30 AĞUSTOS 1922’NİN YÜZÜNCÜ YILI

30 AĞUSTOS 1922’nin YÜZÜNCÜ YILI - download 2

30 AĞUSTOS 1922’nin YÜZÜNCÜ YILI

HÜSEYİN MÜMTAZ

                Lâfı hiç uzatmayacağım.

                Sadece 30 Ağustos 1922’ye gitmek için çıkılan yolda; Mustafa Kemal Atatürk’ün 31 Temmuz 1920 tarihinde Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmayı hatırlatacağım:

 “Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibâret olan hayâtî gâyesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.

Tanrı göstermesin, milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse bunun vebâli subaylara âit olacaktır.

Efendiler!

Eski silâh arkadaşlarımla böyle yakından ve samîmî temasta bulunmaktan büyük vicdânî zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhâl etmek isterdim. Fakat çoksunuz, müsâit yer de yok. Bu sebeple hissiyâtımı birkaç cümle İle mülâhaza etmekle yetineceğim.

Arkadaşlar!

İngilizler ve yardımcıları, milletimizin bağımsızlığını imhâya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiçkimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir. Hiçkimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerin tabiatında en yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvete, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur. Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için, kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icâp eder. Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzûmuna olan vicdânî imanıdır.

İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvelâ onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silâhlarımızı, cephânelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almağa çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecâvüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye gayret ettiler.

Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de, izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla, milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak plânını tâkip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu.

Orduyu imhâ etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz. Bu hakîkat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.

Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzûmuna tam bir iman ile kâni olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak ki, milletin vicdanı-imanıdır, mevcuttur.

Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askerî hakikat, felsefî hakiîattir; ‘ordunun ruhu subaylardadır’. O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek, canlandıracak, ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Millet, bağımsızlığının muhâfazasından ibaret olan hayatî gâyesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur. Tanrı göstermesin milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse, bunun vebali subaylara ait olacaktır.

Subaylar; izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedâkâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsî ve özel hayatları itibâriyle de subaylar, fedâkârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür, onları aşağılar ve hor görürler.

Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan; hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır. Şerefini korumak! Hâlbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır. Dolayısıyla subay için ‘ya istiklâl, ya ölüm’ vardır. Fakat arkadaşlar, ölmeyeceğiz! Bağımsızlığımızı muhâfaza ederek yaşayacağız ve milletimizi dâima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!” Mustafa Kemal Paşa


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir