BAŞKANLIK HIRSI TÜRK BAHARI’NA BAHANE Mİ?

ERDOĞAN’IN BAŞKANLIK HIRSI; “TÜRK BAHARI”NA BAHANE Mİ YAPILACAKTI ? - Yazar Ahmet AKGÜL / TURKISHFORUM - ABDULLAH TÜRER YENER - erdogan

ERDOĞAN’IN BAŞKANLIK HIRSI; “TÜRK BAHARI”NA BAHANE Mİ YAPILACAKTI ? – Yazar Ahmet AKGÜL / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

ERDOĞAN’IN BAŞKANLIK HIRSI; “TÜRK BAHARI”NA BAHANE Mİ YAPILACAKTI ? - Yazar Ahmet AKGÜL / TURKISHFORUM - ABDULLAH TÜRER YENER - erdogan

Siyonist odaklar hep böyle yaparlardı. Önce gerçek demokrasiyi tıkayacak ve halkın kendi inancı ve ihtiyacı istikametindeki yönetim tarzına engel olacak ve sadece halkın duygularını ve umutlarını istismar edip şahsi hesapları için kullanılacak partileri, kişileri ve çevreleri iktidara taşırlardı… Onları tepe tepe kullanırlardı… Artık halk bunlardan bıkıp bunalmaya ve yeni arayışlara başlayınca da, bu sefer yine o ülkede karışıklıklar tezgâhlayıp demokratik barbarlıklardan ve Arap Baharı cinsinden hokkabazlıklardan sakınmazlardı. Şimdi bazı yandaş yalaka takımını da aynı senaryoların Erdoğan iktidarına karşı hazırlandığı kuşkuları sarmıştı… Ama tabi onların bir hesabı varsa, elbette Allah’ın da bir hesabı vardı… Ve öyle umuyoruz ve inanıyoruz ki, bu sefer Siyonist gâvurların tuzakları kendi başlarına yıkılacaktı.

Hilal Kaplan’dan “Darbe” iddiası ve “Hainlerin Korku Rüyası!”

Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan, “Darbe olasılığını, 15 Temmuz’dan dört ay önce yazdığımda da paranoyaklıkla suçlandığım için yine aynı numarayı uygulayacaklardır. Ama garip bir hareketlilik var, benden söylemesi” ifadelerini niye kullanmıştı? Washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan Dış İlişkiler Konseyi’nden (Council on Foreign Relations – CFR) bahseden Kaplan, “Batı medyasını takip edenler, bu kurumda çalışan analist Steven Cook’un en Türkiye karşıtı üç yazardan birisi olduğunu bilir” diyerek yazısının devamında şunları aktarmıştı:

“CFR analisti Cook’un, Türkiye’deki geniş çaplı orman yangınları çıkmadan üç gün evvel, Foreign Policy’de, ‘Erdoğan rejimindeki çatlaklar büyüyor’ başlığıyla çıkan makalesi dikkat çekici. Makaleyi özetleyen, FP resmi hesabından da paylaştıkları cümle şöyle; ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye genelinde kontrol kurma ve sürdürme kapasitesi zarara uğramış görünüyor. Bu da büyük çaplı protestolar, artan şiddet ve devletin zirvesindeki siyasi mücadeleler olasılığını artırıyor.’

“Sosyal medyadaki gayri milli hesapların FETÖ’yü açıktan savunma telaşı, AKP’ye yakın herkesi açık açık infaz edeceklerini söylemelerine varan cüretleri, ‘Türkiye’ye yardım et’ kampanyasındaki trol ağının yurt dışından beslenmiş oluşu… Bu ve benzeri tüm işaretler, bana geçirdiğimiz kışı ve unutmadığımız ayazları anımsatıyor” diye devam eden Kaplan, yazısını şu ifadelerle noktalamıştı: “Darbe olasılığını, 15 Temmuz’dan dört ay önce yazdığımda da paranoyaklıkla suçlandığım için yine aynı numarayı uygulayacaklardır. Ama garip bir hareketlilik var, benden söylemesi… Gelmekte olan darbe girişimini tahmin ettiğim yazımın başlığı ile bitirelim; Biz hazırız.”

Hz. Peygamber Efendimiz (SAV): “Hainler korkak olur!” buyurmuşlardı. Hilal Kaplan gibi yandaş yalakaların bu darbe kuşkuları, yoksa suçluluk telaşı mıydı?

Abdurrahman Dilipak’ın Erdoğan’a İtirazları ve İtirafları!

Gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak, Cumhurbaşkanlığı’nın kalkınma planında yer alan 61. madde üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tepki koymuşlardı?!

Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, “11. Kalkınma Planında, 2023 hedefinde NeuraLink” başlıklı yazısında (06.08.2021), Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın kalkınma planında yer alan 61. maddeyi ele almıştı. Bu plandaki, “Sağlık bilimlerinin gelişimiyle biyoteknolojik ürün ve bireyselleştirilmiş ilaçlar gelişmekte, vücut değerlerini ölçen deri altı çipler, akıllı saatler ve bileklikler gibi giyilebilir sağlık teknolojilerinin çeşitlenmesi ve kitlesel kullanımlarının yaygınlaşması beklenmektedir.” ifadelerini değerlendiren Dilipak, “Kur’an-ı Kerim okuyan bir Cumhurbaşkanına; bunu kimler ve nasıl imzalatabiliyorlar!?” diye sormuşlardı.

AKP İktidarında Biyolojik Cinsiyeti Niye Yasamıza Sokmuşlardı?

Abdurrahman Dilipak, “Bu plana bakarak 2023’ün Cumhuriyetin 100. Yılı olduğunu söylemek mümkün değil. Bu plan bu şekli ile başka örnekleri ile birlikte incelediğimizde Yeni Dünya Düzeninin 2025 hedefine bizi hazırlamak için bir plan sanki. Evet, daha bugünden nüfus cüzdanlarımıza GENDER yazdılar. Yaratılışı reddeden biyolojik cinsiyeti, yasamıza soktular.” diyerek günah çıkarmaya başlamıştı.

Dilipak’ın: ‘Kur’an Okuyan Bir Cumhurbaşkanı Bunları Nasıl İmzalayabiliyor’ Çıkışı!

Bir arkadaşının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunların farkında olup-olmadığını sorduğunu aktaran Abdurrahman Dilipak, şöyle sataşmıştı:

“Ama peki bunu ona kim imzalatabiliyor? Onun adına bunları talimat olarak bütün devlet kurumlarına, mülki idare amirlerinin masasına kim koyduruyor? Evet, Kur’an-ı Kerim okuyan bir Cumhurbaşkanına; bunu kimler ve nasıl imzalatabiliyorlar!? Buna benzer daha birçok örnek verebiliriz. Akıllı evler, akıllı şehirler, milli aşı, yeni gıda teknolojileri gibi daha birçok konu var anlatılacak. Kenevir ya da yerli tohum konusu önündeki engeller var. (Yani Erdoğan tarafından) Halka verilen sözler ayrı, resmi belgelere geçirilen ve kamu otoritelerine yazılı emirle tamim edilenler farklı.

Uluslararası sistem Türkiye’yi İslam dünyası için rol model olarak kullanmak istiyor. (Dış güçler ve Siyonist merkezler) Hilafet (kurum ve kavramını), yeni Osmanlıcılık imajını kendi lehine bir fırsata dönüştürmeye çalışıyorlar sanki. Türkiye’yi kara koyunlar için ak koyun gibi kullanmak istiyor olabilir mi? İstanbul Sözleşmesi’nin, Lanzorete’nin imzalatılması da öyle olmadı mı? (Sözde İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı ama, onun yasalaştırılmış şekli olan 6284 sayılı kanun aynen ve halen yürürlükte bırakılmadı mı?) COVID konusunda da DSÖ üzerinden bizi İslam dünyasına örnek göstermediler mi? Yerli ve milli aşı kampanyası ile birçok İslam ülkesini bizim üzerimizden aşılamalarından endişe ederim.

Aslında yazacak daha çok şey var da. Bugün tek bir örnek üzerinden konuyu gündeme getireyim istedim. Yoksa sağlık, gıda, teknoloji üzerinden öyle planlar hazırlanıyor ki, eğitim, milli güvenlik, daha birçok konuda inşaallah gelecek günler geçen günleri aratmaz. Ama kendimizi değiştirmezsek, olacakları görmek için keramet sahibi olmaya gerek yok.” diyen Abdurrahman Dilipak, gemi batmaya başlayınca, onu ilk terk eden fırsatçı fare konumundaydı!..

Abdurrahman Dilipak: “11. Kalkınma Planında 2023 Hedefi” yazısında; Cumhurbaşkanına, yeni kalkınma planında yer alan 61. maddeyi kimler imzalattı? Sağlık bilimleriyle ilgili bu maddede herkesin vücuduna deri altı çipler yerleştirilip kontrol altına alınmasına, fıtrata ve İslam’a aykırı cinsiyet dejenerasyonuna izin veren bu yasaya Kur’an okuyan bir Cumhurbaşkanı nasıl imza attı? diye sormuşlardı ya, yanıtlayalım: Sizin gibi Kur’an okuyan ve İslamcılık taslayanlara, bunlara nasıl oy toplattırılıyorsa, işte aynen öyle yaptırılmaktaydı!..

Peki Sn. Dilipak, Cumhurbaşkanına bunları kim imzalatıyor? diye sorarken ne demeye çalışıyordu?

● Acaba; “Sn. Erdoğan bir NOTER kâtibi konumundadır. Asıl ülkeyi yönetenler, bu konuları düzenleyenler başkalarıdır”, demeye mi getiriyordu!

● Yoksa; “Erdoğan aldatılmaya, kandırılmaya, oyalanmaya müsait bir yapıdadır” demek mi istiyordu!

● Veya; “Erdoğan’ın zahiri dindarlığına ve Kur’an okumasına bakmayın, o asıl masonların ve Din düşmanlarının adamıdır!” imasında mı bulunuyordu?

Şimdi biz soralım:

● Madem böyle ise, ta kuruluşundan bugüne Erdoğan’ı ve AKP iktidarını destekleyen Abdurrahman Dilipak gibi İslamcılar ve Milli Görüş kaçkınları kimlerin adamıydı? Hâlâ SP’yi AKP’ye katmaya uğraşan Oğuzhan Asiltürk, hangi hıyanet ve tahribatlar için görevli kılınmıştı?

● Bütün bunlara susan Milli Görüşçüler, Allah’ın, Resulüllah’ın ve Erbakan Hocamızın huzuruna nasıl çıkacaklardı?

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün Afganistan Küstahlığı! “Kimseyi, Türkiye dahil, belirli bir ülkeye yönlendirmedik” Çıkışı!

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Afgan mültecileri Türkiye dahil hiçbir ülkeye yönlendirmediklerini belirterek, açıklamalarının neden olduğu endişeden “üzüntü duyduklarını” açıklamıştı. Price, günlük basın toplantısında, ABD’nin Afgan mülteci programını genişletmesi ve 3. ülke açıklamasına, Türkiye’nin tepkisinin sorulması üzerine, şunları aktarmıştı: “Koruma arayan bireyleri belirli güvenli bölgelere yönlendirmenin veya teşvik etmenin, ABD hükümetinin politikası olmadığını belirtmek istiyorum. Kimseyi, Türkiye dahil belirli bir ülkeye yönlendirmedik. Afganların Türkiye’ye seyahat etme olasılığına ilişkin açıklamaların neden olduğu endişeden üzüntü duyuyoruz.”

Ned Price, ayrıca; “Suriye, Irak, Afganistan, İran ve başka ülkelerden gelen 4 milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’ye müteşekkir olduklarını” vurgulamış, böylece baklayı ağzından çıkarmıştı. Bu örtülü itiraflarının anlamı: “5 milyon Suriyeliyi Türkiye’ye yığdığımız gibi, şimdi de milyonlarca Afgan mülteciyi Türkiye’ye sokarak hem bu ülkenin demografik yapısını bozacağız, hem de bu sığınmacılar içine kattığımız kiralık elemanlarımızla Türkiye’yi karıştıracağız!”

Türkiye, Amerika’nın Yeni Guam’ı mı Yapılmaktaydı? Devlet Bahçeli’nin: “Bu adı konmamış bir istiladır, demografik yapımıza kumpastır!” itirafları.

MHP lideri Bahçeli, göç tartışmalarına katılarak: “Düzensiz göç, adı konmamış bir istiladır, demografik yapımıza kumpastır” itirafında bulunmuşlardı. Bahçeli, Türkgün gazetesinden Kadir Yıldız’a konuşurken: “Siz göç olgusuna nasıl bakıyorsunuz? Suriyeliler, Afganlar derken Türkiye doldu taştı?” sorusunu şöyle yanıtlamıştı:

“Bayram münasebetiyle kendi ülkelerine gidebilenlerin, bu gidişlerinde sorun yaşamayanların geri dönüşlerine de lüzum yoktur. Evet insanlığın var oluşundan beri göç mühim bir mesele olarak varlığını korumuştur. Türkiye bir göç güzergâhındadır. Aynı zamanda kıtaların kavşak ve kaynaşma noktasındadır. Suriyelilerin ülkelerindeki zulüm, terör ve iç karışıklıklardan dolayı Türkiye başta olmak üzere pek çok ülkeye sığındıkları bilinen bir vakıadır. Onlar bize misafirdir. Ve geçici koruma statüsüyle ülkemizde bulunuyorlar. Göçlerine neden olan vahim olaylar durulmadan, şiddet sahneleri durmadan bunları kapı dışarı etmek insanlıkla izah edilemez, inançlarımızla örtüşmez. Türk milleti aranan, beklenen, özlenen, merhamet ve hoşgörüsüne ihtiyaç duyulan bir millettir. Ancak; biz ilkesel olarak ülkemizde geçici statüde bulunan yabancı ülke vatandaşlarının, güvenli ve huzurlu şekilde tekrar kendi ülkelerine gönderilmesinden yanayız. Bu nedenle öncelikle göçe kaynaklık teşkil eden sıcak ortamın soğuması, sertliklerin yumuşaması, gergin atmosferin zayıflaması lazımdır. Bu vasat ortaya çıkmadan, bize sığınanları nasıl ateşe atarız? Nasıl ölüme terk ederiz? Şu da var ki; bayram münasebetiyle kendi ülkelerine gidebilenlerin, bu gidişlerinde bir sorun yaşamayanların demek ki artık geri dönüşlerine de lüzum kalmamıştır!”

Türkiye’nin demografik yapısının da düşünülmesi gerektiğini belirten Bahçeli şunları vurgulamıştı:

“Ülke olarak demografik istikbalimizi düşünmek zorundayız. Nüfus istiklalimizi korumak durumundayız! Önümüzdeki 50 yıl, 100 yıl için demografik bir projeksiyon hazırlanmalıdır. Gelecekte nüfusun bileşenleri nasıl olacaktır? Anadolu coğrafyasındaki demografik dağılımın içeriği nasıl şekillenip bozulacaktır? Suriyeliler bize emanettir, buna diyeceğim bir şey yoktur. Ama ilanihaye burada kalmaları imkânsızdır!”

“Plajlarda keyif süren Suriyelilerin maşeri vicdanda sorgulandığını” hatırlatan Bahçeli şunları konuşmuşlardı: “Vatandaşlarımızın sorun ve şikâyetlerinden birisi de bu konudadır. Gettolaşmaya, şiddet ve asayişsizlik olaylarının yayılmasına, huzursuzluğun artmasına müsaade etmek yanlıştır. Bir yanda ülkesi için canını ortaya koyanlar varken, diğer yanda sığındığı ülkenin plajlarında keyif sürenler doğal olarak maşeri vicdanda sorgulanmaktadır!..”

Özellikle Afgan göçünün Türkiye’yi zorlayacağının altını çizen Bahçeli, şunları vurgulamıştı:

“Ülkemizde 500.000’e yakın Afgan mülteci olduğu tahmin ediliyor. Elbette önümüzdeki riskli ve tehlikeli süreçte göç dalgasının sınırlarımıza iyice dayanacağı, ülkemizi zorlayacağı görülüyor. Buna karşı tedbirli olmalıyız. Teyakkuz halinde olmalıyız. Bir derviş sabrıyla kozamızı örmeye başlamalıyız! Çünkü, Afganistan’daki çatışma ortamı kızışmış durumdadır. Bu ülkede belirsizlikler artmıştır. Kırılgan bir devlet yapısı gittikçe derinleşmeye başlamıştır. Taliban son haftalarda bilhassa ülkenin kuzeyindeki vilayetlerde kontrol alanlarını genişletme çabasındadır. İlk aldığım bilgiler çerçevesinde söylersem, şu anda, Afganistan’daki toplam 398 ilçenin yarısından fazlasında Taliban hakimiyet kurmuştur. Diğerlerini ele geçirme mücadelesi de kanlı şekilde sürmektedir. Ve önümüzdeki Eylül ayıyla birlikte şehir merkezlerine saldırıların yoğunlaşacağı ileri sürülmektedir. Türkmenistan, İran ve Tacikistan sınır kapıları Taliban’ın elindedir. Özbekistan sınır kapısının düşmesi de an meselesidir. Afganistan’da son zamanlarda özellikle sivilleri ve okul öğrencilerini hedef alan ve çok sayıda can kaybına yol açan terör eylemleri gerçekleşmiştir.”

“ABD’nin Çekilişinde, Mutlaka Bir Bit Yeniği Vardır!”

ABD’nin Irak’tan çekileceği iddiası için bir bit yeniği var diye konuşan Bahçeli şunları anlatmıştı:

“ABD, 13 Nisan 2021 tarihinde, Afganistan’dan çekilme sürecini 11 Eylül’e kadar tamamlayacağını açıklamıştır. Çekilme süreci de 1 Mayıs’ta başlamıştı. Aynı ABD şimdi de Irak’tan çekileceğini açıklamıştır. Biden, Irak Başbakanı’yla Beyaz Saray’da görüştüğünde, ABD’nin savaş misyonunun 2021 yılının sonunda resmen biteceğini hatırlatmıştır, elbette bunun altında bir bit yeniği vardır. Aslında çekilmiyorlar, böyle bir niyetleri yok, coğrafyamızdaki kuşatmayı daha da sinsi ve sert şekilde yoğunlaştırıyorlar. Afganistan’da, NATO müttefikleri Kararlı Destek Misyonu çerçevesinde ülkedeki birliklerini çekmeye başlamıştır. Anlaşılan, ABD ve NATO’nun çekilme işlemi büyük oranda tamamlanmıştır. Afganistan’da giderek kötüleşen güvenlik durumu, salgın, ekonomik zorluklar ve kuraklık gibi nedenlerden dolayı insanlığın karşısına yeni bir göç dalgası çıkmıştır!”

“Ülkemiz, Adı Konmamış Bir İstila ile Karşı Karşıyadır!”

Bahçeli: “Düzensiz göç, adı konmamış bir istiladır, demografik yapımıza kumpastır” ifadelerini kullanarak sözlerini şöyle tamamlamıştı: “Son dönemde ülkelerini terk eden Afgan sayısı yüzde 50 artmıştır. Bana ulaşan bilgiler dâhilinde şu verileri paylaşmak isterim:

2015 yılında Afganistan kaynaklı düzensiz göç sayısı 35.921 iken bu rakam 2016’da 31.360’a gerilemiş, 2017’de 45.259’a çıkmış, 2018’de 100.841’e sıçramış, 2019 yılında da 201.437’ye ulaşmıştır. Salgının da etkisiyle 2020 yılında Afgan düzensiz göçmen sayısı 50.161 olmuştur. Bu yılın temmuz ayı ilk haftası itibariyle de, yakalanan Afgan düzensiz göçmen sayısı 25.643’tür. Düzensiz göç, adı konmamış bir istiladır, demografik yapımıza kumpastır. Küresel ve bölgesel güçlerin bu düzensiz göçteki parmak izlerini iyi araştırmak gerekmektedir. Tehlike alarm verici düzeydedir. Yapılan tahminler kapsamında ifade edersem, yakın gelecekte 1,25 milyon Afgan’ın İran’a; 1,2 milyon Afgan’ın ise Pakistan’a geçmesi bekleniyor. Asıl üzerinde durulması gereken risk ve tehdit ise bu göç hareketliliğinin nihai durağının Türkiye olacağı yönündeki yorum ve tahminlerdir.”

Şimdi sormak durumundayız: Demografik (nüfus dengesi) yapımızı bozacak ve ülkemizin gizlice istilasına yol açacak bu Afgan göçüne zemin hazırlayacak Erdoğan iktidarının bu gizli pazarlık politikalarını, Sn. Bahçeli hâlâ hangi uyduruk gerekçelerle savunmaya çalışacaktı?

Afgan Mülteci Akını ve Amerika’nın Yeni Şeytanlığı!

İstanbul Milletvekili İlhan Kesici, 29 Temmuz’da attığı Twitter mesajında Afgan mülteciler için ilginç bir iddiada bulunmuşlardı. Afgan mültecilerin videolarındaki görüntüleri analiz eden Kesici, “Bu göç bir savaştan kaçışa benzemiyordu, üstlerine açılan bir ateş yoktu, düşen bombalar yoktu. Yanlarında aileleri yoktu. Sanki hesaplı ve kasıtlı bir düzen içinde geliniyordu!? Olsa olsa bu bir sevkiyat, hem de askeri sevkiyat gibi bir şey yaşanıyordu. Devlet yönetimimiz lal olmuştu, sesleri solukları çıkmıyordu. Peki bu nedir ve hangi şeytanlıklar planlanıyordu?” diye sormuşlardı.

Hatırlayınız, yıl 1996’ydı… Amerika’nın Saddam’ı devirmek için Peşmergelerle anlaşması sonrası enteresan görüntülere şahit olmuştuk. Özel seçilmiş 2 bin 500 Peşmerge kimliksiz ve pasaportsuz, sınırımızı ellerini kollarını sallayarak geçmişler, Batman’a kadar gelmişlerdi. 2 bin 500 Peşmergenin sayısı daha sonradan 5 bine çıkmıştı. Ve Peşmergelerin istikameti Pasifik’teki Guam Adasıydı. Batman-Guam arasında kurulan hava köprüsüyle Peşmergeler özel eğitim görmek için Guam’a taşınmışlardı. Bu verilen askeri ve gayrı nizami harp eğitimi olmaktaydı. Sonrasında 1. Körfez Savaşı’nın başlaması ve Irak’taki Kürtlerin bu savaş sırasındaki tutumunu hatırlamakta fayda vardı. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta yaptığı operasyonları ve Peşmerge ile ortak çalışması, Türk askerlerine güya destek çıkılması hâlâ unutulmamıştı. Hedefte Saddam vardı. Ve yıllar içinde Amerika’nın İsrail ve Türkiye ile kurduğu Batman-Guam köprüsünün sonuçları alınmıştı. Ve böylece Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’nin temelleri atılmıştı.

(Bugün) Afganistan’da yaşananlar o günlerden hiç farklı sanılmasındı. Taliban’ın artan hakimiyet alanları ve Afgan yönetiminin zayıflığı karşısında çözüm arayışları devam ediyordu. Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesi karşısında Amerika’nın çözüm yolu, sorunu Türkiye’ye ihale etmek oluyordu. Ama Amerikalılar Afganistan’ın güvenliğinin Kabil Havalimanı’ndan geçtiğini biliyordu. NATO Zirvesi sonrası Türkiye’nin dış politikasında önemli kırılmalar yaşanıyordu. AKP yönetimi birçok konuda “dış güçler” söyleminden uzak dururken, bir anda Amerika’nın Afganistan için en çok güvendiği yönetim haline geliyordu. Pazarlıklar sürüyordu. Taliban gittikçe güçleniyor, Afganistan Ordusu güçsüz, Kabil Havalimanı terk edilirse Afganistan’ın güvenliği tehlikede sayılıyordu. Bölgeden çok fazla gelmese de çatışma haberleri geliyordu. Hatta ara sıra Amerika, Taliban güçlerine hava harekâtı düzenliyordu. Amerika, ‘bölgeden çıksam da bir elim burada kalsa’ mesajı veriyordu. O el ise Türkiye oluyordu!

Ve yine NATO zirvesi sonrası Türkiye’ye büyük bir göç başlamıştı. Gelenlerin çoğunluğu İlhan Kesici’nin dediği gibi 20-40 yaşları arasındaki erkeklerden oluşmaktaydı. Aileleri ortada yoktu. Ve bazı gelenlerin üniformalarıyla gelmesi kafalarda soru işaretleri yaratıyordu. Bu kez Afganistan’dan mı sevkiyat yapılıyordu? diye düşünmeden edemiyoruz. Türkiye ile Amerika arasında yapılan Kabil Havalimanı güvenliği ve yönetimi konusundaki pazarlıkların içinde Afgan Askerlerinin eğitimi maddesi var mıydı? Yoksa bu kez Türkiye; Guam için bir sevkiyat üssü yerine bizzat Guam mı olacaktı?

Bu İşin Başında Eski Ankara Büyükelçisi Siyonist Yahudi Asıllı John R. Bass Vardı!

John R. Bass Türkiye’yi yakından tanıyan bir isimdi ve Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisiydi. 2017 yılında Amerikan Büyükelçilik ve konsolosluk çalışanlarının FETÖ operasyonları sebebiyle tutuklanması Amerika ve Türkiye arasında büyük bir krize sebebiyet vermişti. Amerika’nın Ankara Büyükelçilik görevini sürdüren isim John Bass’tı ve yaptığı açıklamalar Erdoğan yönetimini sinirlendirmişti. Amerikan Büyükelçilik ve Konsolosluk çalışanlarının tutuklanması ve Rahip Brunson’un da bu isimler arasında olması Amerika’nın vize işlemlerini askıya aldığını duyurmasıyla neticelenmişti. O sırada Erdoğan’ın hedefindeki isim Amerikan Büyükelçisi John Bass’tı ve Amerikan elçisini tanımadıklarını söylemişti.

Siyonist John R. Bass şu sıralar Biden yönetiminin önemli isimlerinden biri sayılıyordu. 2017-2020 arası Afganistan Büyükelçisi olarak görev yapıyor, ama Trump ona büyükelçilik görevinden daha büyük sorumluluk veriyordu. Bass, Senato onay sürecinden geçerse Dışişleri Bakanlığı’nın yeni müsteşarı olmaya hazırlanıyordu. Erdoğan yönetimi tarafından 2017’de hedefe konulan bir isim daha Dışişleri Bakanlığı’nın belki de en güçlü koltuğuna oturacağa benziyordu. Bass, Afganistan’daki görev süresinden sonra da bölgedeki durum ile ilgilenmeye ve yönetime danışmanlık yapmaya devam ediyordu. Hatta Türk yetkililerle yapılan görüşmeleri organize edip Beyaz Saray’a raporlar hazırlıyordu. Afganistan’dan gelen mülteciler bir sevkiyat işiyse ve eğitimleri Türkiye’de yapılacaksa bu işin organizasyonunda Siyonist Yahudi Asıllı John R. Bass’ın da önemli bir payı olabileceği belirtiliyordu.

Biden, Neden Türkiye’yi Zorlayacak İsimler Atamaktaydı?

“Biden’ın yeni Ankara Büyükelçi adayı eski Arizona Senatörü Jeff Flake de Yahudi asıllı bir Siyonist’ti. Türkiye aleyhine Senato’da yapılan eleştirilere, birçok tasarıya imza atan isimdi. Aynı zamanda Arizona’nın Mormon cemaatinin liderlerinden birisiydi. Özellikle Sezgin Baran Korkmaz’ın iade süreci ve Amerika’daki dava ayağında SBK’nın aleyhine dönen Mormon ortaklarıyla aynı cemaate üye olması da dikkat edilmesi gereken özelliklerdendi. Siyonist John Bass ise Erdoğan tarafından 2017’de hedefe konulan isimdi. Amerikalılar ve o dönem Ankara Büyükelçisi John Bass, Metin Topuz’un FETÖ bahanesiyle tutuklandığını savunan birisiydi. Ve Rahip Brunson gibi tutuklanmasının siyasi bir karar olduğunu belirtmişti. Bass da bunu üst perdeden dile getirmişti. Erdoğan tarafından Ankara’da istenmeyen adam ilan edilmişti. Bass’ın şimdi daha önemli bir göreve gelmesi iki ülke yetkililerinin çalışmalarını nasıl etkileyecekti?” tespitleri oldukça önemliydi ve Sn. Yazarın dikkat çektiği tehlikeler üzerinde durmak gerekiyordu.

“Türk Baharına” Hazırlık mı Yapılmaktaydı?

Ülkemiz kavruluyordu. Ormanlarımız bütün canlarıyla yanıyordu. Marmaris bitmişti. Manavgat bitmişti. İnsanlar yanmış evlerinin yanından ayrılmıyordu. Hayvanlar, börtü-böcek, ağaçlar, otlar yanıyordu. Ama bu acılarımızın başka tehlikeleri unutturmaması gerekiyordu. Bakınız, her gün sınırımızdan 1500 (sadece erkek) Afganlı giriyordu. Bunlar 20-40 yaş arası milis güçlerine benziyordu.

Afganistan önce Rusya’nın işgaline uğramıştı. Rusya pes edip çekilince Amerika işgale başlamıştı. Yobaz kafalı Taliban ülke insanına kan kusturmaktaydı. Kadınların ve kızların dışarı çıkmasını, okumasını yasaklarken, uyuşturucu ticareti yapan Taliban’dı. Basit ve fasit gerekçelerle masum Afgan halkını, yani kendi vatandaşlarını ve din kardaşlarını katleden de bu Taliban’dı. AKP Genel Başkanının; “Türkiye’nin onlarla ters bir yanı yok”, “Hatta gerekirse Başkanlarıyla görüşebilirim!..” dediği işte bu Taliban’dı!..

Yıllarca Taliban-Amerika arasında kalan zavallı Afgan halkı şaşkın ve yılgındı. Çaresiz bırakılmış ve ABD tarafından kışkırtılmış bu yığınları şimdi Türkiye’ye sürüyorlardı. Sorgusuz-sualsiz de içeri alınıyorlardı. Türkiye’nin her tarafına dağıtılıyorlardı. Aldığımız sağlam duyuma göre ABD bunların ailelerine maaş bile bağlamıştı. Bu milis güçler de ailesini rahatça geride bırakarak ABD adına ülkemize yığılmaktaydı. Hatırlayın! Suriye ve Libya’ya da yüzlerce terörist böyle sokulmuşlardı. Onlar iç karışıklık çıkarıp kalkışmayı kışkırtmışlardı. Bunun adını da Arap Baharı(!) koymuşlardı. Üstelik AKP bu ülkelerin terörize edilmesinde rol almıştı. Kaddafi’nin katilleri Türkiye’de 4 yıldızlı otellerde ağırlanmıştı. Şimdi aynı oyun ülkemize oynanmaktaydı. PKK, EL KAİDE, sürekli isim değiştiren Suriye’nin bazı teröristleri içeri sokulmuşlardı. Beş milyon Suriyeli içinde ne kadar El Muhaberat ajanı olduğunu iktidardakiler de bilmiyorlardı. İstanbul’da bütün semtlerin artık kağıdını Suriyeliler toplamaktaydı. Güvenlik ile ilgili her birim bilir ki, bütün mahallelerin kağıtları toplanırken, sokak sokak da rapor tutulup istihbarat sağlanmaktaydı.

Ormanlarımızı yakan PKK’ya eğitimi Yunan ajanı Savvas Kalenderidis’in verdiği ortaya çıkmıştı. Bu yangınların tek sahibi PKK sanılmasındı. Bizim aldığımız duyumlara göre PKK’nın yanında iki grup daha vardı. PKK yaktı demiyorlar diye bir kesimi suçlayan yandaş basın, 3 grup caninin birini açıklarken ikisini saklıyorlardı. Neden? Çünkü ikisinin tepesinde de ABD vardı. Birinin tepesinde El Muhaberat gösterilmesi bir şeytanlıktı. Daha önce Jandarmamız; uzaktan yüz taraması yaptığında bir kişinin bütün suç dosyasını veren bir sistem kurmuştu. Öğrendiğimize göre şimdi bu sistem nedense kaldırılıyor ve kullanılmıyordu. Sadece havaalanlarında kullanılıyordu. Ne garip. Türk Milleti adeta ateşin ortasına atılıyordu. Türkiye terörize ediliyordu. Yangınlarla gıda üretiminde başat rol oynayan illerimiz yakılarak ekonomi açısından da bir darbe vurulmaya çalışılıyordu. Böylece ülkemiz iç çatışmaya hazır hale getiriliyordu.

İkinci önemli ve gizemli konu ise; ABD’nin Yunanistan’da kurduğu üstler kimi hedef alıyordu? ABD’nin Dedeağaç’taki silahlanma envanterine göz atmak her şeyi açıklıyordu!

Haziran ayında 110 adet Black Hawk helikopter, 25 adet Apache helikopter, 10 Adet Chinook helikopter, 1800 askeri araç. Temmuz ayında ise; ARC Endurance isimli kargo gemisiyle Texas Beaumont’tan 400 adet M1A2 Abrams Tank, M117 zırhlı araç, M2 A2 Zırhlı muharebe aracı, 20 bin asker. Ayrıca bütün Ege Denizi’ni tarayacak radar sistemi kurdular. Helikopterleri Dedeağaç Dimokritos Havaalanı’na konuçlandırdılar. Merkez hava üssü olarak bu havalimanını kullanacaklar. Yunanistan, Girit, Güney Kıbrıs’tan İsrail’e kadar açık kalmayacak şekilde kanat oluşturup kuşatıyorlar. Dedeağaç ile birlikte Kavala, Selanik, Larisa, Stefanoviç, Girit üslerine de yığınak yapıyorlar. Mart ayında Girit açıklarına gelen Eisenhower uçak gemisi, 22 savaş gemisi, denizaltılar ve beş binden fazla askeri bu bölgeye soktular. Fransa’dan 18 adet Rafale savaş uçağı alıyorlar. İlkini teslim aldılar.

Fransa, Yunanistan’a gemi ve savaş uçağı hibe ediyordu. Amerika Defender Europe 2021 tatbikatı bahanesiyle getirdiği birçok tank, helikopter, gemi ve zırhlı araçla birlikte silah ve mühimmat hibe ediyordu!.. Peki Yunanistan nasıl silahlanıyordu? Bu envantere de bakalım:

Midilli Adası: 1 Mekanize Tümeni, havaalanı ve savaş uçakları…

Limni Adası’na: 1 Mekanize Tugayı, havaalanı ve savaş uçakları…

Rodos Adası’na: 1 Mekanize Tugayı, havaalanı ve savaş uçakları…

İstanköy Adası’na: 1 Mekanize Tugayı, havaalanı ve savaş uçakları…

Sakız Adası’na: 1 Mekanize Tugayı, havaalanı ve savaş uçakları…

Sisam Adası’na: 1 Mekanize Tugayı…

Taşoz Adası’na: 1 Alay…

Semendirek Adası’na: Bir Alay…

Lipsi Adası’na: Bir Alay…

Kelemez Adası’na: 1 Alay, havaalanı ve savaş uçakları…

Kos Adası’na: 1 Alay, havaalanı ve savaş uçakları için lojistik ve mühimmat depoları…

Ahikerya Adası’na: 1 Alay. Eski havaalanı modernize edildi.

İleriye Adası’na: 1 Tabur…

Batnoz Adası’na: 1 Tabur…

İncirli Adası’na: 1 Alay, havaalanı, savaş uçakları ve Chinook helikopterler…

Kerpe Adası’na: 1 Alay, savaş uçakları…

Bozbaba Adası’na: 1 Tabur…

İspara Adası’na: 1 Tabur…

İstanbulya Adası’na: 1 Tabur…

Meis Adası’na: 1 Tabur…

Sömbeki Adası’na: 1 Tabur…

Küçük adalara da karakol seviyesinde askeri birlikler konuşlandırıldı.

Sahi, Ordumuzun Yunanistan ile savaş projesi de kozmik odadan alınıp aynı gün Yunanistan’a servis edilmişti, hatırladınız mı?

Peki AKP Lozan’ı neden hep kötüleyip durmaktaydı? Şu tabloyu görünce, kötülemeyip de ne yapsındı? Lozan iyi dese, Lozan Antlaşması’nı ihlal eden bu silahlanmaya karşı çıkması, uluslararası antlaşmalardan doğan haklarına sahip çıkması lazımdı! Hele onca dosyalar birilerinin elinde olunca… Kolayı ne? Kolayı Lozan’ı karalayıp, ülkemizin batısının ateş çemberiyle çevrilmesine göz yummaktı. İşte şimdi onu yapıyorlardı. “Biz Lozan’da kazanılan haklarımızı koruyamayız. Korumaya da zaten niyetimiz yok” diyemedikleri için, Lozan hezimettir iftirasını atıyorlardı. İnsanın düşmanı bile mert olmalıydı! Mert düşman açık davranırdı, kahpesi sırtından yaklaşırdı!

Acaba ABD, sınırımızda neden bu kadar yoğun silahlanmaya başlamıştı?

Hatırlayalım! ABD 24 Temmuz 2002 yılında “BİN YILIN HESAPLAŞMASI” adıyla askeri tatbikat yapmıştı. Hedef ülke Türkiye olmaktaydı. Parçaları birleştirirsek; Sıra 22 ülkenin bölünmesini hedefleyen BOP’un Türkiye kısmına gelmiş olmalıydı. Yoksa Türk Baharı Türkiye yakılarak mı başlatılmıştı? Suriye, Libya, Irak ve diğerleri bize ders olmamış mıydı?

Gelen Afganlılar ABD’nin milis gücü ve özel militanları mıydı? Türkiye’de iç çatışmada kullanılacak yeni yüzer-gezer Amerikan elemanları mıydı? İç çatışma başlayınca Türkiye’ye “demokrasi götürme” planını da devreye sokarlar mıydı? Türkler savunmaya geçerse, bu milis güçler savunmayı bastırmada kullanılır mıydı? Sahi, AKP Genel Başkanı NATO’yu Türkiye’ye davet ettiğinde; “Türkiye bir NATO toprağıdır” bile buyurmamış mıydı?[1] saptamaları haklıydı ve vatanseverlerin duyarlı haykırışlarıydı. Keşke böyle milli birlik ve dirliğe, Ülke bütünlüğümüze ve Devlet gücümüze bu denli ihtiyaç duyduğumuz bir ortamda, Aziz Milletimizin kaynaştırıcı mayası olan Yüce İslam Dinimize yönelik kin ve nefret söylemleri bu tür yazılara yansıtılmasaydı!

Dilipak’ın Tavrı, AKP Gemisini Terk Etme Hazırlığı mıydı?

AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen yandaş Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, hükümeti sözde eleştiren bir yazı kaleme alarak, “Maliye Bakanı Başbakan gibi davranmaktaydı. Parayı veren her şeye karar verebilir hale gelmeye başlamıştı. Politika kurulu da politika belirlemek yerine, müşavirler kuruluna çevrilmiş durumdaydı.” ifadelerini kullanmıştı. Son dönemde iktidarı eleştiren yazılarıyla çok konuşulan Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, yoksa gemiyi terk etme hazırlığında mıydı?

“Devlet-Millet el ele!” başlıklı yazısında, “Aklı karışık bir topluma dönüştük. Solcumuz solcu değil, Milliyetçimiz tarihten habersiz, Batıcımız batıdan. Dindarımız dini bilmiyor.” diyen Dilipak hâlâ net ve mert davranmayıp: “Şuuraltımız isyan ediyor!” şeklinde kaçak oynamaktaydı.

“Yeni moda kavramlarımız var artık. Nice zamandır “Din dersi” “Din ve ahlâk kültürü” yapılmıştı. Çünkü artık bunlar “ulusal kültür”ün birer parçasıydı! Ve tabii her şey gibi “Evrensel Normlar”a uygun olacaktı. Ama artık o da geçerli sayılmazdı. “Yeni normal” döneme geçerken o normlar da değişime uğrayacaktı. Yani bir kültür olarak din algınız da yeni normale göre dönüştürülmüş olacaktı. Ahlâk bir yandan “etik ve moral” değerler olarak ele alınıp, İlahi kökünden koparılıp, “insani” “insan merkezli”, yani “Hümanist” bir zemine çekilirken “değerler eğitimi” adı ile sekülerleştirilmeye çalışılmaktaydı… Ama artık o “Ulusal kimlik ve kültür”ün bir parçası haline getirilmeye çalışılan din kültürü için de tarihin sonu yaklaşmıştı. Şimdi bir de “Siber Vatan” çıkmıştı. Hani diyorduk ya 22 ülkenin sınır, rejim ve iktidar yapıları değişecek diye, bu işin 22’si filan kalmamıştı, hepsi değişime uğramıştı, “Vatan” “Ulusun toprağı” idi, değil mi? Osmanlı’da ulus kimliği olmadığı için vatan kavramı yoktu. Memleket, yurt, ülke vardı. Şimdi bizimkiler “Tek vatan” ülküsünden yola çıkarak, “Siber Vatan” diye bir sanal gerçeklik üretmeye çalışıyorlardı. “Siber” ve “Vatan” global köyde sanal bir vatanınız olur mu bilmem ama, eski kavramlarla yeni dünyayı açıklayamazsınız.

Kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? “Devlet-Millet el ele”! Üzgünüm, bu “içi boş” bir laftı. “Niyetiniz iyi” biliyorum ama, şuuraltınızda “Milletinden ayrılan, onun değerleri ile savaşan, ona yabancı bir devlet”, “devletine hainlik eden bir millet” anlayışı vardı. Bilinç yaralanmasıydı! Terör ve darbeler “toplumsal hafıza”yı mahvetmiş durumdadır. “Tek devlet”, “Tek millet”, “Tek vatan”, “Tek bayrak” derken de aslında sanki milleti, ülkesi, bayrağı olmayan ya da onlar olmadan bir devlet olabilir gibi bir anlayış şuuraltımıza yerleştirilmeye uğraşılmaktadır. Bunu “Bizim Rabiamız” diye politik bir slogana dönüştürmek bile bir şarlatanlıktır ve kimse bunun farkında olamamaktadır. Tıpkı “Hayatta en hakiki mürşid…” der gibi kavramlar yozlaştırılmaktadır. Bir insanın hayatında en mühim bilgi, Yaratanın yaratılış gayesini açıkladığı temel kitaptaki hakikatin bilgisidir, Vehbi bilgidir, 5 duyu ile elde edilen ve kesbi olan gerçeğin bilgisi dinin dünyaya uygulanması için ihtiyaç duyulan bilgidir… İşte böyle biz bazı şeylere kendimize göre bir anlam yüklüyor, onu sloganlaştırıp, tekrarlayıp duruyoruz. Hatta kutsuyoruz, ikonalaştırıyoruz. O sözlerin sahiplerini ise idolleştiriyor/putlaştırıyoruz.

Mesela Erdoğan “devlet” başkanı mı, “Cumhur” başkanı mı? “Cumhur” Arapça bir kelime. “Çoğunluk” demek. Birilerinin sandığı gibi “Cumhur=Halk” değil. Onun için 6 Ok’tan biri Cumhuriyetçilik, öteki Halkçılıktır! Cumhuriyet çoğunlukçuluk demektir. Cumhurbaşkanı derseniz çoğunluğun başkanı demektir. Ya da şöyle diyelim, çoğunluğun seçtiği başkan. Devlet Başkanı diyorsanız, o zaman bana devleti tanımlayın… Mesela “Devlet” dediğiniz şey “Government” mi? O zaman hükümet eden, yöneten, hüküm sahibi demektir. Bizde “hükümet başkanı” demek, “Başbakan” demekti! Eskiden Bakanlar Kurulu karar alıyordu, şimdi Başkan karar veriyor, bakanlar uyguluyor. Hatta bakanlıkların müsteşarı yok ama üstünde bir “Politika Kurulu” olacaktı, onu da işletemedik.

(Evet) “Ben Başkanlığı savundum ama, bu başkanlık başka türlü bir başkanlığa dönüşüp bozuldu. Maliye Bakanı Başbakan gibi oldu. Parayı veren her şeye karar verebilir hale gelmeye başladı. Politika kurulu da politika belirlemek yerine, müşavirler kurulu gibi oldu!”

Demokraside, çoğunluk, azınlıkların temel hakları ve özgürlükleri konusunda sınırsız yetkiye sahip olamayacaktı. Onun için düşünce, ifade, örgütlenme ve basın özgürlüğü olacaktı. Ama hep başından beri bunlar siyasilerin elinde oyuncak yapıldı. Üniversiteler, Tevhidi tedrisat kıskacındaki bütün eğitim, iktidarların avucuna alındı. Tek parti dönemi zaten fecaatti. Ardından darbeler dönemi. Kuvvetler ayrılığı filan hak getire, dernekler kapatıldı, basına sansür uygulandı. Koalisyon döneminde oligarşik bir yapı oluştu, tek parti dönemi jakobenleşti ya da Osmanlı’dan gelen İttihatçıların Meşruti Monarşi kafası ve Cumhuriyetin “Tek adamcı” anlayışının gölgesinde Otokratik bir hale dönüştü. (Şimdi, AKP döneminde ise) Biraz Laiklik, biraz İslamcılık, biraz Batıcılık derken işte bugünlere gelip dayandık… Aklı karışık bir topluma dönüşüp tıkandık. Solcumuz solcu değil, Milliyetçimiz tarihten habersiz, Batıcımız batıdan. Dindarımız dini bilmiyor.” diyen Dilipak, hâlâ Erdoğan iktidarı bir şekilde tepetaklak olursa, “Ben zaten demiştim… Ben defalarca uyarıvermiştim!..” şeklinde paçasını kurtarmak ve keramet izhar buyurmak havasındaydı. Hâlâ istismarcı ve fırsatçı bir tavır takınmakta, hâlâ ciddi ve cesaretli bir mü’min tepkisi ve teklifi ortaya koyamamaktaydı!

Okumaya devam et  BAŞKAN DEĞİL EMİR -ÜL MÜMİNİN

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir