Ermeniler üzerinden eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek!

Ermenilerle ilgili yazı dizimizin "Ermeniler Anadolu’dan Kendi İstekleriyle Gittiler" başlıklı bölümünde ABD'li tarihçi akademisyen Justin McCarthy'nin “Türklerle Fransızlar arasındaki çatışmalar ile Ermeni ve Türk çetelerinin katliamları, 1921 Aralık ayında Fransızların, 30.000 Ermeni’yi de beraberlerinde alarak Kilikya’dan tamamen çekilmesine kadar sürdü. Daha birçok Ermeni halk, neredeyse Kilikya’dakilerin tamamı, yöreyi onların arkasından hemen terk ettiler." şeklindeki sözlerine yer vermiş, ayrıca "Yine kaynakların vermiş oldukları bilgiye göre; 1914 yıllarında Kilikya bölgesinde (Adana, Mersin, Osmaniye ve Hatay) yaşayan Ermenilerin sayısı şöyledir: Osmanlı nüfus kayıtlarına göre; 50.480, Ermeni Patrikhanesi kayıtlarına göre(1913 yılı için); 119.414, ABD Dışişleri Bakanlığı verilerine göre; 45.000 ve Justin Mc. Carthy’ye göre de; 74.930’dur" şeklinde bilgiler vermiştik(1). Bu konuda açıklamalar yapan tek Amerikalı Akademisyen sadece J. Mc Carthy de değildir. Aynı şeyleri söyleyen başka Amerikalılar da var. Onlardan birisi de ABD eski başkanlarından Ronald Reagan’ın hukuk danışmanlığını da yapan Amerikalı hukukçu ve akademisyen Bruce Fein'dir. Şu ifadeler ona aittir: "I. Dünya Savaşının trajedisi siyasi faciaydı, Osmanlı’ya karşı ayaklanan Ermeniler savaşı bağımsız bir devlet kurma fırsatı olarak gördüler. Osmanlı İmparatorluğu da buna herhangi bir başka imparatorluğun da karşılık vereceği biçimde yanıt verdi. Osmanlı’nın, hiçbir zaman Ermeniler’i yok etme gibi bir amacı olmamıştır, bunlar saçma sapan iddialar. 1.Dünya Savaşı zamanında iki taraflı trajedi yaşandı. Osmanlı devletinin Müslümanları da Ermeniler’in öldüğü şekilde öldü, bu insanlar savaştan, hastalıktan, açlıktan öldüler, üstelik ölen Müslüman sayısı çok fazlaydı. Doğu Anadolu’da neredeyse 2 milyon Müslüman öldü. Bunların çoğu da Ermeni çetelerinin mezaliminden öldü... Ermeniler iddialarını hiçbir zaman Uluslararası Adalet Divanı’na götürmediler ve ‘işte bunlar delillerimiz’ demediler, hep siyasi kuruluşlara başvurdular ve siyasi organların kendilerini desteklemelerini istediler. Tarihi bilmeyen siyasetçilere yanaştılar. (Oysa) Tarih, parlamentolar tarafından değil, tarihçiler tarafından yargılanmalı. Yasama organları değil, mahkemeler suç olup olmadığına bakar, parlamentoların tarihi olayları yargılamaya kalkmaları, hukuka ve anayasalara aykırıdır."(2) Prof. Dr. Kemal Karpat'ın, yuvarlak bir rakamla tehcir sırasında 1.400 bin olarak verdiği Ermeni nüfusunu, Justin McCarthy de yuvarlak bir rakamla 1.5 milyon olarak vermektedir(3). Ayrıca Justin McCarthy'nin en azından Milli Mücadele'nin belli bir dönemindeki can kayıplarını da içerecek biçimde, 1912-1921 yılları arası için 3 milyon olarak verdiği Müslüman(Türk) can kaybını, diğer bir ABD'li akademisyen olan Bruce Fein, zaman dilimini vermeksizin (muhtemelen sadece 1.Dünya Savaşı'ndaki kayıplardan hareketle) 2 milyon olarak vermektedir. Tehcire Tabi Tutulan Ermeni Sayısı 500 Bini Geçmez! Başta İngiliz ve Amerikan arşivleri olmak üzere; yabancı ülke arşivlerinden de istifade edilerek hazırlanan ve tamamı belgeye dayalı olarak yazılan kitaplarda, savaşın tarafı olan ülkelerin yaklaşık 8 milyon insanını kaybettiği Birinci Dünya Savaşı sırasında, savaşın tarafı olan ülkelerde yaşamaları hasebiyle Ermenilerin de (tehcir sırasında ölenler de dahil olmak üzere) 200.000 civarında kayıp verdikleri, Osmanlı Devleti tarafından zorunlu göç ve iskana tabi tutulan Ermenilerin sayısının 500.000'i geçmediği, bunlardan yaklaşık 60.000'inin (56.610 kişi), yolculuk sırasında hayatlarını kaybettiği, bu ölümlerin daha çok yol şartlarından ve salgın hastalıklardan mütevellit olduğu, bunlardan 10.000 kadarının ise gerek yol güvenliğinin yeterince sağlanamamış olması, gerekse zorunlu göçe nezaret eden kamu görevlilerinin ihmali yüzünden, Kürt ve Arap aşiretlerinin, göç kafilelerinin kendi bölgelerinden geçişi sırasında (çoğu intikam amacıyla olmak üzere) muhtelif saiklerle, göç kafilelerine saldırması sonucu hayatlarını kaybettikleri belirtilmektedir. Ayrıca, aynı kaynaklar, "Zorunlu Göç ve İskân" sırasındaki söylem ve eylemleri sebebiyle, önemli bir kısmı kamu görevlisi olmak üzere  2.000 civarında Osmanlı vatandaşının "Divan-ı Harb-i Örfî" Mahkemelerinde yargılandığını, bunlardan önemli bir kısmına idam cezası da dahil olmak üzere çeşitli cezalar verildiğini dile getirmektedirler. Yıllardır bu konuya kafa yoran yerli ve yabancı bunca bilim adamı, tarihçi ve araştırmacının ulaşmış oldukları gerçekler ortada iken; Birinci Dünya Savaşı boyunca ölen ve tehcire tabi tutulan Ermeni sayısını belirtilen rakamlardan daha yüksek gösterenleri ve bunların Türkler tarafından kasten öldürüldüğünü iddia edenleri kim nasıl tanımlar bilmiyorum ama bu insanlar, en hafif tabirle söyleyecek olursak; yalancıdırlar, sahtekârdırlar ve  müfteridirler. Üstelik de bunlar, bilim namusundan yoksun kişilerdir! Hele hele, bu tür iddialara destek veren sözüm ona yerli aydınlar ve akademisyenler, Büyük Atatürk'ün tabiriyle; "gaflet, dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunan ve şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmiş Dâhilî Bedhahlar"dır! Bu tür adamların, devletimizi yönetenler tarafından itibar görmesi ve devletin bütçesinden verilen lüks sofralarda ağırlanması ve arkasından da bu tür adamların vermiş olduğu akıl ve telkinlerle, "... 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.”(4) şeklinde, kimilerince "Ermenilerden Özür Dilendi"(5) şeklinde yorumlanacak resmi açıklamalarda bulunulması, üzerinde özellikle durulması gereken bir konudur. Ermeni iddialarına karşı Türk tezlerini savunmakla görevli Dışişleri Bakanlığı'nın, 2015 yılı için, “Çanakkale Kahramanlık ve Ebedi Dostluk Anısına” başlığıyla bastırdığı “Çanakkale Özel” ajandasının Nisan Ayı için ayrılan sayfasında Erivan’da bulunan “Ermeni Soykırım Anıtı"nın fotoğrafına yer verdiği bir zaman diliminde ortaya çıkması ise Türk Milleti için kaderin bir cilvesi olsa gerekir!(6) Aydın-Yarı Aydın ve Hain Şu halde galiba öncelikle, "Aydın kimdir?" sorusunu cevaplandırmakta fayda var. "Aydın kimdir" sorusuna verilecek en kestirme cevap; herhalde bilgili, kültürlü, okumuş insan şeklinde verilecek cevaptır. Eskilerin deyimiyle “Münevver”, yani nurlanmış, ışıklanmış adam demektir bu. Buradaki nur veya ışık, güneş ışığı veya Edison'un ampulünden kaynaklanan ışık olmasa gerekir! Bu nur ve ışık, bilgi, kültür, ilim ve fenden kaynaklanan ışıktır. Eskiler bu ışığa "ziya" da derlerdi. Peki, bu bilgi, nasıl bir bilgidir? Elbette milletine ve insanlığa faydalı olan bilgidir. Dolayısıyla; aydın veya münevver denilen kimse, sahip olduğu bilgi ve deneyim sayesinde, olayları ve olguları çevresindekilerden daha önce sezer, tahmin eder ve olması muhtemel olaylar hakkında ulaşabildiği insanları bilgilendirmek ve onlara haber vermek suretiyle, onların tedbir almasını, kendilerine fayda sağlamasını veya en azından olan ve olacak olaylardan zarar görmemelerini sağlar. Ya da, çevresindeki insanların mutlu olmalarını ve birbirleriyle iyi geçinerek toplum düzeninin sağlanmasına katkıda bulunur.  Ya da en azından tez ve antitezleri bir araya getirerek buradan insanlığa faydalı bir tez ortaya koyar aydın. Hain ise, bunun tam tersi şeyleri yapar! Hain, elbette tehlikelidir. Ancak hainin kim olduğunu bilirseniz gerekli tedbirleri alır, bundan zarar görmezsiniz. Bu sebeple en tehlikeli hain tipi, okumuş hainlerdir. Eskilerin “kitap yüklü merkep” diye tavsif  ve tasnif ettikleri (sıfatlandırdıkları ve sınıflandırdıkları) aydın taifesinden bahsediyorum. Zira bunların hainlikleri sinsidir, kolayca keşfedemezsiniz. Bu tip hainler, hainliklerini aydın ve münevver sıfatı altında yaparlar. Yapmış oldukları hainlikleri “düşünce özgürlüğü” ile açıklarlar. Bazen de “ezber bozmak” olarak adlandırırlar giriştikleri denaetleri (düşmanlıkları) ve işledikleri melanetleri. Bunlardan bir grup da bilmeden yaparlar bütün bunları. Bunlar da "Yarı Aydın" lardır. Adı üstünde; bu adamların beyinlerinin yarısı aydın, diğer yarısı ise cahildir. Hainler kadar olmasa bile, bu aydın tipi de zararlıdır cemiyet, millet ve insanlık için. Ne yaman çelişkidir ki; ülkemizde bunlardan bolca bulunmaktadır. Yani yarı aydınlardan demek istiyorum. 21 Aralık 2008 tarihinde yayınlanan “Ruhat Mengi ile Her Açıdan” programına katılan ve Ermenilerden “Özür Dileme Kampanyası”na imza koyan sözüm ona aydınları kınayan Giresun Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Aygün Atar, Türkiye'nin en gözde siyaset bilimcilerinden birisi hakkında şöyle diyordu: “..., katılmış olduğu bir TV. yayınında,  Hocalı katliamını hatırlatan birini azarlayarak -ne yani Hocalı’da böyle bir şey yapılmış diye biz dost olabilme fırsatını neden kaçıralım- dedi. Ben şimdi onun hafızasını tazelemek istiyorum. Biz Eurovision’da bu hoşgörüyü gösterdik. Turizm Bakanlığı Ermenilere yüzde 50 indirim yapmış. Onları kaçak gelince sınırdışı etmiyoruz. Geçen günkü o yayına Ermenistan’dan bir kadın katıldı. Bilal Şimşir Hoca o hanıma -Siz Hocalı’da yaşananlarla ilgili özür dilemeyi düşünüyor musunuz?- diye sordu. Hanım -Hayır. Orası bir savaştı- dedi. Oysa 1915’te ‘savaş esnasında vatana ihanetten sevk ve iskân kararı’ var. Ama o zaman savaş kabul edilmiyor. Ama Hocalı sivil toplumun yaşadığı bir kasabaydı. Elinde silah olan bir tek insan yoktu. Onları katlettiler.”(7) Aslen Azerbaycan Türkü olan Prof. Aygün Atar'ın  sözlerinin muhatabı olan bilim adamının, "Ermenilerden özür dileme kampanyası”na önce destek verdiğine(8), arkasından da bu kampanyadaki desteğini sulandırmak ve gargaraya getirmek için çeşitli manevralar yaptığına ilişkin  haberler var medyada(9).  Kampanyaya imza koyan sözüm ona aydınlar, bu çıkışı ezber bozucu bir girişim olarak nitelendiriyorlarmış. Peki, hangi ezberi bozuyorlar bu aklı evvel efendiler? Elbette Ermeni iddiaları konusunda Türkiye’nin yaklaşık bir asırdır savuna geldiği tezleri! Eşeğin Aklına Karpuz Kabuğu Getirmek! 2012 yılında Giresun Üniversitesi Rektörü olarak atanan Prof. Dr. Aygün Atar'ın sözlerinin muhatabı olan bilim adamının 1995 yılında TOBB adına "Kürt Raporu" diye bir rapor hazırladığı da biliniyor aslında. Raporlar elbette önemlidir. Hele hele ehil ellerce hazırlanıyor ve problemin çözümüne katkı sağlıyorsa çok daha önemlidir. Ancak öyle raporlar da vardır ki; mevcut problemi çözmekten öte problemi büsbütün içinden çıkılmaz hale getirmekte ve yeni yeni problemler yaratmaktadır. Değil mi ki bu raporlar sözüm ona aydınlar tarafından hazırlanıyor ve bu efendiler, sıradan halkın problem olarak görmediği şeyleri bile problem olarak ortaya koyup, sonra da başlıyorlar kenardan, çıkan gümbürtüyü izlemeye. Yani bu yarı aydınların hazırladığı raporların tek bir faydası vardır, o da (halk tabiriyle söyleyecek olursak) eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmekten ibarettir! Sözümüzün burasında vaktiyle fıkra anlatma konusunda üstat kabul edilen ismi bizde mahfuz bir hoca efendiden dinlemiş olduğum bir fıkrayı paylaşmak isterim okuyucularımla: Yaşlı ve kimsesiz bir kadına, mahallenin bitirim tiplerinden birisi, bir saygısızlık etmiş, yaşlı kadın da delikanlıyı mahkemeye vermiş. Bu arada kendisine bir de avukat tutmuş yaşlı kadın. Tesadüf bu ya; tutmuş olduğu avukat da şehrin en lafazan ve üstlendiği davaları kazanma konusunda her türlü hünerini ortaya koyan avukatıymış. Eh biraz da yaşlı kadına acıyıp, delikanlıya kızınca, bütün hünerini ve ikna kabiliyetini göstermeye azmetmiş avukat. Duruşma günü geldiğinde, bizim yaşlı nineyi elinden tutmuş mahkeme salonuna götürüp bir köşeye oturtmuş. Söz sırası gelince de başlamış müvekkilesini savunmaya. Öyle laflar etmiş ki avukat, bizim yaşlı nine bile şaşırıp kalmış! Sonunda nine dayanamamış ve kendi kendisine şöyle mırıldanmış; “Aman oğul, benim başıma neler gelmiş de benim haberim yokmuş!” Açık söylemek gerekirse; yarı aydınların hazırlamış olduğu Kürt Raporları da, özellikle ayrılıkçı Kürtler'in pençesine düşmüş bizim gariban Kürt çocukları üzerinde böyle bir etki yaratıyor olmalıdır. Yoksa bu adamların ne işleri olabilir dağlarda; hem de tam 30 yıldır?! O günün medyasından öğrendiğimiz kadarıyla 2008 yılında düzenlenen "Ermenilerden Özür Dileme" kampanyasına katılan ve "1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum."(10) şeklindeki metnin altına imza koyanlardan birisi de gazeteci Hasan Cemal'dir. Ne ilginçtir tesadüftür ki; Hasan Cemal, Ermenileri zorunlu göçe tabi tutan dönemin İttihat ve Terakki Hükümeti'nin en etkili üyelerinden birisi de olan Bahriye Nazırı ve o sırada Suriye'de konuşlu bulunan Osmanlı 4. Ordusu'nun komutanı ve Suriye Valisi de olan Cemal Paşa'nın torunudur! Üstelik, zorunlu göçe tabi tutulan Ermeliler, Hasan Cemal'in dedesi Ahmet Cemal'in görev ve sorumluluk alanına giren topraklarda uzun bir yürüyüşe çıkmışlar ve yine onun görev ve sorumluluk alanına giren topraklarda iskân edilmişlerdir. Cemal Paşa, öyle sanıldığı gibi sıradan bir komutan veya vali de değildir. Astığı astık, kestiği kestik türünden adeta yarı özerk bir devletin başkanı gibi hareket etmiştir Suriye'de. Bazı Arap aydınlarını ve ihtilal önderlerini, İstanbul'un kararı olmaksızın idam ettirdiği biliniyor. Ki; İstanbul'un bu idamlara ilişkin onay kararı, infazlardan sonra gelmiştir ve bu idamlar, özelikle Arap Milliyetçileri tarafından, Araplarda Türklere karşı duyulan düşmanlığın sebeplerinden birisi olarak gösterilmiştir(11). Dolayısıyla; eğer Ermeni Tehciri konusunda varsa bir günah (ki; bize göre yoktur veya denildiği ya da zannedildiği kadar değildir), bu günah, dedelerinden  dolayı diğer İttihat ve Terakki yöneticilerinin bugünkü torunları kadar Hasan Cemal'in ailesine de ait bulunmaktadır! Hasan Cemal, Ermenilerden özür dileme kampanyasına imza koymakla, bir anlamda dedesinden dolayı redd-i miras etmiş bir varis pozisyonuna düşmüştür aslında! Gazeteci Hasan Cemal, sadece Ermenilerden özür dileme kampanyasına destek vermekle  yetinmemiştir. O, ayrıca, geçtiğimiz yıllarda PKK'nın elebaşlarının oturduğu Kandil ile Ankara arasında mesaj getirip-götürme işinde de aktif olarak görev almıştır. Bu konudaki emri kimden aldı ve hangi amaca hizmet etmek için böyle bir işe kalkıştı bilinmez ama, şu anda bütün gazetelerden kovulmuş ve yazılarını sadece internet ortamında yazan bir gazeteci olmakla, en azından Kandil ile Ankara arasındaki mektup taşıma işini, mevcut iktidarın ricası veya isteği ile üstlenmediği anlaşılmaktadır! Eğer bu işi iktidarın isteğiyle yapmış olsaydı, herhalde şimdilerde köşesini kaybetmiş işsiz bir gazeteci olarak dolaşmazdı ortalıkta. Demek ki; bu mektupçuluk ve ulaklık işi hiç uğurlu gelmedi Hasan Cemal'e! ______________ 1- Bkz. 2-https://www.turkishnews.com/tr/content/2010/04/25/bruce-fein-parlamentolar-tarih-yazamaz. 3- Prof.Dr. Justin Mc Carthy, Mayıs/2014 tarihinde Edirne'de düzenlenen bir forumda yapmış olduğu konuşmada Ermenilerin sayısını 1.500.000 olarak vermiştir. Oysa aynı yazar, kitabında 1914 yılı için Osmanlı Ermenilerinin sayısını 1.698.303 olarak vermektedir(bkz. Yusuf Halaçoğlu ve arkadaşları, Ermeniler: Sürgün ve Göç, s, 43). Adı geçen tarihçinin söylemleri arasındaki bu fark belki de, Edirne'deki foruma katılan diğer konuşmacıların dillendirdiği rakamların etkisinde kalarak öylesine bir rakam zikretmesinden veya kitabındaki rakamlara Halep'te yaşayan 123.129 Ermeni'yi eklediği halde, Edirne'de yapmış olduğu konuşmada zikrettiği rakamın içine bu miktarı dahil etmemesinden kaynaklanmış olabilir. 4-Bkz. Başbakanlığın resmi internet sitesinde bulunan "Sayın Başbakanımızın 1915 olaylarına ilişkin mesajı" başlıklı basın açıklaması ( . 5- bkz. Fehmi Koru "Tarihte olandan ‘özür’ dilendi, artık önümüze bakalım" başlıklı makalesi, http://haber.stargazete.com/yazar/tarihte-olandan-ozur-dilendi-artik-onumuze-bakalim/yazi-874269  & , 6-http://www.ordukentgazetesi.com/news_print.php?id=6500   &     http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=170938 7-http://t24.com.tr/haber/disisleri-bakanliginin-canakkale-destani-ajandasinda-ermeni-soykirimi-aniti,285398, 8-http://www.ozurdiliyoruz.com/ 9- 10- www.ozurdiliyoruz.com/ 11- Prof. Ahmet Akgündüz-Doç.Dr.Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, , s. 96, OSAV Yayını, İstanbul, 1999. - think tank dusunce kurulus

Ermenilerle ilgili yazı dizimizin Ermeniler Anadolu’dan Kendi İstekleriyle Gittiler” başlıklı bölümünde ABD’li tarihçi akademisyen Justin McCarthy’nin “Türklerle Fransızlar arasındaki çatışmalar ile Ermeni ve Türk çetelerinin katliamları, 1921 Aralık ayında Fransızların, 30.000 Ermeni’yi de beraberlerinde alarak Kilikya’dan tamamen çekilmesine kadar sürdü. Daha birçok Ermeni halk, neredeyse Kilikya’dakilerin tamamı, yöreyi onların arkasından hemen terk ettiler.” şeklindeki sözlerine yer vermiş, ayrıca “Yine kaynakların vermiş oldukları bilgiye göre; 1914 yıllarında Kilikya bölgesinde (Adana, Mersin, Osmaniye ve Hatay) yaşayan Ermenilerin sayısı şöyledir: Osmanlı nüfus kayıtlarına göre; 50.480, Ermeni Patrikhanesi kayıtlarına göre(1913 yılı için); 119.414, ABD Dışişleri Bakanlığı verilerine göre; 45.000 ve Justin Mc. Carthy’ye göre de; 74.930’dur” şeklinde bilgiler vermiştik(1). Bu konuda açıklamalar yapan tek Amerikalı Akademisyen sadece J. Mc Carthy de değildir. Aynı şeyleri söyleyen başka Amerikalılar da var. Onlardan birisi de ABD eski başkanlarından Ronald Reagan’ın hukuk danışmanlığını da yapan Amerikalı hukukçu ve akademisyen Bruce Fein’dir. Şu ifadeler ona aittir: “I. Dünya Savaşının trajedisi siyasi faciaydı, Osmanlı’ya karşı ayaklanan Ermeniler savaşı bağımsız bir devlet kurma fırsatı olarak gördüler. Osmanlı İmparatorluğu da buna herhangi bir başka imparatorluğun da karşılık vereceği biçimde yanıt verdi. Osmanlı’nın, hiçbir zaman Ermeniler’i yok etme gibi bir amacı olmamıştır, bunlar saçma sapan iddialar. 1.Dünya Savaşı zamanında iki taraflı trajedi yaşandı. Osmanlı devletinin Müslümanları da Ermeniler’in öldüğü şekilde öldü, bu insanlar savaştan, hastalıktan, açlıktan öldüler, üstelik ölen Müslüman sayısı çok fazlaydı. Doğu Anadolu’da neredeyse 2 milyon Müslüman öldü. Bunların çoğu da Ermeni çetelerinin mezaliminden öldü… Ermeniler iddialarını hiçbir zaman Uluslararası Adalet Divanı’na götürmediler ve ‘işte bunlar delillerimiz’ demediler, hep siyasi kuruluşlara başvurdular ve siyasi organların kendilerini desteklemelerini istediler. Tarihi bilmeyen siyasetçilere yanaştılar. (Oysa) Tarih, parlamentolar tarafından değil, tarihçiler tarafından yargılanmalı. Yasama organları değil, mahkemeler suç olup olmadığına bakar, parlamentoların tarihi olayları yargılamaya kalkmaları, hukuka ve anayasalara aykırıdır.”(2) Prof. Dr. Kemal Karpat’ın, yuvarlak bir rakamla tehcir sırasında 1.400 bin olarak verdiği Ermeni nüfusunu, Justin McCarthy de yuvarlak bir rakamla 1.5 milyon olarak vermektedir(3). Ayrıca Justin McCarthy’nin en azından Milli Mücadele’nin belli bir dönemindeki can kayıplarını da içerecek biçimde, 1912-1921 yılları arası için 3 milyon olarak verdiği Müslüman(Türk) can kaybını, diğer bir ABD’li akademisyen olan Bruce Fein, zaman dilimini vermeksizin (muhtemelen sadece 1.Dünya Savaşı’ndaki kayıplardan hareketle) 2 milyon olarak vermektedir. Tehcire Tabi Tutulan Ermeni Sayısı 500 Bini Geçmez! Başta İngiliz ve Amerikan arşivleri olmak üzere; yabancı ülke arşivlerinden de istifade edilerek hazırlanan ve tamamı belgeye dayalı olarak yazılan kitaplarda, savaşın tarafı olan ülkelerin yaklaşık 8 milyon insanını kaybettiği Birinci Dünya Savaşı sırasında, savaşın tarafı olan ülkelerde yaşamaları hasebiyle Ermenilerin de (tehcir sırasında ölenler de dahil olmak üzere) 200.000 civarında kayıp verdikleri, Osmanlı Devleti tarafından zorunlu göç ve iskana tabi tutulan Ermenilerin sayısının 500.000’i geçmediği, bunlardan yaklaşık 60.000’inin (56.610 kişi), yolculuk sırasında hayatlarını kaybettiği, bu ölümlerin daha çok yol şartlarından ve salgın hastalıklardan mütevellit olduğu, bunlardan 10.000 kadarının ise gerek yol güvenliğinin yeterince sağlanamamış olması, gerekse zorunlu göçe nezaret eden kamu görevlilerinin ihmali yüzünden, Kürt ve Arap aşiretlerinin, göç kafilelerinin kendi bölgelerinden geçişi sırasında (çoğu intikam amacıyla olmak üzere) muhtelif saiklerle, göç kafilelerine saldırması sonucu hayatlarını kaybettikleri belirtilmektedir. Ayrıca, aynı kaynaklar, “Zorunlu Göç ve İskân” sırasındaki söylem ve eylemleri sebebiyle, önemli bir kısmı kamu görevlisi olmak üzere  2.000 civarında Osmanlı vatandaşının “Divan-ı Harb-i Örfî” Mahkemelerinde yargılandığını, bunlardan önemli bir kısmına idam cezası da dahil olmak üzere çeşitli cezalar verildiğini dile getirmektedirler. Yıllardır bu konuya kafa yoran yerli ve yabancı bunca bilim adamı, tarihçi ve araştırmacının ulaşmış oldukları gerçekler ortada iken; Birinci Dünya Savaşı boyunca ölen ve tehcire tabi tutulan Ermeni sayısını belirtilen rakamlardan daha yüksek gösterenleri ve bunların Türkler tarafından kasten öldürüldüğünü iddia edenleri kim nasıl tanımlar bilmiyorum ama bu insanlar, en hafif tabirle söyleyecek olursak; yalancıdırlar, sahtekârdırlar ve  müfteridirler. Üstelik de bunlar, bilim namusundan yoksun kişilerdir! Hele hele, bu tür iddialara destek veren sözüm ona yerli aydınlar ve akademisyenler, Büyük Atatürk’ün tabiriyle; “gaflet, dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunan ve şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmiş Dâhilî Bedhahlar”dır! Bu tür adamların, devletimizi yönetenler tarafından itibar görmesi ve devletin bütçesinden verilen lüks sofralarda ağırlanması ve arkasından da bu tür adamların vermiş olduğu akıl ve telkinlerle, “… 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.”(4) şeklinde, kimilerince “Ermenilerden Özür Dilendi”(5) şeklinde yorumlanacak resmi açıklamalarda bulunulması, üzerinde özellikle durulması gereken bir konudur. Ermeni iddialarına karşı Türk tezlerini savunmakla görevli Dışişleri Bakanlığı’nın, 2015 yılı için, “Çanakkale Kahramanlık ve Ebedi Dostluk Anısına” başlığıyla bastırdığı “Çanakkale Özel” ajandasının Nisan Ayı için ayrılan sayfasında Erivan’da bulunan “Ermeni Soykırım Anıtı”nın fotoğrafına yer verdiği bir zaman diliminde ortaya çıkması ise Türk Milleti için kaderin bir cilvesi olsa gerekir!(6) Aydın-Yarı Aydın ve Hain Şu halde galiba öncelikle, “Aydın kimdir?” sorusunu cevaplandırmakta fayda var. “Aydın kimdir” sorusuna verilecek en kestirme cevap; herhalde bilgili, kültürlü, okumuş insan şeklinde verilecek cevaptır. Eskilerin deyimiyle “Münevver”, yani nurlanmış, ışıklanmış adam demektir bu. Buradaki nur veya ışık, güneş ışığı veya Edison’un ampulünden kaynaklanan ışık olmasa gerekir! Bu nur ve ışık, bilgi, kültür, ilim ve fenden kaynaklanan ışıktır. Eskiler bu ışığa “ziya” da derlerdi. Peki, bu bilgi, nasıl bir bilgidir? Elbette milletine ve insanlığa faydalı olan bilgidir. Dolayısıyla; aydın veya münevver denilen kimse, sahip olduğu bilgi ve deneyim sayesinde, olayları ve olguları çevresindekilerden daha önce sezer, tahmin eder ve olması muhtemel olaylar hakkında ulaşabildiği insanları bilgilendirmek ve onlara haber vermek suretiyle, onların tedbir almasını, kendilerine fayda sağlamasını veya en azından olan ve olacak olaylardan zarar görmemelerini sağlar. Ya da, çevresindeki insanların mutlu olmalarını ve birbirleriyle iyi geçinerek toplum düzeninin sağlanmasına katkıda bulunur.  Ya da en azından tez ve antitezleri bir araya getirerek buradan insanlığa faydalı bir tez ortaya koyar aydın. Hain ise, bunun tam tersi şeyleri yapar! Hain, elbette tehlikelidir. Ancak hainin kim olduğunu bilirseniz gerekli tedbirleri alır, bundan zarar görmezsiniz. Bu sebeple en tehlikeli hain tipi, okumuş hainlerdir. Eskilerin “kitap yüklü merkep” diye tavsif  ve tasnif ettikleri (sıfatlandırdıkları ve sınıflandırdıkları) aydın taifesinden bahsediyorum. Zira bunların hainlikleri sinsidir, kolayca keşfedemezsiniz. Bu tip hainler, hainliklerini aydın ve münevver sıfatı altında yaparlar. Yapmış oldukları hainlikleri “düşünce özgürlüğü” ile açıklarlar. Bazen de “ezber bozmak” olarak adlandırırlar giriştikleri denaetleri (düşmanlıkları) ve işledikleri melanetleri. Bunlardan bir grup da bilmeden yaparlar bütün bunları. Bunlar da “Yarı Aydın” lardır. Adı üstünde; bu adamların beyinlerinin yarısı aydın, diğer yarısı ise cahildir. Hainler kadar olmasa bile, bu aydın tipi de zararlıdır cemiyet, millet ve insanlık için. Ne yaman çelişkidir ki; ülkemizde bunlardan bolca bulunmaktadır. Yani yarı aydınlardan demek istiyorum. 21 Aralık 2008 tarihinde yayınlanan “Ruhat Mengi ile Her Açıdan” programına katılan ve Ermenilerden “Özür Dileme Kampanyası”na imza koyan sözüm ona aydınları kınayan Giresun Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Aygün Atar, Türkiye’nin en gözde siyaset bilimcilerinden birisi hakkında şöyle diyordu: “…, katılmış olduğu bir TV. yayınında,  Hocalı katliamını hatırlatan birini azarlayarak -ne yani Hocalı’da böyle bir şey yapılmış diye biz dost olabilme fırsatını neden kaçıralım- dedi. Ben şimdi onun hafızasını tazelemek istiyorum. Biz Eurovision’da bu hoşgörüyü gösterdik. Turizm Bakanlığı Ermenilere yüzde 50 indirim yapmış. Onları kaçak gelince sınırdışı etmiyoruz. Geçen günkü o yayına Ermenistan’dan bir kadın katıldı. Bilal Şimşir Hoca o hanıma -Siz Hocalı’da yaşananlarla ilgili özür dilemeyi düşünüyor musunuz?- diye sordu. Hanım -Hayır. Orası bir savaştı- dedi. Oysa 1915’te ‘savaş esnasında vatana ihanetten sevk ve iskân kararı’ var. Ama o zaman savaş kabul edilmiyor. Ama Hocalı sivil toplumun yaşadığı bir kasabaydı. Elinde silah olan bir tek insan yoktu. Onları katlettiler.”(7) Aslen Azerbaycan Türkü olan Prof. Aygün Atar’ın  sözlerinin muhatabı olan bilim adamının, “Ermenilerden özür dileme kampanyası”na önce destek verdiğine(8), arkasından da bu kampanyadaki desteğini sulandırmak ve gargaraya getirmek için çeşitli manevralar yaptığına ilişkin  haberler var medyada(9).  Kampanyaya imza koyan sözüm ona aydınlar, bu çıkışı ezber bozucu bir girişim olarak nitelendiriyorlarmış. Peki, hangi ezberi bozuyorlar bu aklı evvel efendiler? Elbette Ermeni iddiaları konusunda Türkiye’nin yaklaşık bir asırdır savuna geldiği tezleri! Eşeğin Aklına Karpuz Kabuğu Getirmek! 2012 yılında Giresun Üniversitesi Rektörü olarak atanan Prof. Dr. Aygün Atar’ın sözlerinin muhatabı olan bilim adamının 1995 yılında TOBB adına “Kürt Raporu” diye bir rapor hazırladığı da biliniyor aslında. Raporlar elbette önemlidir. Hele hele ehil ellerce hazırlanıyor ve problemin çözümüne katkı sağlıyorsa çok daha önemlidir. Ancak öyle raporlar da vardır ki; mevcut problemi çözmekten öte problemi büsbütün içinden çıkılmaz hale getirmekte ve yeni yeni problemler yaratmaktadır. Değil mi ki bu raporlar sözüm ona aydınlar tarafından hazırlanıyor ve bu efendiler, sıradan halkın problem olarak görmediği şeyleri bile problem olarak ortaya koyup, sonra da başlıyorlar kenardan, çıkan gümbürtüyü izlemeye. Yani bu yarı aydınların hazırladığı raporların tek bir faydası vardır, o da (halk tabiriyle söyleyecek olursak) eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmekten ibarettir! Sözümüzün burasında vaktiyle fıkra anlatma konusunda üstat kabul edilen ismi bizde mahfuz bir hoca efendiden dinlemiş olduğum bir fıkrayı paylaşmak isterim okuyucularımla: Yaşlı ve kimsesiz bir kadına, mahallenin bitirim tiplerinden birisi, bir saygısızlık etmiş, yaşlı kadın da delikanlıyı mahkemeye vermiş. Bu arada kendisine bir de avukat tutmuş yaşlı kadın. Tesadüf bu ya; tutmuş olduğu avukat da şehrin en lafazan ve üstlendiği davaları kazanma konusunda her türlü hünerini ortaya koyan avukatıymış. Eh biraz da yaşlı kadına acıyıp, delikanlıya kızınca, bütün hünerini ve ikna kabiliyetini göstermeye azmetmiş avukat. Duruşma günü geldiğinde, bizim yaşlı nineyi elinden tutmuş mahkeme salonuna götürüp bir köşeye oturtmuş. Söz sırası gelince de başlamış müvekkilesini savunmaya. Öyle laflar etmiş ki avukat, bizim yaşlı nine bile şaşırıp kalmış! Sonunda nine dayanamamış ve kendi kendisine şöyle mırıldanmış; “Aman oğul, benim başıma neler gelmiş de benim haberim yokmuş!” Açık söylemek gerekirse; yarı aydınların hazırlamış olduğu Kürt Raporları da, özellikle ayrılıkçı Kürtler’in pençesine düşmüş bizim gariban Kürt çocukları üzerinde böyle bir etki yaratıyor olmalıdır. Yoksa bu adamların ne işleri olabilir dağlarda; hem de tam 30 yıldır?! O günün medyasından öğrendiğimiz kadarıyla 2008 yılında düzenlenen “Ermenilerden Özür Dileme” kampanyasına katılan ve “1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.”(10) şeklindeki metnin altına imza koyanlardan birisi de gazeteci Hasan Cemal’dir. Ne ilginçtir tesadüftür ki; Hasan Cemal, Ermenileri zorunlu göçe tabi tutan dönemin İttihat ve Terakki Hükümeti’nin en etkili üyelerinden birisi de olan Bahriye Nazırı ve o sırada Suriye’de konuşlu bulunan Osmanlı 4. Ordusu’nun komutanı ve Suriye Valisi de olan Cemal Paşa’nın torunudur! Üstelik, zorunlu göçe tabi tutulan Ermeliler, Hasan Cemal’in dedesi Ahmet Cemal’in görev ve sorumluluk alanına giren topraklarda uzun bir yürüyüşe çıkmışlar ve yine onun görev ve sorumluluk alanına giren topraklarda iskân edilmişlerdir. Cemal Paşa, öyle sanıldığı gibi sıradan bir komutan veya vali de değildir. Astığı astık, kestiği kestik türünden adeta yarı özerk bir devletin başkanı gibi hareket etmiştir Suriye’de. Bazı Arap aydınlarını ve ihtilal önderlerini, İstanbul’un kararı olmaksızın idam ettirdiği biliniyor. Ki; İstanbul’un bu idamlara ilişkin onay kararı, infazlardan sonra gelmiştir ve bu idamlar, özelikle Arap Milliyetçileri tarafından, Araplarda Türklere karşı duyulan düşmanlığın sebeplerinden birisi olarak gösterilmiştir(11). Dolayısıyla; eğer Ermeni Tehciri konusunda varsa bir günah (ki; bize göre yoktur veya denildiği ya da zannedildiği kadar değildir), bu günah, dedelerinden  dolayı diğer İttihat ve Terakki yöneticilerinin bugünkü torunları kadar Hasan Cemal’in ailesine de ait bulunmaktadır! Hasan Cemal, Ermenilerden özür dileme kampanyasına imza koymakla, bir anlamda dedesinden dolayı redd-i miras etmiş bir varis pozisyonuna düşmüştür aslında! Gazeteci Hasan Cemal, sadece Ermenilerden özür dileme kampanyasına destek vermekle  yetinmemiştir. O, ayrıca, geçtiğimiz yıllarda PKK’nın elebaşlarının oturduğu Kandil ile Ankara arasında mesaj getirip-götürme işinde de aktif olarak görev almıştır. Bu konudaki emri kimden aldı ve hangi amaca hizmet etmek için böyle bir işe kalkıştı bilinmez ama, şu anda bütün gazetelerden kovulmuş ve yazılarını sadece internet ortamında yazan bir gazeteci olmakla, en azından Kandil ile Ankara arasındaki mektup taşıma işini, mevcut iktidarın ricası veya isteği ile üstlenmediği anlaşılmaktadır! Eğer bu işi iktidarın isteğiyle yapmış olsaydı, herhalde şimdilerde köşesini kaybetmiş işsiz bir gazeteci olarak dolaşmazdı ortalıkta. Demek ki; bu mektupçuluk ve ulaklık işi hiç uğurlu gelmedi Hasan Cemal’e! ______________ 1- Bkz. 2-https://www.turkishnews.com/tr/content/2010/04/25/bruce-fein-parlamentolar-tarih-yazamaz. 3- Prof.Dr. Justin Mc Carthy, Mayıs/2014 tarihinde Edirne’de düzenlenen bir forumda yapmış olduğu konuşmada Ermenilerin sayısını 1.500.000 olarak vermiştir. Oysa aynı yazar, kitabında 1914 yılı için Osmanlı Ermenilerinin sayısını 1.698.303 olarak vermektedir(bkz. Yusuf Halaçoğlu ve arkadaşları, Ermeniler: Sürgün ve Göç, s, 43). Adı geçen tarihçinin söylemleri arasındaki bu fark belki de, Edirne’deki foruma katılan diğer konuşmacıların dillendirdiği rakamların etkisinde kalarak öylesine bir rakam zikretmesinden veya kitabındaki rakamlara Halep’te yaşayan 123.129 Ermeni’yi eklediği halde, Edirne’de yapmış olduğu konuşmada zikrettiği rakamın içine bu miktarı dahil etmemesinden kaynaklanmış olabilir. 4-Bkz. Başbakanlığın resmi internet sitesinde bulunan “Sayın Başbakanımızın 1915 olaylarına ilişkin mesajı” başlıklı basın açıklaması ( . 5- bkz. Fehmi Koru “Tarihte olandan ‘özür’ dilendi, artık önümüze bakalım” başlıklı makalesi, http://haber.stargazete.com/yazar/tarihte-olandan-ozur-dilendi-artik-onumuze-bakalim/yazi-874269  & , 6-http://www.ordukentgazetesi.com/news_print.php?id=6500   &     http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=170938 7-http://t24.com.tr/haber/disisleri-bakanliginin-canakkale-destani-ajandasinda-ermeni-soykirimi-aniti,285398, 8-http://www.ozurdiliyoruz.com/ 9- 10- www.ozurdiliyoruz.com/ 11- Prof. Ahmet Akgündüz-Doç.Dr.Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, , s. 96, OSAV Yayını, İstanbul, 1999.

Okumaya devam et  Devlet Yıkılmış! Yeniden Kurulacakmış!

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir