Aşağıda bir cami mihrabı görüyorsunuz.
Mihrabın sağ üst köşesinde “ALLAH” yazıyor, sol üst köşesinde “MUHAMMED” yazıyor.
İkisi de aynı seviyede, yani eşit.
İmam ve cemaat, bu iki isme, daha doğrusu bu iki varlığa dönerek namaz kılıyorlar!
Sağdaki varlık, kendi dışındaki bütün varlıkların yaratıcısı, soldaki varlık ise sağdakinin yarattığı mahluk ve sağdakinin kulu.
Soldakinin diğer mahluklardan (yaratılmışlardan), bu arada diğer insanlardan tek farkı, kendi tabiriyle kendisine peygamberlik verilmiş olmasıdır.
Huzuruna gelen ve heyecanlanan bir yabancıya diyor ki; “Korkma, heyecanlanma, titreme ben bir kral ve hükümdar değilim. Ben de tıpkı senin gibi Kureyş’ten kuru ekmek (veya kurutulmuş et) yiyen bir kadının oğluyum. Sizden tek farkım, bana peygamberlik verilmiş olmasıdır”
Yani Müslümanlar, kendisini böyle tasvir eden Peygamberi, almışlar Tanrı’nın katına çıkarmışlardır.
Bunu sadece camilerde şeklen yapsalar iyi; Peygamber’i fiziki varlığıyla, yani bedeniyle canlı canlı bilmem kaçıncı semaya yükselterek Tanrı ile konuşturmuşlardır.
Böyle olunca hadisler de Kur’an ayetlerine eşitlenmiş oluyor.
İşte burada da dananın kuyruğu kopuyor.
Çünkü burada menfaat çevrelerinin uydurduğu hadisler devreye giriyor ve bazen bu uydurulmuş hadisler, ayetlerin önüne geçiyor.
Mesela; Kur’an, birçok ayetinde kadınla erkeğin eşit yaratıldığını ve aynı maddeden ve aynı şekilde yaratıldığını söylerken, uydurulmuş hadis “Eğer erkek tepeden tırnağa cerahat (irin) olsa, kadın da diliyle o irinleri yalayarak iyileştirse, yine de erkeğin hakkını ödeyemez!” diyor.
Bu tür hadislerin DİB yayınlarında bulunuyor olması da ayrı bir muamma.
Müslümanlar, sadece peygamberi eşitleseler iyi Allah ile.
Ebu Bekir’i, Ömer’i, Osman’ı, Ali’yi, Hasan’ı ve Hüseyin’i de eşitlerler.
Onların isimleri de yazılıdır aynı yükseklikte, camilerin sağ ve sol duvarlarında.
Peki kimdir bu isimler?
Ebu Bekir, halifeliği bir oldu bitti ile ele geçirmiştir.
Peygamberin zati eşyalarını uzun süre kızı Fatma’ya ve damadı Ali’ye vermemiştir.
Bu sebeple Ali ve Ayşe ile uzun süre dargın kalmışlardır.
Oğlu Muhammed ve Peygamberin dul eşi olan Kızı Ayşe, Osman’ın iktidardan indirilmesinde ve öldürülmesinde rol oynamışlardır.
Ömer, Ebu Bekir tarafından yerine aday gösterilmiştir.
Haşimoğullarına ve Ali taraftarlarına hiçbir devlet görevi vermemekle övünmüştür.
Suikasta kurban gitmiştir.
Osman, Ömer’in Osman’ı tercih edecek şekilde tamamı Kureyş erkeklerinden oluşturduğu bir Şura(Komisyon) tarafından seçilmiştir.
İktidarında devlet kadrolarını büyük ölçüde kendi kabilesi olan Ümeyyeoğullarına (Emeviler) tahsis etmiştir.
Vefatından sonra, İslam’da en önemli kırılma noktalarından birini teşkil edecek olan Ali-Muaviye çatışmasına sebep olacak şekilde yeğeni olan Muaviye’nin devlet idaresinde yükselmesinin önünü açmış ve kendisini, başkent Medine’den sonra en önemli yönetim merkezi durumundaki Şam’a vali olarak atamıştır.
Merhum Yaşar Nuri Öztürk’ün söylediğine göre; öldüğünde arkasında, bugünkü değeri tonlarca altına denk gelecek nakit para, Rebeze çölünde binlerce deve ve binlerce köleden oluşan devasa bir servet bırakmıştır.
Evi basılarak öldürülmüş ve cesedi, Baki Mezarlığı yerine “Haşşu Kevkeb” denilen bir Yahudi Mezarlığına defnedilmiştir.
Oğlu Said, Emevilerin Horasan valisi ve Arap İslam ordularının komutanı olarak Türkistan’da Türklere karşı soykırım yapmıştır.
Ali’nin hilafeti ise bilindiği gibi kanlı olmuş, sonu gelmez bir iktidar mücadelesine girişmiştir.
Daha doğrusu hilafet konusunda Ali ile Muaviye arkası gelmez bir iktidar mücadelesine girişmiş, Cemel Vak’asında 13 bin, Sıffin’de 70 bin Müslüman birbirini kesmiştir.
Ki; içlerinde Peygamberin yakın arkadaşları da vardır.
Kendinden önceki halifelerden hiçbirisiyle yakın ilişki kurmamış ve onların zamanında sürekli “Muhammed’in siyasi mirasını başkaları ele geçirdi” diye yakınmıştır.
Peygamberin sağlığında sadece kızı Fatma ile evli kalırken, Fatma’nın vefatından sonra birçok kadınla evlenmiştir.
Suikasta kurban gitmiştir.
Hasan, hilafetten feragat ederek, bir rivayete göre Medine’de 250-300 kadınla evlenip boşanmış, evlendiği kadınlardan birisi tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.
Kendisine “Çok boşayan” anlamında “MITLAK” denilmiştir.
Hüseyin ise 70 küsur kişilik maiyetiyle birlikte Kerbela’da katledilmiştir.
Yani bu insanların, camilerde şeklen de olsa Tanrı ile eşitlenmesi, İslam’ın Tanrı anlayışına aykırıdır.
Daha doğrusu böyle bir din anlayışı, Kur’an’ın vazettiği İslam değil, uydurulmuş İslam’dır.
Dolayısıyla; Kur’an İslamına dönüş camilerden başlamak zorundadır.
Elbette sadece bu da değil; Peygamberin dönemindeki cami anlayışı ile günümüzün cami anlayışı 180 derece farklıdır.
Peygamberin camisi, sadece ibadet etmek için kullanılmazdı.
Bütün devlet ve toplum işleri orada görüşülür, konuşulurdu.
Cemaat minberdeki Peygambere ve halifelere sorular sorar, cevap alır, hatta halifeler açıkça tenkit bile edilirlerdi!
Bunları geçtik; Peygamber döneminde camilerde eğlence etkinlikleri bile tertip edilirdi.
Ya şimdi?
Camilerde dünya kelamı konuşmak yasaktır!
İmamlar ve vaizler tek tabanca konuşurlar.
Sorgulanmazlar, itiraz edilmezler, eleştirilmezler.
Hele bir eleştirmeye kalkışın bakalım, görün başınıza neler gelecek?
18.01.2024
Ömer Sağlam
Yazıları posta kutunda oku