DIŞ POLİTİKADA KÖKLÜ DEĞİŞİKLİKLER

Mustafa Kemal Atatürk

11 yıllık AKP iktidarı döneminde Türk dış politikasında oldukça köklü değişiklikler yapıldı. AKP iktidarı kendilerinden önceki 90 yıllık Cumhuriyet iktidarlarının yürütmeye çalıştıkları Batı yanlısı politikaları izlerken, iktidarda güçlendiklerini anladıkları andan itibaren bu politikadan yavaş yavaş çark etmeğe başlamıştır. Bu politika değişikliğinde göreve geldiği günden itibaren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlunun rolü büyük olmuştur. Bu politikanın temelinde Din ağırlıklı Ortadoğu ve Afrika ile ilişkileri geliştirme ve biraz hayalî görünse de, eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yeni bir birlik sağlama arzusu mevcuttur.
Hatırlarsanız Kuzey Afrika’da değişim, oynak bir zeminde kıpırdarken Tunus ve Libya olayları ile başlamıştı. NATO’nun Libya’ya müdahale ihtimali belirince, Dış politikamız Muammer Gaddafi iktidarına karşı yapılacak bir silahlı müdahaleye karşı idi. Hemen sonra, ABD, Fransa başta olmak üzere NATO ülkelerinin isyancıların yanında yer alması ve Kaddafiye karşı silah kullanma kararı alması ile bir anda politika değişti.
İktidarımız, Muammer Kaddafi’nin kaybedeceğini ve Müslüman Kardeşler benzeri dinci kitlelerin iş başına geleceğini anlayınca hemen muhalefetin safına geçti. Yalnız kalan ve o güne kadar dünya üzerindeki hemen hemen bütün İslamcı faaliyetlere, şu veya bu şekilde en büyük desteği veren ve özellikle Batının koyduğu kurallara karşı cesur çıkışları ile bilinen İsrail’in en büyük düşmanı sayılan bir Ortadoğu lideri, Tıpkı Saddam Hüseyin gibi bir köşede sıkıştırılıp öldürüldü.
Tunus ve Mısırdaki kaynaşmalarda liderlerimizin tek endişesi İslami İktidarlar oldu. Bu iktidarlara karşı gösterilen her türlü mukavemet, Mısır’a yapıldığı gibi şiddetle kınandı. Türk Hükümeti her türlü imkânı kullanarak İslami örgütlere maddi ve manevi her türlü desteği vermekte tereddüt etmedi.
Daha birkaç yıl önce canciğer kuzu sarması olduğumuz Suriye de devlet başkanı Esad radikal İslam’ın önünde engel olarak durunca, bu ülkeye karşı politikamız kökten değişti ve komşumuz Suriye’ye Kaddafinin Libyasına yapıldığı gibi bir Haçlı seferi peşinde koşmaya başladık. Bereket Hıristiyan güçler pek anlaşamadı da askeri saldırı geri bırakıldı.
Biz daha on yıl öncesine kadar İran’ın Dinci rejim ihracından endişe ederken ne kadar hazindir ki bu güne kadar Atatürk’ün ortaya koyduğu, dünyaca bilinen “Yurtda Sulh, dünyada sulh” ilkesini dışlayan iktidarımız başta Suriye ve Irak olmak üzere, komşu ülkelere rejim ihraç etmeğe başladı.
Suriye’ye düşmanlığın başlangıcını biz Esad çiftinin birkaç yıl önceki Türkiye ziyaretinde başladığını tahmin ediyoruz. Bütün Türkiye kadınlarını Türban ve çarşaf altına sokmak için çırpınan liderlerimiz, Esma Esadın modern ve zarif görünümünden hiç hoşlanmadılar. Bir İslam ülkesi için iyi bir örnek olmadığı ve özellikle her fırsattan istifade ile yok etmeğe ve ezmeye çalıştıkları Atatürk’ün izinden giden Laik kesimin bazı imalarda bulundukları inancıyla komşumuzla ilişkileri ters yüz ettiler.
Liderleri bu durumda olan bir kardeş ülke daha var. Azerbaycan’ın lideri ve zarif eşleri de Türbana soğuk ve Laik sisteme daha yakınlar. Türbancı liderlerimizin bu kardeş ülkeye ne kadar yakınlık gösterdiği rahatlıkla izlenebilir. Ama başka Türkî liderlerin eşlerinin de başı açık olduğu için şimdilik hiçbir olumsuz davranış gösterilmiyor. Ama AKP’nin aldığı %50 oylar devam ettiği sürece ilerideki yıllarda yeni Eset’lerin ortaya çıkarılması beklenmelidir.
1986 yılında Amerikan Gen. Kur. Bşk.lığı Pentagonda, Siyonist kökenli olduğunu tahmin ettiğimiz bazı subaylar bir araya gelip yeni bir Ortadoğu Haritası üzerinde çalışıyor ve özellikle İsrail’e düşman olan veya düşman olma potansiyeline sahip ülkeler paramparça ediliyor ve inanılmayacak olay, bu harita 20 sene gibi kısa bir süre sonunda gerçekleştirilme safhasına sokuluyor.
Önce hedef İranken birden hedef değiştirilip öncelik Irak’a veriliyor. Irak parçalanarak ırk ve din farklılığı gibi ilkel birlikteliklerden yararlanılarak haritada olduğu gibi bölünüyor. Ardından Suriye gündeme geliyor. Bu güne kadar Libya ve Irak gibi Suriyeye saldırı yapılmamasının bizce en önemli nedenlerinden biri, zaten parçalanmanın arifesinde olduğuna inanılmasıdır. Tıpkı Kuzey Irak gibi Kuzey Suriye de yeni kurulacak Kürt devletinin elemanlarının eline geçmiştir.
AKP Liderlerinin tutum ve davranışları en önemli oy kaynağı olarak gördükleri Kürt kökenli Türk yurttaşlarını yarı özerklik veya özerklik yolunda desteklemektedir. Yakın bir gelecekte İran’ın da bölünmesi ve oradan koparılacak petrol bölgeleriyle Kürt yapboz haritasının tamamlanması mümkün olacaktır.
Türkiye bütün bu gelişmeleri önleyecek tek ülke olabilirdi. Ama bu ülkenin liderleri “Millet ve Milliyetçilik” kavramlarının yüceliğini anlayamayınca kendilerine özgü nedenlerle Siyonizm’in amaçlarına hizmet eder bir duruma düşmüştür. İşin en hazin yönü de uyguladıkları dinci politikanın Müslümanlara değil ama Müslüman olmayanlara hizmet ettiğini anlamak istemiyorlar.
İslam Dünyasını birleştirme, önce İslam lideri sonra dünya liderliğine soyunma, eski Osmanlı İmparatorluğunu, belki de daha sonraki yıllarda Halifeliği ihya etme gibi hayaller Türkiye’nin açmazlarıdır. Başbakanımızın İsrail’den sonra Batıyı sadece ekonomik çıkarlarının peşinde koşan, çıkarcı uluslar olarak ithamı ve zaten aksak giden Birleşmiş Milletler teşkilatının yapısını değiştirme talepleri bu gün pek çok batı dünyasında onu yeni bir hedef adam haline getirmiştir.
Bu arada Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme gibi hayali de kaybolma aşamasındadır. Bunda Avrupalıların da tıpkı bizimkiler gibi olaya dinsel yaklaşımlarının rolü varsa da esasen Avrupa’dan nefret eder gibi görünen, Avrupa’daki muhataplarıyla sıcak ilişkiler kurmayı beceremeyen bir bakan ve yardımcılarının bu işi başarması mümkün değildi.
Bütün bu değişimin temelinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının kişisel arzu ve istekleri yatmaktadır. Bilimsel ve akılcı kaynaklara dayanmayan bu duygusal görüşler Türkiye ve Türk Halkına zarar vermeye başlamıştır. Kötü gidişi sadece iktidardaki AKP elemanları önleyebilir. Bu politikalar ve sahiplerinin vakit kaybetmeden değiştirilmesi lazımdır. Bütün gösterişli ve abartılı propagandalara rağmen Türkiye yanlış bir yönde yürütülüyor. Yanlışlık dinsel figürlerle, her haliyle seçim yatırımı olarak değerlendirilen, millet ve milliyetçilik duygularını ezen, lütuf benzeri paketlerle önlenemez. Ancak yeni oluşturulacak bir kadro, akılcı politikalar ve yeni liderlerle hem Türkiye’yi ve hem de bu siyasi partinin geleceğini kurtarmak mümkün olabilir.

Okumaya devam et  BENİM OY’UM-SENİN OY’UN

Dr. M. Galip Baysan