LEFKOŞA TAMİMİ

<p>LEFKOŞA TAMİMİ HÜSEYİN MÜMTAZ</p>
<p>“Ülkemiz ve halkımız uzun bir süredir çözümsüzlüğe terk edilen sorunlar nedeniyle ağır bir bunalıma sürüklenmiş, siyasi kaos, kirlenme, kısa günün hesabı ve kısır döngü, devletimizin temellerini sarsan bir noktaya ulaşmıştır.
Halkımızın sosyo ekonomik yaşam düzeyi, var olan sorunlara çözüm getirmekten aciz yapılanma karşısında hızla gerilemiş, işsizlik ve yokluk –kader- haline getirilmiştir.
Kamu Kurumları halkımıza götürülmesi gerekli hizmetleri verememekte, yurttaş devlete vergisini öderken katlandığı külfetin karşılığını alamamaktadır. Kamu kaynaklarının partizan amaçlarla heder edilmesi, varlık içinde yokluk yaşayan bir ülke görü-nümü yaratmıştır.
Cumhuriyet Meclisi’nde temsil çoğunluğunu sağlayanlar, sorunlara çözüm, dertlere çare bulmak yolundaki asli görevlerini unutmuş, devlet imkân ve olanaklarını alenen kişisel siyasi çıkar ve ihtiras peşinde kullanmakta sınır tanımaz bir noktaya gelmiştir. Bu icraatlarını gizlemek ihtiyacı dahi duymadan, pervasızca sürdürmekte, sorunlarla boğuşan halkımızla adeta alay etmektedirler. Sorunlar üzerinde -kuru gürültü- ile muhalefet yaparak iktidar yolu açma çabaları ise halkımızın kanayan yaralarına merhem olamamaktadır.
Başkent Belediyesi’nde neden olunan mali ve idari sorunları çözme becerisi dahi gösteremeyerek halkımıza yapılan çağdışı muamele, ülke genelinde yaşanan kaosun en çarpıcı göstergelerinden biridir.
Yönetenlerin sergilediği keyfilik, partizanlık, kararsızlık ve cesaretsizlik nedeniyle Anayasamızda açıkça vurgulanan temel hak ve özgürlükler, tehlikeye düşürülmüştür.
Sorunların çözümsüzlüğe terk edilmesinin kaçınılmaz sonucu olarak emekçi kitleler sendikal hak ve özgürlüklerini kullanma zarureti ile karşı karşıya getirilmekte, ölçüsü kaçan hatalı istek ve tepkiler ise yine en başta dar ve sabit gelirli emekçi kitlelere ağır zararlar vermektedir.
Görünen odur ki hukukun üstünlüğü ile halk egemenliğinin yerini, kişisel ve siyasi ihtiraslardan kaynaklanan sorumsuz pençeleşmeler almıştır.
İktidar boşluğundan kaynaklanan sorunların çözümü, devlet kurumlarının elinden çıkarak, bazı sivil toplum örgütlerinin eline geçmiş, hukuk devleti ve hukuki kuralların çiğnenmesi usul ve yönetim biçimi olmuştur. Bunun adı toplumsal kaos ve anarşiden başka bir şey olamaz.
Ne yazık ki her alanda -Hukukun egemenliği- yıkılmış, keyfiliğin egemenliği hâkim kılınmıştır.
Ülkemiz ağır bir kriz sürecinde yuvarlanırken, kötü gidişi durdurma görevi ile donatılmış kurum ve makamlar görevlerini yerine getiremez bir konuma düşürülmüştür. Anayasa ve yasalarımıza göre tarafsız olması gereken kurumlar dahi, siyasi kavganın merkezine çekilerek görev yapamaz hale getirilmişlerdir.
İç ve dış denetim mekanizmaları etkin ve süratli görev yapma yeteneklerini yitirmiştir. Devlet kurumlarında sık sık yaşanan usulsüzlük, yolsuzluk, vurgun, rüşvet gibi haberler insanımızı yaralamakta, devlete olan güveni sarsmaktadır.
Devletin temel görevlerinden olan eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi hizmetler durma, hatta çökme noktasına gelmiştir. Eğitimde yaşanan hedefsizlik genç nesillerin milli tarih bilinci ve ulusal kültürümüze yabancı kuşaklar olarak yetiştirilmesine neden olmaktadır.
Bu kaotik durum daha fazla sürdürülemez ve sürdürülmemelidir. Sorumsuzluğun girdabında inatla yelken açanlar, bunun hesabını tarihe ve gelecek kuşaklara vermek zorunluluğu ile karşı karşıya kalacaklardır.
Kaygımız odur ki yaşanan sorunlar hızla çözümlenip, halkımızın devlete ve siyasi kurumlara olan güveni yeniden tesis edilemez; siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlar çözümlenmezse, halkımız sadece kötü yönetim kusurlarından doğan sorunlar altında ezilmekle kalmayacak, kısa süre sonra oturulacak müzakere masasından çıkacak sonuçların ulusal davamız açısından ağır bir hezimetle sonuçlanmasının önüne de geçilemeyecektir”.
Yukarıdaki satırlar ile; 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal tarafından yaveri Cevat Abbas Bey'e 21-22 Haziran 1919 gecesi Amasya'da yazdırılan ve ilk kez ulusal egemenlikten bahsedilen “bir bağımsızlık bildirisi” niteliği taşıyan “Amasya Tamimi” arasındaki şaşırtıcı benzerlikler umarım dikkatinizi çekmiştir.
Çünkü o tamim de mevcut hükümeti hiçe saymakta, hükümetin karanlık güçlerin esiri olduğunun altını çizerek milleti yine milletin kendisinin azmi ve kararlılığının kurtaracağını söylemekteydi.
Fakat 1919’dan tam 94 yıl sonra hemen hemen aynı coğrafyada ve başka bir Türk Devleti’nde yukarıdaki bildirinin yayınlanmış olması bence tarihin kara mizahıdır.
Tarih yakamıza yapışmakta ve silkelemektedir.
Yazının başında okuduğunuz satırlar, “Yaşanan kaos daha fazla sürdürülemez” başlığını taşımakta olup “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Parlamenterler Birliği”nin 22 Ocak 2013 günü Meclis’te yaptığı basın açıklamasının metnidir.
Bakmayın Yargı’nın UBP’yi, bir türlü adam gibi yapamadığı Kurultay’ın ikinci turuna mahkûm eden kararının gölgesinde kalmış olmasına, fakat “cuk oturmuştur”.
Basın açıklamasının, bir senedir büyük bir lakaytlıkla doğru dürüst toplanamayan “Meclis”te gerçekleştirilmiş olması bile “doğru tercih”tir ve o da bizatihi başlı başına bir “olay”dır.
KKTC’de devlet yoktur, hükümet yoktur, hava kararınca geceler “sokağa” teslimdir.
“Sokak”ta kumar, fuhuş, kara para aklama “kurumları” ve onların ihtiyacı olan “yetişmiş insan profili” hâkimdir.
Birey, çaresizliğini “düşmanla” işbirliği yapmakla gidermeye çalışmaktadır.
100.000 Rum pasaportu alınmıştır; Lefkoşa Belediye işçileri çözümü Hristofiyas’ta aramakta; Futbol Federasyonu bile kendi başına Rum Federasyonu ile görüşmekte, Rum ligine katılmaya çalışmaktadır.
KKTC Parlamenterler Birliği bu feci durumu şu satırlarla anlatmıştır;
“Bazı sivil toplum örgütleri, seslerini duyurabilme ve ilgilileri çözüme zorlayabilmenin yolunu, müteaddit soykırım plan ve girişimleri ile malûl Rum yönetiminin kapısını çalarak arama durumuna getirilmiş bulunmaktadırlar. Cumhuriyetimizin varlık ve itibarını yaralayıcı özelliklere sahip olan bu hatalı girişimleri benimsemek olanağı bulunmadığını vurgularken, bu gelişmenin bir nedeninin de sorunları zamanında çözüm çabasında gerekli titizlik ve beceriyi ortaya koyamayanlarda da aramak gerektiğine işaret etmek istiyoruz”.
Halkta bıkkınlık, çaresizlik, pişmanlık ve hayal kırıklığı diz boyudur. Kimse yarınından umutlu değildir.
Yoksa asıl istenilen zaten “o” mudur?
Yüksek yüksek tepelerdeki “iyi saatte olsunlar”ın bilinçli dayattığı “öğrenilmiş/edinilmiş çaresizlik” cümle ilgili yetkisizlerce onun için mi bir türlü açıklanamamakta ve saltanatlarını da aslında bu suskunluklarına mı borçludurlar?
Şu satırları ortada fol ve yumurta yokken, bir buçuk sene önce 28 Temmuz 2011’da ve “ilk defa biz” yazmışız;
“Geliyoruz Türk tarafına..
Kimse kendini kandırmasın.. 90.000 kişi, seçilmiş ve atanmışlar ile aile fertleri dahil; güneyden Rum kimliği ve pasaportu almışsa….
Artı, Talât’ın BM’ye, dolayısı ile Rum’a verdiği 50.000 –yerleşik- bir eli yağda, bir eli yağda hiç zahmetsiz-Türkiyesiz AB vatandaşı olmak istiyorsa…
Bu sefer kuzeyden çıkacak EVET’lerin oranının daha da artarak %75-80 aralığında olacağını düşünüyorum..
Çünkü kuzeydeki oy hakkı sahibi seçmenler üç aşağı beş yukarı %60 Kıbrıs Türkü, % 40 -yerleşik- oranındadır.
%40’daki herkes isminin Talât zamanında Rum’a verilen listede olduğunu düşünmektedir, çünkü isimler açıklanmamıştır.
Bir tek -Yes be annem-le AB vatandaşı olacaklar, dünyaya açılacaklardır.
Rum kimliği-pasaportu alan diğer 90.000 kişiyi de koyun bunun üstüne..
Alın size külliyen -YES BE ANNEM-..
-HAYIR- diyecek olan % 20-25’lik -marjinal kesim-e (KKTC Parlamenterler Birliğine de) buradan SELÂM OLSUN..
Yâni ben muhtemel bir referandumun bir kere daha –kadük- olmasında umudumu yine Rum’lardan gelecek OHİ’lere bağlıyorum.
Fakat asıl merak ettiğim, iktidar partisi UBP’nin durumu/konumu..
Referandum’un yapıldığı 20 Nisan 2004 gecesi sandıkların açılıp sonuçların ilan edilmeye başlandığı dakikalarda; kuzeyde -HAYIR- oyu kullanan tek siyasi parti olan UBP Genel Merkezi’nde Genel Başkan Eroğlu’nun yanındaydım.
Üzüntüyü paylaşıyordum.
Işıklar sönüktü, bir tek çaycı vardı bizden başka Sarayönü’ndeki Genel Merkez’de.
Parti Genel Sekreteri bile yoktu.
2004’de -HAYIR- diyen UBP; şimdi EVET mi diyecek?
Sessizlik hayra alamet değil.
2004’den, 2011’e ne değişti, BM, AB-D Türkler lehine ne gibi değişiklikler yaptı da kuzeyden külliyen EVET çıkacak, UBP de EVET diyecek?
Mutallo’yu, Poli’yi, Ayyanni’yi mi verdiler?
Hala Sultan’ı, Leymosun Türk mahallesini geri mi verdiler?
Neden hep biz toprak verirsek ancak anlaşma olacak?
Adayı 1571’de Rum’dan mı almıştık da Rum’a vereceğiz?
Sınır neden, Akıncılar’ın burnundan doğuya doğru Üçşehitler-Yıldırım-Pile’den Dikelya’ya; batıya doğru da Dali-Dizdarköy-Koçyatağı-Zeytinlik’ten Kurtboğan’a bağlanıp düz bir hat halinde çizilmesin?
Bakın o zaman ben de -EVET-in altına imzamı atmıyor muyum?” (“REFERANDUM”. 28 Temmuz 2011. Hüseyin MÜMTAZ) 23 Ocak 2013</p>
<p>57′NCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57′İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ</p> - 111111111111111

111111111111111

LEFKOŞA TAMİMİ
HÜSEYİN MÜMTAZ

“Ülkemiz ve halkımız uzun bir süredir çözümsüzlüğe terk edilen sorunlar nedeniyle ağır bir bunalıma sürüklenmiş, siyasi kaos, kirlenme, kısa günün hesabı ve kısır döngü, devletimizin temellerini sarsan bir noktaya ulaşmıştır.
Halkımızın sosyo ekonomik yaşam düzeyi, var olan sorunlara çözüm getirmekten aciz yapılanma karşısında hızla gerilemiş, işsizlik ve yokluk –kader- haline getirilmiştir.
Kamu Kurumları halkımıza götürülmesi gerekli hizmetleri verememekte, yurttaş devlete vergisini öderken katlandığı külfetin karşılığını alamamaktadır. Kamu kaynaklarının partizan amaçlarla heder edilmesi, varlık içinde yokluk yaşayan bir ülke görü-nümü yaratmıştır.
Cumhuriyet Meclisi’nde temsil çoğunluğunu sağlayanlar, sorunlara çözüm, dertlere çare bulmak yolundaki asli görevlerini unutmuş, devlet imkân ve olanaklarını alenen kişisel siyasi çıkar ve ihtiras peşinde kullanmakta sınır tanımaz bir noktaya gelmiştir. Bu icraatlarını gizlemek ihtiyacı dahi duymadan, pervasızca sürdürmekte, sorunlarla boğuşan halkımızla adeta alay etmektedirler. Sorunlar üzerinde -kuru gürültü- ile muhalefet yaparak iktidar yolu açma çabaları ise halkımızın kanayan yaralarına merhem olamamaktadır.
Başkent Belediyesi’nde neden olunan mali ve idari sorunları çözme becerisi dahi gösteremeyerek halkımıza yapılan çağdışı muamele, ülke genelinde yaşanan kaosun en çarpıcı göstergelerinden biridir.
Yönetenlerin sergilediği keyfilik, partizanlık, kararsızlık ve cesaretsizlik nedeniyle Anayasamızda açıkça vurgulanan temel hak ve özgürlükler, tehlikeye düşürülmüştür.
Sorunların çözümsüzlüğe terk edilmesinin kaçınılmaz sonucu olarak emekçi kitleler sendikal hak ve özgürlüklerini kullanma zarureti ile karşı karşıya getirilmekte, ölçüsü kaçan hatalı istek ve tepkiler ise yine en başta dar ve sabit gelirli emekçi kitlelere ağır zararlar vermektedir.
Görünen odur ki hukukun üstünlüğü ile halk egemenliğinin yerini, kişisel ve siyasi ihtiraslardan kaynaklanan sorumsuz pençeleşmeler almıştır.
İktidar boşluğundan kaynaklanan sorunların çözümü, devlet kurumlarının elinden çıkarak, bazı sivil toplum örgütlerinin eline geçmiş, hukuk devleti ve hukuki kuralların çiğnenmesi usul ve yönetim biçimi olmuştur. Bunun adı toplumsal kaos ve anarşiden başka bir şey olamaz.
Ne yazık ki her alanda -Hukukun egemenliği- yıkılmış, keyfiliğin egemenliği hâkim kılınmıştır.
Ülkemiz ağır bir kriz sürecinde yuvarlanırken, kötü gidişi durdurma görevi ile donatılmış kurum ve makamlar görevlerini yerine getiremez bir konuma düşürülmüştür. Anayasa ve yasalarımıza göre tarafsız olması gereken kurumlar dahi, siyasi kavganın merkezine çekilerek görev yapamaz hale getirilmişlerdir.
İç ve dış denetim mekanizmaları etkin ve süratli görev yapma yeteneklerini yitirmiştir. Devlet kurumlarında sık sık yaşanan usulsüzlük, yolsuzluk, vurgun, rüşvet gibi haberler insanımızı yaralamakta, devlete olan güveni sarsmaktadır.
Devletin temel görevlerinden olan eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi hizmetler durma, hatta çökme noktasına gelmiştir. Eğitimde yaşanan hedefsizlik genç nesillerin milli tarih bilinci ve ulusal kültürümüze yabancı kuşaklar olarak yetiştirilmesine neden olmaktadır.
Bu kaotik durum daha fazla sürdürülemez ve sürdürülmemelidir. Sorumsuzluğun girdabında inatla yelken açanlar, bunun hesabını tarihe ve gelecek kuşaklara vermek zorunluluğu ile karşı karşıya kalacaklardır.
Kaygımız odur ki yaşanan sorunlar hızla çözümlenip, halkımızın devlete ve siyasi kurumlara olan güveni yeniden tesis edilemez; siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlar çözümlenmezse, halkımız sadece kötü yönetim kusurlarından doğan sorunlar altında ezilmekle kalmayacak, kısa süre sonra oturulacak müzakere masasından çıkacak sonuçların ulusal davamız açısından ağır bir hezimetle sonuçlanmasının önüne de geçilemeyecektir”.
Yukarıdaki satırlar ile; 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal tarafından yaveri Cevat Abbas Bey’e 21-22 Haziran 1919 gecesi Amasya’da yazdırılan ve ilk kez ulusal egemenlikten bahsedilen “bir bağımsızlık bildirisi” niteliği taşıyan “Amasya Tamimi” arasındaki şaşırtıcı benzerlikler umarım dikkatinizi çekmiştir.
Çünkü o tamim de mevcut hükümeti hiçe saymakta, hükümetin karanlık güçlerin esiri olduğunun altını çizerek milleti yine milletin kendisinin azmi ve kararlılığının kurtaracağını söylemekteydi.
Fakat 1919’dan tam 94 yıl sonra hemen hemen aynı coğrafyada ve başka bir Türk Devleti’nde yukarıdaki bildirinin yayınlanmış olması bence tarihin kara mizahıdır.
Tarih yakamıza yapışmakta ve silkelemektedir.
Yazının başında okuduğunuz satırlar, “Yaşanan kaos daha fazla sürdürülemez” başlığını taşımakta olup “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Parlamenterler Birliği”nin 22 Ocak 2013 günü Meclis’te yaptığı basın açıklamasının metnidir.
Bakmayın Yargı’nın UBP’yi, bir türlü adam gibi yapamadığı Kurultay’ın ikinci turuna mahkûm eden kararının gölgesinde kalmış olmasına, fakat “cuk oturmuştur”.
Basın açıklamasının, bir senedir büyük bir lakaytlıkla doğru dürüst toplanamayan “Meclis”te gerçekleştirilmiş olması bile “doğru tercih”tir ve o da bizatihi başlı başına bir “olay”dır.
KKTC’de devlet yoktur, hükümet yoktur, hava kararınca geceler “sokağa” teslimdir.
“Sokak”ta kumar, fuhuş, kara para aklama “kurumları” ve onların ihtiyacı olan “yetişmiş insan profili” hâkimdir.
Birey, çaresizliğini “düşmanla” işbirliği yapmakla gidermeye çalışmaktadır.
100.000 Rum pasaportu alınmıştır; Lefkoşa Belediye işçileri çözümü Hristofiyas’ta aramakta; Futbol Federasyonu bile kendi başına Rum Federasyonu ile görüşmekte, Rum ligine katılmaya çalışmaktadır.
KKTC Parlamenterler Birliği bu feci durumu şu satırlarla anlatmıştır;
“Bazı sivil toplum örgütleri, seslerini duyurabilme ve ilgilileri çözüme zorlayabilmenin yolunu, müteaddit soykırım plan ve girişimleri ile malûl Rum yönetiminin kapısını çalarak arama durumuna getirilmiş bulunmaktadırlar. Cumhuriyetimizin varlık ve itibarını yaralayıcı özelliklere sahip olan bu hatalı girişimleri benimsemek olanağı bulunmadığını vurgularken, bu gelişmenin bir nedeninin de sorunları zamanında çözüm çabasında gerekli titizlik ve beceriyi ortaya koyamayanlarda da aramak gerektiğine işaret etmek istiyoruz”.
Halkta bıkkınlık, çaresizlik, pişmanlık ve hayal kırıklığı diz boyudur. Kimse yarınından umutlu değildir.
Yoksa asıl istenilen zaten “o” mudur?
Yüksek yüksek tepelerdeki “iyi saatte olsunlar”ın bilinçli dayattığı “öğrenilmiş/edinilmiş çaresizlik” cümle ilgili yetkisizlerce onun için mi bir türlü açıklanamamakta ve saltanatlarını da aslında bu suskunluklarına mı borçludurlar?
Şu satırları ortada fol ve yumurta yokken, bir buçuk sene önce 28 Temmuz 2011’da ve “ilk defa biz” yazmışız;
“Geliyoruz Türk tarafına..
Kimse kendini kandırmasın.. 90.000 kişi, seçilmiş ve atanmışlar ile aile fertleri dahil; güneyden Rum kimliği ve pasaportu almışsa….
Artı, Talât’ın BM’ye, dolayısı ile Rum’a verdiği 50.000 –yerleşik- bir eli yağda, bir eli yağda hiç zahmetsiz-Türkiyesiz AB vatandaşı olmak istiyorsa…
Bu sefer kuzeyden çıkacak EVET’lerin oranının daha da artarak %75-80 aralığında olacağını düşünüyorum..
Çünkü kuzeydeki oy hakkı sahibi seçmenler üç aşağı beş yukarı %60 Kıbrıs Türkü, % 40 -yerleşik- oranındadır.
%40’daki herkes isminin Talât zamanında Rum’a verilen listede olduğunu düşünmektedir, çünkü isimler açıklanmamıştır.
Bir tek -Yes be annem-le AB vatandaşı olacaklar, dünyaya açılacaklardır.
Rum kimliği-pasaportu alan diğer 90.000 kişiyi de koyun bunun üstüne..
Alın size külliyen -YES BE ANNEM-..
-HAYIR- diyecek olan % 20-25’lik -marjinal kesim-e (KKTC Parlamenterler Birliğine de) buradan SELÂM OLSUN..
Yâni ben muhtemel bir referandumun bir kere daha –kadük- olmasında umudumu yine Rum’lardan gelecek OHİ’lere bağlıyorum.
Fakat asıl merak ettiğim, iktidar partisi UBP’nin durumu/konumu..
Referandum’un yapıldığı 20 Nisan 2004 gecesi sandıkların açılıp sonuçların ilan edilmeye başlandığı dakikalarda; kuzeyde -HAYIR- oyu kullanan tek siyasi parti olan UBP Genel Merkezi’nde Genel Başkan Eroğlu’nun yanındaydım.
Üzüntüyü paylaşıyordum.
Işıklar sönüktü, bir tek çaycı vardı bizden başka Sarayönü’ndeki Genel Merkez’de.
Parti Genel Sekreteri bile yoktu.
2004’de -HAYIR- diyen UBP; şimdi EVET mi diyecek?
Sessizlik hayra alamet değil.
2004’den, 2011’e ne değişti, BM, AB-D Türkler lehine ne gibi değişiklikler yaptı da kuzeyden külliyen EVET çıkacak, UBP de EVET diyecek?
Mutallo’yu, Poli’yi, Ayyanni’yi mi verdiler?
Hala Sultan’ı, Leymosun Türk mahallesini geri mi verdiler?
Neden hep biz toprak verirsek ancak anlaşma olacak?
Adayı 1571’de Rum’dan mı almıştık da Rum’a vereceğiz?
Sınır neden, Akıncılar’ın burnundan doğuya doğru Üçşehitler-Yıldırım-Pile’den Dikelya’ya; batıya doğru da Dali-Dizdarköy-Koçyatağı-Zeytinlik’ten Kurtboğan’a bağlanıp düz bir hat halinde çizilmesin?
Bakın o zaman ben de -EVET-in altına imzamı atmıyor muyum?” (“REFERANDUM”. 28 Temmuz 2011. Hüseyin MÜMTAZ) 23 Ocak 2013

Okumaya devam et  AYİOS SPİRİDON’UN ÇANLARI KİMİN İÇİN ÇALIYOR?

57′NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57′İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir