KUR’AN MEÂLİ KUR’AN MIDIR, MEÂL ABDESTSİZ OKUNABİLİR Mİ, MEÂL OKUMAK HATİM YERİNE GEÇER Mİ?

Dünkü yazımızda gördük ki; Diyanetin (DİB) Kur’an’a abdestsiz dokunulup dokunulamayacağı konusunda kafası bir hayli karışık! - omer saglam

Dünkü yazımızda gördük ki; Diyanetin (DİB) Kur’an’a abdestsiz dokunulup dokunulamayacağı konusunda kafası bir hayli karışık!

Diyanet, bir taraftan “MUSHAF” tabir edilen Kur’an’ın kağıda basılı haline abdestsiz dokunulamayacağını(1), ancak bilgisayar, tablet, cep telefonu gibi elektronik cihazlardaki kayıtlı halinin Kur’an hükmünde olmadığından bahisle bu cihazlara abdestsiz dokunulabileceğini belirterek(2), bir anlamda sanki Kur’an’dan öte kâğıdı kutsallaştırırken, öbür yandan  bu fetvasına mesnet teşkil ettiği Vakıa Suresi’nin 79. Ayeti’nin anlamını  “Kur’an Yolu” isimli tefsirinde “Ona ancak tertemiz olanlar (melekler) dokunabilir.” şeklinde vererek, yani parantez içine “MELEKLER” kelimesini yerleştirmek suretiyle, ayette geçen “Tertemiz olanlar/Arınmış olanlar” dan maksadın “Abdestli olanlar” değil, “Melekler” olduğunu belirtmiş, ayetin yorumunda ise “79. âyetteki ‘temizlenenler’ anlamına gelen mutahharûn kelimesiyle ilgili olarak da farklı açıklamalar bulunmakla beraber müfessirler genellikle, burada meleklerin kastedildiği kanaatindedir”(3) diyerek, imâen de olsa Mushaf’a abdestsiz dokunmakta bir beis olmadığını belirtmiştir.

Dünkü yazımızı okuyan Emekli Müfettiş dostum Fazlı Köksal, belki de birçok kişinin merak ettiği soruyu sorarak şöyle demiş yaptığı yorumda:

“Hocam; bildiğim kadarıyla Diyanet meali Kuran kabul etmiyor. Meale abdestli/abdestsiz dokunma konusunda bir değerlendirmeleri var mı?”

Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle Diyanet’in meâl konusundaki fikrini bilmemize ihtiyaç vardır. DİB’in, meâl konusundaki fikrini, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “Meâl okuma hatim yerine geçer mi?” şeklindeki bir soruya verdiği cevaptan anlıyoruz. DİB DİYK bu soruya şu cevabı vermiş:

“Kur’ân-ı Kerîm, Allah katından hem lafız hem de mana olarak indirilmiş olan ilahî kelâmın adıdır. Bu itibarla Arapça olarak indirilmiş olan Kur’ân’ın (Yusuf 12/2; Taha 20/113) manasını aktarmak üzere herhangi bir dilde yazılmış olan hiçbir meal, bizatihi Kur’ân hükmünde değildir. Çünkü tilaveti de ibadet olan, Kur’ân-ı Kerîm’in bizatihi kendisidir. Bu doğrultuda hatim, Kur’ân’ın mealinden okunması değil, Kur’ân’ın tamamının, Arapça metni üzerinden Fatiha suresinden başlanarak Nas suresine kadar okunmasıdır. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’in meal ve tefsirlerinin okunması suretiyle hatim yapılmış olmaz. Bununla birlikte bir Müslümanın, Yüce Allah’ın öğütleri ve buyruklarını öğrenmek maksadıyla Kur’ân-ı Kerîm’in mealini ve tefsirlerini okuması, Kur’ân’ın inzal sebebine muvafık (Nisa 4/82, Muhammed 47/24) ve sevaba vesile olacak bir durumdur. Bu vesileyle Kur’ân’ın hem Arapça lafzını hem de manasını aktaran meal ve tefsir türü eserleri okumaya gayret etmek de önemlidir.”(4).

Diyanet’in (DİB DİYK) meâl konusunda verdiği bu cevaptan anlaşılacağı gibi; Meâl bizatihi Kur’an olmadığına göre, Meâli abdestsiz okumakta da herhangi bir beis yoktur! Daha doğrusu biz, Diyanet’in meâl konusundaki kabulünden böyle bir anlam çıkarıyoruz!

Ancak şunu da belirtelim ki; Diyanet’in meâl konusundaki kabulü çelişkilerle doludur.  Çünkü Diyanet, yukarıdaki fetvasında hem “Kur’ân-ı Kerîm’in meal ve tefsirlerinin okunması suretiyle hatim yapılmış olmaz.” diyerek lafı “Meâl Kur’an olmayıp, sadece mealcinin Kur’an’dan anladıklarından ibarettir” demeye getiriyor, hem de “Bununla birlikte bir Müslümanın, Yüce Allah’ın öğütleri ve buyruklarını öğrenmek maksadıyla Kur’ân-ı Kerîm’in mealini ve tefsirlerini okuması sevaptır” diyerek, meâlin de Kur’an olduğunu imâ ediyor!

Öte yandan genelde İslam ulemâsı, özelde ise DİB, Kur’an’dan anladıklarıyla, yani bir anlamda kendi dillerinde, kendilerince veya başkalarınca hazırlanmış Kur’an mealine dayanarak fetva vermekte ve Müslümanları bağlayıcı hükümler ortaya koymaktadırlar.

Bu durumda ya “ulemanın vermiş olduğu dini hükümlere esas teşkil eden ve Kur’an’dan anladıklarının kâğıda veya elektronik ortama dökülmüş hali olan mealler de Kur’an hükmündedir” demek gerekiyor ya da  “Ulema da olsa hiç kimse, Kur’an’ı gereği gibi anlayamaz. Bu sebeple onların koyduğu dini hükümlere veya verdikleri fetvalara itibar edilemez” demek gerekiyor ki; bunun adı da İslam Dünyası’nda kaos ve arkası gelmez tartışmaların çıkması, hatta şimdiye kadar oluşturulan İslami literatürün çöpe atılması demektir.

Meallere Kur’an denilmeyişinin altında yatan gerekçe, bir dilin başka bir dile tam olarak çevrilemeyeceği şeklindeki kabuldür. Mesela DİB Din İşleri Yüksek Kurulu, Tercüme ile namaz kılınamayacağına ilişkin görüşünü temellendirirken şöyle demektedir:

“Bilindiği üzere tercüme, bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine ait) ifade, üslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu yüzden, edebî ve hissî yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiçbir tercüme aslının yerini tutamaz ve hiçbir tercümede her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz… Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Hz. Peygamberin (s.a.s.) öğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği gibi içinden çıkılmaz birtakım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. Konuya ülkemiz açısından baktığımızda ise böyle bir uygulamanın dışarıda Türkiye aleyhinde, içerde ise devlet aleyhinde bir malzeme olarak kullanılacağı, vatandaşların birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, sonuç olarak birtakım huzursuzluklara sebebiyet vereceği dikkatten uzak tutulmamalıdır.”(5)

Görüleceği gibi; Diyanet’in tercüme ile namaza karşı çıkarken ileri sürdüğü gerekçeler, dini ve ilmi olmaktan öte, tamamıyla siyasi ve sosyal endişelere dayanmaktadır! Oysa her inkılâp, belli bir direnç ve tepki ile karşılaşır, zamanla uygulayıcıların akıllı taktikleriyle veya zoruyla tepkiler yumuşar ve sonunda benimsenir. İslam Dini de başlangıçta önemli bir tepki ve direnişle karşılaşmış, bunun için savaşlar yapılmış, kan dökülmüş, ancak zaman içinde benimsenerek bugün 2 milyarı aşan insan tarafından din olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla; bundan korkmamak, siyasi ve sosyal kaygılarla din uydurmamak gerekir!

Hele hele Diyanet’in Tercüme ile namaz kılmaya karşı çıkarken ileri sürdüğü “Bu yüzden, edebî ve hissî yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında hiçbir tercüme aslının yerini tutamaz ve hiçbir tercümede her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz” şeklindeki gerekçe oldukça komiktir. Zira Diyanetin iddiasına göre nasıl ki; Türkçe Kur’an Türkler için “edebi ve duygusal yönü bulunmayan kuru ifadeler” ise, Arapçası da Araplar için aynı etkiyi yapar. Meşhur darb-ı meseldir. Hafızın, yanık sesiyle okuduğu Kur’an için göz yaşı döken Türk’ü gören yanındaki  Arap,  ona dönüp şöyle demiştir: “Yahu arkadaş neden ağlıyorsun. Okunan Kur’an mirasın nasıl paylaşılacağından bahsediyor! Üstelik sana, kız kardeşinin iki katı miras verilmesini emrediyor. Bunun için neden ağlıyorsun, sevinmen gerekir…”

Oysa M.Ö. 13. yy’ın sonlarında Mısırlılar ile Hititliler arasında imzalanan ve dünyanın ilk yazılı uluslararası anlaşması kabul edilen Kadeş Anlaşması’ndan bu yana, belki milyonlarca anlaşma imzalandığına ve aynı anlaşma metinleri, farklı dillere çevrilerek uygulandığına göre; demek ki farklı diller, işin ehli olanlarca sorun çıkmayacak biçimde birbirine çevrilebilmektedir.

Aynı şey kutsal kitaplar için de geçerli olmalıdır. İşin ehli olanlarca, mesela konusunda otorite olan ve birbirini denetleyen kişilerin oluşturduğu ortak akılla, yani bir kurul veya komisyonca hazırlanan tercüme ve mealler de bize göre Kur’an hükmündedir.  Belki ibadetler sırasında, mesela namaz kılarken Kur’an’ı orijinal metninden okumak, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğin muhafazası açısından önem arz edebilir ama dediğimiz şekilde hazırlanmış bir meâl de Kur’an’dır ve mealle de en azından ferdi olarak namaz kılınabilmelidir ki; başta İmam-ı Azam Ebu Hanife ve onu örnek gösteren Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk olmak üzere; türcüme ile namaz kılınabileceğini söyleyen eski ve yeni âlimler bulunmaktadır. 

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Ebu Hanife’nin bu konudaki tavrını şöyle açıklamaktadır: “İslâm müctehidleri ve bu arada meşhur dört fıkıh mezhebinin imamları arasında -Ebu Hanîfe hariç- namazda Kur’ân’ın başka bir dilden okunmasını câiz gören bir âlim yoktur. Cevaz verilen husus, Arapça okumayı öğreninceye kadar -geçici olarak- kendi dilinde okumasıdır. İmam Şaf’î bunu da câiz görmemiş, namazını okumadan kılar demiştir. Ebu-Hanife’ye gelince, Hanefî fıkıh kitaplarına göre o da, önce namazda başka dilden Kur’ân okumayı câiz görmüş, sonra bu ictihadından geri dönerek (İbnu’l-Humam, Feth,I, 201) diğer müctehidlere katılmıştır; mezhebde geçerli ve fetvâya dayanak olan hüküm budur. İmam’ın önceki ictihadı da mutlak olmayıp şöyle bir şarta bağlı idi: “Okuyan, okuduğu dildeki sözlerin kesin olarak Kur’ân âyetinin mânâsını ihtivâ ettiğini biliyorsa namazı sahîh olur, aksi halde (tefsirini okursa) sahîh olmaz; çünkü tefsirin (ve tefsirî tercümenin) mânâyı eksiksiz aktardığı kesin değildir.’ (Serahsî, 37). Ebu-Hanife’nin ictihadından dönmeden önceki şartını, ictihadından döndüğüne dair rivâyeti ve bu rivâyetin mezhebce benimsenmiş bulunduğunu göz önüne aldığımızda ona (Ebu-Hanife’ye) dayanarak da böyle bir fetvâ vermenin mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır.”(6)

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ise İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin konuya ilişkin görüşünden hareketle ve Arapça bilip bilmeme şartına bağlı olmaksızın Müslümanların, Kur’an’ı kendi ana dillerinde okuyarak, yani tercüme ile namaz kılabileceklerini söylemektedir(7). Yaşar Nuri Öztürk diyor ki: “Hanefi fıkhının babası ve birinci dereceden söz sahibi olan İmamı Ázam’ın, Kur’an’ın tercümesiyle ibadet meselesindeki görüşü açık ve kesindir: Arap dilini bilen ve Kur’an’ı güzel bir telaffuzla okuyabilenler de dahil, namazında Fatiha’yı tercümesinden okuyanın namazı geçerlidir. Büyük İmam’ın bu fetvası, herhangi bir mazeret veya zaruret kaydına bağlanmamıştır; mutlak ve genel bir fıkhi görüştür, bir genel fetvadır. İmamı Ázam’ın bu fetvasına göre, bir Müslüman, Arap asıllı olsa veya Arapçayı öğrenip güzelce okuyabilse dahi, Kur’an’ın tercümesiyle namaz kılabilir. Bunu yapabilmesi için kendisinden herhangi bir mazeret istenmez.”(8).

Üç dönem önceki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz da, en azından “Namazın ihmal ve tehir edilemeyeceği dikkate alınarak Kuran’ın asıl lafzını okuyamayanların, öğreninceye kadar tek başına namaz kılarken mealiyle kılması mümkündür.”(9) diyerek, “geçici” şartını koyarak da olsa, tercüme ya da meal ile namaza yeşil ışık yakan din adamlarındandır.

Enes b. Mâlik’ten rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamberin: “Âmellerin en hayırlısı, Kur’an okumaya başlamak ve hatmetmektir” dediği rivayet edilmiştir.(Kurtubî, Tezkâr, 127). Eğer bu hadis sahihse, Hz. Peygamber bu sözü söylerken, herhalde Kur’an’ı anlayarak, üzerinde düşünerek okunmasını, uyulmasını ve uygulanmasını tavsiye etmiş olmalıdır. Bunu Hz. Peygamberin terbiyesiyle yetişmiş olanlardan birisi olan amcasının oğlu İbn Abbâs’ın “Âğır ağır, manasını düşünerek yalnız sure okumayı, (Kur’an’ın) tamamını okumaktan daha çok severim”(Ebû Şâme, el-Mürşidü’l-Veciz,197) şeklindeki ifadelerinden anlıyoruz biz(10)

Ayrıca Hz. Peygamber bunu söylerken, herhalde, muhataplarının, Kur’an’ı anlayacak derecede Kur’an diline hâkim olan Araplar olduğunu bilerek söylemiş olmalıdır. Hz. Peygamber’in “Arapçayı öğrenin, öğretin, yayın, namazda mutlaka Kur’an’ı Arapça olarak okuyun” anlamında bir hadisi olmadığına göre, Arap olmayanların Hz. Peygamber’in bu tavsiyesini, yani Kur’an’ı anlayarak, üzerinde düşünerek okuyabilmeleri, öğrendikleriyle amel edebilmeleri için kendi dillerinde okumaları gerekmektedir.

Bu durumda, Kur’an’ın tamamını kendi ana dili olan Arapça metninden okuyup bitiren, yani hatmeden Müslüman Arap sevap kazanıyorsa, aynı sevabı Türkçe mealinden okuyan bir Müslüman Türk, Farsça metninden okuyan bir Müslüman İranlı, Urduca metninden okuyan bir Müslüman Pakistanlı ya da İngilizce metninden okuyan bir Müslüman İngiliz de aynı sevabı kazanmalıdır.

Aksi halde Allah, kulları arasında ayrım yapmış olur ve bu da Allah’ın yüce adaletiyle asla bağdaşmaz. Aksini savunmak ise Arapçaya kutsiyet kazandırmak, Arapçılık/Arabizm propagandası yapmak ve Arap kültür emperyalizmine hizmet anlamına gelir.

06.04.2023

______________

1-https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/782/kuran-i-kerime-abdestsiz-dokunmak-caiz-midir#:~:text=Kur’an’%C4%B1n%20Allah%20kelam%C4%B1,ancak%20mazeret%20durumlar%C4%B1na%20hasretmek%20gerekir.

2- bkz. 30 Mart 2023 tarihli DİB Takvim Yaprağı Arkası.

3-https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/V%C3%A2k%C4%B1a-suresi/5054/75-80-ayet-tefsiri

 4- https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/Karar/38804/meal-okumak-hatim-yerine-gecer-mi

5- https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/145/namazda-surelerin-turkce-tercumesi-okunabilir-mi

6- https://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat/0015.htm

7- https://www.odatv4.com/guncel/turkce-namaz-icin-kim-ne-dedi-266003

8- https://www.hurriyet.com.tr/anadilde-ibadet-meselesi-4-39003648

9- https://www.hurriyet.com.tr/turkce-namaz-4364228

10- Bkz. Prof. Dr. Erdoğan Pazarbaşı “Hatim” başlıklı yazısı. https://islamiyontem.net/kitaplar/Ansiklopediler/islamansiklopedisi/H/hatim.htm


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir