişmeler”,

  1. Uludağ Uluslararası İlişkiler Konferansı: Uluslararası Sistemde Yeni Düzen Arayışları, Bursa, 21-22 Ekim 2015), Dora Yayınları, Bursa, 2016, 342-363.

-Aktaş, Murat.“Arap Baharı ve Desertec Projesi”, 7. Uludağ Uluslararası İlişkiler Konferansı: Uluslararası Sistemde Yeni Düzen Arayışları, Bursa, 21-22 Ekim 2015), Dora Yayınları, Bursa, 2016, 326-341.

-Aras, İlhan. “Fransa’nın Arap Baharı Politikası”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, (2017): 135-167.

-Arı, Tayyar. Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 11. Baskı, (Bursa: Alfa Akademi Yayınları, 2017).

-Arı, Tayyar. Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı, Cilt II, (Bursa: Alfa Akademi Yay., 2017).

-Arı, Tayyar. “ABD’nin Soğuk Savaş Sonrası Politikası ve Türk-Amerikan İlişkileri”, Türk Dış Politikası: Uluslararası III. Türk Dış Politikası Sempozyumu Tebliğleri, Sedat Laçiner, Hacali Necefoğlu, Hasan Selim Özertem (ed.), (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) ve Kars Kafkas Üniversitesi Ortak yayını, Ankara, 2009): 25-31.

-Ataman, Muhittin. “Değerler ve Çıkarlar: ABD’nin Ortadoğu Politikasını Belirleyen Temel Unsurlar ve İlkeler”, Ortadoğu Yıllığı 2006, Kemal İnat ve Muhittin Ataman (ed.), (Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2008), 401-431.

-Bal, İdris. “Türkiye-ABD İlişkileri ve 2003 Irak Savaşı’nın Getirdikleri”, İdris Bal (der.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, 2. Baskı, (Ankara: Nobel Yayıncılık, 2004), 151-184.

-Berman, Eli and David A. Lake (ed.), Proxy Wars: Suppressing Violence Through Local Agents, (New York: Cornell University Press, 2019).

-Cristol, Jonathan. “United Staes Foreign Policy in the Middle East after the Cold War”, Conflict and Diplomacy in the Middle East: External Actors and Regional Rivalries, Yannis A. Stivachtis (ed.), (Bristol: E-International Relations Publishing, 2018)

-Deutsch, Karl. “External Involvement in Internal War”, Internal War: Problems and Approaches, Herry Eckstein (ed.), (West Port: Praeger, 1980).

-Duran, Burhanettin ve Nurullah Ardıç, “Arap Baharı”, Uluslararası İlişkilere Giriş, Şaban Kardaş ve Ali Balcı (ed.), (İstanbul: Küre yayınları, 2018), 681-694.

-Duran, Burhanettin ve Hasan Basri Yalçın, “Suriye’de İç Savaş, Vekâlet ve Yıpratma”, Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Suriye Stratejileri, Hasan Basri Yalçın- Burhanettin Duran (ed.), (İstanbul: SETA, 2016).

-Ercan, Murat ve Ali Ayata, “Değişen Uluslararası Sistemde ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği”, Akademik Bakış Dergisi, Sayı 69, (Eylül-Ekim 2018): 114-129.

-Ghamarai, el Magdalena. “Jemen-The Proxy War”, Securitologia, No. 2, (2015): 43- 56.

-Glass, Andrew. “Bernard Baruch coins term ‘Cold War’, April 16, 1947”, Politico, 04/16/2010 05:03 AM EDT coins-term-cold-war-april-16-1947-035862 (Erişim:15.09.2019 20:02)

-Grinin, Leonid Andrey Korotayev and Arno Tausch, Islamism, Arab Spring and the Future of Democracy: World System and World Values Perspective, (Cham: Springer International Publishing, 2019).

-Griffiths, Maritn, Terry O’Callaghan and Steven C. Roach, Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, CESRAN (çev.), (Ankara: Nobel Yayıncılık, 2013).

-Gülserer, Ceren. “Libya: Arap Baharı, Oğul Kaddafi ve Çatışmalar”, 08.05.2019 (Erişim: 28.09.2019 22:28)

⦁ Haas, Richard N. “The Age of Nonpolarity”, Foreign Affairs, (May/June 2008): 1- 7.

-Jabbour, Jana. “The AKP’s Foreign Policy Towards the Middle East: Changes within Continuity or rupture with past practices?”, Bilgi, 23, (Kış 2011): 125-148.

-Karsh, Efraim. “Cold War post-Cold War: does it make a difference for the Middle East?”, Review of International Studies, 23, (1997): 271-291.

-Kemiksiz, Neşe. Büyük Ortadoğu Projesi ve Arap Baharı, (Erişim: 12.10.2019 14:28)

-Karabulut, Bilal ve Şafak Oğuz, “Proxy Wars in Ukraine”, The Journal of Defence Sciences, Vol. 17, Issue 1, (May 2018): 75-100.

-Kardaş, Şaban. “Türk Dış Politikasında Eksen Kayması mı?”, Akademik ORTADOĞU, Cilt 5, Sayı 2, (2011): 19-42.

-Kişman, Zülfikar Aytaç ve Hasan Aydın, “Soğuk Savaş Sonrası Ortadoğu Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, İstanbul Medeniyet Üniversitesi-Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, II/1, (2017): 37-63.

-Kube, Courtney Robert Windrem and William M. Arkin, “U.S. airstrikes in Yemen have increased sixfold under Trump”, 2 February 2018 sixfold-under-trump-n843886 (Erişim: 17.10.2019 21:45)

-Kurt, Veysel. “Arap İsyanları Sonrasında Ortadoğu’da Vekalet Savaşları: Yemen Örneği”, Uluslararası Siyaset Bilimi ve Kentsel Araştırmalar Dergisi, Cilt 7, Sayı 1 (Mart 2019): 307-326.

-Lake, David A. “Iraq: 2003-11 Principal Failure”, Eli Berman and David A. Lake (ed.), Proxy Wars: Suppressing Violence Through Local Agents, (New York: Cornell University Press, 2019).

-McMillan, M.E. From The First World War to Arab Spring: What’s Really Going On In The Middle East, (London: Palgrave MacMillan, 2016).

-Mumford, Andrew. Proxy Warfare: War and Conflict in the Modern World,
(Malden: Polity Press, 2013).

-Nanjundan, S. “A New World Order?”, Economic and Political Weekly, Vol. 26, No. 22-23, (June 1-8, 1991): 1389-1392.

-Omar, Adil Muwafaq. “Suudi Arabistan-İran İlişkileri Bağlamında Ortadoğu’nun Güncel Sorunları”, ANKASAM Bölgesel Araştırmalar Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, (Mayıs 2018): 203-243.

-Ozan, Emre. “Arap Baharının Derin Çelişkisi: Libya Örneği” 08.05.2019 (Erişim: 28.09.2019
15:36)

-Özcan, Mesut. , “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Mesafeden Müdahaleye Dönüşüm”, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil (ed.), (Ankara: Nobel Yayınları, 2010), 371-387.

-Özdemir, Gürbüz. “Demokratikleşme Kavramı Bağlamında Arap Demokratikleşmesine İlişkin Bir Değerlendirme”, TESAM Akademi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, (Ocak 2017): 9-54.

-Özhan, Taha. “Irak’ta Vekalet ve Sefalet Savaşları”, 8 Mart 2010 (Erişim: 03.11.2019
22:19).

-Pradhan, Prasanta Kımar. Arab Spring and Sectarian Faultlines In West Asia: Bahrain, Yemen and Syria, (New Delhi: Pentagon Press, 2017).

-Roberts, H. Bradley. World Order in the Post-Post-Cold War Era: Beyond the Rogue State Problem, (Virginia, Institute for Defence Analyses [IDA] Document: 1996).

-Romano, David. The Kurdish Naitonalist Movement: Opportunity, Mobilization and Identity, (New York: Cambridge University Press, 2006).

-Sinkaya, Bayram. “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi”, ADAM AKADEMİ, (2011/1): 79-100.

-Talib el-Hamdi, Mohaned. “The Road East: How John Fuster Dulles Affected Egypt’s Decision To Conclude The Czech Arms Deal In 1955”, History Studies, Special Issue (2011): 135-156.

-Towle, Philip. “The Strategy of War by Proxy”, The RUSI Journal, Vol. 126, Issue 1 (1981): 21-26.

-Ward, Alex. “How Obama’s “red line” fiasco led to Trump bombing Syria”, 15 April 2018 https://www.vox.com/2018/4/15/17238568/syria-bomb-trump-obama-russia
Erişim: 15.10.2019 18:03).

-Yazıcı, Hanefi. “Proxy Wars In Syria and A New Balance Of Power In The Middle East”, Journal Of Management and Economics Research, Vol. 16, Issue 3, (September 2018): 1-10.

-Yılmaz, Muzaffer Ercan. “The New World Order: An Outline of the Post-Cold War Era”, ALTERNATIVES Turkish Journal of International Relations, Vol. 7, Number 4, (Winter 2008): 44-58.

-Zakaria, Fareed. Zakaria, The Post-American World, (New York: W.W. Norton&Company, 2008).

-https://www.haberturk.com/dunya/haber/613229-adim-adim-libya-operasyonu- galeri (Erişim: 24.09.2019 19:17).

-http://en.kremlin.ru/events/president/transcripts/24034 (Erişim: 09.11.2019 20:05).

-https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/cumhurbaskani-erdogan- tacikistan-donusunde-gazetecelerin-sorularini-yanitladi (Erişim: 08.11.2019
20:55).


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir