ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ

Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan insanlarımıza, bugünlere hangi koşullarla, hangi sıkıntılarla, ne denli fedakârlıklarla gelindiğini hatırlatmaktır. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu, onun bağımsızlığının korunması ve daha ileriye götürme idealinin yaşatılma esaslarını Atatürk'ün ilkeleri doğrultusunda göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. - mustafa kemalin ankaraya gelisi kuvayi milliye

Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan insanlarımıza, bugünlere hangi koşullarla, hangi sıkıntılarla, ne denli fedakârlıklarla gelindiğini hatırlatmaktır. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu, onun bağımsızlığının korunması ve daha ileriye götürme idealinin yaşatılma esaslarını Atatürk’ün ilkeleri doğrultusunda göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır.

Kemalizm, en kısa tanımla, Türk ulusunun çağdaşlaşma ideolojisidir. Türk Devrim sürecinde izlenen yöntemler ve gerçekleştirilen eylemler; uygulamayla doğruluğu kanıtlanan kurallar olarak ortaya çıktı. Devrimin içinden süzülüp gelen bu kurallar Kemalizm’i oluşturdu. Devrim sürecinde ve devrimin önderi tarafından ortaya konulan bu kurallar Kemalizm’in ilkeleridir. İlkelere bir bütün olarak Kemalizm (Atatürkçülük) adı verilmektedir. Bir başka tanımla Kemalizm, Türk Kurtuluş Savaşında ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda temel olan fikir ve ilkelerin tümüdür.“Kemalizm, kapitalist ve sosyalist sistemlerin analiz ve sentezinden doğmuş, anti-emperyalist bir yöntemdir”.

“Kemalizm (Atatürkçülük), kaynağını Türk Ulusal Kurtuluş Savaşından alır.

Kemalizm, altı ana ilke ve bütünleyici ilkelerden oluşur :

Ana ilkeler; Ulusalcılık (ulusçuluk, milliyetçilik), Halkçılık, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Devrimciliktir (inkılâpçılık) .

Bütünleyici ilkeleri şöylece sıralayabiliriz :

1-Tam bağımsızlık 2-Ulusal Egemenlik 3-Akılcılık ve bilimcilik 4-Gerçekçilik 5-Çağdaşlık 6- Barışçılık 7- İnsancıllık 8- Evrensellik 9- Emperyalizm karşıtlığı 10- Eşitlikçilik 11-Ulusal birlik, 12- Ülke bütünlüğü…

Atatürk Devrimi ve Atatürkçülük; düşün ve eylemi birlikte yürüten, cesaretle, duraksamadan ve ödün vermeden Türk toplumunu çağdaşlaştırmaya yöneliktir. Bu çağdaşlaşma eyleminde çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış ülkelerin uygulamalarından yararlanılmıştır; ancak, bu ülkelerden alınanlar ulusal istenç ve kararlar sonucu olmuş; neler alınacağı da gene ulusal düzeyde belirlenmiştir. Atatürk ulusal bir siyasa güderek çağdaşlaşma amacını ve bu amacın gerçekleşmesinde ulusallığın önemini her zaman vurgulamıştır.

Milli Mücadele’ye bir imparatorluğu kurtarmak için değil, öz yurdun sınırları içinde bağımsız bir Türk devleti kurmak için girişildi. Milli Mücadele sonucu Cumhuriyet kuruldu ve Atatürk Devrim atılımları başladı. Atatürk Devrim atılımları ve Atatürkçülük çağdaş ve ulusal Türk devletinin kurulması ve gelişmesi için gerekli kurumları, kavramları, değerler sistemini getirmiş ve çağdaşlaşma ile uzlaşmayan geleneksel toplumun kavram ve kurumlarını ortadan kaldırmıştır: Örneğin Osmanlı İmparatorluğu yerine ulusal Türk devleti; Osmanlılık yerine ulusçuluk; ümmet yerine ulus; İslamlık yerine laiklik gibi.

Atatürk Devrimi Türk insanını ve toplum içindeki rolünü çağdaşlaştırmıştır. Bu olgunun gerçekleşmesinde laiklik ilkesi ve laiklik doğrultusundaki uygulamaların büyük katkısı olmuştur. Çünkü laiklik akla, bilime, araştırmaya, denemeye, gerçeğe dayanan ve ileriye götüren düşünce sisteminin Türk toplumunca benimsenmesini sağlamıştır. Atatürk Devrimi’yle dinin ve dinsel örgütün tekelinden kurtulan Türk toplumu, Batı’da olduğu gibi gerçek anayasa rejimini yaşatacak düşünce sistemini geliştirebilmiştir.

Bu bakımdan Atatürkçü düşünce sisteminin en önemli ilkelerinden olan laikliğin gerçekleştirilmesi, Batı’nın tarihinde de olduğu gibi, Türkiye’de de demokratik düzeni tüm koşullarıyla geliştirecek ve yaşatacak düşünce sistemini ve bu uğurda savaşım (mücadele) kararlılığını getirmiştir. Bu bakımdan laiklik ilkesi ile açık toplum ve demokrasi arasında doğrudan doğruya bir bağlantı vardır.

Atatürk ulusçuluğu çağdaşlaştırıcı bir ulusçuluktur. Atatürk ulusçuluğu ulusu dinsel, mezhepsel, budunsal ayrılıklara, bölmeye; ümmet ve cemaat olarak yaşamaya karşıdır. Atatürk ulusçuluğu toplumsal, siyasal, kültürel içeriği yanında Ekonomik içeriği de olan bir ulusçuluktur. Ulusun, devletin yeraltı, yerüstü varlıklarının işletilmesinde, sanayiin kurulup geliştirilmesinde iç ve dış ticarette ulusallığı öngörür ve bu doğrultuda karar alınmasını ve uygulamaya geçilmesini ister. Atatürk’ün ”Bu devlet nasıl kurtulur” sorusuna yanıtı ”ulusal sınırlar içinde, ulusal, çağdaşlaştırıcı bir siyasa gütmekle” olmuştur. Açıkladığımız tüm bu nedenlerden ötürü dinsel bağnazlık içinde olanların, dini siyasallaştırmak isteyenlerin yanı sıra Küreselleşme – Globalleşme – Yeni Dünya Düzeni yandaşları Atatürk’e ve Atatürkçülüğe karşıdırlar.

Ve ülkemizde bu Yeni Dünya Düzeni yandaşlarının çoğunluğu İkinci Cumhuriyetçidirler. Küreselleşme kendi amaçlarına ulaşmada en büyük engel olarak ulus-devleti görüyor. Atatürkçü düşünce sistemi ise özde ulus-devleti benimser. Küreselleşme yandaşları bu nedenle de Atatürkçülüğe karşıdırlar. Oysa Atatürkçü düşünce sisteminin ulusallığı yanında evrensel yönleri de vardır. Atatürkçü düşünce sistemi çeşitli yönleriyle dünyaya açıktır. Atatürk ülkemizin bağımsızlık savaşının zaferle sonuçlanmasıyla yetinmemiş; Asya, Afrika ve Güney Amerika’nın çeşitli renkten ve soydan uluslarının yanında yer almıştır. Atatürk onları ”mazlum uluslar” , ”mazlum ülkeler” olarak tanımlamaktadır.

Yeryüzünde ileri bir bilimsel ve teknolojik küreselleşme yaşanmaktadır. Teknolojik küreselleşmenin getirdiği olanaklarla siyasal bir küreselleşmeyi dayatan emperyalizm, kitleleri baskı altına almıştır. Amaç, ulus devlet anlayışını yok etmektir. Türkiye’deki piyasa ekonomisi, özelleştirme ve küreselleşme bayraktarları ile siyasal İslamcılar ulus devlete karşıdırlar. Ayrılıkçılar da emperyalist güdümlü olduklarından Kemalist ulus devlete düşmandırlar. Kendileri için düşündükleri güçsüz ve şoven devlet, tam küreselcilerin istediği gibi bir devlettir.

İşin en ilginç yanı, dünyada ulus devletlerin sonunun geldiğini ve ortadan kalkmaları gerektiğini söyleyen emperyalist devletlerin tümü de ulus devlettir. Fransa, Almanya, İngiltere, Japonya hatta ABD ve ötekiler… Gelişmekte olan ülkelerden gelen mallar için yasaklar, kotalar koyarak kendi piyasalarını korurlar. Yurttaşları onlar için çok değerlidir. Ülkelerine vizesiz girilmez. Kendi ulus devletleri iyidir. Bizimkilerin yok olması uygundur. Hatta kendi ulus devletleri, dış ilişkiler dışında da M. Kemal’in ulus devleti gibidir. Örneğin, ABD 50 küçük devletten oluşmuştur. Dil, din,ırk bakımından farklılıklarla doludur. Buna karşın zencilerin çoğunlukta olduğu bir eyalette bir zenci devleti kurulmasının düşünülmesi bile suçtur. Fakat, dünyanın diğer ülkelerini küçük küçük parçalara ayırıp yönetmek ve sömürmek dış politikasının özünü oluşturur.

Türkiye Cumhuriyeti, bir “ulus devlet” tir. Çünkü, sınırları “ulusal sınırlar” dır. Bu sınırlar, 1918 yıkıntısı sonucunda, “gerçekçi” ve “milli” liderinin “Misak-ı Milli” ile tespit ettiği “anavatan” ın, “fiili” ve “doğal” sınırlarıdır. Özellikle ve önemle belirtilmesi gereken bir diğer husus da şudur: “Ulusal devlet” in vazgeçilmez ve birbirini bütünleyen iki ana ilkesi, “antiemperyalizm” ve “tam bağımsızlık” tır.

Bu gerçekleri aklımızda tutarak, soruyu tekrarlarsak;

“… sınırların artık önemini yitirdiği…”, “… daha çok mikro milliyetçiliğin, etnik ve dinsel kimliğin ortaya çıkarılmasının gerektiği…”, “… gerek mikro milliyetçiliğin, gerek kökten dinciliğin ülkemizde alevlendirilmek istendiği…” gerçekleri, ”ulus devlet” in yukarıda belirtilen ana unsurları karşısında, bu ve benzeri faaliyetlerin niyet ve maksatlarını ortaya koymaktadır.

Böylece, “ulusal sınırlar” ın değişmezliği unutturularak, “ulusal devlet” in bölünmez bütünlüğü yok edilecektir. Mikro milliyetçilik ile “ulusal nüfus” dağıtılacaktır. Böylece, etnik ve dinsel kimliğin ortaya çıkarılması ile ”ulusal kimlik” silinecektir. Böylece, kökten dincilik alevlendirilerek, “ulusal egemenlik” ortadan kaldırılacaktır. Açıklıkla görülmektedir ki, niyet ve maksat “ulus devlet” yapısını yıkmaktır.

Peki bugünün medyası ile Kurtuluş Savaşı’nın en büyük düşmanlarından biri olan o zamanın mütareke basınını karşılaştırırsak neler söylersiniz? Belirli paralellikler var mı?

– Bir bakıma onları mütareke basınının uzantıları diye betimleyebiliriz. Onlara bunları dahi söyleyebiliriz. Çünkü mütareke basınının isteklerini günümüz basını başka yönden, aynı amaca doğru giderek fakat yöntemini değiştirerek; daha demokratikmiş gibi, daha insan haklarına saygı gösteriyormuş gibi demokrasinin nimetlerinden faydalanması gerekiyormuş örtüsüne bürünerek yürütüyorlar.

Kemalizm, 20. yüzyılda olduğu gibi 21. yüzyılda da ezilen ulusların esin kaynağı olacaktır. Bugün de adına küreselleşme denilen sömürü sistemine karşı koyabilmek için temel ve ikincil çelişkileri doğru olarak analiz edebilmek ve ona göre stratejiler oluşturmak durumundayız. Diğer üçüncü dünyacı ideolojilerle birlikte Kemalizm, bu analizi yapabilmek için gerekli olan kuramsal altyapıyı bize sağlamaktadır. Kemalist ideolojiyi, diğer üçüncü dünyacı antiemperyalist akımlardan ayıran en önemli yanı, eleştirel akılcı felsefi yapısı ve kullandığı yöntem olmuştur. Kemalizm bir toplum mühendisliği projesi olarak Türk ulusunun sorunlarını çözmeyi amaçlamıştır.

Kemalizm, benzer durumdaki azgelişmiş ülkeler için bir model olma potansiyelini taşımakla birlikte, bu milletler de ancak her birinin kendi toplum ve coğrafi koşullarıyla belirlenmiş ideolojiler ve sistemlerle başarıya ulaşabilirler. Onların kendi şartlarında belirledikleri ulusal bağımsızlıkçı-halkçı-ilerici (laik) ideolojiler, bir anlamda onların kendi Kemalizmleridir.

Atatürk, ülkemize yepyeni bir çehre kazandırıp tarihe geçen çağdaşlaşma hareketlerini gerçekleştirirken, bir noktayı daima göz önünde bulundurmuştur. O da Türk’ün kendi öz benliğini kaybetmeden, kendi kimliğini, kültürünü unutmadan yeniliklere adapte olabilmesi, onları kendi milli kültürü içinde sindirebilmesidir. Aksi bir durumun milletimizi içten içe çürüteceğini bilen Atatürk, Türk milletini millet yapan unsurları; tarihini, dilini, dinini yani kısaca kültürünü her zaman yaşatacak köklü tedbirler almıştır:

Bundan 75-80 yıl öncesini anlatan Söylev bugün dahi son derece önemli bir kaynak olmasını neye borçludur ?

– 1927 yılında okunan Söylev, 73 yıl öncesinden günümüze, olabileceklere ışık tutan bir yön taşıyor. 1919 yılından başlayan bir tarihsel kesit sürecinin dışında günümüzdeki olaylara da yer yer ışık tutan, yer yer yorumlar getiren bir belge niteliğiyle günümüzde de yararlanılabilip başvurulabilen, önemini koruyan bir kaynak olması bakımından çok önemlidir.

Örnek verecek olursak, Güneydoğu Anadolu’da başlatılan sorunun bir benzerini Atatürk de yaşamıştı. Kuzeyde, Karadeniz sahilinde Yunanlılar bir Pontus-Rum Devleti kurmak istiyorlardı. 1919’lara gelindiğinde bu istek o kadar alevlendi, o kadar büyüdü ki, merkezi Trabzon olan Pontus Devleti’nin kurulması için Yunanlılara diğer ülkeler de yardım etmeye başladılar. I. Dünya Savaşı’ndan kalan silahlarla birlikte Karadeniz kıyılarına Rusya’dan getirilen Rum ve Ermenileri çıkardılar ve bunlar çete kurarak, dağlara çıkarak Karadeniz kıyılarındaki Türkleri “kırma” , o bölgeden tamamen temizleme görevini üstlendi!. Aynı PKK’nin yaptığı gibi… Nasıl Güneydoğu Anadolu’daki hareketi dış güçler paraca, askerce, silahça destekliyorlarsa, Pontus Devleti de aynı şekilde desteklenip beslendi. Ama Atatürk bu işe el attı ve askeri yönden çözüme gitti. Gerçekten oradaki bir birlik adım adım Karadeniz Bölgesi’ni dolaşarak Pontusçuları yok etti. Bu hülyanın asla gerçekleşemeyeceğini Yunanlılara ve Batılılara ispatlamış oldu.

O gün Pontus, bugün Ermenistan!..

O gün Pontus, bugün ise Kürt ve Ermeni sorunu, Batı’nın inadı sürüyor!..

Evet, bugün Türkiye benzer bir projenin uzantılarıyla; Kürt sorunu, Ermeni sorunuyla karşı karşıya bırakılmıştır. Atatürk aynı davranışı Lozan Antlaşması sırasında da yaşadı. Lozan Antlaşması bir türlü yapılamıyor, uzatıldıkça uzatılıyor ve 3-4 yıllık savaşın sorunları konuşulmuyordu. Oysa Osmanlı Devleti tanınmıyordu, devletler hukukundan da çıkarılmıştı. Ona rağmen Osmanlı sorunları ama Batı’nın kendi doğrultusunda yarattığı, yorumladığı sorunların hesabı Türkiye’den yani Atatürk ve ekibinden soruluyordu. Atatürk onlara gereken cevabı “Yüzyılların sorunlarını, hesaplarını bizden soramazsınız” sözleriyle vermiştir. Ancak o hesabı 77 yıldan beri hâlâ soruyorlar. İşte buna karşı dirençli durabilmemiz için son 75-80 yıllık tarihimizi çok iyi bilmemiz gerekiyor. Bunun için Atatürk kolaylık da sağlamış, tarihimizi Söylev’le ortaya koymuştur. Her söylediğini de bir belgeye dayandırmıştır. Bildiğiniz gibi Söylev 3 cilttir ve aşağı yukarı 900 sayfadır. Birinci ve ikinci ciltte olaylar anlatılır, üçüncü ciltte ise belgeler vardır. 266 sayıya kadar varan belge numaralandığı gibi 35 tane de numarasız belge, vardır. Bazı belgeler de 1, 2 gibi şıklara ayrılmıştır. Aşağı yukarı 300’ü aşkın belge, belgeler adı altında üçüncü ciltte yer alır. Birinci ve ikinci ciltte de Atatürk’ün türlü yazışmalar, telgraflar ve ikili görüşmelerle ortaya koyduğu belgeler vardır.

Ve hiçbirisi çürütülememiştir…

– O zamanlar, günümüzün ABD’si yerine geçen İngiliz Devleti, çok başarılıydı. İslamdan faydalanmayı yüzyıllar boyu umdular ve son olarak Sait Molla’yı kullandılar. Milli Mücadele’yi, Kurtuluş Savaşı’nı söndürmek için Sait Molla’yı cepheye çıkardılar. İngiliz Muhipleri Derneği’ni kurdular. Sadrazam da, padişah da bu derneğe üyeydi. İngilizlerden aldıkları direktiflere göre Anadolu’da Milli Mücadele’ye karşı isyanlar çıkarıyorlar, içten vurmaya çalışıyorlardı.

Aynı oyunları değişik senaryolarla oynuyorlar. Hedef aynı…

-Hedef Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmek ve Lozan yerine Sevr’i geçerli kılmak. Zaten “Sevr daha gerçekçidir ve Lozan’ın yerine Sevr geçmelidir” diyorlar. Yani Ankara civarında bir toprak bütünlüğü, hanlık olacak, bir de İstanbul’da kukla bir yönetim merkezi olacak.

O zaman da böyle düşünüyorlardı, şimdi de aynı düşünüyorlar. Argümanlar değişik….

80 yıl önce Sait Molla kullanılıyordu. Bugün başkaları..

Bu tek örnek bile Söylev’in günümüze nasıl yansımalar getirdiğinin örneklerindendir. Ayrıca Atatürk, Cumhuriyetin ilanından sonra bizim izleyeceğimiz siyaseti ortaya koymuştur. Bu siyaset şimdinin küreselleşme avukatlığına bir yanıttır. Gerçek bir ulus devlet olabilmek için sadece askeri kuvvete sahip olmak yetmez demiştir Atatürk. Ekonomide, siyasada, kültürde, sanatta, her alanda o ulusun damgası olmalıdır. Her alanda bağımsız olmalıdır. Ancak bu aşamadan sonra evrenselliğe katkıda bulunabilirsiniz.

Söylev okullarda kaynak kitap olarak da kullanılmalı ki, gençler bu ülkenin nasıl kurulduğunu, hem de belgeleriyle öğrenme şansına kavuşsunlar.

Kemalist ideolojiye sahip olan devlet felsefemiz sadece şu bizim Misak-ı Milli sınırlarımız içindeki 65 milyonun değil, hem bölgenin hem de dünyanın güvencesidir. Biz eğer bunun bilincinde olursak 21 yüzyıl Türkiye’yi dünya üzerinde haketmiş olduğu gururlu yere koyacaktır.

Unutmamalıyız ki bugün birinci önceliğimiz yok edilmeye çalışıldığımız bu coğrafyada varlığımızı sürdürmemizdir. Bugün emperyalizmin Türkiye üzerine yeni Sevr senaryoları yeniden gündemdedir. Bunların bazılarını sıralayacak olursak;

a) Büyük sermayemizin de bir kısmının desteğiyle, Türk Boğazları üzerindeki egemenlik haklarımızın tartışmaya açılması ve bu hakların uluslararası kurumlara verilmek istenmesi.

b) Uluslararası altın şirketlerine, topraklarımızın 13.5’da 1’inde (1/13.5) arama ruhsatlarıyla her türlü faaliyeti gerçekleştirme hakkının verilmesi.

c) Türkiye toprakları içinde bir Kürdistan hatta büyük bir Ermenistan kurdurulma çabaları.

Sevr Antaşması’nın maddeleriyle bunları karşılaştırdığınız da inanılmaz benzerlikler göreceksiniz. Türkiye’de bunlarla eş zamanlı olarak ılımlı İslamcılık, demokrasi, federasyon kavramlarının bir üçlü halinde kullanılmasının da temelinde dış dayatmalar vardır.

İşte birinci stratejiyi geliştirirken bu yeni Sevr planlarını göz önüne almamız gerekir. Örneğin demokrasi adına laik cumhuriyet rejiminin ve ulusal sınırlarımızın ya da federasyon türü yapılanmaların tartışılmasına izin veremeyiz. Yine örneğin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin konumunun ne olması gerektiği tartışmalarını bu somut verilerden uzak akademik ya da entelektüel bir tartışma olarak yapamayız. Batı’nın desteğiyle yapılan sözde demokrasi mücadelesi karşısında Kemalistler net bir tutum almalıdır.

Yakın gelecekte önümüzdeki en büyük tehlikelerden biri de ABD ve bir ölçüde AB’nin bizi komşularımızla savaşa sürükleme olasılığıdır. Bölge ülkeleri Rusya, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Suriye, İran, ve Ermenistan’ın Türkiye karşıtı tutumları ve ülkemizi yönetenlerin genelde bu tavrı ABD ile işbirliği yaparak karşılama çabaları bu sürece uygun bir zemin hazırlıyor. Adı geçen ülkelerin tümünün PKK’yı destekledikleri gibi, olası bir iç savaş halinde kökten dincilere de destek verecekleri açıktır. Üstelik PKK örneğinde olduğu gibi bu tür hareketlerin Almanya, ABD, Fransa gibi ülkeler tarafından desteklenme olasılığı da yüksektir. Bütün bunlar göze alındığında biz istemesek dahi 21. yüzyılda bölge ülkeleri ile savaşma, dahası bununla birlikte bir iç savaşa sürüklenmemiz olasılıklar dahilindedir. Olası bir iç savaş tehlikesinde kürtçülerin-radikal sosyalistlerin ve köktendinci İslamcıların işbirliği yapacakları da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu grupların bugün üniversitelerde birlikte hareket ederek Kemalist öğrencilere baskı uygulamaya çalıştıkları da görülmektedir. Kemalizm’in bu iki düşmanı yani ayrılıkçı Kürtlerle kökten dinci İslamcılar ittifaka giderlerken hem bölgedeki İran-Yunanistan-Suriye-Ermenistan hatta belki Rusya’nın desteğini alıyorlar; hem Almanya-İngiltere-Fransa’nın öncülüğünde AB’den siyasi destek sağlıyorlar; hem de ABD’nin Fuller, Henze gibi CIA’cı düşünürlerinden taktik ve bunun yanında büyük bir olasılıkla maddi ve askeri yardım alıyorlar. Yapılanmasını bu tehdit algılamaları üzerine kuran Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ulusal hedeflerin saptanmasında ve Cumhuriyet’in temel niteliklerinin korunmasında gösterdiği etkinliği bu çerçevede değerlendirmek ve olumlamak gerekir.

Kemalistlerin ilk stratejisi Türkiye’nin bu coğrafyada siyasal ve ekonomik olarak varlığını sürdürmesini sağlamaya yönelik olmalıdır.

Bizim AB sevdamız, öyle bir dış politika seçeneği olarak yürümemektedir. AB kara sevdamızı kullanarak Kıbrıs’ı, Ege meselesini, Patrikhane meselesini, Heybeliada Ruhban Mektebi’ni Hıristiyan dünyanın keyfine göre hallettikten ve uyum yasaları adı altında Atatürk ve laikliği iyice örseledikten sonra “Bu iş olmaz” derlerse fazla şaşırmamak gerekir.

AB bizimle ilişkilerini bir tür Sevr’e boyun eğdirme şeklinde sürdürüyor. Adeta örtülü bir Sevr imzalatıyor. Ne var ki bunu Kopenhag Kriterleri adıyla, özellikle Ortak Katılım Belgesi ve İlerleme Raporları denen hakaret ve küstahlık belgeleriyle yürütüyor.

Zina kanunu ile birlikte Türkiye’nin AB üyeliğini “sorgulanır” hale getiren AB, şimdi de Ermenistan’la kapalı olan sınırı gündeme getirdi. Ermenistan’a bir gezi düzenleyen AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi, 20 Eylül 2004 tarihli bir konuşmasında ‘’Türk-Ermeni sınırının hâlâ kapalı olmasından hoşlanmıyorum’’ dedi. Güney Kafkasya ülkelerini ziyareti çerçevesinde Erivan’da temaslarda bulunan Prodi, Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, ‘’kapalı sınırlar konusunun, Türkiye’nin AB üyeliği için gerekli ön şartlardan biri olabileceğini göz ardı etmediğini’’ de söyledi. Medimax ajansının haberinde, ‘’Kişisel olarak, Türk-Ermeni sınırının kapalı olmasından ve Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişki bulunmamasından hoşlanmıyorum’’ ifadesini kullanan Prodi’nin, sınırların açılması yönündeki çabaları desteklemeye hazır olduğunu dile getirdiği belirtildi.

Bugün geniş propaganda ve kitlesel şartlama modelleri içinde, Ulus Devletin temel değerleri yıpratılarak, kişi hak ve özgürlükleri görüntüsünde, toplumları atomize ederek, Ulus Devletin birleştirici değerleri erozyona uğratılmaya çalışılmaktadır. Ulusal bilinç yerine, etnik farklılıklara destek verilmekte, din ve vicdan özgürlüğü görüntüsünde toplumun inanç yapılarındaki farklılıklar istismar edilerek, sosyal değerler sorun haline getirilmektedir. Bu tarz geliştirilmiş stratejilerle de ülke içinde farklı parametreler kullanılarak bölücülük himaye edilmektedir.

Liberal demokrasinin amacı özgürlükler olmakla beraber, ülkenin içinden geçtiği koşullar dikkate alınmadan, merkezi yönetimi zaafa uğratacak yasal düzenlemelerin topluma ileride getireceği siyasi ve sosyal yükün hesabi da yapılmamaktadır. 80 yıl geçtikten sonra Cumhuriyet, kendi eliyle yetiştirdiği kadrolar tarafından zaafa uğratılırsa, gelecek kuşakların köleliğini hazırlayanların tarihe vereceği hesap çok büyük olacaktır. Küreselleşen ülkeler, ile Küreselleştirilmekte olan ülkelerin durumlarını ayni kefede tartmak isteyenler, büyük vebal altında kalacaklardır. Sonuç olarak Cumhuriyet değerlerini korumak durumunda bırakılmamalıdır. Bir siyasi rejim meşruiyetini kaybederse, ona karşı oluşacak her gayri meşru hareket tarih önünde kendi meşruiyetini oluşturur!.Tarihimizde, bunu en somut örneği Kurtuluş Savaşıdır!….

S O N U Ç

Atatürk, tam bağımsızlığı korumada en önemli sorun, bir toplumun yöneticilerini seçme sorunudur. Kaderi, ”dıştan beslenen” ya da ”milletin kendi bacakları üzerinde durması ve yürümesi gibi zor bir ilkeyi benimseyemeyecek kadar zayıf ruhlu siyaset adamları”nın eline geçen bir ulus ve toplum, bağımsızlığını koruma veya geri almada dış düşmandan çok iç düşmanın hile ve direnmeleri ile uğraşmak mecburiyetinde kalır.

Eskiden İngiltere’nin, Fransa’nın, Almanya’nın, Hollanda’nın, Belçika’nın, Portekiz ve İspanya’nın şimdi de Amerika’nın nasıl kendi çıkarları için başka ulusların yaşamına karıştığını (emperyalizmin eski ve yeni türlerinin nasıl sömürmeye yönelmiş olduğunu) biraz olsun incelemiş olanlar için, Amerika’nın bize yardımlarının niteliği konusunda, aslında herhangi bir tereddüt ve şüpheye yer olmamak gerekirdi. Ancak teorik birtakım varsayımlardan hareket etmiş olmamak için, ”Amerika’nın, insancıl bazı amaçlarla, örneğin az gelişmiş ulusların yoksulluktan kurtulmalarının dünya barışı için olumlu sonuçlar yaratacağı düşüncesiyle yardımlarda bulunabileceği” tezininde de iyi niyetle ele alınmasını kabul ettik.

Bugün, değişen dünya stratejileri ve sorunları ile çevrili Türkiye’nin bunlara karşı mücadelesinde en isabetli ve etkili yol, her şeyden önce Cumhuriyet’in temelini oluşturan ATATÜRK ilkelerine ve onun kurmuş olduğu demokratik lâik düzene milletçe sahip çıkmaktır.

Ulusal bağımsızlık savaşını kazanmada, nasıl ki hareketin kaynağını ulusun kendisi olduysa, çağdaşlaşma savaşının kaynağı da yine ulusun kendisi olmuştur. Bilindiği üzere, Atatürk’ün Büyük Nutku, Türk gençliğine hitabesi ile sona erer. Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet eden Atatürk’ün bu kitabesi bir bayrak olarak genç nesillerin önünde dalgalanmış ve gençliğe ışık tutmuştur. O, Büyük Nutkunu, mâzi olmuş bir devrin hikayesi olarak takdim etmektedir. Bunda, gelecek nesiller için dikkat edilmesi ve daima uyanık bulunulmayı gerektiren önemli noktalara işaret edilmektedir.

Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle millî varlığı, birliği ve bağımsızlığı ile ters düşen bütün yabancı unsurlarla mücadele gereğini ve millî duyguya dayanan düşünceleri büyük bir olgunlukla her karşıt düşünceye karşı şiddetle ve fedakârlıkla savunma zorunluluğu telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün manevi gücüne bu özellik ve yeteneklerin aşılanması önemlidir. Sürekli ve müthiş bir mücadele şeklinde beliren milletlerin hayat felsefesi, bağımsız ve mutlu kalmak isteyen her millet için bu özelliği büyük bir şiddetle istemektedir. Nitekim bu konuya dikkat çeken Büyük Atatürk şöyle demektedir :

“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. ”

Enstitüler ve Araştırma Merkezleri Milî Mücadeledeki insan tipini tespit etmeleri gerekir. Çünkü biz bu insan tipiyle Kurtuluş Savaşını yaptık ve bu devleti kurduk. O halde siyasal ve ekonomik bağımsızlığımızın teminatı olan Kuvâ-yı Milliye ruhu yeniden oluşturulmalıdır.

PROF.DR. METİN AYIŞIĞI / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

Okumaya devam et  Kemalizm İdeolojisi

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir