Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu “Ermenistan’la normalleşme adımları için karşılıklı özel temsilciler atayacağız” diyerek Erivan’a charter uçuşlarının başlayacağını açıklamıştır. Suyu olmayan kuyuya su dökerek ondan su çıkarmaya kalkışmayalım. Normalleşmenin ne olduğunu anlaması için Ermenistan sözde soykırım iddialarından vazgeçmedikçe, Ermenistan’a en azından 30 yıl daha Azerbaycan-Türkiye üzerinden çıkış yolu verilmemelidir.
Sözde Ermeni soykırımı iddiaları, Birinci Dünya Savaşı’nda “Wellington House” (İngiltere Propaganda Bakanlığı) bazı yazarlara İngiltere’nin savaş yıllarındaki politikasını destekleyecek kitaplar yazmayı görev olarak vermesiyle ortaya çakmıştır.
Arnold Toynbee ile Viconte Bryce tarafından 1916’da yayınlanan 684 sayfalık Mavi Kitap’ta, (The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire: Documents presented to Viscount Grey of Fallodon: The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916: Documents Presented to Viscount Grey of Falloden by Viscount Bryce, James Bryce and Arnold Toynbee, Uncensored Edition. Ara Sarafian (ed.) Princeton, N.J.: Gomitas Institute,2000) ISBN =0-9535191-5-5) kaynak gösterilmeden, Türklerin Ermenilere yaptığı iddia edilen zulme yer verilmekte, Ermenilerin katlettiği Türklere hiç değinilmemekteydi. İngiltere’nin amacı, ABD’yi İngilizlerin yanında savaşa katılması için etkilemekti. Atatürk bu konudaki düşüncelerini Nutuk’ta şöyle anlatmaktadır:
“Şüphe etmemek gerekirdi ki Ermeni kıtali konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildir. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cesaret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmaktaydılar. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekteydiler.”
Savaştan sonra Wellington House’un, Mavi Kitap dışındaki bütün yayınları imha edilmiştir. Ancak Amerikalı tarihçi Justin McCarthy Mavi Kitap’ta adı verilmeyen kaynakların misyonerlerden, Ermeni aktivistlerinden ve Ermeni Taşnak Partisi mensuplarından oluştuğunu 26 Eylül 2015 tarihinde açıklamıştır.
Aynı İngiltere’de 9 Kasım’da dikkat çekici bir gelişme olmuştur. İngiliz parlamentosunun alt kanadı Avam Kamarası’nda sözde Ermeni soykırımını tanıyan yasa tasarısı oybirliğiyle onaylanmıştır. Bir sonraki oylamanın 18 Mart 2022’de gerçekleşecektir.
Birleşik Krallık’ta yasa tasarısını gündeme getiren muhafazakar Tim Loughton, “Dünya genelinde 31 ülke resmi olarak soykırımı tanırken Birleşik Krallık halen bunu tanımadı. Ermeni Soykırımı’nı tanımamak işlenen suçlara yönelik tehlikeli bir mesaj verme riski yaratıyor” demiştir. Ermeni Ulusal Komitesi’nden yapılan açıklamada “Tasarı bu aşamayı geçerse Büyük Britanya Ermeni Soykırımı’nın resmi olarak tanınmasına bir adım daha yaklaşacak” ifadelerine yer verilmiştir. Açıklamada tasarının üç maddeden oluştuğu vurgulanmıştır:
- 1915-1923’te Osmanlı İmparatorluğu topraklarında Ermenilere yönelik katliamın resmen soykırım olarak nitelendirilmesi,
- Ermeni Soykırımı kurbanlarının anısına her yıl anma töreni düzenlenmesi ve soykırım kurbanlarının anılması,
- Ermeni soykırımı, (sözde) çağdaş insan hakları ihlalleri ve savaş suçları hakkında kamuoyunun bilinçlendirilmesi.
Sayın Onur Oymen 9 Aralık 2021 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde “İngiltere’nin Tarihle Sınavı” başlığıyla yayınlanan makalesinde, “Amerika’da yaşayan ve aralarında Bernard Lewis ve Stanford Shaw, Heath Lowry gibi tarihçilerin de bulunduğu 69 bilim adamı 19 Mayıs 1985 tarihinde The New York Times ve Washington Post gazetelerinde yayımlanan ortak bildirilerinde Temsilciler Meclisi’nin hazırladığı karar tasarısında yer alan ‘Türkiye’de 1.5 milyon Ermeni’ye soykırım yapıldığı’ iddiasının kabul edilemez olduğunu açıkladılar. 22 Ocak 2007 tarihinde Lordlar Kamarası’nda bir soru üzerine Dışişleri Bakan Yardımcısı Lort Triesman, ‘Bugünkü ve geçmişteki İngiliz hükümetleri bu olayların Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihli soykırım sözleşmesi çerçevesinde soykırım olarak nitelendirilebilecek deliller oluşturduğu kanısını taşımamaktadır’ yanıtını verdi. Bütün bu gerçekler ortadayken bugün bir İngiliz milletvekilinin Avam Kamarası’na bir Ermeni soykırımı tasarısı sunması şaşırtıcı olmuştur. İngiltere hükümetinin ve parlamentosunun bu tasarı hakkında izleyeceği tutum tarih karşısında bir dürüstlük sınavı olacaktı” diyerek bir gerçeği açıklamıştır. (https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/ingilterenin-tarihle-sinavi%C2%A0-onur-oymen-1891196)
Bu konuda sayın Ferruh Demirmen’in 9 Ekim 2009 tarihinde yayımlanan yazısı şöyledir: “Yakın zamanda yürürlüğe girecek olan Türkiye-Ermenistan normalleşme süreci, mevcut haliyle, Türkiye açısından değeri bağlamında şimdiden bilinmeyenlere dek ciddi sorunlar içermektedir. Üç büyük Türk-Amerikan çatı örgütü, Türk–Amerikan Dernekleri Asamblesi (ATAA), Amerika Türk Koalisyonu (TCA) ve Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu (FTAA), geçtiğimiz günlerde ne yazık ki normalleşme sürecini destekleyen açıklamalar yaptı. Onaylarında ATAA ve TCA, Türk hükümeti gibi, bölgesel barış arayışında Türkiye ve Ermenistan arasındaki diplomatik ilişkilerin önemini vurgularken, FTAA, kehanette bulunarak sürecin Ermeni diasporasına bir darbe olacağını, Türkiye karşıtı lobicilik faaliyetlerini etkisiz kılacağını savundu. Ancak hem Türkiye’de, hem de Ermenistan’da normalleşme sürecine şiddetli bir muhalefet var.”
Balkanlar ve Ortadoğu uzmanı Fransız tarihçi Gaston Gaillard Fransa’da 1920 yılında yayınlanan “Osmanlı İmparatorluğu’nun Parçalanması” (Fragmentation de l’Empire Ottoman) kitabında Ermeni soykırımı olmadığını açıklamıştır. Kitap Türkçede “Türkler ve Avrupa” başlığı ile 2021 yılında yayınlanmıştır.
Gaillard, “Türkiye’yi derinden rahatsız eden ve Doğu Sorunu’nu daha da karmaşıklaştıran Ermeni sorunu, aslında, Rusya’nın Anadolu’ya ilişkin gizli emellerinden ve Rusya’nın Ermenileri koruma adına Türklerin işlerine karışmasından kaynaklanmaktadır görüşüne yer veriyor. Bu sorunun Slavlar ile Türklerin çatışmasının kendini gösterdiği çeşitli yüzlerden biri olduğunu ifade ederek, Rusya’nın sürekli olarak ya Anadolu ya da Trakya, hatta her ikisi üzerinden ulaşmaya çalıştığı Akdeniz kıyılarıyla arasında engel oluşturan Türklerle çatışmasının bir evresidir” demektedir.
Özdemir İnce 12 Aralık 1920 tarihli Le Figaro gazetesinin edebiyat ekinde yer alan “Türkler ve Avrupa” hakkındaki tanıtım yazısında şu tespiti yapmıştır: “Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması, bize Doğu sorununa bir çözüm gibi görünmekten çok, yeni ve sayısız zorlukların kaynağı gibi görünüyor, çünkü bu sorun, bir haksızlık olduğu kadar bir hata da.” )
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 23 Nisan 2014 tarihinde Ermenilere yönelik mesajı, bir iyi niyetin göstergesi olmasına rağmen karşı taraftan hiçbir olumlu karşılık bulmamıştır: “…20’inci yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir.”
Erdoğan bu açıklamasıyla Türkiye tarihinde resmi ağızdan ilk defa 1915 olaylarına ilişkin Ermenilere taziye mesajı iletilmiştir. Fakat karşı taraf mesajın içeriğini anlayacak durumda değildir. Çünkü, Türk ve Azerbaycan bayraklarını ayaklar altına alanlarla anlaşmak mümkün değildir.
Ermenistan’dan dost olmaz. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül 2008 tarihinde futbol maçı izlemek için Erivan’a yaptığı ziyaretin ardından atılan adımlar, Türkiye-Ermenistan arasında başlayan yakınlaşma süreci karşılıklı olmadığı için sonuç vermemiştir. Zaten vermesi de beklenmemeliydi. Çünkü;
- Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli Bağımsızlık Bildirisi’nin 12’nci maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslararası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” denilmektedir.
- Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” açıklamış ve taahhüt etmiştir.
- 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda “Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’ndeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü olmuştur. Soykırım yalanının uluslararası alanda tanınmasının Ermenistan’ın dış politika hedefi olduğu belirtilmiştir.
- Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’üncü Kurultayına katılan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” demiştir.
- Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ili yer almıştır.
- Ermenistan Milli Marşı’nda “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün”yazılıdır.
- Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, İngiliz yazar Thomas De Waal’a, “Hocalı’dan önce Azeriler bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu- stereotipi- (zekâ geriliği) kırmayı başardık” demiştir.
Erivan Belediyesi’nin çöp konteynerlerini Türkiye ve Azerbaycan bayrakları renklerine boyaması, Türk bayrağının ayaklar altına alınması Ermenilerin nasıl bir seviyesizlik içinde olduklarının ispatıdır. Dünyaca ünlü tıp dergisi Lancet’i bile kirli amaçları için kullanabilen Ermenilerden nefret etmeden 100 binden fazla Ermeni’nin Türkiye’de iş bulmasına imkan sağlayan yüce Türk milleti, hiçbir zaman Ermeni bayrağını ilkokul çocuklarının ayaklarının altına serip üzerinden geçmelerine izin vermemiştir. Ermenistan futbol takımının Azerbaycan bayrağını çiğnemesi de büyük provakosyondur.
Büyük önder Atatürk, her tarafı çiçeklerle bezenmiş bir otomobil ile Karşıyaka’ya gidip köşke girmiş. Bir de ne görsün! Mermer merdivenlerde yere serilmiş kocaman bir Yunan bayrağı. Gazi sormuş: Nedir bu? Halk anlatmış: Yunan kralı bu eve girerken bu basamaklarda Türk bayrağını çiğnemişti, Paşam! Gazi kaşlarını çatmış ve demiş ki: Hata etmiş! Ben bu hatayı tekrar edemem. Bayrak bir milletin şerefidir, ne olursa olsun yerlere serilmez ve çiğnenmez, kaldırınız!
Atatürk ne demiş, Ermeniler ne yapmış!
Kamu oyunun dikkatinden kaçan önemli bir gelişme yeni ABD Büyükelçisi Jeff Flake’in ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in önünde yemin etmesidir. Flake, sözde Ermenin soykırımını destekleyen biridir. Aslında Türkiye’nin bu kişiyi kabul etmemesi gerekirdi.
ABD’nin Türkiye büyükelçisi olmaya aday olan eski Cumhuriyetçi senatör Jeff Flake, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermenilere karşı gerçekleştirdiği toplu mezalimleri soykırım olarak tanıyarak bu konudaki önceki tutumunu tersine çevirmiştir. Senato Dış İlişkiler Komitesi başkanı Bob Menendez, tutumunu değiştirip değiştirmediğini ve “Ermeni soykırımını yeniden teyit etmek için bu kuruma ve yönetime katılmaya” hazır olup olmadığını sorduğunda Flake, yankılanan bir “evet” demiştir.
Kamala Harris, “Bugün Ermeni Soykırımı başlayalı 104 yıl oldu. 1915 ile 1923 yılları arasında katledilen 1,5 milyon Ermeni’yi unutamayız. Kaybedilenleri anan ve ABD’nin tarihteki bu korkunç bölümü kabul etmesini sağlayan bir Senato kararına ortak sponsor olmaktan gurur duyuyorum” demiştir.
Şimdi soruyorum.
24 Nisan 2022’de de ABD Başkanı yine Türkiye’yi olmayan bir soykırım yapmakla suçlayacak ama ve biz “Ermenistan’la normalleşme adımları için karşılıklı özel temsilciler atayacağız.” Halk dilinde buna “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dendiğini karar alıcılara bir daha hatırlatmakta yarar olduğuna inanıyorum.
Ermeni tehciri, (Ermenistan’a göre soykırım) BM’in kabul ettiği uluslararası soykırım tanımına uymamaktadır. Eğer Ermenistan’ın tanımını esas alırsak ANZAK askerlerinin 250 bin Türk askerini katletmesi de bir soykırımdır. Çünkü “ insanın (Türklerin) ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürülmesi” tanımına uymaktadır.
Avustralya ve Yeni Zelanda askerleri, binlerce kilometre uzaktan gelerek 250 bin Türkü Gelibolu’da varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürmüştür. Bu tanıma göre 18 Mayıs 1944 tarihinde 300 bin Kırım Türkü anavatanları Kırım’dan sürülerek “ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde” katledilmiştir. Bu bir soykırımdır.
Nazilerin 1940 yılında Polonya’nın Auschwitz kentinde kurduğu toplama kampı, Auschwitz1, Auschwitz2 ve Birkenau olmak üzere üç kamptan oluşur. Naziler, 1940-1945 yılları arasında Avrupa ülkelerinden topladıkları yüzde 90’ı Yahudi olan insanları trenlerle bu kampa getirdiler. Kampta 1,1 milyon ile 1,5 milyon arasında insan gaz odalarında katledilmiştir.
Ölenleri fırına taşımak için kampa demiryolu döşediklerini görünce, katliamın boyutunun büyüklüğüne tanık oldum. Fakat kampı gezen bir Türk vatandaşının “Kampı gezerken, Türkiye’nin Almanya gibi katliam ve soykırımla anılan bir tarihe sahip olduğunu, ne var ki, bununla yüzleşmekten kaçınan da tek ülke olduğunu düşündüm” ) diyenlere, sözde Ermeni soykırımının bir yalan olduğuna ilişkin tarihçilerin kitaplarını okumalarını öneririm.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr (Sevres) kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir.
Anıtın üzerinde tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Benzer şekilde 1,5 milyon rakamı, Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta da yazılıdır: “…ABOUT ONE AND A HALF MİLLİON MEN, WOMEN AND CHİLDREN MAİNLY JEWS FROM VARİOUS COUNTRİES OF EUROPE.”
Müzenin önüne sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşması’nın halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.” Fransa, 24 Nisan 2003 tarihinde Paris’te Kanada meydanına Gomitas Sogomonyan adına bir sözde Ermeni kin anıtı dikilmesini de onaylamıştır.
Kamboçya’da 1975-1979 yılları arasında gerçekleşen soykırım, yaklaşık 3,5 milyon insanın ölümü ile sonuçlanmıştır. Soykırım Pol Pot liderliğinde Kızıl Kemer üyeleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Tuol Sleng Soykırım Müzesi, başkent Phnom Penh’deki 1975-1979 yıllarında iktidarda olan Kızıl Kmerler tarafından gerçekleştirilen soykırıma ilişkin belgelerin yer aldığı müzedir.
Müzenin bulunduğu bina Kızıl Kmerler iktidarı döneminde hapishane olarak kullanılmış, yaklaşık 17 bin kişi burada hapsedilmiş, bunlardan sadece 12’si sağ çıkabilmiştir. Müzeyi önceki yıl gezdim ve işkence aletlerini görünce şok oldum. (A History of Democratic Kampuchea (1975-1979). Documentation Center of Cambodia, s. 74)
Katledildiği iddia edilen 1,5 milyon Ermeni’nin mezarları bulunup, neden Tuol Sleng Soykırım Müzesi’nde olduğu gibi sergilenmiyor? Herhalde Ermeni muhibbi Taner Akçam ya da sözde soykırım anıtına giderek çiçek koyan 18 Türk’ten biri cevap verebilir. Aslında cevap açık: Çünkü 1,5 milyon rakamı büyük bir yalandır ve Yahudi soykırımından çalınmadır.
1,5 milyon Ermeni katledilmiş ise mutlaka onlardan kalan kemikler bir yerlerde olmalıdır. Çünkü üzerinden yüzlerce yıl geçmemiştir. Basit bir hesapla 1,5 milyon rakamı gerçek ise, ortalama bir insanda 4 kg kemik olduğunu düşünürsek toplamda 6 milyon kg kemik eder ki, bunların yok olması mümkün değildir. Kutna Hora’yı gezenler bilir. 14. yüzyıldan kalan kemiklere bile bir şey olmamış. 1915’te 1,5 milyon Ermeni katledilmiş ise bunların kemikleri nerededir? Dile kolay tam tamına 6 milyon kg kemik nerededir?
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni “soykırım suçu” işlemekle suçlama, ceza hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşmaz. Soykırım, bir suç tanımıdır. 1915 tehcirine ilişkin yetkili mahkeme kararı yoktur. Ceza hukuku, kişilerin suç oluşturan eylemleriyle ilgilenir. Yetkili Türk mahkemesinin ve yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bu yönde kararı bulunmamaktadır. Parlamentolar ve uluslararası kuruluşlar 1915 tehcirini “soykırım” olarak niteleyemez. Bunlar siyasal amaçlı kararlardır. Ermeni tehciri “holocaust” diye anılan Yahudi soykırımından farklıdır.
Yahudi soykırımı, Nürnberg mahkemesinin kararıyla hükme bağlanmış bir soykırım suçudur. Bu suçu işleyenler uzaydan gelmiş yaratıklar değildir. Suçlanan da Almanya ya da Almanlar değildir. Mahkum olanlar soykırım suçunu işleyen Alman yetkililerdir. Diğer bir deyişle gerçek kişiler olup Alman’dır.
Ermenistan’ın iddia ettiği gibi Nürnberg mahkemesi kararı sonucunda mahkum olanlar Alman olduklarına göre, Almanya’nın tarihte ilk soykırım suçu işlemiş bir ülke olması gerekir ama bu hukuken mümkün değildir. Soykırımı Almanlar değil, Alman kökenli Naziler işlemiştir.
Tehcir iddia edildiği gibi bir suç ise, tehcirin yapılmasının yolunu açan Talat Paşa olduğuna göre O’nun yargılanıp hüküm giymesi gerekirdi. Ama bu mümkün değildir. Çünkü o dönemde “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” yoktur ve bu sebeple suç yoktur. Talat Paşa’nın katili Teilirian Almanya’da yargılanmıştır ama suçluluğu mahkeme tarafından reddedilmiştir. Kararda cinayet, sanığın aile fertlerinin öldürülmesinin intikamını almak amacıyla işlenmiş, ahlaki bir eylem olarak haklı bulunmuştur.
Savunma, cürmün kişisel önemini vurguladığından, suikastın örgütlü yönü göz ardı edilmiş ve bunun sonucu olarak Ermeni terör örgütlerinin işleyeceği diğer cinayetlerin de önü açılmıştır (Şeref Ünal, Salomon Teilirian Davası -Talat Paşa Suikastı: Berlin, 2-3 Haziran 1921, 2004, s. 65-66). Talat Paşa davası ve jürinin kararı, Batı dünyasında “Talat Paşa’nın suçunun ispatı” olarak algılanmıştır. Karar, Almanya’nın da suçunun reddedilmesi demekti ve Almanya’yı suça iştirakten kurtarıyordu.
Osmanlı’nın Avrupa kıtasındaki topraklarından Anadolu’ya zorla göç ettirilen, tehcire uğrayan Türkler de soykırıma uğramıştır. Bu durumda Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, eski Yugoslavya ve Kırım Türklerini Kırım’dan tehcire zorlayan Rusya, Türklere karşı soykırım yapmıştır. Rahmetli babam Süleyman Karluk 1944 yılında soykırıma uğramamak için Köstence’den (Romanya) Türkiye’ye göç etmiştir. Baba dedem (İbrahim Karluk) Ankara Cebeci mezarlığında yatmaktadır. Babam Romanya’dan göç ettiği için benim AB pasaportum vardır.
Bu konuda Mustafa Kemal Atatürk’ün tespiti şöyledir: “Efendiler, vukubulmuş olan teklif’in ne derece nabemahal olduğuna dair bir fikir verebilmek için biz de, o günlere ait bazı vaziyetleri hatırlayalım. Şüphe edilmemek lâzımdı ki, Ermeni kıtali hakkındaki beyanat, mavakaa mutabık değildi. Bilâkis cenup menatıkında, ecnebi kuvvetleri tarafından teslih edilen Ermeniler, mazhar oldukları himayeden cür’et alarak bulundukları mahallerdeki İslamlara tasallut etmekte idiler. İntikam fikriyle her tarafta bî rahmane bir surette katil ve imha siyasetine saik olmakta idiler. Maraş hâdise-i feciası, bu sebepten zuhur etmişti. Ecnebi kuvvetleriyle birleşen Ermeniler, top ve mitralyözlerle Maraş gibi kadîm bir İslâm beldesini hâk ile yeksan eylemişlerdi. Binlerce âciz ve masum valide ve çocukları kahr ü imha eylemişlerdi. Tarihte emsali namesbuk olan bu vahşetin faili Ermenilerdi. Müslümanlar ancak muhafaza-i namus ve hayat kaydiyle mukavemet ve müdafaada bulunmuşlardı. Yirmi gün devam eden Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu hâdise hakkında İstanbul’daki mümessillerine çektikleri telgraf, facia müsebbiplerini gayrikabil-i tekzip bir surette tayin etmekte idi. Adana vilâyeti dahilindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar teslih edilen Ermenilerin, süngüleri tehdidi altında, her dakika katliama maruz bulunuyorlardı. Hayat ve istiklâlinin muhafazasından başka bir şey istemeyen İslâmlara kaşlı tatbik edilen bu zulüm ve imha siyaseti, beşeriyet-i mütemeddinenin nazar-ı dikkat ve insafını calip mahiyette iken aksinin vaki olduğunu iddia ve ondan sarfınazar edilmesi teklifi, nasıl ciddî kabul olunabilirdi?” (Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev, I. Cilt: 1919-1920, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989, s.508, 510)
1933’de Nazilerin yakmaya başladıkları kitapların yazarı Yahudi kökenli Stefan Zweig’ın “Akıl ve siyaset nadiren aynı yolda buluşur” sözü günümüzde Ermeniler için geçerlidir. Bu nedenle sözde Ermeni soykırımı gündemden düşmeyecektir. Mark Twain’e ait olduğu söylenen “Gerçek Ayakkabılarını Giymeden, Yalan Dünyayı Üç Kez Dolaşır” sözü sözde Ermeni soykırımı yalanı için geçerliliğini koruduğu sürece, Türkiye en az Ermeniler kadar gerçeklerin ortaya çıkması için çaba harcamalı, bunun için yumurta kapıya gelmeden (24 Nisan öncesinde) önlem almalıdır. Sayın Demirmen’in “Bilindiği gibi, protokoller bir sonuç vermedi; skandal bir anlaşma olarak tarihe geçti. Şimdi Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi yoluna gidilmesi iddia edildiği gibi Başkan Biden’ı memnun etmek amacını güdüyorsa, ‘Zavallı Türkiye’ demekten kendimi alamıyorum” tespiti çok doğrudur.
Son söz: “Suyu olmayan kuyuya su dökerek ondan su çıkarmaya kalkışmayalım.”
Yazıları posta kutunda oku