HANGİ HAMİT?

<p>HANGİ HAMİT?
HÜSEYİN MÜMTAZ</p>
<p>Abdülhamit…
“Şevketlü, kerâmetlü, kudretlü, velinimetimiz, padişahımız efendimiz hazretleri” Sultan Abdülhamit Han.
Şu sıralar hangi taşı kaldırsan altından nedense hep Abdülhamit çıkıyor.
Birbiri ardına diziler, belgeseller, yazılar, romanlar…
O dizilerin senaryo yazarları her ne kadar “Bu belgesel değil, gerçeklere uyma zorunluluğumuz yok” deseler de son okuyup öğrendiklerimi, belki bir faydası olur düşüncesiyle aktarma durumundayım.
Bu sefer çakmağı, adını hiç bilmediğim bir zât-ı muhterem çaktı.
Yazının başlığı dikkatimi çekince de okuyayım dedim;
“Refik Turan, Kıbrıs'ın önemine işaret etti”.</p>
<p>20 Temmuz’un yıldönümü dolayısı ile konuşan Prof.Turan, Akdeniz'in, Orta çağ tarihinde tıpkı bugünkü gibi bir öneme sahip olduğunu kaydettikten sonra “fethi” şöyle anlatıyor;
"1571'de Kıbrıs Osmanlılar tarafından fethedildi. Lala Mustafa Paşa ve Piyale Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, jeopolitik bir değere sahip olduğu için buraya gelmişler ve ağır bedeller ödeyerek burayı fethetmişlerdir. Türk tarihine baktığımızda en çok şehit vererek aldığımız yer Kıbrıs'tır. Kıbrıs'ın Osmanlı siyasi yapısındaki varlığı 1878 tarihine kadar devam etmiştir. 93 Harbi'nin sonucunda Ruslara kaybettiğimiz Balkanları kurtarmak adına Kıbrıs'tan kısmi bir vazgeçiş olmuştur."
Son bölümü anlatırken kurduğu cümle dikkat ettiyseniz, dünya diplomasi tarihine geçecek bir üslûp şaheseri…
“Kıbrıs'ın Osmanlı siyasi yapısındaki varlığı 1878 tarihine kadar devam etmiştir. 93 Harbi'nin sonucunda Ruslara kaybettiğimiz Balkanları kurtarmak adına Kıbrıs'tan kısmi bir vazgeçiş olmuştur."
Fail, fiil ve meful, yâni cümlesi müphem ve mevhum. Büyük bir ustalık ve özenle “gizlenmiş”.
Ne 93 Harbi’nin hezimetle sonuçlanan bir felâket olduğundan bahsediyor, ne hezimetin sorumlusundan, ne de Kıbrıs’ın iki beygir yükü şiline İngiliz’e “kiralanmasından”.
https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/07/09/kuzey-kibris-2018-3-ne-silinmis-be-birader-huseyin-mumtaz/
“Kıbrıs'ın Osmanlı siyasi yapısındaki varlığı” 1878”e kadar devam etmiş, “93 Harbinin sonucunda Kıbrıs’tan kısmî bir vazgeçiş” olmuş.
Bir kere “vazgeçiş” “kısmen” değil, “külliyen”dir. Kıbrıs adasının “tamamı”ndan vazgeçilmiştir. 74’de bile ancak 3’te 1’i geri alınabilmiştir.
Cümleyi Türkçe’den Türkçe’ye tercüme ederken biraz zorlanınca “fiil” ortaya çıkıyor da asıl ustalıkla gizlenen “fail”, Abdülhamit’tir.
“Şevketlü, kerâmetlü, kudretlü, velinimetimiz, padişahımız efendimiz hazretleri” Sultan Abdülhamit Han.
Elimde 600 küsur sayfalık bir kitap var; “TÜRK İMPARATORLUĞUNUN PAYLAŞILMASI HAKKINDA 100 PROJE-1281-1913”-(Trandafir G. Djuvara. İş Bankası Kültür Y. Haziran 2017.İstanbul)
Yazar Romanya’nın ünlü bir diplomatı olup İstanbul’da önce başkâtip sonradan da Büyükelçi olarak bulunmuştur. Zaman Abdülhamit zamanıdır ve ilgili anılarını, düşüncelerini şöyle anlatır.
“O gün sultana takdim edildim ve majesteleri bana hemen bir sigara uzattı. Müthiş korktum. Şunu hemen belirtmeliyim ki İbrail lisesinde olduğum sırada, on beş yaşında iken tek bir sigara içmiştim ve çok rahatsızlanmıştım. Ama sultanın ikram ettiği sigarayı reddetseydim görevime çok kötü bir başlangıç yapmış olacaktım. Baş tercümanımdan halifeye şunları söylemesini istedim: ‘Bu sigarayı içersem, sigara kül ve duman olacak. Sigarayı bu ilk görüşmemizin bir hatırası olarak saklamama müsaade buyurmalarını talep etmekteyim’. Çok ince bir insan olan Abdülhamit talebimi kabul ettiğini belirten bir işaret yaptı. Bu tehlikeli nesneyi cebime koydum, daha sonra sultanla her görüşmemizde aynı operasyonu yineledim”. (S.472)
“İtimatnamemi sultana çok parlak bir merasimle takdim ettim… Büyük bir salondan geçtim… Maiyetim ikinci salonda durdu ve ben sultanın bulunduğu ufak bir salona alındım. Bu salonun giriş kapısı çok alçaktı ve baş tercümanın bana Abdülhamit’in yabancı temsilcilerin kapıdan geçmek için eğilmek zorunda kalmalarından pek hoşlandığını söylemişti. Bu durum onun gücünü uyrukları nezdinde arttırmaktaymış. Türk kimi kez kocaman bir çocuk gibidir”. (S.473)
“Sultan Abdülhamit ülkeyi kızıl tedhişle yönetiyordu. Ama kabul etmek gerekir ki, bunu incelik ve ustalıkla yapıyordu. Bu da kendisine Avrupa politikasının en tehlikeli girdaplarının etrafından dolanma imkânını tanıyordu”. (S.473)
“…Bana çok sayıda Rumen delege ve uzman refakat etmekteydi. Bunlardan biri de kardeşimdi. Türk tarafındaki delegeler şunlardı: Nazır Yardımcısı Artin Dadyan Efendi, Fransız asıllı ve Pierre Loti’nin iki Desenchantees’inin babası olan Hariciye Nezareti Umumi Kâtibi Nuri Bey. Kendisi komşumdu ve henüz çarşafa girmemiş olan kızları bizlerle dans etmişti. Hariciyenin ünlü hukuk müşaviri olan ve büyük savaşta Ermeni milletini temsil eden Noradungyan Efendi ile Nikolay Sgourides Efendi de heyete dahildi.” (S.475)
“Türk tarafı”ndaki delegelere dikkat ettiniz mi?
“Ünlü şarkıcımız Darclee’yi İstanbul’a çağırdım, Yıldız Sarayı’ndaki küçük tiyatroda sultanın önünde söylemek şerefine erişti. Bütün diplomatlar ve görünmelerini engelleyen kafeslerin ardında duran hareme mensup hanımlar geldi. Sultan, Belçika Kralı II. Leopold kadar müzik meraklısı değildi. ‘Beynimi yoran müzik değil, beni eğlendirecek bir şeyler istiyorum’ demişti”. (S.476)
“Konya’da bizi Vali Ferit Paşa ağırladı… Mevlevi dervişlerin reisi olan ünlü Çelebi’yi ziyaret etmek istedim. Bu zat tahta çıkan her yeni sultana Eyüp’te Peygamber Muhammed’in kılıcını kuşatma ayrıcalığına sahipti. Tabanı beyaz çamla kaplı büyük ama mütevazi şekilde tefriş edilmiş bir evde oturmaktaydı. Abdülhamit kendisinden korktuğu için Konya’yı terk etmesini yasaklamıştı”. (S.477)
“Bir gün gazetede memurlara maaş ödenmesi konusunda bir sultan iradesinden söz edildiğini görünce şaşırdım. Zira basının her ay mutat ödenen aylıklarla ilgilenmesi şaşırtıcıydı. Memurların senede iki ya da üç kez veya daha fazla aylık alabildiklerini öğrendim. Yılın geri kalan bölümü için ise çok pratik bir yöntem bulunmuştu. Dilekçelerin üstüne bir ufak kova konuluyordu. Bu kovalar yapılacak işin önemine göre muhtelif kategorilere ayrılıyordu. Vurulacak mühürün sayısına göre değişen bir ödenti yapılması âdet olmuştu. Bu para daha sonra vergi memurları arasında belirlenmiş oranlara göre paylaşılıyordu… Abdülhamit bu konuda şöyle demiş; ‘Bahşiş aldıkları için memurlarımda ahlâk ve saygınlık eksikliği olduğundan şikâyet ediliyor. Ancak fakir devletin ödediği düşük ücretler onları yaşatmaya yetmiyor”. (S479-80)
Hiç olmazsa Kıbrıs’ın kira parasından ödeseydi “memurları”nın maaşlarını…
Aynı Abdülhamit 1916’da İsviçre’de yayınlanan hâtıratında “memurlarının” 3’de 1’inin Ermeni olduğunu yazmıştır. (S.479. İki numaralı dipnot)
Umarız bu okuyup aktardıklarımız, Abdülhamit hayranı senaristlerin akıllarının biraz karışmasına katkıda bulunur.
****
Bitirirken yine Refik Turan’a dönelim mi?
Yazının girişinde alıntıladığımız haberin devamında muhteremin Profesör’ün hem tarihçi, hem de “Türk Tarih Kurumu Başkanı” olduğunu öğreniyoruz.
Şöyle diyor;
“Kıbrıs'taki Rumların, Yunan hükümetinin desteğiyle Müslüman Türklere yönelik saldırılarının, söz konusu harekâtı kaçınılmaz hale getirdiğini” anlatmış.
Bu da yeni çıktı. Daha önce başkasından da duymuştuk…
Bekir Bozdağ da İİT Toplantısında “İİT’nin Kıbrıslı Müslüman Türklerin yanında olmasını da takdirle karşıladıklarını” söylemişti.
https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/05/09/verigo-huseyin-mumtaz/
“Kıbrıslı Müslüman Türkler” ne demek?
“Kıbrıslı” ne demek?
Kıbrıs’ta “Müslüman olmayan Türkler” de mi var?
“Bulgaristanlı-Iraklı-Yunanistanlı-Almanyalı-İranlı-Azerbaycanlı ve nihayet Türkiyeli Müslüman Türk” mü diyorsunuz ki ille “Kıbrıslı” diyorsunuz Kıbrıs Türkü’nü tarif ederken ve yetmiyor bir de “Müslüman” tanımını ekliyorsunuz?
Bir daha ve TÜRKÇE soralım;
Kıbrıs’ta “Müslüman olmayan Türk” mü var?
Kıbrıs Türkü’nü “farklı” görmek, 1571 Sarı Selim fermanıyla son bulmamış mıydı?
Kimler, neden “farklı” görülüyor?
Yoksa Rum tarafında mı var “Müslüman olmayan Türkler” de onlar mı kastediliyor?
Kıbrıs’ta “Müslüman olmayan Türk” mü vardı da, bir süredir ille “Müslüman Türk” vurgusu yapılıyor?
Sadece “Türk” deyince kavramın/anlamın nesi eksik kalıyor? Yeterince anlaşılmıyor mu?
74 Harekâtı adadaki “Müslüman Türkleri” kurtardı da “Müslüman olmayan Türkler”in yok edilmesine göz mü yumdu?
****
Yâni Abdülhamit denilince, lâf dönüp dolaşıp bir köşesinden mutlaka Kıbrıs’a dokunuyor.
Lozan Günü’nde de bayağı iyi oluyor…
24 Temmuz 2018</p> - abdulhamid1

 

<p>HANGİ HAMİT?
HÜSEYİN MÜMTAZ</p>
<p>Abdülhamit…
“Şevketlü, kerâmetlü, kudretlü, velinimetimiz, padişahımız efendimiz hazretleri” Sultan Abdülhamit Han.
Şu sıralar hangi taşı kaldırsan altından nedense hep Abdülhamit çıkıyor.
Birbiri ardına diziler, belgeseller, yazılar, romanlar…
O dizilerin senaryo yazarları her ne kadar “Bu belgesel değil, gerçeklere uyma zorunluluğumuz yok” deseler de son okuyup öğrendiklerimi, belki bir faydası olur düşüncesiyle aktarma durumundayım.
Bu sefer çakmağı, adını hiç bilmediğim bir zât-ı muhterem çaktı.
Yazının başlığı dikkatimi çekince de okuyayım dedim;
“Refik Turan, Kıbrıs'ın önemine işaret etti”.</p>
<p>20 Temmuz’un yıldönümü dolayısı ile konuşan Prof.Turan, Akdeniz'in, Orta çağ tarihinde tıpkı bugünkü gibi bir öneme sahip olduğunu kaydettikten sonra “fethi” şöyle anlatıyor;
"1571'de Kıbrıs Osmanlılar tarafından fethedildi. Lala Mustafa Paşa ve Piyale Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, jeopolitik bir değere sahip olduğu için buraya gelmişler ve ağır bedeller ödeyerek burayı fethetmişlerdir. Türk tarihine baktığımızda en çok şehit vererek aldığımız yer Kıbrıs'tır. Kıbrıs'ın Osmanlı siyasi yapısındaki varlığı 1878 tarihine kadar devam etmiştir. 93 Harbi'nin sonucunda Ruslara kaybettiğimiz Balkanları kurtarmak adına Kıbrıs'tan kısmi bir vazgeçiş olmuştur."
Son bölümü anlatırken kurduğu cümle dikkat ettiyseniz, dünya diplomasi tarihine geçecek bir üslûp şaheseri…
“Kıbrıs'ın Osmanlı siyasi yapısındaki varlığı 1878 tarihine kadar devam etmiştir. 93 Harbi'nin sonucunda Ruslara kaybettiğimiz Balkanları kurtarmak adına Kıbrıs'tan kısmi bir vazgeçiş olmuştur."
Fail, fiil ve meful, yâni cümlesi müphem ve mevhum. Büyük bir ustalık ve özenle “gizlenmiş”.
Ne 93 Harbi’nin hezimetle sonuçlanan bir felâket olduğundan bahsediyor, ne hezimetin sorumlusundan, ne de Kıbrıs’ın iki beygir yükü şiline İngiliz’e “kiralanmasından”.
https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/07/09/kuzey-kibris-2018-3-ne-silinmis-be-birader-huseyin-mumtaz/
“Kıbrıs'ın Osmanlı siyasi yapısındaki varlığı” 1878”e kadar devam etmiş, “93 Harbinin sonucunda Kıbrıs’tan kısmî bir vazgeçiş” olmuş.
Bir kere “vazgeçiş” “kısmen” değil, “külliyen”dir. Kıbrıs adasının “tamamı”ndan vazgeçilmiştir. 74’de bile ancak 3’te 1’i geri alınabilmiştir.
Cümleyi Türkçe’den Türkçe’ye tercüme ederken biraz zorlanınca “fiil” ortaya çıkıyor da asıl ustalıkla gizlenen “fail”, Abdülhamit’tir.
“Şevketlü, kerâmetlü, kudretlü, velinimetimiz, padişahımız efendimiz hazretleri” Sultan Abdülhamit Han.
Elimde 600 küsur sayfalık bir kitap var; “TÜRK İMPARATORLUĞUNUN PAYLAŞILMASI HAKKINDA 100 PROJE-1281-1913”-(Trandafir G. Djuvara. İş Bankası Kültür Y. Haziran 2017.İstanbul)
Yazar Romanya’nın ünlü bir diplomatı olup İstanbul’da önce başkâtip sonradan da Büyükelçi olarak bulunmuştur. Zaman Abdülhamit zamanıdır ve ilgili anılarını, düşüncelerini şöyle anlatır.
“O gün sultana takdim edildim ve majesteleri bana hemen bir sigara uzattı. Müthiş korktum. Şunu hemen belirtmeliyim ki İbrail lisesinde olduğum sırada, on beş yaşında iken tek bir sigara içmiştim ve çok rahatsızlanmıştım. Ama sultanın ikram ettiği sigarayı reddetseydim görevime çok kötü bir başlangıç yapmış olacaktım. Baş tercümanımdan halifeye şunları söylemesini istedim: ‘Bu sigarayı içersem, sigara kül ve duman olacak. Sigarayı bu ilk görüşmemizin bir hatırası olarak saklamama müsaade buyurmalarını talep etmekteyim’. Çok ince bir insan olan Abdülhamit talebimi kabul ettiğini belirten bir işaret yaptı. Bu tehlikeli nesneyi cebime koydum, daha sonra sultanla her görüşmemizde aynı operasyonu yineledim”. (S.472)
“İtimatnamemi sultana çok parlak bir merasimle takdim ettim… Büyük bir salondan geçtim… Maiyetim ikinci salonda durdu ve ben sultanın bulunduğu ufak bir salona alındım. Bu salonun giriş kapısı çok alçaktı ve baş tercümanın bana Abdülhamit’in yabancı temsilcilerin kapıdan geçmek için eğilmek zorunda kalmalarından pek hoşlandığını söylemişti. Bu durum onun gücünü uyrukları nezdinde arttırmaktaymış. Türk kimi kez kocaman bir çocuk gibidir”. (S.473)
“Sultan Abdülhamit ülkeyi kızıl tedhişle yönetiyordu. Ama kabul etmek gerekir ki, bunu incelik ve ustalıkla yapıyordu. Bu da kendisine Avrupa politikasının en tehlikeli girdaplarının etrafından dolanma imkânını tanıyordu”. (S.473)
“…Bana çok sayıda Rumen delege ve uzman refakat etmekteydi. Bunlardan biri de kardeşimdi. Türk tarafındaki delegeler şunlardı: Nazır Yardımcısı Artin Dadyan Efendi, Fransız asıllı ve Pierre Loti’nin iki Desenchantees’inin babası olan Hariciye Nezareti Umumi Kâtibi Nuri Bey. Kendisi komşumdu ve henüz çarşafa girmemiş olan kızları bizlerle dans etmişti. Hariciyenin ünlü hukuk müşaviri olan ve büyük savaşta Ermeni milletini temsil eden Noradungyan Efendi ile Nikolay Sgourides Efendi de heyete dahildi.” (S.475)
“Türk tarafı”ndaki delegelere dikkat ettiniz mi?
“Ünlü şarkıcımız Darclee’yi İstanbul’a çağırdım, Yıldız Sarayı’ndaki küçük tiyatroda sultanın önünde söylemek şerefine erişti. Bütün diplomatlar ve görünmelerini engelleyen kafeslerin ardında duran hareme mensup hanımlar geldi. Sultan, Belçika Kralı II. Leopold kadar müzik meraklısı değildi. ‘Beynimi yoran müzik değil, beni eğlendirecek bir şeyler istiyorum’ demişti”. (S.476)
“Konya’da bizi Vali Ferit Paşa ağırladı… Mevlevi dervişlerin reisi olan ünlü Çelebi’yi ziyaret etmek istedim. Bu zat tahta çıkan her yeni sultana Eyüp’te Peygamber Muhammed’in kılıcını kuşatma ayrıcalığına sahipti. Tabanı beyaz çamla kaplı büyük ama mütevazi şekilde tefriş edilmiş bir evde oturmaktaydı. Abdülhamit kendisinden korktuğu için Konya’yı terk etmesini yasaklamıştı”. (S.477)
“Bir gün gazetede memurlara maaş ödenmesi konusunda bir sultan iradesinden söz edildiğini görünce şaşırdım. Zira basının her ay mutat ödenen aylıklarla ilgilenmesi şaşırtıcıydı. Memurların senede iki ya da üç kez veya daha fazla aylık alabildiklerini öğrendim. Yılın geri kalan bölümü için ise çok pratik bir yöntem bulunmuştu. Dilekçelerin üstüne bir ufak kova konuluyordu. Bu kovalar yapılacak işin önemine göre muhtelif kategorilere ayrılıyordu. Vurulacak mühürün sayısına göre değişen bir ödenti yapılması âdet olmuştu. Bu para daha sonra vergi memurları arasında belirlenmiş oranlara göre paylaşılıyordu… Abdülhamit bu konuda şöyle demiş; ‘Bahşiş aldıkları için memurlarımda ahlâk ve saygınlık eksikliği olduğundan şikâyet ediliyor. Ancak fakir devletin ödediği düşük ücretler onları yaşatmaya yetmiyor”. (S479-80)
Hiç olmazsa Kıbrıs’ın kira parasından ödeseydi “memurları”nın maaşlarını…
Aynı Abdülhamit 1916’da İsviçre’de yayınlanan hâtıratında “memurlarının” 3’de 1’inin Ermeni olduğunu yazmıştır. (S.479. İki numaralı dipnot)
Umarız bu okuyup aktardıklarımız, Abdülhamit hayranı senaristlerin akıllarının biraz karışmasına katkıda bulunur.
****
Bitirirken yine Refik Turan’a dönelim mi?
Yazının girişinde alıntıladığımız haberin devamında muhteremin Profesör’ün hem tarihçi, hem de “Türk Tarih Kurumu Başkanı” olduğunu öğreniyoruz.
Şöyle diyor;
“Kıbrıs'taki Rumların, Yunan hükümetinin desteğiyle Müslüman Türklere yönelik saldırılarının, söz konusu harekâtı kaçınılmaz hale getirdiğini” anlatmış.
Bu da yeni çıktı. Daha önce başkasından da duymuştuk…
Bekir Bozdağ da İİT Toplantısında “İİT’nin Kıbrıslı Müslüman Türklerin yanında olmasını da takdirle karşıladıklarını” söylemişti.
https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/05/09/verigo-huseyin-mumtaz/
“Kıbrıslı Müslüman Türkler” ne demek?
“Kıbrıslı” ne demek?
Kıbrıs’ta “Müslüman olmayan Türkler” de mi var?
“Bulgaristanlı-Iraklı-Yunanistanlı-Almanyalı-İranlı-Azerbaycanlı ve nihayet Türkiyeli Müslüman Türk” mü diyorsunuz ki ille “Kıbrıslı” diyorsunuz Kıbrıs Türkü’nü tarif ederken ve yetmiyor bir de “Müslüman” tanımını ekliyorsunuz?
Bir daha ve TÜRKÇE soralım;
Kıbrıs’ta “Müslüman olmayan Türk” mü var?
Kıbrıs Türkü’nü “farklı” görmek, 1571 Sarı Selim fermanıyla son bulmamış mıydı?
Kimler, neden “farklı” görülüyor?
Yoksa Rum tarafında mı var “Müslüman olmayan Türkler” de onlar mı kastediliyor?
Kıbrıs’ta “Müslüman olmayan Türk” mü vardı da, bir süredir ille “Müslüman Türk” vurgusu yapılıyor?
Sadece “Türk” deyince kavramın/anlamın nesi eksik kalıyor? Yeterince anlaşılmıyor mu?
74 Harekâtı adadaki “Müslüman Türkleri” kurtardı da “Müslüman olmayan Türkler”in yok edilmesine göz mü yumdu?
****
Yâni Abdülhamit denilince, lâf dönüp dolaşıp bir köşesinden mutlaka Kıbrıs’a dokunuyor.
Lozan Günü’nde de bayağı iyi oluyor…
24 Temmuz 2018</p> - abdulhamid1

 

HANGİ HAMİT?
HÜSEYİN MÜMTAZ

Abdülhamit…
“Şevketlü, kerâmetlü, kudretlü, velinimetimiz, padişahımız efendimiz hazretleri” Sultan Abdülhamit Han.
Şu sıralar hangi taşı kaldırsan altından nedense hep Abdülhamit çıkıyor.
Birbiri ardına diziler, belgeseller, yazılar, romanlar…
O dizilerin senaryo yazarları her ne kadar “Bu belgesel değil, gerçeklere uyma zorunluluğumuz yok” deseler de son okuyup öğrendiklerimi, belki bir faydası olur düşüncesiyle aktarma durumundayım.
Bu sefer çakmağı, adını hiç bilmediğim bir zât-ı muhterem çaktı.
Yazının başlığı dikkatimi çekince de okuyayım dedim;
“Refik Turan, Kıbrıs’ın önemine işaret etti”.

20 Temmuz’un yıldönümü dolayısı ile konuşan Prof.Turan, Akdeniz’in, Orta çağ tarihinde tıpkı bugünkü gibi bir öneme sahip olduğunu kaydettikten sonra “fethi” şöyle anlatıyor;
“1571’de Kıbrıs Osmanlılar tarafından fethedildi. Lala Mustafa Paşa ve Piyale Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, jeopolitik bir değere sahip olduğu için buraya gelmişler ve ağır bedeller ödeyerek burayı fethetmişlerdir. Türk tarihine baktığımızda en çok şehit vererek aldığımız yer Kıbrıs’tır. Kıbrıs’ın Osmanlı siyasi yapısındaki varlığı 1878 tarihine kadar devam etmiştir. 93 Harbi’nin sonucunda Ruslara kaybettiğimiz Balkanları kurtarmak adına Kıbrıs’tan kısmi bir vazgeçiş olmuştur.”
Son bölümü anlatırken kurduğu cümle dikkat ettiyseniz, dünya diplomasi tarihine geçecek bir üslûp şaheseri…
“Kıbrıs’ın Osmanlı siyasi yapısındaki varlığı 1878 tarihine kadar devam etmiştir. 93 Harbi’nin sonucunda Ruslara kaybettiğimiz Balkanları kurtarmak adına Kıbrıs’tan kısmi bir vazgeçiş olmuştur.”
Fail, fiil ve meful, yâni cümlesi müphem ve mevhum. Büyük bir ustalık ve özenle “gizlenmiş”.
Ne 93 Harbi’nin hezimetle sonuçlanan bir felâket olduğundan bahsediyor, ne hezimetin sorumlusundan, ne de Kıbrıs’ın iki beygir yükü şiline İngiliz’e “kiralanmasından”.

KUZEY KIBRIS 2018 (3)-NE ŞİLİNMİŞ BE BİRADER?-Hüseyin MÜMTAZ


“Kıbrıs’ın Osmanlı siyasi yapısındaki varlığı” 1878”e kadar devam etmiş, “93 Harbinin sonucunda Kıbrıs’tan kısmî bir vazgeçiş” olmuş.
Bir kere “vazgeçiş” “kısmen” değil, “külliyen”dir. Kıbrıs adasının “tamamı”ndan vazgeçilmiştir. 74’de bile ancak 3’te 1’i geri alınabilmiştir.
Cümleyi Türkçe’den Türkçe’ye tercüme ederken biraz zorlanınca “fiil” ortaya çıkıyor da asıl ustalıkla gizlenen “fail”, Abdülhamit’tir.
“Şevketlü, kerâmetlü, kudretlü, velinimetimiz, padişahımız efendimiz hazretleri” Sultan Abdülhamit Han.
Elimde 600 küsur sayfalık bir kitap var; “TÜRK İMPARATORLUĞUNUN PAYLAŞILMASI HAKKINDA 100 PROJE-1281-1913”-(Trandafir G. Djuvara. İş Bankası Kültür Y. Haziran 2017.İstanbul)
Yazar Romanya’nın ünlü bir diplomatı olup İstanbul’da önce başkâtip sonradan da Büyükelçi olarak bulunmuştur. Zaman Abdülhamit zamanıdır ve ilgili anılarını, düşüncelerini şöyle anlatır.
“O gün sultana takdim edildim ve majesteleri bana hemen bir sigara uzattı. Müthiş korktum. Şunu hemen belirtmeliyim ki İbrail lisesinde olduğum sırada, on beş yaşında iken tek bir sigara içmiştim ve çok rahatsızlanmıştım. Ama sultanın ikram ettiği sigarayı reddetseydim görevime çok kötü bir başlangıç yapmış olacaktım. Baş tercümanımdan halifeye şunları söylemesini istedim: ‘Bu sigarayı içersem, sigara kül ve duman olacak. Sigarayı bu ilk görüşmemizin bir hatırası olarak saklamama müsaade buyurmalarını talep etmekteyim’. Çok ince bir insan olan Abdülhamit talebimi kabul ettiğini belirten bir işaret yaptı. Bu tehlikeli nesneyi cebime koydum, daha sonra sultanla her görüşmemizde aynı operasyonu yineledim”. (S.472)
“İtimatnamemi sultana çok parlak bir merasimle takdim ettim… Büyük bir salondan geçtim… Maiyetim ikinci salonda durdu ve ben sultanın bulunduğu ufak bir salona alındım. Bu salonun giriş kapısı çok alçaktı ve baş tercümanın bana Abdülhamit’in yabancı temsilcilerin kapıdan geçmek için eğilmek zorunda kalmalarından pek hoşlandığını söylemişti. Bu durum onun gücünü uyrukları nezdinde arttırmaktaymış. Türk kimi kez kocaman bir çocuk gibidir”. (S.473)
“Sultan Abdülhamit ülkeyi kızıl tedhişle yönetiyordu. Ama kabul etmek gerekir ki, bunu incelik ve ustalıkla yapıyordu. Bu da kendisine Avrupa politikasının en tehlikeli girdaplarının etrafından dolanma imkânını tanıyordu”. (S.473)
“…Bana çok sayıda Rumen delege ve uzman refakat etmekteydi. Bunlardan biri de kardeşimdi. Türk tarafındaki delegeler şunlardı: Nazır Yardımcısı Artin Dadyan Efendi, Fransız asıllı ve Pierre Loti’nin iki Desenchantees’inin babası olan Hariciye Nezareti Umumi Kâtibi Nuri Bey. Kendisi komşumdu ve henüz çarşafa girmemiş olan kızları bizlerle dans etmişti. Hariciyenin ünlü hukuk müşaviri olan ve büyük savaşta Ermeni milletini temsil eden Noradungyan Efendi ile Nikolay Sgourides Efendi de heyete dahildi.” (S.475)
“Türk tarafı”ndaki delegelere dikkat ettiniz mi?
“Ünlü şarkıcımız Darclee’yi İstanbul’a çağırdım, Yıldız Sarayı’ndaki küçük tiyatroda sultanın önünde söylemek şerefine erişti. Bütün diplomatlar ve görünmelerini engelleyen kafeslerin ardında duran hareme mensup hanımlar geldi. Sultan, Belçika Kralı II. Leopold kadar müzik meraklısı değildi. ‘Beynimi yoran müzik değil, beni eğlendirecek bir şeyler istiyorum’ demişti”. (S.476)
“Konya’da bizi Vali Ferit Paşa ağırladı… Mevlevi dervişlerin reisi olan ünlü Çelebi’yi ziyaret etmek istedim. Bu zat tahta çıkan her yeni sultana Eyüp’te Peygamber Muhammed’in kılıcını kuşatma ayrıcalığına sahipti. Tabanı beyaz çamla kaplı büyük ama mütevazi şekilde tefriş edilmiş bir evde oturmaktaydı. Abdülhamit kendisinden korktuğu için Konya’yı terk etmesini yasaklamıştı”. (S.477)
“Bir gün gazetede memurlara maaş ödenmesi konusunda bir sultan iradesinden söz edildiğini görünce şaşırdım. Zira basının her ay mutat ödenen aylıklarla ilgilenmesi şaşırtıcıydı. Memurların senede iki ya da üç kez veya daha fazla aylık alabildiklerini öğrendim. Yılın geri kalan bölümü için ise çok pratik bir yöntem bulunmuştu. Dilekçelerin üstüne bir ufak kova konuluyordu. Bu kovalar yapılacak işin önemine göre muhtelif kategorilere ayrılıyordu. Vurulacak mühürün sayısına göre değişen bir ödenti yapılması âdet olmuştu. Bu para daha sonra vergi memurları arasında belirlenmiş oranlara göre paylaşılıyordu… Abdülhamit bu konuda şöyle demiş; ‘Bahşiş aldıkları için memurlarımda ahlâk ve saygınlık eksikliği olduğundan şikâyet ediliyor. Ancak fakir devletin ödediği düşük ücretler onları yaşatmaya yetmiyor”. (S479-80)
Hiç olmazsa Kıbrıs’ın kira parasından ödeseydi “memurları”nın maaşlarını…
Aynı Abdülhamit 1916’da İsviçre’de yayınlanan hâtıratında “memurlarının” 3’de 1’inin Ermeni olduğunu yazmıştır. (S.479. İki numaralı dipnot)
Umarız bu okuyup aktardıklarımız, Abdülhamit hayranı senaristlerin akıllarının biraz karışmasına katkıda bulunur.
****
Bitirirken yine Refik Turan’a dönelim mi?
Yazının girişinde alıntıladığımız haberin devamında muhteremin Profesör’ün hem tarihçi, hem de “Türk Tarih Kurumu Başkanı” olduğunu öğreniyoruz.
Şöyle diyor;
“Kıbrıs’taki Rumların, Yunan hükümetinin desteğiyle Müslüman Türklere yönelik saldırılarının, söz konusu harekâtı kaçınılmaz hale getirdiğini” anlatmış.
Bu da yeni çıktı. Daha önce başkasından da duymuştuk…
Bekir Bozdağ da İİT Toplantısında “İİT’nin Kıbrıslı Müslüman Türklerin yanında olmasını da takdirle karşıladıklarını” söylemişti.

VERİGO


“Kıbrıslı Müslüman Türkler” ne demek?
“Kıbrıslı” ne demek?
Kıbrıs’ta “Müslüman olmayan Türkler” de mi var?
“Bulgaristanlı-Iraklı-Yunanistanlı-Almanyalı-İranlı-Azerbaycanlı ve nihayet Türkiyeli Müslüman Türk” mü diyorsunuz ki ille “Kıbrıslı” diyorsunuz Kıbrıs Türkü’nü tarif ederken ve yetmiyor bir de “Müslüman” tanımını ekliyorsunuz?
Bir daha ve TÜRKÇE soralım;
Kıbrıs’ta “Müslüman olmayan Türk” mü var?
Kıbrıs Türkü’nü “farklı” görmek, 1571 Sarı Selim fermanıyla son bulmamış mıydı?
Kimler, neden “farklı” görülüyor?
Yoksa Rum tarafında mı var “Müslüman olmayan Türkler” de onlar mı kastediliyor?
Kıbrıs’ta “Müslüman olmayan Türk” mü vardı da, bir süredir ille “Müslüman Türk” vurgusu yapılıyor?
Sadece “Türk” deyince kavramın/anlamın nesi eksik kalıyor? Yeterince anlaşılmıyor mu?
74 Harekâtı adadaki “Müslüman Türkleri” kurtardı da “Müslüman olmayan Türkler”in yok edilmesine göz mü yumdu?
****
Yâni Abdülhamit denilince, lâf dönüp dolaşıp bir köşesinden mutlaka Kıbrıs’a dokunuyor.
Lozan Günü’nde de bayağı iyi oluyor…
24 Temmuz 2018


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir