Sayın Kılıçdaroğlu

Millet İttifakının Cumhurbaşkanı Adayı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcıları,

rk toplumunun büyük ilgi gösterdiği ve sizlerin çok büyük özveriyle yürütmekte olduğunuz seçim çalışmalarınızı, büyük takdir ve ilgiyle izliyorum. Sizleri yürekten kutlar, hakkettiğiniz Cumhurbaşkanlığını kazanmanız ve de Mecliste Anayasa değişikliğini yapacak çoğunluğu sağlamamız, en büyük dileğimizdir.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, 

Sizi 13. Cumhurbaşkanımız olarak görmek ve Millet İttifakının saygın liderlerini, İstanbul ve Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanlarını da Cumhurbaşkanı yardımcıları olarak bağrımıza basmak, Türk halkını çok büyük kesimini mutlu edecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan yapılan yollar, köprüler, altgeçitlerle sürekli olarak övünmekte ve yoğun reklamlarda bunlara özenle vurgu yapılmaktadır. Oysa bunların gerçek maliyetlerinin çok üstünde ve çok büyük yolsuzluklarla yapıldığına, özellikle sizlerin gereğince vurgu yapmanızın çok yararlı olacağı inancındayım. 

Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklara son verecekleri iddiasıyla 20 yıl 5 aydır Türkiye’yi yöneten AKP, bu uzun iktidarlarında, Türkiye`de Yoksulluğun, Yolsuzluğun ve Yasakların, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde artığını, veriler kanıtlamaktadır.

Almanya’nın bazı şehirlerinde yaptığım seçime ilişkin konuşmamalarımda bu konulara vurgu yapmam, katılımcıların büyük ilgisini gördü. 

İzninizle sizlerden dileğim, bu üç konuya konuşmalarınızda mutlaka yeniden vurgu yapmanız çok yararlı olacaktır.

İzninizle bu amaçla konuşmama ilişkin yazımı ekte bilgilerinize sunuyorum.

Saygılarımı ve başarı dileklerimi iletirim.

Hakkı Keskin

Millet İttifakının Cumhurbaşkanı Adayı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, - Hakki Keskin 1

Değerli Arkadaşlarım, 

Türkiye çok büyük bir deprem felaketi yaşadı. 50 bini aşan insanımızı kaybettik. Çok sayıda yaralımız var. 11 ili kapsayan bu deprem, 13 milyon insanımızın yaşamını derinden etkilemiş bulunuyor.

Türkiye deprem kuşağında bulunan bir ülkedir. Ancak depremle ilgili bilimsel verilere dayanılarak fay kuşağı bulunmayan sağlam yerlerde ve depreme dayanıklı binalar inşa edilseydi, bu acı felaketler yaşanmazdı. 

Türkiye`nin çok iyi yetişmiş deprem konusunda uzman deprem-bilimcileri var. Bunlar yıllardır bu konuda gerekli uyarıları yaptılar. Deprem sonrası bu açıklamaları hepimiz izledik. Ne var ki bu uyarılar dikkate alınmadı. Rant ve çıkar anlayışıyla imar izinleri verildi. AKP döneminde utanılmadan ismine “imar barışı” denen aflar çıkarıldı. 7. den sonra 8. inci ““imar barışı” da bu deprem olmasaydı planlanmıştı.

Urfa’daki sel olayı da yine rant ve çıkar sonucu oldu. 20 insanımız boğularak can verdi. Uzmanlar uyardılar, dere yatağı olan yerde binalar ve alt geçit yapılamazdı. Televizyonlardaki görüntüler hepimizi hayrete düşürdü.

Bilime ve bilimsel uzmanların uyarılarına, rant ve çıkar hesapları nedeniyle uyulmaması, bu felaketlerin kanıtlı nedenidir. 

Japonya Türkiye`den daha riskli bir deprem kuşağında bulunuyor. Orada yüzde 8 in üzerinde depremler yaşandı. Ancak depreme dayanıklı binalar, yollar, köprüler, hava alanları yapıldığından, birkaç yaralı dışında can kaybı yaşanmıyor. Denizden gelen büyük dalgaların neden olduğu Tsunami olayı dışında. 

Japonya`da kaldığım otel arada bir sallanıyordu. Ancak hiç kimse endişeye kapılmıyordu. Çünkü binaların depreme dayanaklı yapıldığını insanlar biliyor.

Son depremde de yüzbinlerce bina yerle bir olurken, bilimsel verilere uygun olarak sağlam ve dayanıklı yapılan binalara bir şey olmadığını gördük.

Konuşmama bu konuya vurgu yaparak başlama gereği duydum. Bilimi, Bilim insanlarının uyarılarını dikkate almayarak, rant ve çıkarlara dayalı politikaları, kader ve ilahi söylemlerle örtbas etme açıklamalarını şiddetle kınıyorum. 

Yaşamını kaybedenlere rahmet, yaralılara ivedi sağlık ve tüm halkımıza baş sağlığı diyorum.

Şimdi konuşmamın ana konusuna gelmek istiyorum.

Erdoğan Yönetiminde AKP`nin 20 Yılı ve Türkiye’nin getirildiği Durum

2002 kasımdan 2023 yılı mart ayına değin tam 20 yıl 4 aydır Türkiye tek başına AKP, Başbakan ve Cumhurbaşkanı kimliğiyle Erdoğan tarafından yönetilmektedir. Bu denli uzun süre Türkiye`yi yönetmek yalnızca Erdoğan’a nasip olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucu lideri ve ilk Cumhurbaşkanı Atatürk sadece 15 yıl, İkinci Cumhurbaşkanımız İnönü ise 12 yıl iktidarda bulundular. 

Bu 20 yılın çok yönlü bilançosunu özetle çıkarmak istiyorum. Erdoğan AKP`nin kuruluş ve hükümet programında: “Biz yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla, yani 3 Y ile mücadele etmek için iktidara geliyoruz.” diyordu.

Bu Yıl 100. Kuruluş yılını kutlayacağımız Türkiye Cumhuriyeti, hiçbir hükümet döneminde, son 15 yılda yaşadığımız kadar yolsuzluk, yoksulluk ve yasakları yaşamadı ve görmedi. Birlikte değerlendirelim.

Yolsuzluk: Türkiye`de var olan yasalar bu dönemde göz ardı edilerek açık ve şeffaf olması gereken ihaleler, ihale kuralları ihlal edilerek yüzlerce milyarlık yatırımlar öncelikle beş büyük firmaya veriliyor. Bu nedenle bunlara “beşli çete” deniyor. Bu kuralsız ihalelerden yararlanan birkaç yandaş firmada var.  

Yollar, köprüler, şehir hastaneleri gerçek yapım değerlerinin çok üstündeki fiyatlarla bu firmalara verilirken, hazineden ödenen paraların bir kısmının da ihaleleri organize eden belli kişilere aktarıldığı belirtiliyor.  Daha önce AKP`li belediyelerde bulunan Istanbul, Ankara, Adana, Antalya, Mersin gibi büyükşehirlerde, yüzlerce milyarları aşan yolsuzlukların yapıldığı özellikle İstanbul ve Ankara Belediye Başkanları tarafından kanıtlarıyla ortaya konmaktadır. Türkiye her alanda, üniversite sınavlarından işe alınmalara değin, AKP öncesi 80 yılda yaşanmamış olan yolsuzlukların ve particiliğin uygulandığı bir konuma getirilmiştir. Hiçbir dönemde görmediğimiz sayısız yolsuzluk ve rüşvet olaylarını yaşayarak ve özgür basından izleyerek görüyoruz.

Şehir merkezinden uzakta yapılan hastaneler, yeterli sayıda yolcunun kullanmadığı havalimanları, araç sayısı öngörülenden oldukça az olan köprü ve otoyollar nedeniyle, Devlet Garantili Projelerin Bütçeyi rehin aldığı, uzmanlar tarafından belirtiliyorlar.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’na (TEPAV) göre hükümet, havalimanı projelerine 7,3 milyar, otoyol ve köprü projelerine 32,1 milyar, şehir hastanelerine 78,2 milyar, Akkuyu Nükleer Santrali için ise 35 milyar dolarlık gelir garantisi vermiş bulunuyor. Kamu özel iş birliği projelerine verilen gelir garantilerinin bütçede oluşturduğu toplam yük yaklaşık 153 milyar dolar olduğu açıklanıyor.

Osmangazi Köprüsü’ne 40 bin, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne 135 bin, Çanakkale Köprüsü’ne 45 bin araç geçiş garantisi verilmiş durumda. Oysa Ulaştırma Bakanı Adil Kara İsmailoğlu tarafından, hükümetin günlük 45 bin araç geçiş garantisi verdiği Çanakkale Köprüsü’nden bir günde 6 bin araç geçtiğini açıkladı. Aradaki fark bütçeden ödeniyor.

CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu’nun “Devletin kasasından 1 kuruş çıkmadı” dediği Çanakkale Köprüsü’nün, kamuya devredileceği tarih 28 Mayıs 2034 tarihine değin geçiş garantisini ödemek zorundadır.  Hükümetin her gün için 45 bin araç geçişini garanti ettiğini, geçiş ücretinin ise güncel kurlarla KDV hariç 15 Euro yani 134 TL olarak belirlendiği biliniyor.

Çalışmalarını takdirle izlediğim Zonguldak CHP Milletvekili Yavuz Yilmaz `in hesabına göre, “Köprüyü yapan şirketler, köprünün maliyetini yaklaşık üç yılda çıkarıyor. Sözleşmedeki birim fiyatlarla hesaplandığında her yıl şirketin kasasına 2 milyar 173 milyon TL girecek. Sözleşmenin süresi ise 16 yıl 2 ay olarak belirlenmiş bulunuyor. Köprü, Karayollarına devredilene kadar geçecek olan sürede şirketin kasasına girecek olan parayla en az üç tane 1915 Çanakkale Köprüsü yapmak mümkün” olduğunu belirtiyor.

Köprü ve otoyolların yanı sıra havalimanlarında da uçuş garantilerine ulaşılamaması nedeniyle; şirketlere 2015-2020 yılları arsanda bütçeden 520 milyon dolar garanti ödemesi yapıldı.

Sayıştay raporlarına göre, 2020 yılında Avrasya Tüneli için 25 milyon 376 bin 878 araç geçiş garantisi verilmişti. Ancak geçen araç sayısı 12 milyon 609 bin 103’te kaldığı için Devletin kasasından tüneli işleten şirkete sadece 2020 yılı için 456 milyon 310 bin TL ödeme yapıldı.

Deniz Yavuzyılmaz’ın CİMER’den aldığı yanıtlara göre, Kütahya, Afyon ve Uşak illerine hizmet vermek üzere 2012’de yolcu garantisi ile yapılan Zafer havalimanı için 2012-2022 yılları arasında 53 milyon 982 bin Euro garanti ödemesi yapıldı.

Yoksulluk: Türkiye İstatistik Kurumu`nun verileri hükümet talimatıyla belirlendiğinden, ne yazık ki bu verilere güven kalmadı. Bağımsız bilim insanlarının güvenilir açıklamalarına göre halkın yüzde 50’si açlık sınırının altında yaşamaktadır. Halkın yüzde 40`nin geliri giderini karşılayamadığından, bankalardan yüksek faizle borç alınarak bu insanlarımız geçimlerini sürdürebilmektedirler. 

Gerçek enflasyonun yıllık ortalamada yüzde 100`ün ve hatta son yıllarda 150`nin üstünde olduğu uzman bilim insanlarımız tarafından belirtiliyor. 

TÜRKİŞ’in açıklamasına göre 2022 yılı asgari ücret artışı enflasyonun çok altında kalarak yüzde 50 düzeyinde gerçekleşmiştir. Türkiye`de yoksulluğun halkın yarıdan fazlasında, çok büyük geçim sıkıntılarına yol açtığı herkes tarafından bilinmektedir. Ailelerin bir kısmı çocuklarına doğru dürüst kahvaltı olanağı veremeden okula göndermektedirler.

Çok önemli bir gerçekte çalışanların yarıdan fazlasının asgari ücretle çalıştığı ve geçinmek zorunda olduğudur.  Örneğin Almanya da asgari ücret le çalışanların oranı yüzde 19 düzeyindedir. 

Yoksulluğun en önemli nedenlerinden biri de hızla artan işsizliktir. Bağımsız bilim insanlarının açıklamalarına göre bu oran genelde en az yüzde 20, gençler arasında ise yüzde 30 düzeyinde belirtilmektedir. Oysa işsizlik 2002 de Türkiye krizden yeni çıkılmış olmasına karşın yüzde 10,3 düzeyindeydi. Yüksek İşsizlik nedeniyle Gençlerimiz umutsuz, güvencesiz ve mutsuz olduklarından yurt dışına gidebilme uğraşı içeresindedirler. 

Yoksulluğun bir diğer nedeni de gelir dağılımında giderek artan sosyal adaletsizliktir. Türkiye’de en zengin yüzde 1`lik kesim, toplam servetin yüzde 41`ine, yüzde 10`luk kesimi ise toplam servetin yüzde 67 sine sahipken, toplumun yüzde 50`si ise servetin sadece yüzde 4 üne sahiptir. (Der World Inequality Report, dt. Bericht zur weltweiten Ungleichheit)

Türkiye gelir dağılımında Ekonomik İş birliği ve Kalkınma örgütü (OECD) üyesi 37 ülke arasında gelir dağılımı eşitsizliği en yüksek olan 4. ülke konumundadır. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında ise gelir eşitsizliğinde Türkiye’den daha kötü durumda olan tek ülke Bulgaristan bulunmaktadır.

Yoksulluğa yol açan bir diğer önemli neden de Türk parasının dolar ve avro karşısında hızla artan değer kaybıdır. Türk lirası Dünya genelinde en fazla değer kaybeden ve enflasyonu da en yüksek olan ikinci ülke konumundadır. 

2002 de AKP iktidara geldiğinde dolar 1,50 kuruşken, günümüzde dolar 19.90 düzeyine çıkmıştır. Dolar ve avronun TL karşısında değer kazanması, her alanda fiyat artışlarına yansıyarak, yoksulluğun daha da artmasına neden oluyor. 

Türkiye ekonomisi eskiden sadece sanayide ithalata bağımlıydı. Son yıllarda bu durum tarım ürünlerinde de belirgin hale geldi. Oysa Türkiye AKP öncesi Tarım ürünleri bakımından Dünya`da kendi kendine yeterli olan 7 ülkeden biriydi.

Yıllardır Dünyanın en büyük 20 ekonomisi (G 20) arasında bulunan Türkiye, milli geliri bakımdan 21. sıraya geriledi. G 20’deki yerini koruyabilme riskiyle karşı karsıyadır. Türkiye ekonomisi geniş halk kitlelerini artan yoksulluğa sürüklerken, kriz olmaktan öteye bir buhrana sürüklenmiş bulunuyor.

Erdoğan yönetimde bulunduğu bu 20 yıllık sürede halktan 2 trilyon 561 milyar dolar vergi toplamıştır.  Öte yandan büyük önemi olan t kamu işletmeleri de satılarak 63 Milyar dolar alınmıştır. Böylece Erdoğan yönetimi toplamda 2 Trilyon 773 

Dolar para harcamıştır. (Faik Öztrak, Sözcü,7.4.2023). 


AKP iktidara geldiği 2002 tarihinde Türkiye`nin toplam diş borç stoku 129.6 Milyar ABD dolarıydı. Türkiye Brüt Dış Borç Stoku rekor kırarak 31 Aralık 2022 de 459 milyar ABD dolara çıkmıştır. Diş borcun milli gelire oranı böylece yüzde 50,7 ye ulaşmıştır. (Cumhuriyet, 31.12.2022).

Yasaklar: Erdoğan iktidarında özellikle de Dünya`da benzeri olmayan tek kişilik yönetime geçildikten bu yana, Erdoğan yönetimini eleştiren ve fikirlerini açıklayanlara karşı sürekli davalar açılmaktadır.

“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın göreve başladığı 2014 yılından 2020 yılına kadar Cumhurbaşkanına hakaret suçundan 63 bin 41 kişiye dava açıldı. Açılan bu davalardan 9 bin 554 kişi mahkûm oldu

Oysa daha önceki Cumhurbaşkanları yapılan eleştirilere karşı çok az sayıda dava açtılar. Abdullah Gül: 848, Kenan Evren: 340, Turgut Özal: 207, Ahmet Necdet Sezer: 163, Süleyman Demirel: 158. 

Çok doğru olarak Mahir Başarır Erdoğan tarafından bu yüksek sayıda dava açılmasını: “vatandaşlarımız üzerinde mevcut iktidarın baskıcı, sindirici, korkutucu anlayışının bir göstergesi olmuştur” diyor. (Ali (Mahir Başarır’ın, vermiş olduğu Meclis Araştırma Önergesine, verilen yanıt). 

2022 yılı Ekim ayında, genel seçimlere 5 ay kala AKP tarafından hemen meclisten geçirilen “Sansür yasasıyla”, Türkiye`de dahada artan düzeyde, hiçbir dönemde yaşanmamış olan bir yasaklar sürecine girilmiş bulunuyor.  Gerçekleri anlatan televizyon kanallarına TELE 1, HALK TV, KRT, FOLX TV ye ve yazılı basına, iktidarın muhalif basına karşı sopası konumuna gelen RTÜK, keyfi uygulamalarla süreli yayın yasağı ve para cezaları uygulamaktadır.

Dış politika

Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan ve AKP, izledikleri yanlış dış politikayla, Ortadoğu’da her alanda büyük saygınlığı olan Türkiye`yi, hiçbir gerekçesi olmaksızın Suriye ile çatışma ortamına soktu. Türkiye`nin Israil, Mısır ve diğer Arap ülkeleriyle çok iyi olan ilişkileri tamamen bozuldu. Hatta bazılarında elçimiz bile bulunmamaktadır.

Suriye, Afganistan, Irak ve diğer ülkelerden sayıları 8 milyonun üstünde olduğu belirtilen kaçkınlar, Türkiye için çok yönlü büyük bir ekonomik, siyasi ve toplumsal sorun oluşmasına neden oldular.  Suriye sınırına yakın kentlerimizin bazılarında Suriyeli kaçkınların yerli nüfusa orana neredeyse yarıya yaklaştı. Hatta Kilis de yarıyı bile geçti.

Demokrasi, Hukuk Devleti, Yargı Bağımsızlığı, Basın ve Fikir Özgürlüğü
Hatırlayalım lütfen, Demokratik Sol Parti lideri Bülent Ecevit 11 Ocak 1999-Kasım 2002 tarihinde ANAP ve MHP koalisyonunda Başbakandı. Bülent Ecevit bu kısa sürede AB’ye uyum sürecinin gerektirdiği ilk üç uyum paketini gerçekleştirdi.
Türkiye Demokrasi, Hukuk Devleti, Yargı Bağımsızlığı, Basın ve Fikir Özgürlüğü ve İnsan Hakları konularında, Avrupa Bilirliğine tam üyelik için gerekli olan koşulları büyük ölçüde yerine getirdi.
Bilindiği gibi 1999-2001 yıllarında yaşanan finans ve ekonomik kriz nedeniyle, Koalisyon ortağı Devlet Bahçeli’nin erken seçim istemesi hükümetin sonunu getirdi. Oysa ekonomik krizden büyük ölçüde çıkılma aşamasına gelinmişti.

AKP hükümet, Kasım 2002 hükümeti kurduğunda, Türkiye`de AB üyeliği için gerekli olan Demokrasi ve Hukukun üstünlüğü konularında ileri bir aşamaya gelinmişti.  Avrupa Birliği’ne aday ülke olması nedeniyle de Türkiye`ye yabancı sermaye yatırımları geleme aşamasındaydı. 

Böylece AKP yabancı sermayenin Türkiye’ye önemli ölçüde gelme aşamasında hükümeti üstlendi ve 2006`lara kadarda, AB ortaklığına ilişkin görüşmeleri sürdürdü. Anlaşılan Avrupa Kamuoyuna karşı bu bir göz boyamaydı. 

AKP`nin özellikle 2007 yılından sonra Demokrasi, Hukukun üstünlüğü ve diğer demokratik özgürlükler konusundaki karnesini, uluslararası karşılaştırmalarla inceleyelim.

2022 Yılı Dünya Adalet Raporu’nda, hukukun üstünlüğü, adalet, basın ve fikir özgürlüğü gibi konularda, Türkiye`nin günümüzdeki durumu 140 ülkeyle karşılaştırıldığında çıkan sonuçlar şöyledir:

  1.  Hukukun Üstünlüğü endeksinde: Türkiye genel değerlendirmede 140 ülke arasında 116’ncı sırada bulunuyor.
  1. Temel hakların uygulanıp uygulanmadığı konusunda 134’üncü sıradayız
  1. Hükûmetin sınırsız yetkileri kullanma konusunda 140 ülke arasında 135’inci sırada bunuluyor Türkiye.
  1. Devletin yetkililerini bağımsız denetim / yargı, etkili bir şekilde kontrol etme konusunda 125`inci sıradayız. 
  1. Fikir ve İfade özgürlüğü konusunda 136`nıncı sıradayız.
  1. Sivil toplum katılımında 136’ncı sıradayız. 
  1. Eşit muamele ve ayrımcılığın olmaması hususunda 135’inci sıradayız. 
  1. Bireyin yaşama ve güvenlik hakkının etkin bir şekilde güvence altına alınması konusunda 114’üncü sıradayız.
  1. Hükûmet yetkililerinin kamu görevini kişisel kazançları için kullanma konusunda 119’uncu sıradayız. 
  1. Toplantı ve dernek kurma özgürlüğünün etkin bir güvencesinin olup olmadığı konusunda 133’üncü sırada bulunuyor Türkiye.
  1. Açık hükûmet, açık devlet sıralamasında 105’inci sıradayız.
  1. Bilindiği gibi Sayıştay, görev, yetki ve sorumlulukları Anayasa’da da tanımlanmış yüksek mali yargı organıdır. Sayıştay’ın 2020 yılı raporundaki yasalara aykırı olan 11 konuya ilişkin bulguları 2022 ye değin yerine getirilmedi. 
  1. Yapılan siyasi atamalarla Türkiye yargı sisteminin siyasallaştığını görüyoruz. Büyük bir çoğunluğu AKP’de il, ilçe başkanlıklarında üst düzey görevler yapmış, belediye başkanlıklarına, Milletvekilliklerine aday olmuş, Meclis üyeliklerinde, başkanlıklarda görev yapmış, siyasi parti rozeti belli olan kişilerin birçoğu, avukatlıktan hâkim ve savcı yapıldı ve böylesi siyasi atamalarla yargı sistemi tamamen siyasallaştırıldı. 
  1. RTÜK, Özgür yayın yapan Halk TV, Tele 1, KRT TV, Flash TV’ye ve yazılı basından Cumhuriyet ve Sözcüye, sürekli olarak para cezası uygulanıyor ve kamu ilanlarından yararlanmaları engelleniyor. (Cumhuriyet, 18 Kasım 2022, CHP İzmir Milletvekili Kâmil Okyay Sındır, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Adalet Bakanlığı’nın 2023 yılı bütçesi görüşmelerinde şu önemli açıklamalarda bulundu).
  1. AKP, Türkiye`de hiçbir dönemde görülmediği düzeyde Parti Devleti oluşturuldu. Hükümetin yayın organı olmaması gereken TRT, bağımsız olması gereken Merkez Bankası, verileri gerekçelere uygun olarak açıklaması gereken Türkiye İstatistik Kurumu, hatta bağımsız karar vermeleri her kes tarafında istenmesi gereken Yargı Kurumları, adeta hükümetin organı konumuna getirildi. 

Bildiğiniz gibi asgari ücretlerin artışı, enflasyona göre ayarlanmaktadır. Bu nedenle Türkiye İstatistik Kurumu gerçek fiyat artışları yerine, yukardan gelen talimatlara göre fiyat artışlarını belirlemektedir. 

Ancak bağımsız bilim insanlarımız, oluşturdukları bir kurum üzerinden gerçek fiyat artışlarını açıklamaktadırlar. Bu verilere göre gerçek fiyat artışları en az iki ve hatta üç kat daha fazla olarak açıklanmaktadır.

  1. Tamamen özerk, yani bilimsel kurallara göre kurulması ve bilimsel eğitim vermesi gereken Üniversiteler, AKP tarafından atanan ve bilimsel kuralları tamamen göz ardı eden partili atamamalarla, bilimsel camlaşma yapamaz konuma getirildiler. 
  1. Buna tabi ki direnen gerçek anlamda üniversitelerimiz vardır. Boğaziçi Üniversitesi bunu en güzel örneğidir. 
  1. Seçimlerde öteden beri genel kuraldı, Adalet bakanı, İçişiler ve Ulaştırma bakanları hükümetten istifa ederek, yerlerine tarafsız bakanlar atanırdı. Seçimlerin güvenliği ve eşitliği bakamından gerekli bu sistem kaldırıldı.
  1. Meclis tarafınkinden kabul edilen Istanbul Sözleşmesinden, Cumhurbaşkanının imzasıyla çıkıldı. Oysa Türkiye Dünya`da en çok kadın cinayetlerinin işlendiği bir ülke konumundadır. Kadınların eşitlik hakları özellikle son yıllarda büyük ölçüde askıya alındı. 
  1. Erdoğan’ın bu kararı almasında Tarikatların ve Cemaatlerin belirleyici rol oynadığı kanısındayım. AKP`li çoğu bakan ve siyasi yetkilinin bazı tarikatlara mensup olduğu söyleniyor. Hatta bazı bakanlıkları bu tarikatlar tarafından kontrol edildiğini biliyoruz. 
  1. Türkiye`de insan olan herkesin vicdanını derinden yaralayan ve sarsan 6 yaşındaki kızın İsmail Ağa Tarikatından bir yetkiliyle evlendirilmesi. Bu tüylerimizi ürperten olaya görevdeki aile bakanı, “bu olaya siyaseti karıştırmayalım” diyor. Her konuda en önde açıklama yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konuda 9 gün sonra suskunluğunu bozmak zorunda kaldı. Çünkü bu olaya toplumun en geniş kesiminden büyük tepkiler geldi. Bu davaya ilişkin olarak da haber yasağı getirildi. 

Bu korkunç olay, dini inançları ticari ve siyasi amaçları için kullanan Tarikat, Tekke, Cemaat gibi kuruluşların, Türkiye`de Gülen Cemaatinde olduğu gibi, emperyalizmin güdümünde çalışarak, ülkede darbe ile iktidarı ele geçirmeye bile kalkışabilmektedirler. 

  1. AKP Yönetiminin ve Belediyelerinin bu tarikat ve Cemaatleri çok yönlü desteklediği biliniyor. AKP`nin Gülen Cemaati’yle yıllarca iç içe çalışıldığı herkesin bildiği bir gerçektir. 

Kanımca dini siyasete, ticarete ve ekonomik çıkarlarına alet eden bu gibi kuruluşların yasaklanması gerektiği inancındayım. 

Belki haberi ve fotoğrafları gördünüz. İsmail Ağa Cemaatinden önde gelen yetkililer bir süre önce Afganistan`a giderek, ülkesinde sürekli terör uygulayan Taliban yönetimiyle görüşmeler yaptılar. Hatta kendilerinden genç olan bir taliban yetkilisinin elini öptüler. 

Türkiye`nin yarınında parlayan güneşi görüyorum 

İstanbul Büyük Şehir Başkanı Ekrem İmamoğlu`na, YSK üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle, mahkeme tarafından 14.12.2022 tarihinde 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasetten engellenme cezası verildi. 

“İstinaf mahkemesi bu kararı kaldırabilir veya Yargıtay kararı bozabilir. Son kararı Anayasa mahkemesi verecektir. Bu sürecin 1,5, 2 yıl sürebileceği belirtiliyor. 

İmamoğlu’na yapılan suçlamanın gerekçesini hatırlayalım.

Ekrem İmamoğlu, 30 Ekim 2019’da Fransa’nın Strasbourg kentinde düzenlenen Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde bir konuşma yaptı. İmamoğlu konuşmasında, “seçim döneminde kamu kaynaklarının iktidar lehine sınırsız şekilde kullanıldığını, kampanya süresince toplumu bölen ve kutuplaştıran bir dil kullanıldığını, Cumhurbaşkanı ve kabine üyelerinin seçim yasaklarını dikkate almayan eylem ve uygulamalarda bulunduklarını” söyledi.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 4 Kasım 2019’da İmamoğlu’nu kastederek “Avrupa Parlamentosu’na gidip, Türkiye’yi şikâyet eden ahmağa söylüyorum. Bunun bedelini bu millet sana ödetecek. Bu iş bu kadar bedava değil” dedi.

İmamoğlu aynı gün İstanbul’da gazetecilere yaptığı açıklama sırasında Soylu`nun bu sözlerinin hatırlatılması üzerine: 

“31 Mart’ta seçimi iptal edenler Dünya`da, Avrupa’da onların gözünde nereye düştüğümüz noktasında, olan biten şeylere baktığımızda, tam da 31 Mart’ta seçimini iptal edenler ahmaktır, önce oraya bir odaklansın” ifadelerini kullandı.

Gazeteci Barış Terkoğlu, davaya bakan eski hâkim Hüseyin Zengin’in çevresine “İmamoğlu’na iki yıldan fazla ceza vererek onu siyasi yasaklı hale getirmem telkin edildi” dediğini aktardı. Hakim Zengin Bu yasaya aykırılığı kabul etmediğinden Samsun`a sürüldü.

Karara ilişkin olarak İmamoğlu: Bu karar, Türkiye’de adaletin kalmadığının ispatıdır diyor. Türkiye`nin en saygın hukukçuları, bu kararın hukukla hiçbir ilgisi olmadığını, kararın tamamen siyasi ve keyfi bir karar olduğunu açıkladılar.

15 Aralık’ta İstanbul Saraçhane meydanında yüzbinlere konuşan Ekrem İmamoğlu ve Altılı Masa Liderleri, Türkiye için unutulmaması gereken ve çok önemli olduğuna inandığım etkin bir gösteri düzenlediler.  

Ben başından beri, farklı siyasi, ekonomik, toplumsal görüşlerde olan altı siyasi partinin bir araya gelmelerini ve birlikte Türkiye`nin içine sokulduğu bu ucube denen sistemden kurtulma yollarını arıyorlar. Bu uzlaşma kültürünün Türkiye`de artık belirgin ve yaygın hale gelmesi gerektiği inancındayım. Bu konuyu irdeleyen yazılarım var.

Değerli Arkadaşlarım, 

AKP iktidarının özelikle son 15 yılında Türkiye`de, demokrasinin, adaletin, hukuk devletinin, yargı bağımsızlığının, evrensel İnsan hak ve özgürlüklerine bağlılığın ve saygının, basın ve fikir özgürlüğünün kalmadığını gördük. Uluslararası düzeyde Türkiye bu alanlarda en gerilere düşürüldü. 

Millet İttifakında (Altılı Masa`da) Bir araya gelen Siyasi Partilerin Somut Önerileri

Altılı masada bir araya gelen siyasi partiler öncelikle tek kişiye dayalı, Dünya`da benzeri olmayan bu ucube sistemden, Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçim için önemli bir anlaşma metnini imzaladılar.

Daha sonra bu güçlendirilmiş parlamenter sistemin anayasal dayanağını hazırlayarak, Türkiye için yeniden gerçek parlamenter düzene, demokrasiye, hukuk devletine, yargı bağımsızlığına, evrensel insan hak ve özgürlüklerine, basın ve fikir özgürlüğüne zemin sağlayacak olan yeni bir anayasa taslağını hazırlayarak kamuoyuyla paylaştılar. Kuşkusuz bu öneriler toplumun tüm kesimleriyle tartışılarak son şeklini alacaktır. 

Sonra da Altılı masada bir araya gelen siyasi partiler, bir yıllık bir alışma sonunda önümüzdeki sürede, Türkiye`nin ekonomik, sosyal, toplumsal, eğitsel, bilimsel sorunlarının nasıl çözüleceğine ilişkin yaptıkları çalışmalarını görkemli bir toplantıda kamuoyuna açıkladılar. 

Millet İttifakı Partileri 30 Ocak 2023 de 2300 konuyu ele alan ortak bir Mutabakat anlaşması imzaladılar. Uzlaşma kültürünün Türkiye`de de siyasi yaşamımızda yer alması bakımından bu son derece önemli ve tarihi bir karardır. 

6 Parti Başkanını, diğer donanımlı yöneticilerini ve bu oluşuma katkı sunan yüzlerce bilim insanını kutluyorum.

Bilmenizi isterim ki bu oluşumda benim de önemli katkım oldu. 28 Nisan 2022 tarihinde 6`lı Parti Başkanlarına ve kamuoyuna: “Demokratik Laik Sosyal Hukuk Devleti ve Kalkınmış Çağdaş Bir Türkiye İçin Öneriler” başlığıyla 22 maddelik bir açıklama yaptım. Bu maddelerin nerdeyse tamamı büyük ölçüde Millet ittifakının Mutabakat Metninde görülüyor. 

Ayrıca Marmaris Orman Yangın nedeniyle 22 Ekim 2022 tarihinde “Altılı Masa Liderleri Orman Yangınlarına ilişkin Ortak Karar Almalıdır” açıklamamda, Erdoğan’ın emrinde 11 uçağın ve 3 helikopterin bulunduğunun söylendiğini, 7-8 uçağın satılmasıyla yeterli sayıda yangın söndürme uçağının ve helikopterin satın alabileceğini Altılı Masa Liderlerine önerdim. Sevinerek söylüyorum ki bu önerim de Millet İttifakının programında yer aldı ve programın açıklandığı toplantıda en çok alkışlanan maddeydi. 

Bakınız bizler Almanya`da yaşıyoruz ve diğer Avrupa ülkelerindeki gelişmeleri de yakından izliyoruz. Almanya 70 yıldır ve günümüzde de koalisyonlarla yönetiliyor. Diğer Bati-Avrupa ülkelerinin neredeyse hepsinde de, farklı görüşteki siyasi partilerin bir araya gelerek kurdukları koalisyon hükümetleri var.

Gerçek o ki, Türkiye`de sol Dünya görüşünü savunanlar, ben bunlardan biriyim, Mecliste çoğunluğu sağlayabilecek durumda değiliz. Bu nedenle uzlaşarak, anlaşarak Türkiye`nin yoğunlaşmış sorunlarını birlikte çözebiliriz.

Ben öteden beri bu nedenle Altılı Masa etrafında bir araya gelerek Türkiye`yi bu ucube sistemden kurtararak, yeniden demokratik laik hukuk devletini yaşama geçirmek isteyen bu Altılı Masa siyasi hareketini içtenlikle destekliyorum. Bu konuda basından kamuoyuyla paylaştığım üç yazı kaleme aldım.

Değerli Arkadaşlarım, bizlerin gerçek demokratlar olarak üzerinde önemle durmamız gereken şu konulara da dikkatinizi çekmeme izin veriniz.

Osman Kavala Olayı

Yıllardır keyfi kararlarla hapse atılan Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş olayına ve Kayyum atamamalarına da vurgu yapmamız gerekiyor. 

Osman Kavala hiçbir yasal dayanağı olmaksızın: 1 Kasım 2017’de “Gezi olaylarını finanse etme” suçlamasıyla tutuklandı.  Gezi Davası’nda ağırlaştırmış müebbet hapis cezası verilen iş insanı Osman Kavala, tutukluluğunda 5 yılı hapiste geride bıraktı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu tutukluluğun yasal dayanağının olmadığına ve hapiste tutulmasının hak ihlali olduğuna karar verdi.

Selahattin Demirtaş Olayı 

HDP eş genel başkanı iken 4 Kasım 2016’da Diyarbakır’da gözaltına alınarak tutuklandı ve Edirne F Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Selahattin Demirtaş alt yılı aşkın bir süredir hapiste tutuluyor. 

Yargılama sürecinde kendisine tahliye kararı verildi. Ancak 2016’daki darbe girişiminden sonra devreye konan ‘tahliyeden sonra tekrar tutuklama’ diye tanımlanabilecek yöntemle yeniden hapse kondu. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Demirtaş’ın hapiste tutulmasının hak ihlali olduğuna karar verdi. Ancak kararlar uygulanmadığı için Demirtaş özgürlüğüne kavuşamadı.

Seçilmiş HDP`li Belediyelere Kayyum Atanması olayı

Haklarında teröre destek suçu olup olmadığı araştırıldıktan sonra, Belediye başkanı seçilen 60 HDP`li Belediye başkanı, tamamen keyfi kararlarla görevlerinde uzaklaştırıldılar. Yerlerine İçişleri Bakanı tarafından kayyum olarak atanan kişiler getirildi. Milyonlarca seçmenin iradesi böylece yıllardır keyfi ve yasa dışı uygulamalarla yok edildi. Ellerinden gelse İstanbul’da da bu kayyum uygulamasını yapmayı çok istediklerini, açıklamalarından görmekteyiz. 

Büyük Millet Meclisinde milletvekili ve aldığı oylara göre 3. Parti olan HDP, Parlamenter Demokrasiye önem vermektedir. Benim siyaset gözlemci değerlendirmeme göre HDP, PKK ve Terör olayından kendini kurtarmaya çalışmaktadır. PKK Terörü, 45 yıldır Türkiye`nin en önemli sorunlarından biridir. Bu sorun yalnızca binlerce insanimizin yaşamına mal olmuyor. Aynı zamanda Türkiye ekonomisine yüzlerce Milyar dolarlık çok büyük bir yük getiriyor. Emperyalizm tarafından desteklenen bu terör sorununu, Türkiye`nin artık çözmesi gerekiyor. Millet İttifakı HDP ile bu sorunun çözümünde kanımca gerekli olan adımları atabilir.

Selahattin Demirtaş’ın dikkate alınması gereken açıklamaları kanımca bunun göstergesidir.

Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, HDP Eş Başkanlarıyla bu pazartesi, 20 Mart’ta yaptığı görüşme sonrası yapılan açıklamalar son derece önemlidir. 

Bu görüşmede “HDP`nin İttifak için 27 Eylül 1921 de yayınladığı 11 maddelik Deklarasyondaki” konular ele alindi. Bu 11 maddenin başlıkları şöyledir:

  1. Güclü Demokrasi
  2. Tarafsız ve bağımsız yargı
  3. Kayyım rejimi değil halk iradesi
  4. Kürt sorununa demokrat çözüm. (Kılıçdaroğlu da HDP Eş Başkanları da bu çözümün yerinin Büyük Millet Meclisi olduğuna vurgu yaptılar!).
  5. Barışçı dış politika,
  6. Kadına özgürlük ve eşitlik,
  7. Ekonomide Adalet
  8. Kamu yönetiminde liyakat
  9. Doğaya saygı,
  10. Gençler için özgür yaşam
  11. Demokratik anayasa.

Değerli Arkadaşlarım, bu deklarasyondaki 10 madde benim şahsen yıllardır savunduğum konular. İnanıyordum ki sizlerde bu maddeleri destekliyorsunuzdur. Burada üzerinde önemle tartışılması gereken konu, Kürt somununa demokratik çözümün neleri içereceğidir. Örneğin Kürtçe Türkçenin yanında resmi dil olsun ve devlet okullarında öğretilsin mi? Günümüzdeki merkeziyetçi yönetim anlayışı, bazı alanlarda şehirlere verilecek yetkilerle sınırlandırılsın mı? 

Bilindiği gibi Fransa`dan, ABD `ye, Rusya`dan Çin’e kadar, tarihi koşulları nedeniyle İsviçre gibi bir iki istisna dışında, tüm ülkelerde tek bir resmi dilin olduğunu bilmemiz gerekir. Ancak ben öteden beri Kürtçenin okullarda anadili dersi olarak öğrenilmesinden yanayım.

Türkiye`nin bağımsızlığı, bütünlüğü, Türkiye`de gerçek anlamda barış ve demokrasi için bu konuları neden tartışmayalım?     

Değerli arkadaşlarım, 

Bu hassas konuda beni yanlış anlamamanız için belirtmek isterim; PKK terörü nedeniyle başımdan geçen yaşamsal bir sorunum oldu. Almanya`da yayınlanan Demokrat Türkiye gazetesinde, 17 Aralık 1983 ve sonrasında Türkiye`de Kürt Sorunu ve çözüm önerilerini içeren yazılar yazdım. Teröre ve PKK ya, Türk ve Kürt herkesin karşı çıkmasını savundum. 29 Nisan 1987 tarihinde PKK tarafından öldürülecekler listesine alındığımı ögrenen Hamburg İçişleri Senatörlüğü beni koruma altına aldı. Hatta bu nedenle üniversiteden 8 ay izinli olarak Almanya dışında bir ülkeye gitme zorunluluğu yaşadım. 

PKK Hamburg`da yakından tanıdığım Kürk kökenli olan, ancak teröre karşı çıkan Kürşat Timur isimli gencimizi bir süre önce katletmişti. Almanya ve hatta Avrupa’nın diğer bazı yerlerinde PKK tarafından benzer cinayetler işlendi. Bu nedenle bana yönelik bu tehdit Hamburg İçişleri Senatörlüğü tarafından çok ciddiye alindi ve ben korundum.

Kürşat Timur`un katili yakalandı, Hamburg`da yargılandı ve Kürşat Timur’u öldürme emrini PKK`nin kendisine verdiğini mahkemede açıkladı. Bildiğim kadarıyla bu kişi Hamburg`da henüz hapiste bulunmaktadır.  

Bunu burada açıklamamın nedeni, Kürt sorununa ilişkin çözüm önerileri konusunda beni yanlış anlamamanız içindir.

Almanya`da son 50 yılda yaşanan göç ve göçmenlik, uyum politikalarını, Türkiye Almanya, Türkiye Avrupa ilişkilerinin iç ve dış politikalarında yaşanan değişim sürecini, kendi yaşam öykümle anlattığım kitabımda, PKK olayıyla yasadığım surecide okuyabilirsiniz.

Konuşmamı sonlandırmadan özellikle belirtmek isterim. İlgim ve özellikle de Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi Üyesi görevim nedeniyle 50’den fazla ülkeyi gördüm. Kuskusuz her ülkenin kendine özgü güzellikleri vardır. Ancak Türkiye çok güzel bir iklim kuşağında, üç tarafı denizle çevrili, renkli ve zengin bitki örtülerine sahip çok güzel bir ülkedir. Türkiye 84 milyon insanımızın mutlu olmasını ve insanca yaşamasını gerçekten hak ediyor.

Ne var ki günümüzde durum böyle değil ne yazık ki. Yapılan araştırmada Türkiye`de insanımız Dünya Mutluluk Endeksinde 137 ülke arasında 106 sırada yer alıyor (World Happiness Report). 

Ancak asla umutsuzluğa kapılmayalım. Seçimlere 50 gün kaldı. Türkiye`nin tek kişi buyruklu bu ucube sistemden kurtulma aşamasındadır ve kesinlikle kurtulacaktır.

Konuşmamı Dünya’nın en büyük şairlerinden olan 

Nazım Hikmet`in aşağıdaki harika dizeleriyle bitirmek istiyorum. 

“Eğer, hak haksızlıktan yüce, Sevgi nefretten üstün,

Aydınlık karanlıktan güçlüyse, Çaresi yok usta,

BİZ KAZANACAGIZ! “


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir