AYASOFYA’NIN STATÜSÜ

DOSTLAR - ayasofya 1852
AYASOFYA MUZESİNİN STATUSUNU DEGİSTİRİLMESİ

DOSTLAR

DOSTLAR - pulat tacar

AYASOFYA KONUSUNDA   (DİP NOTLARLA)  TOPLU BİLGİ  VE KAYNAKCA  İCEREN   AYRİCA ONERİLER   İHTİVA EDEN  14  SAHİFELİK  AYASOFYA HAKKİNDAK,  RAPORU  KONUYU İYİ BİLENBİR   BİR ARKADASİM YOLLADİ.  EKTE   SUNUYORUM . BU APOR İCOMOS TURKİYE KOMİTESİ UYELERİ TARAFİNDAN YAZİLMİS.

UNESCO NEZDİNDE DAİMİ TEMSİLCİ  OLDUGUM DONEMDE  AYASOFYA MUZESİNİN   CATISININ KURSUN KAPLAMASI ,YAPİ GUCLENDİRMESİ,DEPREME  DAYANİKLİ HALE GETİRİLEMESİ,   MOZAYİKLERİN RESTORASYONU DAHİL PEK COK SORUNUNUN HALLİNE YONELİK   DOSYALAR  MASAMDAN GECMİSTİ. DUNYA MİRAS LİSTESİNE DAHİL OLAN BU  YAPİNİN  ULUSLARARASİ CAMİADA   VE UNESCO   CERCEVESİNDE NE KADAR  ONEMLİ VE DUYARLİ  BİR KONU OLDUGUNU O DONEMDE BİR KEZ DAHA ANLAMİS  VE  YAPİNİN MUZE HALİNE DONUSTURULMESİNİN ARDİNDA YATAN  “İNSANCİL –  EVRENSEL   YAKLASİMİ”  YAPTİGİM KONUSMALARDA   “TURK AYDİNLANMASİNA AİT   DEGERLERİN”    ORNEGİ  OLARAK  OVMUSTUM

TURKİYEDEKİ MURTECİ   İSLAMCİ KESİMLER BU KONUYU  “BİR KARSİ DEVRİM HAREKETİ”  OLARAK GUNDEME GETİRİYORLAR

EKTEKİ RAPORDA BU HUSUSLAR KAYİTLİ.

BİR KAC  YİL ONCE  TRABZONDAKİ AYASOFYA  MUZESİ Nİ CAMİYE  DONUSTURME KARARİ ALİNDİGİNDA   KAPSAMLİ BİR  YAZİ YAZMİSTİM. BİLGİSAYARİM  YİLLAR ONCE  COKTU O  YAZİ MAALESEF  KAYBOLDU. TEKRAR YAZMAYA GUCUM  YOK. AMA  O SUNUSUMDA  TRABZONDA  ATİLAN  AYASOFYA   ADİMİNİ    ISTANBULDAKİ AYASOFYANİN İZLEYECEGİNİ  KAYDETMİSTİM. 

BİLAHARE ,   -ARA   SİCAK MENUSU OLARAK-    AYASOFYA BİNASİNA  EK SAHTE  FATİH MEDRESESİ  İNSAATİ   PROJESİ  BASLATİLDİ. ORAYA İKİ KATLİ  MEDRESE BİNASİ YAPİLİYOR .

MEDENİ KANUNA  GÖR   FATİH VAKFİYESİNİN   BASKANİ  DEVLET BASKANİ OLMAKTADİR. ZİRA OSMANLİ DEVLETİ İNKİRAZ EYLEMİSTİ  ORNEGİN   ESKİ CUMHURBASKANİ  CEMAL GURSEL  ” BEN AYASOFYA MUTEVELLİSİYİM” DEMİSTİ (BAKİNİZ EKTEKİ RAPOR  SH.4  VE 55 SAYİLİ DİPNOTU)   . 

SİMDİ CUMHURBASKANİNİN (VE VAKİF BASKANİNİN)   İRADESİ  İLE  MUZE  İBADETE ACİK BİR CAMİ HALİNE DONUSTURULURSE, HUKUKEN,  CUMHURBASKANİ  MUTEVELLİ HEYETİ BASKANİ  OLARAK  YETKİSİNİ KULANMİS  SAYİLACAK.   BOYLECE  1934 YİLİNDA   VAKİF BASKANİ DA OLAN CUMHURBASKANİ  MUSTAFA KEMAL ATATURK’UN  MUZEYE DONUSTURME  İRADESİ   YENİ VAKİF BASKANİ – YENİ CUMHURBASKANİ- TARAFİNDAN  İPTAL EDİLMİS OLACAK. 

  DANİSTAYİ  DAHA ONCE BU KONUDA AKSİ YONDE VERDİGİ KARAR   YENİ DANİSTAY UYELERİ TARAFİNDAN TERS YUZ  EDİLEBİLİR. BUNA İLK KEZ  RASTLAMAYACAGİZ.

BU KARAR HEM UNESCO’DA  HEM ICOMOS’TA  GUNDEMİN ON SİRASİNA CİKACAKTİR.   AYRİCA   MEDYADA  TURKİYE’DE YASANAN EKSEN KAYMASİNİN YENİ  ORNEGİ  OLARAK GUNDEME GETİRİLECEKTİR. TURKİYE’YE  SİMDİ  CESİTLİ NEDENLERLE HASİM OLAN    DEVLETLERİN  SU SİRADA İSTEDİKLERİ  DE  BUDUR.  BEKLEDİKLERİ FİRSAT  KENDİLERİNE   ALTİN TABAK İCİNDE SUNULUYOR.

 UNESCO DAHİLİNDE  DUNYA MİRAS KOMİTESİNİN  PROSEDURLERİ KARMASİKTİR VE  COK UZUN ZAMAN ALACAKTİR . AYRİCA TURK HUKUMETİNİN DE BENZER  ORNEKLERDE OLDUGU GİBİ   BU KONUDA  ATACAGİ ADİMLAR  MEHTER YURUYUSUNE BENZEYECEK ,    SİMDİLİK, ORADA  BAZİ VESİLELER İLE KURAN OKUMA  SEKLİNDE  UYGULAMAYA GECİLECEK,  (ORNEGİN  MOZAİKLER  SİVA İLE KAPATİLMAYACAK-ZEMİN HALİ İLE KAPLANMAYACAK-   EZAN OKUMASİNİN SONUCU OLUSAN  TİTRSİMLERE  ENGELOLUNMAS İ İCİN  EZAN  DA  OKUNMAYACAK)   CAMİYE DONUSTURME    KARARİNİN    SEMBOLİK BİR   EGEMENLİKİ  GOSTERGESİ OLDUGU   VURGULANACAKTİR. (BENZER TEVİLLERE  BASKA ORNEKLERDE  RASTLADİK)

O  YOREDE CAMİDE İBADETE ACİK ALANLAR  TALEBE YETMİYOR DA YENİ İBADET  ALANİ ACİLMASİNA Mİ GEREKSİNME VARDİR?DUN BİR ACİK OTURUMDA  SAYİN EMEKLİ  BUYUKELCİ ULUC OZULKER MESLEKDASİMİN DA  SOYLEDİGİ GİBİ  AYASOFYANİN HEMEN YANİNDAKİ CAMİLER  BOS  DURMAKTADİR.. EK İBADET ALANİ İHTİYACİ YOKTUR. BU NEDENLE  İBADET GEREKSİNMESİ GEREKCESİ DAYANAKSİZDİR. RESİM BULUNAN YERDE NAMAZ KİLİNMASİ CAİZ  DEGİLDİR.  YAPİLMAK İSTENEN  MUSLUMAN-HIRİSTİYA N  CEKİSMESİNİ  SU YUZUNE  CİKARMAK ,  GERGİNLİGİ ARTTİRMAK,  OTEKİNİN OTEKİLİGİNİ VURGULAMAKTİR.

 ANCAK BU HİKAYENİN  UZUN ZAMANA YAYİLMASİ   KONUYU ULUSLARARASİ GUNDEME TASİYARAK  TURKİYE ALEYHİNDE KULLANMAK İSTEYENLERİN   AMACİNA HİZMET EDER.  DOGU HRİSTİYANLİGİNİN  YAKİN DOGUDA MİSİR’DA  VE AFRİKA’DA YOK EDİLİSİNDEN BAHSEDEN     CEVRELER (SİYASET-MEDYA VE AKADEMİ DUNYASİ)   PROGRAMLARİNA TURKİYE’Yİ DE  DAHA AKTİF OLARAK EKLERLER  (BUNA ERMENİ PONTUS KELDANİ  V E SURYANİ  SOYKİRİMİ SUCLAMALARİ DAHİLDİR)    VE  KARALAMA MEKANİZMASİNİ BU VESİLE İLE HIZLANDİRİRLAR  .

NAMAZ KİLİNACAK   ALANDA BULUNAN  MOZAYİKLERİN VE FRESKLERİN ORTULMESİ  KAPATİLMASİ  İSLAM  DİNİNİN  GEREGİDİR. BİLİNDİGİ GİBİ DAHA ONCE DE  O MOZAYİK VE  FRESKLERİN USTU  SIVA İLE KAPATİLMİSTİ. YERE HALİ SERİLECEKTİR. CAMİYE GİRECEK  TURİSTLER  AYAKKABİLARİNİ CİKARACAKLARDİR.  (TURİZM MEVSİMİNDE GUNDE  15.000  KİSİ DEDİLER. DOGRU MU BİLMİYORUM?)  YUKARİDA DA  ARZETTİGİM VECHİLE BU ONLEMLER BİR SURE  ERTELENEBİLİR

TURK KAMU OYUNA  YANSİTİLMAK İSTENEN  SİYASAL   MESAJ    ESKİ VAKIF BASKANİ OLARAK   MUSTAFA KEMAL ATATURK’UN  1934  YİLİNDA  MUZEYE   DONUSDURDUGU  BU  YAPİNİN  (YANİ  ATATURK’UN İRADESİ  İPTAL EDİLEREK)   YENİ VAKİF BASKANİ SİMDİKİ CUMHURBASKANİ TARAFİNDAN   CAMİ  STATUSUNE İADE EDİLMİS OLMASİDİR. (SN HALACOGLUNUN  ATATURK’IUNİMZASİSNİN SAHTE OLDUGUNA DAİR  İDDİASİNİ GULUNC BULUDUGUMU  İSTİTRATEN EKLEYEYİM)

BU ADİM DA  ULKE İNSANİNİN DİKKATİNİ  TURKİYENİN İCİNDE BULUNDUGU PANDEMİDEN,  EKONOMİK VE TOPLUMSAL KRİZDEN  UZAKLASTİRMAK İSTEYEN  POLİTİK VE İDEOLOJİK  AMACLİDİR.  AMA TURKİYENİN DUNYA’DAKİ KONUMUNA   ZARAR VERECEKTİR. TURKİYE’Yİ   AVRUPA BİRLİGİNE KATİLMA  AMACİNDAn  BİR  KAC  ADİM DAHA UZAKLASTİRACAKTİR.  (EN AZİNDAN BU  HAMLENİN   UZERİMDE  BİRAKTİGİ İZLENİM  BUDUR)

SAYGİLARLA

TACAR

bilimveaydinlanma.org/ayasofya-siyasi-tartismalarin-ortasindaki-emanet/

Aya Sofya
Ayasofya

Ayasofya Türkiye’deki milliyetçilik bağlamında önemli bir ilgi alanı olarak görülmektedir. Kimi gerici ve şovenist tarihçilerin sıklıkla ve ısrarla dile getirdiği “kılıç hakkı” kavramı burada, tek ve homojen bir halk kurgusu üzerinden güncel politik bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu anlamıyla Ayasofya sağ siyaset için dönem dönem gündeme taşınan çok önemli bir sosyo-politik bir yere sahiptir. Bu rapor kapsamında ‘zorunlu’ haller dışında kullanılmayan miras kavramı da aynı içeriğiyle ‘koruma’ anlayışının temel unsuru haline getirilmektedir.

Ayasofya, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren İslamcı ve mukaddesatçı çevrelerce fetih ve cihat kültürü içerisine konulmaktadır. Ayrıca birçok İslamî referansın da merkezini oluşturmuştur. Bu yüzden Ayasofya’daki iktidar olgusu bu mekânın dinsel özelliğinden çok politik yönünü ortaya çıkartmaktadır.

5. Ayasofya Müzesi’nin Cami Yapılması Tartışmaları [46]

Ayasofya’nın müze haline dönüştürülmesine itirazların tamamı ilk günden itibaren siyasidir. Bununla birlikte bugüne kadar yapılan siyasi eleştirilerin en ufak bir tutarlı yanı olmadığı görülmektedir. Politik çıkarlar üzerinden yapılan eleştirilerin neredeyse tamamı şovenist, hamasi ve dinci/gerici nitelikleriyle ön plana çıkmaktadır.

İlk eleştiriler Ayasofya’nın hangi etkenler altında kalınarak müzeye dönüştürülmesi üzerinden yapılmıştır.

Bu konuda öne sürülen ilk iddia Ayasofya’nın, Bulgaristan’da yapılan Bizans Asarı Kongresi’nde alınan bir kararın sonucunda bir süre sonra tekrar kiliseye çevrilmek üzere müzeye dönüştürüldüğü şeklinde olmuştur. Kongreye katılan bir Türk milletvekili tarafından dile getirilen bu iddiaya göre bu kararı içeren belge Genelkurmay Başkanlığı Arşivi’nde bulunmaktadır. Ancak bugüne kadar ne böyle bir kongre kararı ne de Genelkurmay arşivlerinde saklanan belgeye dair bir bilgiye rastlanmamıştır[47] .

Sonraki dönemlerde edilen bir diğer iddia ise Atatürk’ün Ayasofya’nın minarelerini yıktırmak istediğidir. Günümüzde de bir takım çevrelerin ısrarla dile getirmeye devam ettiği bu iddiaya göre Mustafa Kemal, Ayasofya’yı tekrar kiliseye çevirmek istemektedir. İddia sahiplerine göre Atatürk, minarelerin yıkılamayacağı anlayınca Ayasofya’yı müzeye dönüştürmüş ve bu da kiliseye dönüştürme çabalarının başlangıcı olarak görülmüştür [48].

Diğer bir iddiaya göre de Ayasofya, 1 Kasım 1948’de Fener Rum Patriği seçilen Athanegoras’ın etkisiyle müzeye dönüştürülmüştür. Öne sürülen bilgilere göre Anthenagoras 1932’de Türkiye’ye gelmiş ve Atatürk’le Ayasofya konusunda görüşmüştür. Bu görüşmede Anthenagoras Ayasofya’nın tamiratı için gerekli paranın Amerika’dan sağlanması şartıyla müzeye çevrilmesi iznini almıştır[49]. Maalesef bugün de bazı çevrelerce dile getirilmeye devam edilen bu iddiayı destekleyecek herhangi bir belge ya da kayıt bulunmamaktadır. Bu tarz itirazların iddia olarak adlandırılmasının nedeni bunların neredeyse tamamının herhangi bir arşiv malzemesine veya somut belgeye dayandırılamamasıdır.

Siyasal anlamda en fazla dile getirilen itiraz ise “Ayasofya müze yapılmasının Müslümanları üzmesi, Hıristiyanları ise sevindirmesi olarak özetlenebilecek olan yaklaşımdır. Aralarında Peyami Sefa gibi İslamcı yazarların da bulunduğu bu iddia sahiplerine göre Ayasofya’nın müze yapılması Hristiyanlığın İstanbul üzerindeki emellerine cesaret vermişti[50]. Oysaki Hristiyan gericilerinin de Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesinde memnun olmadıkları bilinmektedir. Örneğin, kimi kaynaklara göre Papa vekili Kardinal Ronkalli de Ayasofya’nın müze olmasını değil İslam mabedi olarak kalmasını istiyordu [51] .

Tartışmasız Atatürk’ün ve o dönemin ilgili yöneticilerinin amacı Ayasofya’yı kültürel bir değer olarak dünyanın hizmetine sunmaktır. Ayasofya ile ilgili hiçbir konuda tavizkârâr davranmamışlardır. Buna yönelik en güzel örneklerden birisi eski adıyla Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, yeni adıyla Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivi’ndeki 030–10–236–596–25 numaralı dosyada yer alan Venedik Belediyesi’nin Ayasofya galerilerine Henrico Dandalo adına tunçtan bir levha koyma isteğinin sert bir dille geri çevrilmesidir.

Bazı yazarlar ise Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine ait kararnamede yer alan Atatürk’ün imzasının sahte olduğunu iddia etmektedirler. Bunun son örneği dönemin MHP Milletvekili ve eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun TBMM’ye verdiği, ancak gündeme alınmayan kanun teklifidir. 07 Kasım 2013 tarihli ve 2013/843 numaralı teklifte de Atatürk’ün imzasının sahte olması üzerinden Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesinin kanunsuz olduğu vurgulanmaktadır. Bu iddia sahiplerine göre Resmi Gazete’de 1934 yılı Kasım ayına ait olan altmış yedi adet numarasız ve on dokuz adet numaralı kararname bulunmaktadır. Kasım 1934 yılı için yayınlanan kararnameler arasında Ayasofya kararnamesi bulunmamaktadır. Bazı yazarlar 2/1589 ve 24.11.1934 tarihli Ayasofya Kararnamesi’nin numarasız olduğunu ve Resmi Gazete’de yayınlanmadığını ileri sürerek kararnamenin geçerli olmadığını savunmaktadırlar. Oysaki günümüzde de tesisin amaç dışı kullanımı konusundaki kararnameler numara almamakta ve yayınlanmamaktadır.

Kararname tartışmalarının ikinci bölümü ise Ayasofya Kararnamesi’nde bulunan Atatürk’ün imzasının gerçek olup olmadığı meselesidir. İmzanın gerçek olmadığını savunanlara göre, aynı Halaçoğlu örneğinde olduğu gibi, Mustafa Kemal, “Atatürk” soyadını kullanarak ilk imzasını resmi gazetede bulunan 1594 sayılı kararnamede atmıştır. Dolayısıyla 2/1589 numaralı
Ayasofya kararnamesinde “Atatürk” soyadını kullanarak imza atmamış olmalıdır. Fakat 1636 numaralı ve 7.11.1934 tarihli “Samsun Vilayeti teadül cetveline on ikinci dereceden yirmi beş lira maaşlı hususi memurun ilavesi”[52] konulu kararnamenin altında “K. Atatürk” yazmaktadır. Resmi gazeten gördüğümüz bu kararnamenin tarihi itibarıyla altına Atatürk yazılmamalıdır, çünkü Atatürk soyadını bu kararname tarihinden sonra almıştır. Buna rağmen Kasım 1934 tarihine ait diğer kararnamelerin altında ve numarasız olanlarda ve 26.11.1934 tarihli kararnamelerin altına bile Gazi Mustafa Kemal yazılmıştır[53]. Ayrıca Atatürk’ün soyadını kullanarak imzaladığı ilk kararname sayılan 1594 sayılı kararnamenin tarihi 22 Kasım 1934’tür[54]. Görüldüğü üzere Atatürk soyadını almadan önceki tarihli kararnamelerde de Atatürk soyadı kullanılmıştır. Kaldı Atatürk’ün imzasının dışında bütün Bakanlar Kurulu’nun kararı da soyadı tartışmalarının anlamsız olduğunun göstergesidir. Dahası Ayasofya bütün dünyanın ve Türkiye’nin bilgisi dâhilinde müzeye çevrilmiştir. Yerli ve yabancı basında Ayasofya’nın müze olması için yapılan hazırlıklar açık seçik bir şekilde haftalar öncesinden yazılmış ve haberleştirilmiştir. Dolasıyla Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesinin sahte imzalarla gizlenecek bir yanı yoktur. Atatürk, müzeye dönüştürdükten sonra Ayasofya’yı ziyaret etmiştir.

Ayasofya’nın müzeye yapılmasına yönelik bir diğer itiraz da hukuksaldır. İtirazı yapanlar Ayasofya’nın müzeye çevrilmesinin hukuki olmadığını savunmaktadırlar.

Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğü ve uygulamasıyla ilgili olan 864 sayılı kanunun sekizinci maddesi vakıflarla ilgiliydi. İlgili madde de Medeni Kanun’dan önce yapılmış vakıfların durumu için yeni bir kanun yapılmalıydı. Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra yapılan vakıflar durumunu ise Medeni Kanun tayin edecektir” deniliyordu. Vakıflarla ilgili olarak verilen mahkeme kararlarında, “Vakıf 1926 yılından önce yapıldıysa 1935 yılına kadar görülen davalarda eski vakıf hükümleri uygulanmalıdır. Eski vakıf hükümlerine göre camiler ve mescitler sonsuza kadar cami ve mescit olarak kalmalıdırlar” ifadesi yer almaktadır. İtiraz sahiplerine göre Ayasofya Kararnamesi’nde Bakanlar Kurulu kararını verirken bir kanuna dayanmadığı için kararname kanunlara aykırı kabul olunmalıdır. Başka bir kanunsuzluk iddiası da vakıf olan eser vakıflığını kaybedip, tekrar vakıf idaresine dönerse, vakfın belirli bir süre için geçici amaçlarla kamu yönetimine tahsis edilebilirliğini tanımlayan 7044 sayılı kanun da Ayasofya için uygulanmamalıdır. Buna ek olarak Yargıtay Altıncı Hukuk Dairesi’nin 16.9.1974 tarih ve E. 3559 sayılı kararında “vakıf başlı basına mevcudiyetine haiz olmak üzere bir malın belli bir amaca tahsisidir. Amaç ise gelecek bütün zamanlara şamil olmak üzere hukuki faaliyetini gösterir” denmektedir. Ayasofya’nın tekrar cami olmasını savunanlar, bu kararı dayanak göstererek vakıf malının sahibinin devlet değil vakfın kendisi olduğunu tespit ediyorlardı.

Okumaya devam et  Yunanistan’ı Ayağa Kaldıran ‘Türkiye Ortaklığı’

Bütün bu hukuksal itirazlara rağmen Danıştay 10. Dairesi Sürekli Vakıflar Tarihi Eserler ve Çevresi Hizmet Derneği’nin Ayasofya’nın müzeye çevrilmesiyle ilgili 24.11.1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali için açtığı davaya: “Davanın durumu ve uyuşmazlığın idare yasasında görülen şartların durumu ve uyuşmazlığın oluşmadığı gerekçesiyle ret etmiştir” diyerek davayı düşürmüştür. Türkiye Cumhuriyeti 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren Medeni Kanun’unda 1926 yılından önceki vakıfların durumuna ilişkin yeni bir kanun çıkarılmamıştır. Medeni Kanunu yürürlüğe girmeden önceki vakıflar için eski vakıf hükümlerinin uygulandığı sadece belirtiliyordu. Fakat bu şekilde eski vakıf hükümleri kullanılarak verilmiş bir kararın dava dosyası, numarası ve tarihi verilmiyordu. Medeni Kanun’un uygulama şekline bakılarak, Türkiye Cumhuriyeti yargıçlarının eski vakıf hükümlerine dayanarak her hangi bir karar vermeyeceği ortadadır.

Nizamnamenin 3. maddesinde: “Cami ve mescitler ihtiyaca göre her mahalde bulunan bütün camiler kaç vakit ve hangi vakit namazlarına açık olduğu, civarındaki cami ve mescitler ile olan mesafesi ve bu camilerin isimleri çarsı ve Pazar mahallerinde olup olmadığı ve cemaatin derecesi, adedi caminin minare ve şerefe adedi tarihi veya mimari bir kıymete haiz olup olmadığı mamur veya harap halde bulunup bulunmadığı ve memleket haritası itibariyle müstakbel vaziyeti, evkafı mazbuta ve mülhaka veya cemaatçe idare olunan vakıflardan hangisine mensup olduğu tespit olunacaktır” denilmektedir. Ayasofya bu nizamnameye dayanarak yapılan sınıflamanın dışında kalmış ve müzeye dönüştürülmüştür. Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesindeki yasal dayanak bu sınıflamadır.

Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi Fatih Vakfiyesi ve Medeni Kanun’un vakıflarla ilgili maddeleri açısından da ele alınmalıdır. Fatih Vakfiyesi’ne göre Osmanlı Devleti çökerse Ayasofya’nın mütevellisi kurulacak yeni devletin devlet başkanı olacaktır. Eski Cumhurbaşkanlarından Cemal Gürsel’in “Ben Ayasofya’nın mütevellisiyim[55]” beyanatı bunu desteklemektedir. Medeni Kanun’un vakfın amaçlarının değiştirilmesiyle ilgili olarak üçüncü fasıl 79. maddesine göre; vakıf ile vakfı yapanın isteği arasındaki uyum ortadan kalkacak şekilde değişmişse, Bakanlar Kurulu denetim makamının önerisi üzerine vakfın yönetim kurulunun yazılı görüşünü aldıktan sonra vakfın amacını değiştirebilirdi. Bu çerçevede Medeni Kanun’daki vakıflarla ilgili maddeden ve Fatih Vakfiyesi’nin ilgili hükmünden hareketle, vakfın yönetim kurulu Cumhurbaşkanı, vakfın denetim makamını Vakıflar Genel Müdürlüğü olmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü 7.11.1934 tarih ve 153197/108 sayılı tezkeresiyle Ayasofya’nın Bizanslardan kalma bir eser olması nedeniyle Ayasofya’nın kendisine bakacak gelirinin olmadığı konusunda görüş bildirmişti. Dolayısıyla Mustafa Kemal vakfiyeye göre vakfın mütevellisiydi. Kendisinden Ayasofya’nın müze yapılması için izin alınmasına gerek yoktu. Çünkü Atatürk Ayasofya’nın müze yapılması için emir vermişti. Vakıf ile vakfı yapanın isteği arasındaki uyumun bozulmasına gelince; Ayasofya’nın bakımsız kalması ve bakımsız kalacak olması bu durumun kanıtı kabul edilmelidir.


6. Öneriler

  • Başta cami tartışmaları olmak üzere Ayasofya üzerindeki tüm siyasi ve kışkırtıcı söylemlere derhal son verilmeli; Ayasofya kültürel emanetlere yönelik evrensel konservasyon ve restorasyon uygulamalarıyla birlikte müze olarak korunmalıdır.
  • Ülkemizdeki zengin arkeolojik ve tarihi emanetler, tarihöncesi dönemden Bizans ve Selçuklu dönemlerini de içeren Geç Orta Çağ’a uzanan geniş bir zaman dilimini kapsamaktadır. Kültür varlıklarının sayısı ve çeşitliliği dikkatli belgeleme ve korumayı gerektirmektedir. Kültürel emanetlerin korunmasına yönelik bilinçlenmeyi arttırmak ve koruma işini ekonomik katkı ve çok disiplinli çalışma ile desteklemek gerekmektedir. Ayasofya örneğinde olduğu gibi müzeyken bile korumakta bu denli zorluklar yaşanan bir yapıyı binlerce insanın girip çıktığı bir camiyken nasıl koruyacağız sorusu cevapsız kalmaktadır.

Ayasofya’da çağdaş ve yaşayan bir müzecilik anlayışının tesis edilmesi gerekmektedir. Kültür varlıkları envanterinin tamamlanması, alan yönetim planlarının uygulanması, arkeolojik alanların ve onları çevreleyen kültürel peyzajın izlenmesi dikkate alınması gereken önemli konu başlıklarıdır.

  • Ayasofya’nın uzun erimli bir gelecek planlaması bulunmamaktadır. Bu planın ivedilikle gündeme alınması gerekmektedir. Dünya Mirası Ayasofya’nın henüz bir yönetim planı olmaması kabul edilemez.
  • Yaklaşık 15 yüzyıldır ayakta duran Ayasofya çok sayıda depreme maruz kalmıştır. Bu süre zarfında kubbe bir defa tamamen, iki defa da kısmen yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir. Son yıllarda Amerikalı, Japon ve Türk bilim insanlarının bu alanda yaptıkları çalışmalar bulunmaktadır. Ayasofya’nın beklenen İstanbul depremine yönelik iç mekândaki değerli yüzeylerinin, kubbesinin, cephe duvarlarının ve taşıyıcı sistemlerinin kontrollerinin hızlandırılması ve gerekli koruyucu önlenmelerin hızla alınması gerekmektedir.
  • Ayasofya sürekli konservasyon ve restorasyon ihtiyacı olan bir yapıdır. Sadece deprem değil, çevresel etkenlerden kaynaklı tahribatın önlenmesi için de mühendislik çalışmalarına hız verilmelidir.
  • Başlangıçta eski eserleri toplama ve sergileme amacı taşıyan müzeler günümüzde politik, sosyolojik, psikolojik, pedagojik vb. içerikler edinmiş, hatta “Müzeoloji” adıyla üniversitelerde ayrı eğitimi alınan bağımsız bir bilim alanı kimliğine kavuşmuştur. Koleksiyonlarını ya da yapıları koruyup sergileyen müzeler, giderek çağdaş müzecilik anlayışıyla yeniden yapılanmış, bir anlamıyla yaygın eğitim kurumlarına dönüşmüşlerdir. Ayasofya gibi dünyanın sayılı kültürel değerlerinden biri olan bu alanda hem toplumsal hem de bilimsel çalışmaların gerçekleştirileceği bir Ayasofya Enstitüsü kurulması önemli bir adım olacaktır. Günümüz müzeciliğinde temel amaç eserleri depolamak ve sergilemek değil, eğitim olmalıdır.

Böylesi bir girişim çok ciddi bir uluslararası uzman ekibin ve çok disiplinli bir bilim kurulunun sürekli yapının üzerinde olması sonucunu da doğuracağı için çok daha yetkin ve etkili koruma çalışmaları da hayata geçirilebilecektir.

  • Tek bir planı dahi olmayan Fatih Medresesi’nin “rekonstrüksiyonuna” son verilmelidir.

Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya Vakfiyesi’ne göre medresenin Ayasofya’nın kuzeyinde yer aldığı, medrese ile Ayasofya arasında üstü örtülü bir yol bulunduğu tanımlanmaktadır. Dolayısıyla 15. yüzyıldaki yapının yeri ve mimari nitelikleri tam olarak bilinmemektedir. Aynı şekilde söz konusu yapının tarihine yönelik de çok sayıda soru işareti bulunmaktadır[56].

Ayasofya’ya bitişik olarak medrese adı verilen bir ‘sahte eski eserin’ yapımı hiçbir bilimsel yaklaşımla açıklanamaz. Rölöve Anıtlar Müdürlüğü tarafından hazırlatılan proje IV no.lu Koruma Kurulu’na sunulmuş ve 19.12.2012 tarihinde oy çokluğuyla onaylanmıştır. Son birkaç yıl içinde hız kazanan inşaat faaliyetlerinin sonlandırılıp bu yanlıştan dönülmesi için henüz geç kalınmamıştır. Ayasofya’nın batı cephesine bitişen hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan iki katlı bir medresenin, yeniden yapılıyor olması aklın sınırlarını zorlayan bir gericilik örneği olarak tarihe geçecektir. Dünyada 1500 yaşında hala ayakta duran kaç yapı olduğu ve Ayasofya’nın bunların içinde mimarlık tarihinin belki en önemli birkaç yapısından biri olduğu düşünülecek olursa, onun bitişiğine yeni bir “sahte eski eser” inşa etmenin vahameti anlaşılacaktır. Yoktan var edilen taklit yapıların Dünya Mirası Alanları’nın içinde yeri olmamalıdır.

  • Ayasofya çevresel faktörlerin sebep olduğu çok sayıda tahribata maruz kalmaktadır. Bu sorunların tamamı güncel teknolojiler ve yaklaşımlarla ele alınmalı ve hızla çözüme kavuşturulmalıdır. Örneğin çevredeki ses kirliliğine ve zararlarına son verilmelidir. Kubbenin hava koşullarından daha az etkilenmesi için önlemler artırılmalıdır. Yine özellikle kubbedeki kuşların sebebiyet verdiği zararların ortadan kaldırılması için çözümler geliştirilmelidir. Başta çatı olmak üzere yapının pek çok yerinde görülen bitkilenme sorununa dair gerekli önlemler alınmalıdır. İç mekândaki aydınlatma ve iklimlendirme sorunu gün güne artan bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Bunda en büyük sebeplerin başında aşırı turizm baskısı (günde 15 bin kişi) gelmektedir. Tuvaletler, bilet gişeleri, giriş ve çıkışlar gibi ziyaretçilere bağlı sorunlar tespit edilmeli ve ihtiyaç duyulan önemler en hızlı şekilde alınmalıdır.

Havadan Ayasofya ve çevresi (eskiistanbul.net/315/havadan-ayasofya-ve-cevresi, 6.11.2019, 19:50)

7. Sonuç

Ayasofya, müze olarak kalmalıdır.

Tarihteki en eski adıyla Licus, kentin kuruluş efsanesinden kaynaklanan Bizantion, Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti Konstantinopolis ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Dersaadet ve Stamboli olarak 8000 yıllık geçmişiyle bugüne ulaşan İstanbul Tarihi Yarımada, insan yerleşmelerinin kesintisiz olarak süreklilik gösterdiği, tabakalandığı ve günümüzde de bütün canlılığıyla yaşamın devam ettiği dünyadaki nadir yerleşmelerden biridir. Bu alan üzerindeki piyasacı ve gerici tahakkümün ortadan kaldırılması hepimizin tarihsel sorumluluğu olarak kabul edilmelidir.

Dukas’ın[57] anlattıklarına bakılırsa, İstanbul’un fethinin yaklaştığını ve şehrin düşeceğini anlayan yerli halk, bütün kadın ve erkekler, rahip ve rahibeler Ayasofya’ya sığınmışlardı. Halk Ayasofya’ya sığınıyordu. Bir saat içinde Ayasofya tamamıyla erkek ve kadınlarla dolmuştu. Mâbed dolduktan sonra, içeridekiler kapıları kapadılar; kurtuluşlarını mâbedin kerametinden beklemişlerdi.

Ne acıdır ki Bizans’ın yoksul halkının işgale karşı kurtuluşu Ayasofya’nın kerametlerinden beklemesi gibi günümüz egemenleri de benzer bir yanılgıyla hareket etmektedirler. Gündelik ve gelip geçici siyasi çıkarları içinde Ayasofya’nın cami tartışmaları yersiz, mesnetsiz ve kabul edilemez bir hezeyan olarak izlenmeli ve bu tartışmalar ivedilikle sonlandırılmalıdır. Ayasofya yaklaşık dokuz asır kilise, beş asır da cami olarak kullanılmıştır. 1934 yılından günümüze kadar da bugünün şartları içinde en doğru kullanım şekliyle, yani müze olarak dünya kültür tarihine hizmet etmeye devam etmektedir. Ayasofya müzedir ve müze olarak korunmak zorundadır.

Milliyetçi ve gerici odakların uzun yıllardır ellerindeki tek tutamak noktası kendilerinden olmayanlara karşı sürekli sıcak tuttukları rövanş takıntılarıdır. Bu söylemlerle beslenen hatalı ve zararlı bir ruh hali Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze değin devam etmektedir. Ayasofya’nın ne olacağı tartışmaları gerçekte oldukça yersizdir. Çünkü bu esasen tartışılmaması gereken bir gündem olarak görülmelidir. Çünkü dünya tarihinin en önemli yapılarından birisi üzerinden hala kiliseleri cami yaparak dünyaya kafa tutma mantığını taşıyanlarla tartışmanın bir sonu olmayacaktır. Mesele dine ve milliyete indirgendiğinde ortada herhangi bir diyalog ortamı kalmamaktadır. İslami ve etnik duyarlılıkları kaşıyarak Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını savunmak evrensel ilkeleri yok sayan, modernleşme ve Cumhuriyet karşıtı bir politikadır.

Okumaya devam et  Ayasofya Hitabesi

Ayasofya’nın camiye çevrilmesi tartışmaları gerçekte yersiz olduğunu kadar zeminsizdir. Çok sayıda ulusal ve uluslararası içtihada göre böyle durumun yaşanması söz konusu değildir. Siyasi ve politik olarak da böyle bir çabaya girilmesine mevcut iktidar dâhil kimsenin gücü yetmeyecektir. Örneğin, öyle bir adım atılması halinde en basit yaptırım UNESCO’dan gelecektir. Müze, camiye çevrilirken yapının en ufak yerinde bile özgünlüğün değişecek olması, ki bu kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir, Türkiye’nin tarihi emanetlerini yeterince koruyamadığını ortaya koyacaktır. Ayrıca UNESCO, camiye dönüştürme kararını siyasi bir karar olarak niteleyecektir. Dolayısıyla sadece bu iki sebepten dolayı bile UNESCO, İstanbul’u Dünya Mirası Listesi’nden çıkarma hakkına sahip olacaktır. Ayasofya tartışmaları uluslararası ciddi bir gündem başlığıdır. Camiye çevrilmesi günümüz konjonktüründe neredeyse imkânsızdır.

Ayasofya halkındır, tüm insanlığındır.

Bin beş yüzü aşkın yaşıyla Ayasofya sürekli konservasyon ve restorasyon ihtiyacı olan bir yapıdır. Ayasofya’yı korumak ne kuru bir turizm söylemiyle, ne milliyetçi bir gösterişle, ne de radikalize olmuş gerici küçük bir grubun hayalleriyle sağlanamaz. Dünya uygarlık tarihinin en önemli anıt yapılarından biri olan bu esere, gelecek kuşaklara ulaştırılması için, bir emanet gibi sahip çıkılması zorunludur ve bunun tek yolu Ayasofya’nın bugünkü haliyle, yani müze olarak korunmasından geçmektedir.

Ayasofya hiçbir dini cemaatin ayinine açılmamak kararıyla bir dönüşüm yaşamıştır. Yıllardır Ayasofya’nın tekrar cami olarak kullanılmasını isteyenlerin en büyük amacı tartışmasız Cumhuriyet’le ve onun seküler/laik devlet anlayışıyla hesaplaşmadır. İslamcılar bu önemli yapıyı kendileri açısından da bir sembol yapı olarak görmektedirler. Bu önemli yapıyı tekrar cami yaparak ‘laik’ cumhuriyete karşı bir zafer “daha” kazanmak istemektedirler.

Ayasofya müze olarak korunmalıdır. Her şeyden önce mimarlık tarihinde 6. yüzyıldan bugüne, böylesi büyük ölçülerde ve özgün haliyle ulaşabilmiş bir başka yapı daha yoktur. Görüldüğü üzere Ayasofya sadece bir Bizans yapısı değil, aynı zamanda Osmanlı yapısıdır. Bu topraklardaki iki önemli imparatorluğun en nadide ve görkemli sanatsal ve mimari unsurlarını bünyesinde barındırmaktadır. İnsanlık tarihine mal olmuş bu anıt eserin her hangi bir dinin ya da grubun tahakkümüne devri söz konusu olamaz.

Ayasofya bu haliyle cami olarak kullanılamaz. Günümüz koşullarında yeniden cami olarak işlevlendirilmesi durumunda özgün kimliği büyük ölçüde zarar görecektir[58]. Zemine halı döşenecek, figürlü mozaikler perdelenecek[59] ve ziyaretçilerin yapıyı dolaşması büyük ölçüde kısıtlanacaktır[60]. Ayrıca bugünkü durumu göz önüne alındığında bir ısıtma, aydınlatma ve ses sistemi eklenecektir. Pek çok uzmanın ısrarla uyardığı gibi, bırakalım Ayasofya’da yüksek sesle ezan okunmasını, çok daha düşük seslerin bile yapıya dönüşü olmayan zararlar vermesi söz konusudur.

Dünyaya mal olmuş böylesi tarihi bir yapıyı bilimsel çalışmaları yok sayan çatışmalarla sınırlamaya çalışmak haksızlıktır. Egemenlerden bunun değiştirilmesini beklemek elbette mümkün değildir. Çünkü bu “tutkular” onların biricik motivasyon kaynaklarını tanımlamaktadır. Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülme tartışmalarının ardında köklü bir siyasal kavga vardır: Bu ezilenlerle ve ezenlerin, üretenlerle sömüren sınıfların kavgasıdır.

Ayasofya’nın müze olarak bütün ziyaretçilerine eşit şekilde açık olması, bu emsalsiz anıtın evrensel değerini ortaya çıkaracak yegâne uygulamadır.

Cami tartışmalarına derhal son verilmeli; Ayasofya kültürel emanetlere yönelik evrensel konservasyon ve restorasyon uygulamalarıyla birlikte müze olarak korunmalıdır.


Kaynakça:

AHUNBAY, Z., “Bir Dünya Mirasının Korunması: Ayasofya”, Uluslararası Katılımlı 6. Tarihi Yapıların Korunması ve Güçlendirilmesi Sempozyumu, İstanbul 2017.

AKAN, E., Cumhuriyet Döneminde Ayasofya, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale 2008.

ALTUNBAŞ, E. Y., İstanbul Ayasofyası Odaklı Tarihi Çevre (18. Ve 19. Yüzyıllar İçinde Değişim Ve Dönüşümler), Marmara Üniversitesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2016.

ARTUK, C., “Arkeoloji Müzesinde Bulunan Ayasofya’ya Ait Madalyalar”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No: 6, İstanbul 1965.

AVŞAR, A.; R. Özil, “Ayasofya Müzesinde UNESCO İşbirliği ile Yapılan Restorasyonlar Hakkında”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No.13, İstanbul 2010.

BALTACI, C., XV-XVI Asırlar Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976.

DİRİMTEKİN, F., “Ayasofya”, İstanbul Ansiklopedisi, C. III, İstanbul 1960.

DİRİMTEKİN, F., “Osmanlı Devrinde Ayasofya”, İstanbul Ansiklopedisi, C.III, İstanbul 1960.

DUKAS, Bizans Tarihi, Çev. V. L. Mirmiroğlu, İstanbul Fethi Derneği Yayınları, İstanbul 1956.

EYİCE, S., Ayasofya, Yapı Kredi Kültür Sanat, İstanbul 1984.

EYİCE, S., “Ayasofya”, C. I, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994.

EYİCE, S., “Ayasofyalar”, Ayasofya Müzesi Yıllığı (AMY), No: 11, Yenilik Basımevi, İstanbul 1999.

EYİCE, S., “Ayasofya Horologionu ve Muvakkithanesi”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No: 9, Yenilik Basımevi, İstanbul 1983.

EYİCE, S., “Ayasofya Medresesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. I, İstanbul 1994.

EYİCE, S., “Ayasofya Muvakkithanesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.I, İstanbul 1994.

EYİCE, S., “Ayasofya Sıbyan Mektebi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.I, İstanbul 1994.

FONTOMAGNE, D., Kırım Harbi Sonrasında İstanbul, Çev. Gülçiçek Soytürk, Tercüman 1001 Eser Temel Serisi, İstanbul 1977.

GURLITT, C., İstanbul’un Mimari Sanatı, Çev. Rezzan Kızıltan, Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmet Vakfı, Ankara 1999.

KONYALI, İ. H., “ Hurafeyle İslamiyet’in İlgisi Yoktur”, Yeni Asya Gazetesi, 14 Ekim 1974.

KUBAN, D., Sinan’ın Sanatı ve Selimiye, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998.

MALKOÇ, N., “Ayasofya Kütüphanesi”, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni, No: 170, İstanbul 1956.

MUSTAFA ÂLÎ EFENDİ, G., Kitabu’t-Tarih-i Künhü’l-Ahbar, C.I, Kayseri 1997.

MARANC, C., “The Architect Trdat Building Practices and Cross Cultural Exchange in Byzantium and Armenia”, The Journal Of the Society of Architectural Historians, Vol: 62, No: 3, Berkeley 2003.

PASİNLİ, A., “Ayasofya Mozaikleri”, Sanat Dünyası Dergisi, Sayı: 25, İstanbul 1982.

SEFA, P., Din İnkılâp-İrtica, Derleyen: Ergun Göze-Nevzat Köseoglu, Ötüken Yayınları, İstanbul 1971.

THEVENOT, J., 1655-1656’da Türkiye, Çev. Nuray Yıldız, Tercüman 1001 Eser Temel Serisi, İstanbul 1978.

YÜCEL, E., “1982–1983 Yıllarında Ayasofya’da Türk Sanatı Çalışmaları”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 26.

YÜCEL, E., “Ayasofya Çalışmaları ve Yapılan Onarımlar”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No: 11, İstanbul 1990.

YÜCEL, E., “Ayasofya’da Türk Sanatı Çalışmaları”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 26, İstanbul 1983.

YÜCEL, E., “Belgelerin Işığı Altında Ayasofya’nın Müze Oluşu İle İlgili Bazı Gerçekler”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 78, İstanbul 1992.

“Ayasofya Nasıl Müze Yapıldı”, Yeni İstanbul Gazetesi, 26 Haziran 1965.

“Ayasofya Anthenagoras’ın Faaliyeti Sonucu Müze Olmuş”, İttihad Gazetesi, 13 Ocak 1970

Resmi Gazete, S. 2877, 11 Aralık 1934.

Resmi Gazete, S. 2874, 8 Aralık 1934.

Resmi Gazete, S. 2866, 10 Aralık 1934.

; , 5.11.2019, 23:30


[1] Bu rapor kapsamında “Kültürel Miras” kavramı yerine “Kültür Varlıkları” ve/veya “Kültürel Emanetler” kavramları kullanılacaktır. Çünkü “miras” genel anlamıyla, ölen bir kişiden başka bir kişiye kalan mal, mülk, para veya servet anlamına gelmektedir. Bu mal ve mülkün bırakıldığı kişi, onları değiştirme, dönüştürme hatta yok etme hakkına sahip olmaktadır.

[2] UNESCO’nun Operasyonel Evrensel Rehber 2005 (Operational Guidelines for The Implementation Of The World Heritage Convention) kriterleri farklı coğrafyada yer alan ilgili dünya miras alanlarında yerel koşullarda yorumlanarak yerel alan yönetimi planları oluşturmaktadır. Farklı coğrafi bağlamlarda ve yerel koşullarda geliştirilen alan yönetimi planları incelendiğinde yerel koşulların kültürel, ekonomik, fiziksel ve sosyal boyutu bağlamında biçimlendiği görülmektedir.

[3] ICOMOS Türkiye’nin 2013 tarihli Mimari Mirası Koruma Bildirgesi’ndeki 2863 sayılı kanun kapsamındaki tanımlamalara göre daha kapsamlı ve ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bildirgeye aşağıdaki link üzerinden ulaşılabilmektedir. http://www.icomos.org.tr/Dosyalar/ICOMOSTR_tr0784192001542192602.pdf
[4] F. Dirimtekin, “Ayasofya”, İstanbul Ansiklopedisi, C. III, İstanbul 1960 s. 1439. S. Eyice, Ayasofya, Yapı Kredi Kültür Sanat, İstanbul 1984, s. 4.
[5] S. Eyice, “Ayasofyalar”, Ayasofya Müzesi Yıllığı (AMY), No: 11, Yenilik Basımevi, İstanbul 1999 s. 15–17.
[6] Bu isyanın nedeni zamanın ünlü piskoposu Ioannes Khrysostomos’un İmparator Arcadius’un eşi Evdoksia’yı sert bir şekilde eleştirmesinden dolayı İmparator Arcadius tarafından piskopos Ioannes Khysostomos’un sürgüne gönderilmesiydi.
[7] M. Schneider’in 1935 yılında yaptığı kazıların sonucunda ikinci Ayasofya kilisesinin beş nefli ahşap çatılı bazilikal planlı bir kilise olduğu ortaya çıkmıştır.
[8] Son dönemlerde Ayasofya’yla ilgili yapılan bilimsel çalışmalarda imparatorluğun farklı yerlerinden Ayasofya’nın inşaatı için malzeme taşınmadığı ayrıca Roma’dan getirilen ve Ayasofya’nın zemininde kullanılan sekiz porfir sütunun da bu dönemde taşındığı ortaya çıkmıştır. İmparatorluğun tamamından malzeme taşınmasının amacı bütün Bizans İmparatorluğu’nun Ayasofya kilisesinin yapımına katkıda bulunması gerektiği [9] II. Selim’e (1566-1574) dek yerinde duran bu levhalar 1566’da ters çevrilerek Kanuni’nin türbe saçağına yerleştirilmiştir. 1960 yılındaki türbenin onarımı sırasında bulunan levhaların bir kısmının alçı kopyaları alınarak eski yerlerine konmuştur.
[10] Z. Ahunbay, “Bir Dünya Mirasının Korunması: Ayasofya”, Uluslararası Katılımlı 6. Tarihi Yapıların Korunması ve Güçlendirilmesi Sempozyumu, İstanbul 2017.
[11] Avşar A; O, Özil R, “Ayasofya Müzesinde UNESCO İşbirliği ile Yapılan Restorasyonlar Hakkında”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No.13, İstanbul 2010, s. 193-201.
[12] Örneğin, son yıllarda yapıdaki en önemli çalışma kubbe başta olmak üzere çatının tamamında gerçekleşmiştir. 1990’larda Ayasofya’nın çatısı bakımsız durumdaydı. Yağmurlu havalarda galeri çatısı akmakta; kubbe pencerelerinden içeriye su girmekteydi. Bu durum kurşun örtünün öncelikli bir konu olarak ele alınmasını gerektirmiştir. İstanbul Rölöve Anıtlar Müdürlüğünün Bilim Kurulu’na sunduğu öneriyle, kurşun örtü yenilemesine ana kubbeden başlanmış; aşağılara doğru ilerlenmiştir. Örtünün kolayca delinmemesi için, yenilemede 3 mm kalınlığında kurşun levhalar tercih edilmiştir. Ana kubbenin kurşun örtüsü değiştirilirken, pencerelerdeki beton çerçeveler de kaldırılarak, yerlerine 4mm kumlanmış cam levhalar takılan mermer çerçeveler yerleştirilmiştir.
Kurşun yenileme çalışması, ailesi üç kuşaktır Ayasofya’da kurşun ustası olarak çalışan Semih Uçar ve ekibi tarafından gerçekleştirilmiştir. Pahalı bir kalem olan kurşun yenileme için Kültür ve Turizm Bakanlığı kaynakları [13] S. Eyice, Ayasofya, Yapı Kredi Kültür Sanat, İstanbul 1984, s. 14.
[14] Ayasofya’da 1166 yılında toplanan Synode Meclisi’nde alınmış olan kararların yazılı olduğu mermer levhalardır. 1567’de İstanbul’da bulunan Marco Antonio Pigafetta’nın yazdığına göre 8 Ağustos 1567’de Sultan II. Selim’in emriyle kaldırılan bu büyük mermer levhalar, 1960 yılında Kanuni Sultan Süleyman Türbesi onarımlarında ters çevrilmiş olarak saçaklarda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun en zengin çağında yenilerinin yaptırılmayarak, Synode kararlarının yazılı olduğu bu levhaların bu önemli mezar yapısında kullanılmış olması tartışmaya açık bir durumdur.
[15] C. Gurlitt, İstanbul’un Mimari Sanatı, Çev. Rezzan Kızıltan, Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmet Vakfı, Ankara 1999 s. 26.
[16] E. Yücel, “Ayasofya Çalışmaları ve Yapılan Onarımlar”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No: 11, İstanbul 1990 s. 158.
[17] C. Maranc, “The Architect Tridat Building Practices and Cross Cultural Exchange in Byzantium and Armenia”, The Journal Of the Society of Architectural Historians, Vol: 62, No: 3, 2003, s. 295.
[18] E. Yücel, A.g.m., s. 158-159.
[19] E. Yücel, A.g.m., s. 159.
[20] S. Eyice, “Ayasofya Horologionu ve Muvakkithanesi”, Ayasofya Müzesi [21] S. Eyice, “Ayasofya”, C. I, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, s. 449.
[22] F. Dirimtekin, “Osmanlı Devrinde Ayasofya”, A, C.III, s. 1445.
[23] J. Thevenot, 1655-1656’da Türkiye, Çev. Nuray Yıldız, Tercüman 1001 Eser Temel Serisi, İstanbul 1978, s. 60–61.
[24] Cornelius Loos’un çizimleri ve Ayasofya’daki değişimler için: Esengül Yıldız Altunbaş, İstanbul Ayasofyası Odaklı Tarihi Çevre (18. Ve 19. Yüzyıllar İçinde Değişim Ve Dönüşümler), Marmara Üniversitesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2016.
[25] D. Fontomagne, Kırım Harbi Sonrasında İstanbul, Çev. Gülçiçek Soytürk, Tercüman 1001 Eser Temel Serisi, İstanbul 1977 s. 166–167.
[26] A. Pasinli, “Ayasofya Mozaikleri”, Sanat Dünyası Dergisi, Sayı: 25, [27] Deesis sahnesi, şefaat anlamına gelen, kıyamet günü İsa Peygamber’den merhamet dileme sahnesidir. “Kıyamet Günü Yakarması” olarak da anılır. Ortada İsa, iki yanında Meryem ve Vaftizci Yahya (Ioannes Prodromos) üçlüsünün yer aldığı bir kompozisyonla sergilenir. Ayasofya’da bulunan Deesis Mozaiği, ne kadar zarara uğrasa da tüm görkemi ve canlılığıyla günümüze kadar ulaşmıştır.
[28] N. Malkoç, “Ayasofya Kütüphanesi”, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni, No: 170, İstanbul 1956, s. 11–12.
[29] C. Baltacı, XV-XVI Asırlar Osmanlı Medreseleri (Doktora Tezi), İstanbul 1975 s. 466–467.
[30] E. Yücel, “1982–1983 Yıllarında Ayasofya’da Türk Sanatı Çalışmaları”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 26, s. 206.
[31] E. Yücel, “Ayasofya Çalışmaları ve Yapılan Onarımlar”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No: 11, İstanbul 1990, s. 165.
[32] S. Eyice, “Ayasofya Medresesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. I, İstanbul 1994, s. 460; E. Yücel, “Ayasofya’da Türk Sanatı Çalışmaları”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 26, İstanbul 1983, s. 207.
[33] S. Eyice, “Ayasofya Muvakkithanesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.I, İstanbul 1994, s. 461; S. Eyice, “Ayasofya Horologionu ve Muvakkithanesi”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, İstanbul 1983, s. 18–19.
[34] C. Artuk, “Arkeoloji Müzesinde Bulunan Ayasofya’ya Ait Madalyalar”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No: 6, İstanbul 1965.
[35] S. Eyice, “Ayasofya”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.I, s. 448–449.
[36] S. Eyice, “Ayasofya Sıbyan Mektebi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.I, s. 463.
[37] İşbu Rapor’da, Ayasofya’nın müze haline getirilmesindeki süreci detaylı bir şekilde aktaran, Erkin Akan’ın 2008 yılında Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde, danışmanlığı Yrd.Doç.Dr. Mithat ATABAY tarafından yapılan Cumhuriyet Döneminde Ayasofya adlı yüksek [38] Saygı Öztürk, İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, Doğan Kitap, İstanbul 2007, s. 171’den aktarıldığı haliyle, Abidin Özmen 1890 yılında doğmuştur. Özmen Mülkiye Mektebi’nden mezun olduktan sonra devlet tarafından yurt dışında okutulmuştur. 1919 yılında Bursa Emniyet Müdürlüğü’ne atanmıştır. Türkiye’nin işgali sırasında Yunanlılar tarafından tutuklamış ve Yunanistan’da uzun süre esir kaplarında kalmıştır. 1922 yılında Türkiye’ye iade olunmasından sonra Özmen, Bursa ve Bitlis valiliklerinde bulunmuştur. Milletvekili seçilmiş ve Mili Eğitim Bakanlığı yapmıştır. 1935 yılında İsmet İnönü’nün isteği üzerine merkezi Diyarbakır olan Birinci Umumi Müfettişliği’ne getirilmiştir.
[39] Bununla ilgili ayr. bkz.: Erdem Yücel, “Belgelerin Işığı Altında Ayasofya’nın Müze Oluşu İle İlgili Bazı
Gerçekler”, Türk Dünyası Arastırmaları Dergisi, S. 78, İstanbul 1992, s. 183–222.
[40] Türkiye’nin ilk arkeologlarından biri olan Aziz Ogan (ö.1956), Edremitli Hacı Halilzade Ahmed Bey’in oğlu olarak 1888 yılında İstanbul’da dünyaya gözlerini açtı. Ogan’ın arkeoloji merakı, Osmanlı müzeciliğinin kurucusu, dönemin İstanbul Arkeoloji Müzesi müdürü ve babasının yakın arkadaşı Osman Hamdi Bey vasıtasıyla genç yaşta girdiği müze memuriyeti günlerine dayanır. Ogan, 1910 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nden (Güzel Sanatlar Okulu) mezun olduktan sonra arkeoloji bilgisini geliştirmek için İzmir, Manisa ve Aydın vilayetlerinde yapılan kazılarda komiser olarak çalıştı. Bu dönemdeki başarıları üzerine 1914’te İzmir Asar-ı Atika (Eski Eserler) Müfettişliği’ne tayin edildi. Birinci Dünya Savaşı ertesinde, 1918 yılında İzmir’deki Asar-ı Atika Müfettişliği görevine başlayan Ogan, 1931 yılına kadar bu görevi başarıyla sürdürdü. İzmir, Efes ve Bergama müzelerinin inşaatlarının yanı sıra buradaki eski eserlerin korunmasında önemli bir rol oynadı. 1931 yılında İstanbul Arkeoloji Müzeleri Umum Müdürlüğü’ne atanan Aziz Ogan, 1954 yılında emekli olana kadar bu görevini sürdürdü. 1934 yılından itibaren aralıklarla yayımladığı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı adlı bülten ile Türkiye’deki müzecilik ve arkeoloji çalışmalarını uluslararası bağlamda tanıtan Ogan, ayrıca 1939 yılında New York’ta gerçekleşen Dünya Sergisi’ne Türkiye’deki Asar-ı Atika ve müze sergisi heyet başkanı olarak katıldı. Ayasofya’nın müze haline getirilmesi ve Süleymaniye Külliyesi’nde bulunan Tabhane Medresesi’nin Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne dönüştürülmesi de Aziz Ogan’ın Umum Müdürlüğü döneminde gerçekleşmiştir.
[41] Erdem Yücel’in aktardığı rapordaki haliyle yazılmıştır.
[42] Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi çalışmaları yerli ve yabancı basının takip ettiği konulardan biri olmuştur. Aynı günlerde Milliyet Gazetesi’nde “Maarif Vekili Abidin Özmen’in beyanatı” başlıklı haberde: “Ayasofya Camii’nin müze olması etrafında bir tasavvurumuz vardır. Camiinin müze olup olmayacağını bir fen heyetine incelttiriyoruz. Heyetin vereceği rapora göre mesele bağlanacaktır” bilgisi paylaşılıyordu. Yine Milliyet gazetesinde yayınlanan bir başka haberde de Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi için hazırlıklar yapıldığı bildirilmekteydi. Vakit gazetesinin yazarlarından Sadri Ethem, 8 Eylül 1934 tarihli yazısında “… Ayasofya Camii bir İstanbul müzesi haline konulacak bu müzede İstanbul’un Bizans ve Osmanlı devrine ait eserler toplanacaktır. Ayasofya için en güzel ve en şerefli vazife bu idi. Dünün milletler arası sanat kıymeti ne bir dinin ne de sadece uhrevi ibadetlerin deruni hatlarıyla ifade olunabilirdi. Ayasofya ne kilise olarak ne camii olarak insan tarihinde bir mana ifade etmez. Onun ifade ettiği mana yüksek sanat zevki üstün medeniyet kültürüdür…” diyerek Ayasofya’nın en kısa sürede müzeye dönüştürüleceğini vurguluyordu. Yabancı basında Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesiyle ilgili olarak pek çok yazı ve haber kaleme alınmıştı. Örneğin Erkin Akan’ın Newyork Times’tan naklen aktardığı haliyle, “Atina’daki Panteon ve Agra’daki Taj Mahal gibi tarihin hiçbir zamanına hiçbir ulusuna bağlı olmayan yalnız insanlığa miras kalan bazı medeniyet abideleri vardır. İşte bu abidelerden biri de Asya ile Avrupa arasında Boğaz’ın yamaçlarında yükselen Ayasofya’dır. Doğu’nun olduğu kadar Batı’nın da duygularını canlandıran bu büyük saygı sembolü şimdi yeni değişikliğe hazırlanıyor. Ayasofya bir Hıristiyan kilisesi olarak kurulmuştu. Sonradan bir Müslüman cami oldu. Modern düşünceli Türkiye Ayasofya’yı dünyanın en ünlü bir müzesi yapmayı tasarladı.”
[43] Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’te “korumak” başlığına göre…
[44] Doğan Kuban, Sinan’ın Sanatı ve Selimiye, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, s.206.
[45] Doğan Kuban, A.g.e., s. 52.
[46] Müslümanların İstanbul’u fetih arzuları çok erken tarihlerde başlamıştır. 672 yılında (Hicri 52) Muhammed’in mihmandarı olan Ebu Eyyub el- Ensarî ile başlayan fetih hareketi, ancak onuncusunda, yani Fatih Sultan Mehmed’in Konstantinopolis’i feth etmesiyle tamamlanmıştır. Diğer taraftan bir kısım kaynaklar Emevîlerle Abbasîlerin H.34/655-H.169/785 tarihleri arasında İstanbul’a beş sefer düzenledikleri, Osmanlıların ise, İstanbul’u yedi kere kuşattıkları ve yedincisinde fethettikleri kayıtlıdır. (Gelibolulu Mustafa Âlî Efendi, Kitabu’t-Tarih-i Künhü’l-Ahbar, C.I, Kayseri 1997, s. 472.)
Fatih’in Ayasofya ile ilgili en eski vakfiyelerinden birinde “Nice melikler bu işe el uzattılar. Her birinin zafere ulaşamadan geri döndükleri rivayet olunmaktadır. Kuvvet ve azamet sahibi eski sultanlar ve meliklerden 63 kişi bu beldeyi fetih için çok miktarda asker topladılar. Muhkem ve büyük kuvvetlerle geldiler. Kuşatıp zorla ele geçirmek ve halkını esir etmek isteğiyle harb ettiler ise de verdikleri zayiatla birlikte geri çekildiler” denilmektedir (Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, İstanbul Salis 6. Vakfiye Defteri, nr. 575, s. 82-106, sr. 46; Türkçe’ye tercüme edilmiş kaydı için aynı arşivde, 2114 numaralı defter, s. 176.).
[47] “Ayasofya Nasıl Müze Yapıldı”, Yeni İstanbul Gazetesi, 26 Haziran 1965.
[48] Hakkı Konyalı, “ Hurafeyle İslamiyet’in İlgisi Yoktur”, Yeni Asya Gazetesi, 14 Ekim 1974.
[49] “Ayasofya Anthenagoras’ın Faaliyeti Sonucu Müze Olmuş”, İttihad Gazetesi, 13 Ocak 1970
[50] P. Sefa, Din İnkılâp-İrtica, Derleyen: Ergun Göze-Nevzat Köseoglu, Ötüken Yayınları, İstanbul 1971 s. 204–205.
[51] E. Yücel, “Belgelerin Işığı Altında Ayasofya’nın Müze Oluşu le İlgili Bazı Gerçekler”, Türk Dünyası Araştırmaları, S.78, İstanbul 1992, s. 220.
[52] Resmi Gazete, S. 2877, 11 Aralık 1934.
[53] Resmi Gazete, S. 2874, 8 Aralık 1934.
[54] Resmi Gazete, S. 2866, 10 Aralık 1934.
[55] Aksam Gazetesi, 15 Mayıs 1964.
[56] http://www.icomos.org.tr/Dosyalar/ICOMOSTR_tr0032951001542304957.pdf
[57] Dukas, Bizans Tarihi, Çev. VL. Mirmiroğlu, İstanbul Fethi Derneği Yayınları, İstanbul 1956.
[58] AKP’nin yıllardır dile getirdiği ve bir emperyalist proje olan “Medeniyetler İttifakı” söyleminin de aslı-astarının olmadığı Ayasofya tartışmalarıyla bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır.
[59] Trabzon Ayasofyası, Vize Ayasofyası ve İznik Ayasofyası’nda yaşandığı gibi…
[60] İbadete ve ibadet dışı saatlerde ziyarete açık olan yapılardaki durum Ayasofya için de geçerli olacaktır. Süleymaniye, Sultanahmet ve Selimiye gibi yapılarda ziyaret saatleri oldukça kısıtlıdır. Örneğin Sultanahmet Camii’nde girişte dar bir alan çevrelenmiştir ve ziyaretçiler kubbe hizasına kadar bile girememektedir.

Okumaya devam et  BAŞTAN AŞAĞI HIYANET…!!!

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir