DEVRİMCİNİN ÇIĞLIĞI
Ergenekon operasyonu kapsamında çoğu gazeteci 11 kişi daha gözaltına alındı.
Çok sayıda tutuklu iki yıldan uzun süredir hapisteyken soruşturma dalgasının ifade özgürlüğünü tehdit etmeye başlaması,
İktidarın -efendim,işte; üyelik için Kopenhag Kriterlerine uygun siyasi reformlar yapıyoruz,yargı bağımsızlığı,sivil-asker vesayeti,azınlık hakları,-kem küm; benzeri argümanlarının, giderek kuşkuyla değil nefretle karşılanmasına ve devrim vicdanın çığlığına neden oluyor.
*
Son gözaltılarla ilgili TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner’in;”Darbe dönemlerinden,demokrasiye müdahalelerden,sayısız faili meçhulden ve bunların sorumlusu çetelerden yılmış vatandaşlar olarak,Ergenekon davası başladığından bu yana,hepimiz o darbelerin ve müdahalelerin sonu gelecek,daha şeffaf ve hesap veren bir devlete kavuşacağız diye ümitlendik.Demokrasi,şeffaflık ve adaletin yerine gelmesi için daha ne kadar bekleyeceğiz? ‘Bakalım arkasından ne çıkacak’ sorusunun son kullanma tarihi nedir?” açıklaması kamuoyuna tercüman oluyor.
*
Ümit Boyner’in “darbe dönemleri,demokrasiye müdahaleler,sayısız faili meçhuller ve bunların sorumlusu çeteler” ifadesi, Türkiye’nin lâik demokrasisine yamanmış-elbette şahsi ikballeri uğruna, bir avuç sivil- asker siyasetçi ve bürokratın önce NATO ardından AB üyeliği yolunda verdikleri ödünlerle biçimlenen tarihini oluşturuyor.
Her defasında gerçek yurtsever siyasetçi ya da askere düşen,verilen ödünlere engel olmak ve Türkiye’yi yeniden eksenine koymak-iken;
Yazık ki, su uyuyor fakat düşman uyumuyor!
*
Düne kadar lâik demokrasi önünde en büyük tehditi oluşturan irtica ve bölücülük;
NATO ve AB üyeliği süreçlerinde uluslararası destekle şahsi ikballeri peşinde koşan bir avuç sivil-asker siyasetçi ve bürokrat aymazdan yararlanarak “Demokratikleşme” adıyla yasallaşmayı becermiş-üstelik, “Demokratikleşme” becerisiyle iktidara da çıkmıştır.
Şimdi Türkiye’nin lâik demokrasi kültürünü,taşıyıcı aktörleri ve siyasal tezahürlerini “merkezi,seçkinci ve otoriter bir zihniyet ve kurumları” olarak suçluyor ve yıkılası-yokolası bir vesayet olarak algılanmasını da kabul ettirmiş bulunuyor!
*
Bir avuç aymaz siyasetçi ve asker bürokratın önderliğinde yakın tarihin darbe dönemlerinden,demokrasiye müdahalelerden,faili meçhuller ve çetelerinin neden olduğu ulusal ve uluslararası siyasi,ekonomik ve sosyal sorunlardan kalkılıyor.
Kürt,Alevi, azınlıklar,din-vicdan,ifade ve örgütlenme özgürlüğü,türban benzeri ve komşu ülkelerle sorunlarda merkezi,seçkinci ve otoriter zihniyet vesayetinin demokratikleşme önünde engel olduğu yolundan yürünüyor.
*
Buna göre vesayet; sadece anayasal hukuki düzeyde ve kurumsal değil aynı zamanda bir siyasi kültürdür.
O halde vesayetçilikle-artık, iktidarda temsil edilen dinî ve muhalefette bulunan etnik kimlikçi siyasetlerin gerginliğe,şiddete ve korkuya sürüklenmesinin önüne geçilmesi gerekiyor.
Aymaz sivil-asker siyasetçi ve bürokratın açıklarından faydalanılıyor.
Askeri bürokrasi tasfiye edilerek demokratik denetime alınmıştır.
Aynı zamanda demokratik müttefik olunan Kürt hareketinin sorununun çözümünde özgürlüklerin genişlemesi ve demokratik siyaset öne çıkarılıyor,
Savunma,güvenlik ve istihbarat konularında demokratik denetim lehinde sivil ve asker arasında bilgi asimetriği kuruluyor,
Yargı organları demokratik meşruiyet temelinde yeniden yapılandırılırken,
Nasılsa müfredatlarla her tür vesayetçiliğe karşı duyarlılıklar geliştirilirken insan yetiştirme düzeni de peyderpey geliştirilmektedir.
Tek parti döneminin ideolojik mirası niteliğinde CHP’ye makyaj yapılıyor ve sıra 1961 ve 1982 anayasalarında kalıcı vesayetçiliğin tasfiyesine geliyor.
Pekala -işte, ifade özgürlüğünün de engellenmesinin nihai adımları atılıyor…
*
Ne ki uygulamaların çoğunlukçu bir anlayışla yapılması toplumu kutuplaştırmıştır.
Türkiye’nin temelini oluşturan Atatürk devrimleri ve ilkeleri çerçevesinde statükocular ile statükoya karşı sorunları büyültülen kesimler arasında diyalog ve empati kopuyor.
*
Halbuki Türkiye’nin harcına ruhunu koyan Büyük Atatürk,”Bizi öldürmedikçe,bizim kafalarımızdaki akımı boğmadıkça,başladığımız devrim ve yenilik bir an bile durmayacaktır.Bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır” diyor.
Türk ulusu ve devletinin asli temeli “Devrimciliğe” işaret ediyor.
Nitekim Türkiye’nin; devrimciler ve demokratikleşmecileri kutuplaşmış bulunuyor!
*
Çünkü Devrimcilik ilkesi durmaksızın bilimin,yeniliğin peşinde koşmanın,çağa ulaşmanın gücünü içinde taşıyor.
Türk Devrimciliğini ve karşı çıkanları Mustafa Kemal’den duymak ve anlamak gerekir.
“Eğer onlara karşı benim şahsımda birşey anlatmak isterseniz,ben şahsen onların düşmanıyım.Onların olumsuz yönde atacakları bir adım,yalnız benim şahsi gayeme değil,o adım benim milletimin hayatıyla alakadar,o adım benim milletimin hayatına bir kasıt,o adım benim milletimin kalbine havale edilmiş zehirli bir hançerdir.
Benim ve benimle aynı düşüncede olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir.Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim.Farz-ı muhal eğer bunu sağlayacak kanunlar olmazsa,bunu temin edecek meclis bulunmazsa,öyle menfi adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben yalnız kalsam,yine tepeler ve yine öldürürüm”diyor.
*
Ergenekon davası giderek “demokratikleşme “yaygarasıyla Türkiye ile hesaplaşmaya yönelirken son olarak gazeteciler,yazarlar,çizerler sindirme amacıyla gözaltına alınmıştır.
Gazetecilere Özgürlük Platformu öncülüğünde Taksim Meydanında 2 bin gazeteci “Gazeteciysen boyun eğmeyeceksin, boyun eğiyorsan gazeteciyim demeyeceksin”, sloganıyla protestodadır, kalemler kırılıyor.
Bu kez Türk insanının muhteşem devrimci ruhu “Yeter artık” çığlığı basıyor-ki, maazallah!
[email protected]
Bir yanıt yazın