Aşık Veysel’in uçmağa varmasının yıldönümü de unutmayalım

1894’de  doğduğu Sivrialan Köyünde doğan Aşık Veysel (Şatıroğlu) tecelli midir ,rastlantı mıdır nedir bilinmez ama bir nevruz sabahı doğduğu köyde 21 Mart 1973 günü uçmağa varmıştı. - asik veysel satiroglu

21 Mart 1973 günü ölen Aşık Veysel’in uçmağa varmasının 51.yıldönümünde de unutmayalım

1894’de  doğduğu Sivrialan Köyünde doğan Aşık Veysel (Şatıroğlu) tecelli midir ,rastlantı mıdır nedir bilinmez ama bir nevruz sabahı doğduğu köyde 21 Mart 1973 günü uçmağa varmıştı.

2023 yılını unutulmasın diye UNESCO “Aşık Veysel Yılı “ ilan etmişti.

Anadolu’nun öz evladını bizim de unutmak gibi bir gafa düşmememiz gerekiyor.

“ Kim okurdu kim yazardı/ Bu düğümü kim çözerdi / Koyun kurt ile gezerdi / Fikir başka başka olmasa ” dizelerindeki mana yazarak kaç sayfaya sığdırılabilir?

Aşık Veysel’in   “Aldanma cahilin kuru lafına / Kültürsüz insanın kulu yalandır/ Hükmetse dünyanın her tarafına /Arzusu hedefi yolu yalandır “ dizeleri “ İlim başkadır irfan başkadır “ diyen Ömer Seyfettin’i doğrulamıyor mu?( *)

Uçmağa varmasının 51.yıldönümünde de büyük halk ozanını unutmayalım, saygı ve sevgiyle anımsayalım 22.3.2024 Cuma 

1894’de  doğduğu Sivrialan Köyünde doğan Aşık Veysel (Şatıroğlu) tecelli midir ,rastlantı mıdır nedir bilinmez ama bir nevruz sabahı doğduğu köyde 21 Mart 1973 günü uçmağa varmıştı. - asik veysel satiroglu

AŞIK VEYSEL’E İLİŞKİN KISA ÖYKÜ(ANEKDOT):

Hasanoğlanlı İsmail Şeker’in anılarından öğrendiğimiz kadarıyla;

1946’da Hasanoğlan’da usta öğretici olarak görev yapan Âşık Veysel, enstitünün bahçesine bir kiraz ağacı diker. Gidip gelip ağacı yoklayarak kontrol edermiş Veysel; ne kadar büyüdü diye… Aynı kiraz ağacından, adı değiştirilerek, Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okulu yapılan okuldan çıktılıı Köksal Kınacı öğretmenimiz de söz eder anılarında. “1955- 60 yıllarında öğrenci olduğum, sonradan adı değişen Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okulu’na da birkaç kez geldi (Veysel) ve eskiden saz öğretmenliği ettiği günlerde elleriyle diktiği bir kiraz ağacının yetişip yetişmediğini sordu.

“Beni götürün de bir bakayım.” dedi. Nasıl bakacaktı, öyle meraklanmıştım ki… Anımsıyorum, bir dersliğin önündeki o kiraz ağacına götürdüler Veysel’i, elleriyle ağacın gövdesini yokladı. Dallarına doğru uzattı ellerini. Sarkan dallardan tuttu. Kirazın kocaman bir ağaç olduğunu söylediler, orada bulunanlar.

 “Evet tutmuş” dedi. Yavrusunu kucaklayan bir baba gibi kirazın gövdesini, dallarını kucaklıyordu. Her fırsatta Hasanoğlan’ı çok sevdiğini söyleyen Âşık Veysel, son kez 1962-1963 eğitim sezonunda gitmiş. Gider gitmez de, kiraz ağacına koşmuş. Sevmiş onu, okşamış.

Okumaya devam et  Aşık Veysel – Kara Toprak – Başkurt Türkçesi

Ancak İsmail Şeker, bu ziyaretinde, ağaca sarılıp ağladığını da yazmış Veysel’in.

Çok düşündüm, neden acaba?

O kiraz ağacı, öğrenme aşkıyla yanıp tutuşan ve doğru dokunulduğunda mucizeler yaratan köy çocuklarını mı temsil ediyordu Veysel için?

Artık kolu kanadı kırık, ezberci eğitimin elinde, meyvesiz ağaçlara dönen çocukların dramatik hikâyelerini mi görmüştü o günlerden?

 İlgisiz ve sevgisiz bir eğitimin çocukları nasıl da kör, nasıl da üretimsiz ve nasıl da boş bırakacağını?

Aynı sevgisiz, ışıksız bir kenarda unutulan ve tek tip algısıyla bir başına bırakılan kiraz ağacı gibi… O kiraz ağacı hâlâ orada mıdır?

Bilmiyorum. Büyük olasılıkla değildir.

Bunu, İsmail Hakkı Tonguç’un, Hasanoğlanlı Abdullah Özkucur’a yazdığı bir mektubundaki bir tümceye dayandırarak söylüyorum.  Karanlıktan hoşlanan… iki ayaklı yaratıklar ışık görünce etrafa şuursuzca saldırmaya” başlayacak ve  ilkel insanların başvurabilecekleri metotlarla aydınlığı silmeye”  yelteneceklerdir çünkü.

Büyük bir olasılıkla o kiraz ağacı, bir bina yapmak için, dallarında enstitülü çocukların sesi, gövdesinde Âşık Veysel’in sıcaklığı olduğuna bakılmaksızın kesilmiştir. Çünkü binalar, ağaçları yere sermiştir.

Betondan soluğumuz kesilmeden ayılsak bari!

Kızılderili atasının dediği kehanet doğru çıkmasa bari: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde, son balık öldüğünde… beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” 

Sözüm sus oldu ağzımın içinde, başımda yırtıcı kuşların çığlığı…(1 )

(*)İlim başkadır irfan başkadır “ diyen Ömer Seyfettin neden haklıdır?

Ömer Seyfettin, İstanbul Erkek Lisesi’nde edebiyat muallimi!

Birinci Dünyâ harbinin en civcivli zamânı! Müstahdem Dursun Efendi, muallim odasına sabah çaylarını getirmiş, tabaklarda iki tâne siyah kuru üzüm!

Dilinde “ İlim başka, irfan başka, âlim başka, ârif başka” dizesi Seyfettin’in dilinde pelesenk.

Arkadaşları  “Olur mu Hocam! İlim ile irfan aynı şeydir, âlim kişi aynı zamanda âriftir”.

Okumaya devam et  Tarkan – Benim Sadık Yarim Kara Topraktır

Ömer Seyfettin: “Sabredin muhterem muallimler! Ben size bu sözümü ispât edeceğim” demiş.
Bir sabah, heyecanla “Müjde arkadaşlar, Avusturya’dan üç vagon dolusu şeker yola çıkmış, haftaya İstanbul’da. Bundan böyle, çayı şekerle içeceğiz” deyince öğretmenler sevinçle yerlerinden zıplar!

O sırada odaya giren Dursun Efendi de kuru üzümlü çayları öğretmenlere dağıtmaya başlamış.

Ömer Seyfettin “ Dursun Efendi! Duydun mu? Avusturya’dan üç vagon şeker geliyormuş. Bundan sonra tabaklara kuru üzüm yerine şeker koyacaksın” demiş.

Dursun Efendi “ Duy da inanma Beyim! Alaman’ın çizmesi altında çiğnenen adamlar şekeri nerden bulacak! Bulsa, niye sana göndersin, kendisi yer” diye cevaplamış.

Ö. Seyfettin de hemen “İşte arkadaşlar, sözümü ispatladım! Sizler ilim adamısınız, lâkin ölçüp biçmeden sözüme hemen inandınız! Dursun Efendi ise ilim değil amma irfan sâhibi! Basit bir akıl yürütme ile sözlerimin gerçek olamayacağı sonucuna vardı. Demek ki neymiş! İlim başkaa, irfan başka, âlim başkaa, ârif başka” diye taşı gediğine koymuş

 (1 )https://www.egetelgraf.com/kose_yazilari/asik-veysel-hasanoglanda/


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir