İkinci Yüzyıl

CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrı’sı üzerine düşünceler - 7 - suriye dosyasi haluk dural suriyedeki son gelismeler 2018 1 14 13 25 38

CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrı’sı üzerine düşünceler – 7

Haluk Dural
DPT eski Uzmanı
Milli Merkez Genel Sekreteri
4.01.2023

Geçtiğimiz 3 Aralık Cumartesi günü İstanbul’daki Lütfi Kırdar Kongre Sarayı’nda CHP tarafından düzenlenen, televizyonlardan yapılan naklen yayınların yüksek izlenme rekoru kırdığı, izleyicilerin büyük coşkusuna mazhar olan “İkinci Yüzyıla Çağrı” toplantısı, çok değerli katılımcıların yaptıkları sunumlarla muhalif kesimlerde önemli bir ses getirmiştir. Bu toplantıda dile getirilen hususlar günlerdir yazılı, görsel ve sosyal medyada, uzman olan veya olmayan pekçok kişi tarafından lehte veya aleyhte görüşler öne sürülerek değerlendirilmekte ve tartışılmaktadır. Toplantıda yapılan sunumlara ait metinler CHP resmî sitesinde “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlıklı 78 sayfalık bir belge olarak yayınlanmıştır.[1]

Bu makalemizde, anılan toplantıda yapılan sunumlar hakkındaki görüş ve değerlendirmelerimiz yapılacaktır:

7- Prof. Dr. Daron Acemoğlu’nun[2] konuşması:

CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrı toplantısına Amerika’dan internet üzerinden katılan Sayın Acemoğlu, sözlerine ekrana yansıttığı yıllık bazda Türkiye’nin Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla-GSYH büyüme verilerini yorumlayarak başladı.

“Şu anda sağlıklı bir Türkiye ekonomisi kurmak konusunda konuşmak istiyorum. Türkiye’nin büyüme dinamikleri az çok biliniyor. 1980’lerin sonunda ve 1990’larda potansiyelinin çok altında büyüdükten sonra Türkiye 2001- 2006 yılları arasında Gayrisafi Hasıla (GSMH) büyüme oranını yüzde 6’lara kadar çıkarttı. Ama ondan sonra daha istikrarsız ve orta oranlı bir büyüme görüyoruz.”

Bilindiği üzere 2001 krizi GSYH’da önemli düşüşe yolaçmış, ekonomi %5,7 küçülmüştür. 2002’de yapılan genel seçimlerde AKP Meclis çoğunluğunu sağlayacak şekilde tek başına iktidar olunca, ülkeye bolca batı kaynaklı finansman akmıştır. 2002 yılı başında 131,9 milyar dolar olan toplam dış 83 milyar dolar artarak, 2006 sonunda 214,9 milyar dolara çıkmıştır.[3]

Bu dönemde GSYH büyüme oranları 2001, 2, 3, 4, 5 ve 2006 yıllarında sırasıyla; -%5,7 , %6,2 , %5,3 , %9,4 , %8,4 ve %6,9 olarak gerçekleşmiştir.[4] Büyümenin motorunu Hizmetler sektörünün; İnşaat, Ticaret (özellikle büyüyen tüketim malları ithalatı), Ulaştırma (başlıca yol yapımı) ve Mali Aracı Kuruluşlar gibi gerçek ve sürekli katma değer yaratmayan alt sektörlerin oluşturduğu görülür. 2006 yılından sonra “istikrarsız ve orta oranlı büyüme” görülmesinin nedeni, 2002-2006 arasında alınan dış borçların sanayi yatırımlarına harcanmayıp, hebâ edilmesidir.

Sayın Acemoğlu büyümenin kalitesini arttırmak için verimliliğin arttırılması gerektiğini ifade etmektedir:

“Büyümenin kalitesinin birçok yönü var ama ana problem Türkiye’de verimlilik. Büyümenin verimliliği arttırmaması. Buna birçok değişik açıdan bakmak mümkün ama ekonomistlerin en çok kullandığı kavramlardan bir tanesi ‘toplam faktör verimliliği’[A] ve ‘toplam faktör verimliliğinin büyümesi.’ Bu büyümenin ne kadarının yeni teknolojilerden, kaynakların doğru dağılmasından, yeteneklerin, üretkenliğin artmasından geldiğini gösteriyor. Toplam faktör verimliliği büyümesini ne kadar artırırsanız ekonominin potansiyelini de o kadar arttırmış oluyorsunuz.”

Bir malın üretiminde başlıca üç temel faktör vardır; hammadde, enerji ve işçilik. Bu üç faktörü verimli kullanmayı sağlayan ise üretim teknolojisi ve üretim kapasitesinin (ölçek büyüklüğü) büyüklüğüdür. Gelişmiş, ileri teknoloji kullanmakla yatırım sermayesi, aynı malı daha az hammaddeyle (fireleri azaltarak), daha az enerji sarfiyatıyla, aynı sürede daha çok miktarda ve daha az işçilikle (daha kalifiye işçilikle) üretmek, yani daha ucuza üreterek işletme sermayesini verimli kullanmak mümkün olur. Eğer üretim teknolojisini ithal ederseniz, satıcı ülke size eski teknolojiyi ucuza veya yeni teknolojiyi çok pahalı satarak kendisine rakip oluşmasını sınırlar. 1982’de Turgut Özal hükümeti, üç yıldan yaşlı makine-teçhizat ithalini serbest bırakınca, cebine peşin para koyan tekstilciler İtalya’nın fabrikalarını satın alıp getirdiler. İtalyanlar bu peşin parayla bilgisayar kontrollü, ileri teknoloji kullanan büyük kapasiteli fabrikalar kurdular. Aynı sıralarda hükümet Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu bünyesindeki tekstil makinaları üreten fabrikayı kapatarak yerli teknoloji üretimini engelledi.

Günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti’nin dünyanın fabrikasına dönüşmesindeki en temel neden, yerli teknoloji üretmesidir. Örneğin 2021 yılında Çin 1 milyar 33 milyon ton çelik üretirken, dördüncü sıraya düşen ABD ancak 85,8 milyon ton çelik üretmiştir. Bir milyar tonun üzerinde üretim yapan Çin, demir-çelik sektörünün; demir cevheri ve koklaşabilir taşkömürü gibi en temel iki hammaddesi için önemli miktarda ithalat yapıyor olsa da teknolojiyi, üretim makine ve teçhizatının tamamını kendisi ürettiği için üretim maliyetini düşürerek, toplam faktör verimliliğini yükseltmiştir.

Okumaya devam et  İkinci Yüzyıla Çağrı üzerine düşünceler

“2001-2006 arasında değişik bir tablo çıkıyor karşımıza. Enflasyon kontrol altına alındığı zaman, mali politikalar doğru bir çerçeveye doğru adım attıkları zaman, yolsuzluğa karşı ufak birkaç adım atıldığı zaman ve başka reformlarla beraber Türkiye ekonomisinin potansiyeli artıyor ve büyüme daha kaliteli bir hale geliyor.”

Türk ekonomisinin 2001-2006 arasındaki büyümesi; yukarıda açıkladığım gibi, yolsuzluğa karşı birkaç adım atılması veya başka reformlar (onlar ne ise?) nedeniyle değil, bol miktarda dış kaynak girişi ve bu kaynakların hizmetler sektöründe gerçek katma değer yaratmayan alanlarda hovardaca harcanmasındandır.

“Bu toplam faktör verimliliği biraz soyut bir kavram. Daha somut olarak bakmak mümkün. Örneğin; Türkiye ne ihraç ediyor diye bakabiliriz. Örneğin, 1990’ların ortasında Türkiye ne ihraç ediyor diye baktığımızda bunun çoğu tarımsal ürünler ve düşük kaliteli ürünler. Örneğin, tekstil… Ama burada bir iyileşme görüyoruz 1990’lardan 2006 senesine kadar. Orta kaliteli, orta teknolojisi olan ürünlerin payı gayet hızlı bir şekilde artıyor. Örneğin, beyaz eşyalar. En yüksek teknolojilerde o kadar büyük bir ilerleme yok ama yine de ihracatın teknoloji katkısı giderek artıyor. Ama ne yazık ki 2006-2007 senesinden sonra burada bir duruluş var. Daha sonra hiçbir ilerleme yok. Yani Türkiye yine düşük kaliteli büyümeye geri dönüyor.”

Son yirmi yıldır ülkeyi yöneten siyasi iktidar, 1980’den beri uygulanan IMF patentli vahşi liberal politikalarla, sanayileşmede devletin öncü rolünü tamamen sıfırlayıp, planlı kalkınma politikasını terk ederek (2011’de DPT kapatıldı) iç ve dış kaynakları verimsiz rant projelerine aktardığı için toplam faktör verimliliğini arttırmak mümkün olmamıştır.

“Tabi bu; düşük, kaliteli, verimsiz büyümenin en önemli unsurlarından bir tanesi de Türkiye’nin kaynaklarını doğru kullanmamamız. Bu kaynakların içinde de en önemlilerinden bir tanesi insan kaynakları… Eğitim düzeyi ve eğitim kalitesi çok kötü durumda.”

“Avrupa ülkeleri bizden çok daha az lise mezunu olmayan gence sahip. Aynı şey Güney Amerika için de geçerli. Türkiye, en yüksek lise mezunu olmayan oranında şu anda az çok.”

İnsan kaynaklarının verimli kullanılması için ön şart sanayileşmek, sanayileşirken yerli teknoloji üretmektir. Eğer devlet politikası böyle tespit edilirse, bu amaca ulaşmak için sanayileşmenin ihtiyacını karşılamak üzere, araştırma ve yeni icatlar yapacak bilim insanları yetiştirecek; matematik, fizik, kimya gibi temel bilimler ve mühendislik dallarında eğitim veren üniversitelerin, yardımcı eleman yetiştirecek teknik okulların çoğaltılması gerekir. Halbuki 20 yıllık iktidarın eğitim politikası bu gerçeğin tam tersini yaparak liseleri imam hatibe (1,2 milyon öğrencisi olan 1693 İmam Hatip Lisesi) çevirmiş, teknik eğitim veren Fen Lisesi ve Sanat Okulları sayısı neredeyse dondurulmuş, Fen Fakülteleri kontenjanlarını bile dolduramaz hale gelmiş, mühendislik fakültelerinin eğitim kalitesi kadrolara doldurulan niteliksiz eğitim elemanları marifetiyle bilinçli şekilde düşürülmüştür.

“2000’lerin başında Türkiye’deki toplam kredi, gayrisafi millî hasılaya oranla yüzde 10 gibiydi. Çok hızlı bir büyümeyle bu yüzde 80’e yaklaşmış durumda. Bu kredi patlaması, büyümenin en büyük motoru oldu Türkiye’de.”

“Ve bir tek iç borçla borçlanma değil Türkiye aynı zamanda yurtdışından da çok kaynak aldı, dış borçlanma da çok arttı son 20 sene içinde. Dışarıdan kaynak almada bir problem yok. Eğer bu kaynaklar; yatırıma, Ar-Ge’ye, teknolojiye, insani kaynaklara, eğitime, bilime gidiyorlarsa bu ülkenin gelecek potansiyelini artırır ama ne yazık ki Türkiye’de olan bu değildi.”

Bu yapılan durum tespiti gerçeği yansıtmaktadır. Ancak son 20 senede, alınmasında problem olmayan dış kaynakların (dış borçların) Ar-Ge, teknoloji, eğitim, bilim alanlarına yatırılmamasının nedeni iktidarın, Türkiye ekonomisini IMF reçetelerine göre çökertmesindendir. Eğer bu dış kaynaklar, ülkemizin milli çıkarlarını gözetecek şekilde sanayiye, özellikle de ileri teknolojik yatırımlara harcanmaya kalkılsaydı, derhal kesilirdi.

“ …. çünkü düşük kaliteli büyüme bir tek eşitsizlik, ücret düşüklüğü, verimsizlik getirmiyor. Aynı zamanda sürdürülebilir bir büyüme değil. Ve sürdürülebilir olmayan büyüme birçok negatif sonuca sebep oluyor. Türkiye’de bunların en açık göstergesi cari açık ve enflasyon.”

“Enflasyon yüksek olunca bunun başka birçok etkisi de var. Gelir dağılımını çok daha kötüleştiriyor, yoksulluğu daha derinleştiriyor ve aynı zamanda yatırım sistemini daha da çok çarpıtıyor.”

“Ve Türkiye’de uluslararası göreceli olarak görmediğimiz bir tablo ortaya çıkıyor. Eksi yüzde 40, eksi yüzde 50 düzeyinde beklenen bir reel faiz var. Bu tabi ki şu demek; eğer kaynak alıp da yatırım yapmak yerine eğer direk reel asetlerde tutabilirseniz bunu, çok büyük kar edeceksiniz. Bu durumda bankalar faiz vermek istemez. Tabi ki o kaynaklara ulaşabilen şirketler de çok büyük rant elde edebilirler. Ve şu anda görüyoruz ki, eksi reel faizlerle devlet bankalarının verdiği kredilerle gelir dağılımı daha da çok kötüleşiyor. Çünkü bu kaynaklar yandaş şirketlere, yandaş holdinglere gidiyor. Yeni yatırıma, yeni enerjiye sahip yeni teknoloji getirecek şirketlere gitmiyor.”

Sayın Acemoğlu’nun bu durum tespitleri gerçeği yansıtmaktadır. Bu durumdan kurtulmak için ise;

Okumaya devam et  İkinci Yüzyıla Çağrı

“ … hemen hemen herkesin Türkiye’nin ne yapması konusunda genel bir aynı fikirlere sahip olduğunu göreceksiniz. Bunlar, kısa dönemde ekonominin makroekonomik olarak normalleşmesi, orta dönemde teknolojiye, bilime, eğitime, bilime, yatırım yapıp bir teknoloji stratejisiyle üretkenliği, verimliliği artırmak ve bunları doğru bir kurumsal yapıya oturtmak.”

“Normalleşmeden burada bahsetmek istediğim şey, ilk önemli şey; para politikaları yani faiz politikalarını düzelterek enflasyonu düşürmek.”

“Aynı zamanda Türkiye’nin şirket ve banka bilançolarını düzeltmesi lazım. Niye? Çünkü eğer şirketler eksi durumdaysalar bilançolarında, bankalar eksi durumdaysalar bilançolarında yeni yatırım yapamıyorlar. Ve Türkiye’nin çok büyük yeni yatırıma ihtiyacı var. Peki bilançolar nasıl düzelir? Yine doğru para politikaları, doğru mali politikalar ve kaynak. Yurtdışından da gelmesi gerekebilir, yurtiçinden de gelecek kaynaklarla bu geleceğe doğru daha sağlıklı bir banka ve şirket sistemi. Ve bunların hepsi yolsuzluğu ve işsizliği azaltacak bir çerçeveye oturtulmalı.”

şeklinde yaptığı tespite göre, yüksek enflasyonun bozduğu şirket ve banka bilançolarının düzeltilmesi için doğru mali politikalar uygulanırken, yurt dışından yeni borçlanmalar yapılması gerekebilir. Yani şirketlerin yurt dışına yasal veya yasal olmayan yollardan çıkarttıkları paraları ülkeye getirmeleri gerekirken, Acemoğlu bunun yerine dış borç almayı önermektedir. Halbuki CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu yurt dışına kaçırılan meblağın 418 milyar dolar olduğunu belirtmiş, bu paraların peşine düşeceklerini ifade etmişti. Gerçi Sayın Kılıçdaroğlu bu paraların tahsili için uluslararası hukukta yer bulan “Tiksindirici Borçlar (Odious Dept)”[5] yoluna başvurup vurmayacaklarını açıklamış değildir.

“Orta dönem belki daha da önemli. Çünkü orta dönemde Türkiye’nin bir teknolojik atılım yapması lazım.”

“Ve bu tamamen bir teknoloji stratejisi gerektiriyor.”

Sayın Acemoğlu dahil, CHP’nin bu toplantısında sunum yapan herkes yüksek katma değer yaratan, ileri teknolojiye yatırım yapılması gereğinden bahsediyor ama hiç kimse bu “yüksek katma değerli, ileri teknolojilerin” neler olduğunu, hangi alanlarda hangi fabrikaları kuracaklarını söylemiyor.

Zaten muhalefet partilerinin en önemli sorunu çok konuşup, halkın duymak istediği somut hiçbir şey söylememektir.

Sayın Acemoğlu sunumunun sonunda vardığı yargı eleştiriye oldukça açıktır:

“Dünyanın her yerinde güçlü bir demokrasi kurmak için ve güçlü adil bir ekonomi kurmak için devlet ve toplumun beraber çalışması gerekiyor ve bunun içinde devletin ve toplumun güçlerinin bir denge içinde gerekiyor. Bu denge olmadığı zaman demokrasi, özgürlük ve yüksek kaliteli büyüme mümkün değil. Bu da bizim dar koridorumuz. Devletin ve toplumun gücünün dengeli olduğu ve beraber büyüdüğü bir koridor. Türkiye’nin problemi tarihi boyunca şu ki, devlet güçlü olsa bile toplum güçsüz kalıyor ve toplum güçsüz olduğu için devletin kurumları daha iyileşmiyorlar. Ve bunun için demokrasi Türkiye için çok önemli. Bunun için ifade özgürlüğü, sivil toplum Türkiye için çok önemli. Türkiye’nin demokrasiyi ve sağlıklı bir ekonomiyi aynı anda kurması lazım. Ve buradaki iyi haber şu, bu çok mümkün ve az çok ne yapmamızın çok açık olarak görüldüğü, bilimsel olarak açık olduğu da çok açık. Ve bu yüzden Türkiye’nin geleceği için, potansiyeli için iyimser olmakta çok mümkün.”

Acemoğlu, yüksek kaliteli büyümenin, ancak adil bir ekonomi kurarak, güçlü demokrasi kurmakla sağlanabileceğini ifade ediyor. Sanayileşmiş, ekonomileri güçlü ülkelere baktığımızda, örneğin İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda gibilerin sanayileşmek için yüzyıllarca Asya, Afrika, Latin Amerika’daki sömürgelerde milyonlarca insanı öldürerek, o ülkelerin doğal kaynakları çalarak, vahşi sermaye birikimi yaptıklarını, günümüzde batı emperyalizminin lideri ABD’nin müttefikleri olarak halâ, geri kalmış ülkelerde milli menfaatlerine sahip çıkmaya çalışan iktidarlar işbaşına geldiğinde, çıkarttıkları iç savaşlar, soykırımlar ve içini boşalttıkları “demokrasi, insan hakları, özgürlükler” teraneleriyle yaptıkları askeri müdahalelerle soygunlarına devam etmekte olduklarını nedense görmemektedir.

Okumaya devam et  İkinci Yüzyıla Çağrı üzerine – 3

Almanya, Japonya, Fransa gibi kalkınmış ülkeler sanayileşerek “yüksek kaliteli büyüme” elde ederlerken ülkelerinde demokrasi falan olmadığını bilmek gerekir. Belki batılı liberal demokrasi söylemlerine uygun kriterler olmasa dahi, Çin’de gerçekleşen sanayileşme ve kaliteli büyüme, Çin’i ABD’nin demokratik kıstaslarına ( ! ) göre “saldırılacak düşman” konumuna koymuştur.

Batı emperyalizminin hegemonya atlasında yer alan Türkiye ve benzeri ülkelerde “devlet kurumlarının” iyileşmemesinin sebebi toplumun güçsüz kalmasından değil, emperyalizmin hedefindeki ülkelerin yönetimlerine Vaşington Oydaşmasına (Washington Consensus[B]) uygun programları uygulamaya söz veren siyasetçileri bulup, onların iktidar olmaları ve iktidarlarını, oyuncular değişse bile devam ettirmek için her türlü açık ve örtülü desteği vermelerinden, gerektiğinde askeri darbeler yaptırarak, toplumun ulusal bilincini ezerek bastırmalarından kaynaklanmaktadır.

Özetle, Sayın Acemoğlu’nun sunumundaki öneriler, enflasyonu düşürmek için uygulanacak mali politikaların bedelini her zaman olduğu gibi dar gelirli halkın sırtına yüklemek, banka ve şirketleri kurtarmak için dış borç almak ve bunun doğal sonucu olarak IMF ile anlaşmak, bunun için ise;

–  NATO’ya bağlılığı tazelemek, Ukrayna’nın yanında yeralmak, Rusya’ya uygulanan ambargolara katılmak,

–  Doğu Akdeniz’den çekilmek, Mavi Vatan’dan vazgeçmek, Ege’de Yunan tezlerini kabul etmek, Kıbrıs’ta garantörlükten vazgeçip askerlerimizi çekmek,

–  Anayasanın 3’üncü maddesinde tanımlanan “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” hükmünü değiştirip, merkezi yönetimden, vazgeçip federalizme geçmek, yeniden kürt açılımı yaparak doğu ve güneydoğuda bir kürt özerk bölgesi kurulmasını sağlamak,

gibi siyasi ödünler vermeye hazır olmakla sonuçlanabilecektir.

* * *

https://www.academia.edu/94344287/2023_01_04_CHPnin_%C4%B0kinci_Y%C3%BCzy%C4%B1la_%C3%87a%C4%9Fr%C4%B1s%C4%B1_%C3%BCzerine_de%C4%9Ferlendirmeler_7

[1] : https://chp.org.tr/yayin/kinci-yuzyila-cagri-bulusmasi/Open

[2] : Kamer Daron Acemoğlu (doğumu 3 Eylül 1967; İstanbul), Türk-Amerikalı ekonomist. Daron Acemoğlu, 1993 yılından beri Massachusetts Teknoloji Enstitüsünde (MIT) akademik kariyerine devam ederken, 2000 yılında ekonomi profesörü ünvanını almıştır. Siyasal ekonomi, ekonomik kalkınma, ekonomik büyüme, gelir ve ücret dengesi eşitsizliği, çalışma ekonomisi, iktisat teorisi ve beşerî sermaye ve eğitim konularında çalışmalar yapar. Siyaset bilimci James A. Robinson’la birlikte yazdığı Diktatörlük ve Demokrasinin Ekonomik Kökenleri (2006) ve Ulusların Düşüşü: Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri (2012) adlı eserleri çok sayıda ödüle değer görülmüştür. 2021 yılı itibarıyla IDEAS/RePEc araştırma veri tabanına göre, dünyadaki en çok alıntı yapılan ilk 10 ekonomist arasındadır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Daron_Acemo%C4%9Flu

[3] : T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri

[4] : DPT, 2009 Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla Tablo: II.1

[5] : Odious Dept (Tiksindirici Borç), https://en.wikipedia.org/wiki/Odious_debt

SON NOTLAR:

[A] : Toplam Faktör Verimliliği ve Türkiye Ekonomisi, Prof. Dr. Yüksel Bayraktar.

Toplam faktör verimliliği (TFV), verimlilik artışı ele alınırken en çok kullanılan kavramlardan biridir. TFV, en basit ifadeyle üretim sürecinde kullanılan girdilerin hangi ölçüde verimli olduğunu göstermektedir. Bu hâliyle teknoloji kullanımı ile TFV arasında yakın ilişki bulunmaktadır. TFV, en kısa biçimde çıktının girdiye oranı şeklinde ölçülebilir. Bu duruma şu şekilde bir örnek verilebilir:

Emek ve sermaye olarak 2 üretim faktörü olan bir ekonomide, çıktı miktarı Y ile, girdi miktarını da sermaye (K) ve emek (L) ile temsil ediliyorsa TFV, toplam çıktı miktarının emek ve sermaye miktarına oranıyla hesaplanabilir. Emeğin fiyatı olan ücret “w” ve sermayenin fiyatı olan faiz de “r” şeklinde ifade edilirse, TFV şu şekilde formüle edilebilir: TFV=Y/(w x L)+(r x K)

https://ilke.org.tr/toplam-faktor-verimliligi-ve-turkiye-ekonomisi

 [B] : Washington Konsensüsü, ABD ve diğer G-8 ülkeleri tarafından kabul edilen; IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü-WTO tarafından dayatılan neo-liberal ekonomi politikalarıdır. IMF ve Dünya Bankası’nın standart paketi hâline gelmiştir. Latin ülkeleri için oluşturulmuş ama zamanla diğer gelişmekte olan ülkelere de yayılmıştır.

Başlıca kriterleri:

Mali disiplinler

Özel Mülkiyetin korunması

Kamu harcamalarının azaltılması

Kamu teşebbüslerinin özelleştirilmesi

Vergi reformu

Ticaretin serbestleştirilmesi

Finansal reform

Uluslararası ticaretin önündeki engellerin kaldırılması

Sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesi

Serbest faiz hadleri

Rekabetçi kur politikaları

Bu politikalar dünyanın büyük kısmında neo-liberal olarak tanımlanmasına rağmen ABD’de “muhafazakâr” olarak tanımlanan politikalardır. 

tr.wikipedia.org/wiki/Washington_Konsens%C3%BCs%C3%BC


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir