Site icon Turkish Forum

ORUÇ VE CAHİLİYE DÖNEMİ ARAP KÜLTÜRÜNÜN İSLAM’DAKİ İZLERİ

Hayırlısıyla bir Ramazan ayına daha eriştik. Tanrı, rızası için ve kendisine kulluk maksadıyla oruç tutacak Müslümanların oruç ibadetlerini kabul etsin. Bu sebeple, bu yazımızı Ramazan ve Oruç ibadetine ayırdık. Elbette konuya, Ramazan ayı gelince din adamı adı altında faaliyet göstererek, cami kürsülerini, televizyon ekranlarını, salonları ve hatta meydanları işgal eden din bezirgânlarının ve şarlatanların yaklaştığı gibi ele almayacağız. Akıl ve mantık çerçevesinde değerlendireceğiz. Ancak aklımızın erdiği, mantığımızın yettiği kadarıyla. - minyatur istanbul kapak

Hayırlısıyla bir Ramazan ayına daha eriştik. Tanrı, rızası için ve kendisine kulluk maksadıyla oruç tutacak Müslümanların oruç ibadetlerini kabul etsin. Bu sebeple, bu yazımızı Ramazan ve Oruç ibadetine ayırdık. Elbette konuya, Ramazan ayı gelince din adamı adı altında faaliyet göstererek, cami kürsülerini, televizyon ekranlarını, salonları ve hatta meydanları işgal eden din bezirgânlarının ve şarlatanların yaklaştığı gibi ele almayacağız. Akıl ve mantık çerçevesinde değerlendireceğiz. Ancak aklımızın erdiği, mantığımızın yettiği kadarıyla.

Kur’an’da Bakara Suresi’nin 183. Ayetinde “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” denilmekle, Oruç ibadetinin İslam’dan önceki Semâvi dinlerde de olduğu anlaşılmaktadır. Bu demektir ki; tıpkı Namaz gibi, Hac gibi, Zekât gibi, Kurban gibi, Oruç ibadeti de İslam ile gündeme gelen orijinal bir ibadet değildir. Esasen bizatihi İslam Dini’nin kendisi orijinal bir din değildir. Çünkü İslam, bozulan dinleri tamir etmek, Kur’an-ı Kerim de tahrifata uğrayan kutsal kitapları yenilemek ve onarmak için gelmiştir. Bunu, İslam uleması da söyler, batılı Müsteşrikler de. Hatta bazı müsteşrikler, İslam Dini ile önceki semavi dinler arasındaki benzerliklerden hareketle Peygamber’in diğer dinlerden alıntılar yaptığını bile iddia ederler.

Oysa bu, bir alıntı ve intihal değil, önceki ilahi dinlerde de bulunan bazı hükümlerin, bazı ibadetlerin ve bazı hikâyelerin tekrar edilmesidir. Çünkü dinin sahibi öyle münasip görmüştür. Müsteşriklerin dediği, belki hadisler için geçerli olabilir ama Kur’an ayetleri için geçerli değildir.

İslam’ın, kendinden önceki dinleri tamir ve onarmak maksadıyla geldiğini, sosyal medya arkadaşım ilahiyatçı Salih Yolyapan çok güzel özetlemiş. Diyor ki: “İslam Dini, eski köye yeni âdet getirmedi. Bazı bozuk âdetleri ıslah, bazı iyi âdetleri ihya, bazı kötü âdetleri de ilga etti” Evet, bize göre de İslam aynen böyle yaptı.

Oruç İbadeti Her Dinde Vardır

Bu kadar girizgâhtan sonra şimdi de gelelim asıl konumuz olan Ramazan Ayı’na ve Oruç ibadetine. “Peygamber”, “Namaz” ve “Bayram” başta olmak üzere; birçok dini kavram gibi “Oruç” kavramı da Farsçadan dilimize geçmiştir. Bunun bir sebebi de bizim, İslam Dini’ni, direk Araplardan değil, Araplarla aramızda kültürel ve coğrafi set teşkil eden Farslardan öğrenmemizdir. Üstelik sıkı durun, bu dini kavramların hemen tamamı, “Orta Farsça” denilen, Zerdüştlüğün, diğer adıyla Mecusiliğin egemen olduğu dönem Farsçasından kalmadır! Bu demektir ki; Zerdüştlükte de bu tür ibadetler bulunmaktadır…

“Oruç kelimesi, sözlükte ‘bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak’ anlamına gelen Arapça savmın (sıyâm) Farsça karşılığı olan rûze kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir.” diyenler olduğu gibi(1) “Soğdca yazılı örneği bulunmayan röcag ‘oruç tutma’ sözcüğünden alıntıdır. (Not: Bu sözcük Orta Farsça aynı anlama gelen rezag sözcüğü ile eş kökenlidir). Bu sözcük, Soğdca röç ‘gün’ sözcüğünden türetilmiş”(2) ve “Oruç sözcüğü Selçuklular döneminde Farsçadan alınmış rôcik sözcüğünün Türkçedeki söylenişi olup ‘günlük’ manasındadır”(3) diyenler de vardır.

Yukarıda verdiğimiz Kur’an ayetinden de anlaşılacağı üzere; Oruç ibadeti İslam’dan önceki ilahi dinlerde ve o dinlerin bugünkü uzantılarında da vardır. Dahası “dünyevi” olarak adlandırılan, hemen bütün önemli dünya dinlerinde de vardır. Yani belki maksadı, şekli, zamanı ve süresi farklıdır ama Oruç, pek çok semavi ve dünyevi dinde icra edilen bir dini ritüel olarak varlığını devam ettirmektedir.

Oruç kelimesi, Zerdüştlüğün egemen olduğu dönem Farçasından dilimize miras kalmış olmakla birlikte Zerdüşlükteki oruç İslam’daki gibi değildir. İstifade ettiğimiz bir kaynakta şöyle deniyor bu konuda: “Zerdüştîlik de oruç uygulamasına karşıdır. Hatta Vendidad’ın bir ifadesinde, midesini etle dolduran kimsenin kendini iyi bir ruhla doldurmuş olacağı ve böyle kimselerin gün boyunca hiçbir şey veya sadece et yemeden duran kimselerden daha iyi oldukları vurgulanmaktadır (Vendidad [Zend-Avesta, I], IV, 46). Zerdüştler gerçek orucu yemekten içmekten kaçınmak değil, fiil, düşünce ve konuşmalarda hataya düşmekten kaçınmak şeklinde tanımlar.”(4)

İslam Ansiklopedisi’nde bulunan yukarıdaki ifadelerde çelişkiler vardır. “Zerdüştîlik de oruç uygulamasına karşıdır” dedikten sonra “Zerdüştler gerçek orucu yemekten içmekten kaçınmak değil, fiil, düşünce ve konuşmalarda hataya düşmekten kaçınmak şeklinde tanımlar” şeklinde kurulan cümle önceki cümle ile çelişmektedir. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere; Zerdüştler, oruca karşı değil, İslam’daki oruç tutma şekline karşıdırlar!

“Sadece İran’da yayılan Zerdüştlüğün yükümlülükleri arasında yeme içmeden keserek oruç tutmaya yer yoktur. Bunun sebebi Zerdüştlük inancına göre bedenin zayıflaması, şer karşısında hayırların zayıflamasına yol açar ve insana hiçbir manevi fayda sağlamaz.”(5) şeklindeki bilgiler de bizim tezimizi doğrulamaktadır aslında ki; Hz. Peygamber’in “Sizden biriniz oruçluyken kötü söz söylemesin, kavga etmesin. Ona birisi sataşır veya kötü söz söylerse, ‘ben oruçluyum’ desin.”(6) şeklindeki hadisi de, Oruç’un sadece aç susuz kalmak olmadığını ve bunun yanında, tıpkı Zerdüşlükteki oruç gibi, başkalarını üzecek, çevreye zarar verecek söylemlerden ve eylemlerden de kaçınılmasını öngörmektedir.

Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi Semavi dinlerin yanı sıra “dünyevi” olarak nitelendirilen birçok dinde de oruç vardır. Mesela “Konfüçyüsçülük ve Taoizm gibi Çin dinlerinde de atalara tapınma seremonisi veya evlenme törenine hazırlık olarak ya da zihni belli bir konu üzerinde yoğunlaştırma arzusu gibi değişik amaçlarla oruç tutulur.”(7) Ayrıca Hinduizm, Jainizm, Budizm, Sih dini gibi Hind kökenli dinlerde de genelde din adamları ve rahipler tarafından farklı amaçlarla yeme-içmeyi bırakmak suretiyle oruç tutulmaktadır.(8)

Selçuk Ü. Ed.F.Tarih Böl. Öğretim Üyesi Mustafa Demirci; “Cahiliye dönemi Arapları da ‘Recebu’l-Esam’ ve ‘Şehr-i Mudar’ dedikleri Recep ayında da oruç tutuyorlar, aynı zamanda Hz. İsmail’den kaldığına inandıkları ‘Aşura’ orucunu kaçırmamaya özen gösteriyorlardı. Hz. Peygamber’in de Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar bu orucu tuttuğunu hatırlatalım.”(9) derken;  

Sinop Ü. İlahiyat Fak. Öğretim üyesi Yar.Doç. Dr. Emrah Dindi “Oruç ibadeti şu veya bu şekilde İslamiyet öncesi toplumlarda köklü kadim ritüeller arasında yer alır. Başlarına bir musibet geldiğinde, kıtlığa maruz kaldıklarında yahut Tanrı’nın öfkesine maruz kalacaklarını düşündüklerinde veya Kâhinler ilhama hazırlık yaptıklarında, günahlarını affettirmek ve arzu ettiklerine kavuşmak için oruç tutarlardı… İslam öncesi Arap yarımadasında Yahudi ve Hristiyanların orucu maruf olmakla birlikte hangi gün ve aylarda ne kadar gün oruç tutulduğu, benzer şekilde Kureyş’in yahut Medine’li Arapların Ramazan’da bir ay oruç tutma adetinin olup olmadığı konusunda kesin bir şey söylemek mümkün görünmemektedir. Bununla beraber Arap töresi, oruç Müslümanlara farz kılınmadan önce, onların oruç vb şerî kavramları hem luğavî hem de pratik boyutunu ifade eder şekilde ıstılahî anlamlarında kullandıklarını, oruç, namaz, zekât ve hac gibi ibadetleri bildiklerini ve Allah’ın onlara bildikleri ve tatbik edegeldikleri şeyler dışında herhangi bir şeyle hitap etmediğini hiç şüphesiz ortaya koymaktadır. İslam öncesi Arapların bu aşırı sıcak ayda oruç tutmalarından dolayı bu ayın ‘Ramazan’ diye isimlendirildiğinden, Ümeyye b. Ebi’s-Salt gibi cahiliye Arap şairlerin şiirlerinde oruç tutanların cennetteki mükâfatından, orucun başlama vaktini ifade eden beyaz ve siyah iplikten bahsedilmiştir” demektedir.(10)

Bu son iki bilim adamının yazdıklarından da anlıyoruz ki; Oruç ibadeti, şu ya da bu şekilde Cahiliye dönemi Araplarınca da bilinmekte ve yerine getirilmekteydi…

Müslümanlar Neden Ramazan Ayı’nda Oruç Tutuyorlar?

Kur’an’ı Kerim’de Bakara Suresi’nin 185. Ayetinde “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun…” buyrulmaktadır. O sebeple Müslümanlar, Oruç ibadetini Ramazan ayında icra etmektedirler.

Bilindiği gibi “Hicri Takvim”, Hz. Ömer’in hilafeti sırasında, olmak üzere 639 yılında kabul edilmiştir. Rivayete göre; Hz. Ali’nin teklifi ile Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicret ettiği Miladi 622 yılı da takvim başı alınarak kabul edilmiştir. Bu bilgiden anlıyoruz ki; Peygamber döneminde Cahiliye Dönemi Arap takvimi kullanılmaya devam edilmiştir. Ömer döneminde ise sadece takvim başı değişmiş, Cahiliye dönemi ay isimleri ve yılın gün sayısı (354-355 gün) bile aynen devam etmiştir. Hani şu “İslami isim” diyerek çocuklarımıza bile verdiğimiz ay isimleri olan Recep, Şaban, Ramazan, Sefer ve Muharrem isimleri var ya; onların hepsi, İslam öncesi, Cahiliye Dönemi Arapları tarafından verilen ay isimleridir aslında. Dolayısıyla; Oruç Ayı olarak bilinen “Ramazan” da, cahiliye dönemi Arap isimlendirmesidir.

Hicri Takvim’e “İslami Takvim” diyenler de vardır. Oysa bu takvimin, takvim başlangıcı dışında dinle, imanla, İslamiyetle ilgili bir yanı bulunmamaktadır. Gün sayısı ve ay adları bile İslam öncesi cahiliye dönemine aittir. Kaynaklar, Halife Ömer’in, Hz. Ali’nin teklifi üzerine (11) takvim başlangıcı olarak Peygamber’in hicretini, Muharrem Ayı’nın birinci gününü de yılın birinci günü kabul etmesinin dışında herhangi bir değişikliğe gitmediğini, İslam öncesi Arap takvimindeki ay isimlerini de benimsediğini söyler bize.(12)

1840 yılına kadar Osmanlılar tarafından da kullanılan Hicri Takvim, Arap ülkeleri dışında İran ve Afganistan gibi bazı ülkelerde de resmi takvim olarak kullanılmaya devam edilmektedir. Suudi yönetimi, resmi yazışmalarda Miladi Takvim kullanılmasını yasaklayarak, Hicri Takvim kullanılması gerektiğini genelgeye bağlamıştır.(13)

Görülüyor ki; Araplar Milliyetçiliği, İslam öncesi cahiliye dönemi kültürlerine bile sahip çıkacak kadar güçlüdür. Binlerce yıldır aynı takvimi kullanıyorlar!

“Ramazan” sözcüğünün, “kuru sıcak” anlamına gelen “ramaḍ” kökünden veya “güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış olan yer” manasındaki “ramdâ’ kelimesinden türediğini söyleyenler olduğu gibi(14); Ramazan kelimesinin, İslam öncesindeki Arapların Ay takviminde Temmuz ile Ağustos aylarına verilen isim olduğunu söyleyenler de vardır.(15)

Haram ve kutsal aylar şeklindeki kabuller de yine Cahiliye döneminden kalmadır. Câhiliye devri Arapları, Ayın hareketlerini esas alan Kamerî takvime göre tespit ettikleri yılın on iki ayından Zilkade, Zilhicce, Muharrem, ve Recep’den oluşan dört ayı haram ay olarak tespit etmişlerdi.(16) Haram aydan maksat, bu aylarda savaş gibi bazı yıkıcı eylemlerin bu aylarda yapılmamasıydı. Bu anlamda Haram denilen aylar, aynı zamanda kutsal kabul edilen aylar anlamına gelmektedir.

“İslâm’dan önce Arap kabileleri arasında çeşitli sebeplerle sık sık savaşlar meydana gelirdi. Bunlardan (bu aylardan) dördü, her türlü düşmanlık ve mücadeleden el çekilmesi gereken, kötülük yapmanın ve kan dökmenin yasak olduğu haram aylarda (zilkade, zilhicce, muharrem, receb) yapıldığı için ‘Ficâr savaşları’ (eyyâmü’l-ficâr) diye anılmıştır.”(17)

Kur’an, isimlerini belirtmemekle birlikte aylardan dördünün haram aylar olduğunu belirtir ki (Tevbe/36); bu, İslam öncesi Arap kültürünün bazı yanlarının, Kur’an tarafından tasdiki anlamına gelmektedir. Bazı ayların haram, yani savaş gibi bazı üzücü ve yıkıcı eylemlerin yasaklanmasından dolayı kutsal kabul edilmesi geleneği, belki de İbrahim’den beri devam eden bir dini gelenek olmalıdır.

Anlaşılıyor ki; Hz. Peygamberin Kim bir topluluğa benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.”(18) hadisi burada geçerli olmamıştır! Yani İslam Peygamberi, ölünceye kadar, Müşriklerin kullandığı takvimi kullanmakta hiçbir beis görmemiştir. Oysa İskilipli Mehmet Atıf yobazı örneğinde olduğu gibi, hiç inceleme gereği duymadan, sırf Peygamberin bu hadisinin lafzına bakarak, kılık kıyafet inkılâbına karşı çıkmak suretiyle, Türk toplumu arasında kapanmayan fay hattı yaratan hainler çıkmıştır ve çıkmaya da devam etmektedir bu ülkede. 

Aynı zamanda bir müderris, Milli Mücadele karşıtı Alemdar gazetesinde köşe yazarı, Cemiyet-i Müderrisîn/Müderrisler Derneği (daha sonra adı Teali İslam Cemiyeti olarak değiştirilmiştir) başkanı, Hürriyet ve İtilaf Fırkası taraftarı politikacı olan İskilipli Mehmet Atıf, “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli İnkılap karşıtı kitabını(risalesini), Peygamber’in bile tam olarak uygulamadığı bu hadisi çerçevesinde yazmıştır.

Demek oluyor ki; İslam Peygamberi onca işinin arasında takvimi değiştirmeye zaman bulamamış veya gerek duymamıştır. Eğer mutlaka lüzumlu olsaydı behemahal vahiy gelir ve takvimin değiştirilmesi istenir veya Peygamber bunu re’sen yapardı.

Yani demek istiyoruz ki; Tanrı’nın ve peygamberinin bile gerek duymadığı takvimin değiştirilmesi konusu bile, Cumhuriyet düşmanları tarafından, zaman zaman, Cumhuriyeti kuranların aleyhine kullanılabilmektedir bu ülkede. Ayrıca resmi olarak Miladi takvim kullanmamıza rağmen, Hicri takvim de özellikle dini anlam yüklenen günleri takip edebilmek için olacak gayrı resmi olarak kullanılmaya devam etmektedir bu ülkede.  Mesela Diyanet, hazırlamış olduğu takvimde halen Hicri ve Rumi yıl ve ayları da göstermeye devam etmektedir.

Oysa eğer, “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o da onlardandır” hadisi sahih olsaydı veya Peygamber bu düşüncesini katı bir şekilde uygulasaydı, en başta kendisinin, yakınlarının ve arkadaşlarının isimlerini değiştirirdi. Çünkü kendisi Muhammed olan adını, akranı ve yaşça kendisinden büyük olan Müslümanlar da isimlerini İslam öncesi cahiliye döneminde almışlardı. İslam Peygamber ve sahabeleri, hem İslamiyet öncesinde aldıkları isimleri taşımaya, hem de çocuklarına cahiliye döneminde kullanılan isimleri vermeye devam etmişlerdir. Yani isimleri, Müşriklerle aynı olmakla, onlara benzemiş olmuyorlardı.

Kim bilir, takvimin değiştirilmemesi belki de bir zorunluluk idi. Asırların birikimi olan geleneği ya da icadı kaldırıp, yerine yeni bir şey koymak kolay değildi. Zira Peygamber bilim adamı veya dil bilgini değildi ki; yeni ve orijinal bir takvim düzenlesin, yeni ay isimleri bulsun. Çevresinde de bu çapta adamları yoktu. O sebeple, aradan 1400 sene geçmiş olmasına rağmen, Araplar hâlâ Cahiliye dönemi takvimini kullanmaya devam ediyorlar. Demek ki; ortada bir de Arap milliyetçiliği var. Adamlar, cahiliye dönemi de olsa ulusal kültürlerine sahip çıkıyorlar!

Peygamber Türk Çiftçisini ve Türk Madencisini Görseydi

Dini günler, Cahiliye Dönemi Arap takvimi olan Hicri Takvim’e göre belirlenmiştir. Hicri takvim Ay’ın dünya çevresindeki dolanımını esas alır ve miladi takvimden 10-11 gün daha kısadır. Bu nedenle Hicri Takvim ayları ve bu arada Ramazan ayı da her yıl miladi takvime göre bir önceki yıldan 10 gün önce başlar! 36 sene de bir de aynı günlere denk gelir. Yani  Oruç tutmakla mükellef olan bir Müslüman, mükellef olduğu yıldan başlayarak 36 sene yaşama imkanı bulursa, yılın her günü oruç tutmuş olur.  

Peki, Orucu sabitlemek, yani Hicri Ayların gün sayısını Miladi ayların gün sayısına eşitleyerek, Kameri Ayları, Şemsi aylara eşitlemek mümkün değil mi? Eşitlense ne olur. Mesela, Türkiye için söyleyecek olursak; Ramazan ayını, tarımsal faaliyetlerin azaldığı veya tamamıyla durduğu Aralık, Ocak ve Şubat aylarına sabitlemek mümkün değil mi?

Kuzey Yarım Küre ile Güney yarım kürede farklı mevsimler yaşandığı için böyle bir sabitleme sanırım adil olmayacaktır ama adaletsizliği en aza indirmek için ve her iki yarım kürede orucun aynı zamanda en az zahmetle tutulabilmesi için uygun bir zaman dilimi seçilebilir gibime geliyor. Mesela mevsimlerin geçiş aylarından birisi tercih edilebilir belki ama bunun için Din baronlarının dayatmalarını aşmak zorundasınız.

Diyanet, geçtiğimiz günkü (08.02.2024) Cuma Hutbesini şu hadisle bitirdi: “Allah, Ramazan ayında oruç tutmayı size farz kıldı. Ramazan gecelerini namazla geçirmek de benim sünnetimdir. Kim inanarak ve sevabını yalnızca Allah’tan umarak Ramazan ayında oruç tutup, geceleri de teravih namazı kılarsa, annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olur.”

Hatip minberde bu hadisi okurken, itiraf edeyim ki; benim aklımdan şu düşünce geçti: Hz. Peygamber, Ağustos ayında oruçlu iken tırpan biçenleri, patoz yapanları, maden ocaklarında kömür madeni kazanları görme imkânı bulsaydı, acaba yine de böyle bir hadis söyler miydi? Bu hadisi, olsa olsa Medine pazarında ticaret yaparak, yani sıcağın yakıcı etkisinden ve hararetinden nispeten korunarak geçimini sağlayan esnaf ve ticaret erbabından oluşan cemaati için söylemiş olmalıdır. Aksi halde dediğim vb. işlerde çalışanların bu hadise uymaları, işkence ve zulüm halini almaktadır. Düşünsenize bir; yazın 40 derece sıcağı altında tozun toprağın içinde sabahtan akşama kadar aç susuz çalış, sonra da o yorgunlukla koş camiye veya evde,13 rekâtlık Yatsı ve Vitir Namazlarına ilaveten 20 rekât Teravih namaz kıl!

Umarım, bu hadis de tıpkı Miraç çerçevesinde anlatılan 50 vakit namaz rivayeti gibi bir Yahudi uydurması, yani İsrailiyat değildir. Malum; Miraç çerçevesinde yapılan uydurmaya göre; İslam Peygamberi, Miraç’tan dönüşte yolda Hz. Musa ile karşılaşıyor, onun uyarısı ile geri dönüp Allah ile bir nevi pazarlık yaparak 50 vakit namazı 5 vakte indirtiyor!(19)

Ünlü İlahiyatçı Nihat Hatipoğlu’na bakılırsa “bu bir pazarlık değil, Yüce Allah’ın kullarının yükünü hafifletmesine bir örnektir… Aslında bu zoru gösterip daha kolaya razı etmek türünden bir tebliğ türüdür.”(20)

N.Hatipoğlu’nun bu yaklaşımından ya da izah tarzından, 50 vakit namazın 5 vakte indirilmesi, bir nevi ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir anlam çıkıyor ki; böyle bir yaklaşım Yüce Tanrı’nın, her şeyi bilen ve her şeyi kuşatan “İlim” sıfatı ile bağdaşmaz. Esasen Bakara Suresi’nin 286. Ayetinde  “Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz” denilmekle, 50 vakit namazın 5 vakte çekilmesi konusundaki rivayetin, muhtemelen Hz. Muhammed karşısında Hz. Musa’ya, İslam karşısında da Yahudiliğe üstünlük kazandırılması düşüncesiyle uydurulmuş bir rivayet olduğu açıktır. Esasen Miraç çerçevesinde yapılan rivayetlerin pek çoğu uydurmadır. Hatta Peygamber’in bedenen ve uyanık halde iken göğe yükselmesi bile!

Ramazan Bereket Ayı mı Eziyet Ayı mı?

Diyanet her Ramazan dediği gibi geçtiğimiz cuma hutbesinde de dedi ki: “Ramazan, hanelerimizi bereketlendiren, camilerimizi şenlendiren, gönüllerimizi huzura erdiren bir aydır.”

Peki; Diyanet’e soruyorum; Ramazan gelince maaşlara fazladan zammı yapılıyor? Hane gelirlerimizde kendiliğinden bir artış mı oluyor? Ülkede kişi başına milli gelir mi artıyor? Enflasyon mu düşüyor?

Oysa tam tersine; Ramazan gelince fiyatlarda suni bir artış oluyor. Geçen sene 10 liraya satılan Ramazan pidesi %80’lik fiyat artışıyla 18 liraya satılıyor. Yahu kilosu 4-5 yüz liraya hurma, kayısı ve incir mi olur Müslüman? Siz de hiç mi Allah korkusu yok?

Sen bile fitrelere %85.7 zam yaparak 70 liralık fitreyi 130 TL’ye çıkardın ey Diyanet. Demek ki; Ramazan’da oruçlunun gelirlerinde artış değil, tam aksine azalma oluyor! Alım gücü azalıyor! Yahu bu din adamları, Ramazan’da davetten davete koşturmayı, zengin sofralarına oturmayı, onun bunun kesesinden iftar ve sahur yapmayı BEREKET sanıyorlar galiba.

E tabi, zengin evlerinde para karşılığı okunan MUKABELE ve HATİMLER, ayrıca gelen FİTRE ve ZEKÂT lar da bereket anlamına geliyor din adamları için. Özellikle Doğu ve Güneydoğuda zekât ve fitrelerin din adamlarına verilmesi gelenektir.  Lütfen artık şu dini, akıl ve mantık çerçevesinde anlatın insanlara, Sayın Din Baronları!

___________

1- https://islamansiklopedisi.org.tr/oruc

2-https://www.nisanyansozluk.com/kelime/oru%C3%A7

3-https://tr.wikipedia.org/wiki/Oru%C3%A7

4- https://islamansiklopedisi.org.tr/oruc

5- https://turkish.aawsat.com/home/article/3572001/sem%C3%A2vi-d%C3%BCnyevi-ve-modern-dinlerde-oru%C3%A7-%C3%A7e%C5%9Fitleri

6- Buhârî, Savm, 2.

7- https://islamansiklopedisi.org.tr/oruc

8- Aynı kaynak.

9- Mustafa Demirci “Orucun ve Ramazan’ın bilinmeyen tarihi” başlıklı makalesi, https://www.yenisafak.com/ramazan/orucun-ve-ramazanin-bilinmeyen-tarihi-2471298

10- Emrah Dindi, “Cahiliye Araplarında Ramazan Ayı, İtikâf ve Oruç” başlıklı bilimsel makalesi. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/593048

11- https://tr.wikipedia.org/wiki/Hicr%C3%AE_takvim

12- Şeyh Muhammed El-Caznazânî El Hüseynî ve arkadaşları, “Hz. Peygamber Devri Kronolojisinin Miladi Karşılığı ile İlgili Bir Araştırma(Örnek Bir İnceleme)” Başlıklı Makale, Çev. Dr. Kasım Şulul-Harran Ün. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi.

13 -https://www.aa.com.tr/tr/dunya/suudi-arabistandan-miladi-takvim-yasagi/367327

14- https://tr.wikipedia.org/wiki/Ramazan

15-https://www.nisanyansozluk.com/kelime/ramazan Karşılaştırma için bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/ramazan

16- Bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/haram-aylar

17- https://islamansiklopedisi.org.tr/ficar

18- Ebû Dâvud, Libâs, 4/4031

19-https://sorularlaislamiyet.com/mirac-gecesi-namaz-elli-vakitten-bes-vakite-mi-indirilmistir-peygamber-efendimiz-ile-hz-musa

20- https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hatipoglu/2017/12/22/miracta-50-vakit-namaz-rivayeti-dogru-mu

Exit mobile version