ERMENİ DİASPORASI ve ŞAKLABANLIKLARI (IX/VII)

      Ermenilerin söylediği YALANLARI,  ters-yüz ederek her melâneti İNKÂRA devam ettiklerini bilmekteyiz. YALANLARI iddialarına dayanak yaparak, ortaya koydukları genel idraksizlik; güya 1915 TEHCİR hadisesinde SÖZDE SOYKIRIMINA uğramaları ve de Anadolu’dan kovulmalarından ibarettir. İşte bu iddiaları içerisine ABD’ye göç etmelerini de bu sözde iddialarının içine sığdırmağa çalışmaktadırlar. Ermenilerin bu soysuzca söyledikleri YALANI çok uzun olmasına rağmen ABD tarihi içerisinde kronolojik çerçevede bölümler halinde anlatmaya çalışacağım. Bunları sizlere aktarırken, asıl üzerinde önemle durulması, düşünülmesi gereken hususun, iki rakip hatta düşman egemen gücün (ABD-RUSYA) Ermeniler-Ermenistan üzerinde her yönde etkinliklerini sürdürürken, hiçbir çatışmaya girmemelerinin manidarlığına cevap arayacağım… - ermeni terror

      Ermenilerin söylediği YALANLARI,  ters-yüz ederek her melâneti İNKÂRA devam ettiklerini bilmekteyiz. YALANLARI iddialarına dayanak yaparak, ortaya koydukları genel idraksizlik; güya 1915 TEHCİR hadisesinde SÖZDE SOYKIRIMINA uğramaları ve de Anadolu’dan kovulmalarından ibarettir. İşte bu iddiaları içerisine ABD’ye göç etmelerini de bu sözde iddialarının içine sığdırmağa çalışmaktadırlar. Ermenilerin bu soysuzca söyledikleri YALANI çok uzun olmasına rağmen ABD tarihi içerisinde kronolojik çerçevede bölümler halinde anlatmaya çalışacağım. Bunları sizlere aktarırken, asıl üzerinde önemle durulması, düşünülmesi gereken hususun, iki rakip hatta düşman egemen gücün (ABD-RUSYA) Ermeniler-Ermenistan üzerinde her yönde etkinliklerini sürdürürken, hiçbir çatışmaya girmemelerinin manidarlığına cevap arayacağım…

      İşte 1.540.000 Ermeni nüfusunu barındıran, Ermeni DİASPORASINI maşa olarak kullanarak, Ermenistan ve de Ermenilere maddi ve manevi her türlü desteği veren devlet… İşte Amerika Birleşik Devletleri ve Ermeniler… Devam ediyorum…

1840

Misyonerler, 1840’lardan itibaren ABD’ye Ermeni öğrencileri -genellikle teoloji tahsili için- göndermişlerdir.2 ABD’deki en önemli misyoner okulu Massachusetts’deki Andover Teoloji Fakültesi’ydi (Andover Theological Seminary) Bir süre sonra öteki okullarına -Yale, Princeton, Amherst, Clark gibi- Amerikan üniversitelerine de Ermeni öğrencileri yerleştirmişlerdir.3 Buralarda misyoner eğitimlerini tamamlayan Ermeni gençlerine mühendislik, tıp, dişçilik gibi eğitim imkânları tanınmıştır. Misyonerlerin amacı Osmanlı Devleti’nde yetiştirmiş oldukları Protestan Ermeni gençlerinin ABD’de yüksek tahsil alarak Osmanlı Devleti’ne kalifiye birer Protestan misyoner olarak dönmelerini sağlamaktı. (139)

1856

Misyonerler, azınlıklara din perdesi altında milliyet fikirlerini aşılamaya başlamışlardır. Bilhassa kollejler ile dinî mahiyetteki okullar veya hayır cemiyetleri, masum görünüşlerine rağmen Ermeni komitelerine eleman yetiştiren, cephane silah temin eden birer fesat yuvaları olarak kullanmışlar. Bu maksatla 1862 de Merzifon, İstanbul, Kayseri, Tarsus ve Bitlis’te, Harput, Van, Adana, Muş’ta okullar açmışlar, Ermeni milliyetçiliği ve istiklâl fikrini işlemeye devam etmişlerdir. (140)

1864

Ermenilerin iddia ettiği eğitim öğretim konusuna gelince; Osmanlı Devleti azınlıklarına bahsedildiği gibi kötü davranmamıştır. Nitekim 1864 yılında Paris Sefareti 22 azınlık öğrenciyi dönüşlerinde devlet görevlerinde bulunmak üzere yurt dışına eğitim için göndermiştir. (141)

1869

Mıgırdıç Rımyan, Ermeni Patrikliğine getirildikten sonra Şark vilayetlerinde çeşitli gazeteler çıkararak, Ermeni halkını isyana teşvik etmişlerdir. Patrikhane Ermeni milletini Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırmak için komiteler kurulmasına, okullarda Türk İslâm düşmanlığını körüklemeye, gazete ve dergilerle propopagandaya, tiyatro, şiir ve diğer eserlerle isyan ve kan dökme düşüncesini yaymak için ellerinden geleni esirgememişlerdir. Daha sonraları, silahlı eğitim, isyanlar için bir harekât üssü, kiliseleri de silah depoları olarak kullanmaları mümkün olmuştur. (142)

1877

Bir kısım Ermeni, 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında para kazanıp memleketlerine geri dönmek için Amerika’ya gitmiştir. Bu dönemde gidenlerin çok azı geriye dönmüştür. 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra ülkenin düştüğü ekonomik kriz nedeniyle zanaatkâr ve tüccar Ermeniler ülkeden göç etmişler, Amerikan iç savaşı (1861–65) sonrası Amerika’daki ekonomik, sosyal ve politik gelişmeler Ermenileri Amerika’ya göç etmeleri konusunda cesaretlendirmiştir. 1880’lerde zengin Ermeniler daha çok Avrupa’ya göç etmişlerdir. 1896 tarihli bir yazı, Amerika’ya ticaret yapmak maksadıyla giden birçok kişinin bulunduğunu belirtmektedir. 1830 tarihli ticaret anlaşmasının imzalanmasından sonra İzmir ve İstanbullu Ermeni tüccarları özellikle New York, Boston ve Chicago’da büro açmışlardır. Amerikalı misyoner ailelerinin erkek ve kadın yerli Ermenileri hizmetçi olarak beraberlerinde Amerika’ya götürmek istemeleri, ABD’ye göçe neden olduğundan Osmanlı Devleti’nce yasaklanmıştır. Bu konu hakkında ABD ile diplomatik yazışmalar yapılmıştır. Amerika’da bulunan Ermeni kuruluşları ve yardım örgütleri de Ermenilerin topluca göç etmeleri için çaba sarf etmişlerdir. Amerika, aynı zamanda devrimci Ermeni parti üyelerinin politik sığınağı olmuştur. Amerika’ya göç ederek tabiiyet değiştirenlerin ailelerinin geride kalması göçün artmasının sebeplerinden birini oluşturmuştur. Ailelerin birleşmesi için çabalar devam etmiş ve ülkeler arası yazışmalara da neden olmuştur. Eğitim ve ticaret maksadıyla gidenler, Amerika’daki şartları uygun bulup ailelerini yanlarına almak için çalışmış ve göç hakkında bilgi vererek göçü kolaylaştırmışlardır. Osmanlı ülkesinde olaylara karışmış Ermenilerden bazıları kendi iradeleriyle bazıları da yapılan kötü muamelelerden dolayı ülkeyi terk ettiklerini ifade etmişlerdir. Ermenilerden, güvenlik kaygısıyla göç kararı alanlar da mevcuttur. Ayrıca güvenlik konusunu suiistimal ederek göç etmeye teşebbüs edildiği de bugüne kalan belgelerden anlaşılmaktadır. Ermeni İhtilal örgütleri amaçlarına ulaşabilmek için kendi halkına da cefa çektirmiştir. Zengin Ermenilerden para istemişler ve alamadıkları takdirde onları öldürmüşlerdir. Papaz Mampre Üsküdar’da, avukatlardan Haçik Topkapı’da, Dikran Karagözyan köprü üstünde, tüccarlardan Apik Uncuyan Galata’da ve avukat Sebah Galata’da Havyar Hanı kapısında öldürülmüştür. Yurt dışına gidenleri de rahatsız etmişler ve para istedikleri Avrupa’da bulunan bir zengin Ermeni’den cevaben “ Ben, kendi paramla memleketin cellâdı olmak istemem” yanıtını almışlardır. Moskova’da Ermeni yetimhanesi idare eden Jamharyan ve Novorosisk’te yaşayan Bakalyan da bu nedenle öldürülmüştür. Aynı sebeplerle İzmir’de tüccar Balyozyan öldürülmüştür. Bu hareketlere kendi yandaşları dahi şikâyette bulunsa ölüme mahkûm etmişlerdir. Ermeni parti temsilcileri, zorla yardımlar toplayarak Sason ve Muş Ermenilerine önceden verilmiş olan silahları satmışlar, bazen de zorla silah aldırmak için Ermenilerin ev eşyalarını, hayvanlarını ve sürülerini kaybetmelerine neden olmuşlardır. Tedhişçilerin bu davranışları Ermeni Devleti’nin kurulmasına rağmen devam etmiştir. Taşnak belgelerinden anlaşıldığına göre, Ermeni köylüleri Ermeni hükümetinin inanılmaz şiddetine maruz kalmıştır. Örnek olarak Taşnak hükümeti komiseri V. Agamyan’ın ordudan firarları önlemek bahanesiyle soruşturma veya mahkeme olmaksızın insanları cezalandırdığı ve kurşuna dizdiği belgelere yansımıştır. Agamyan, firarla suçlanan kişilerin eşlerini, annelerini ve kız kardeşlerini toplayıp, çırılçıplak kalana kadar soyup, köy meydanında bütün insanların gözü önünde kaz yürüyüşünü taklit etmek zorunda bırakmıştır. Taşnak yetkilisi, daha sonra çıplak kadınları dövmüş ve onları saatlerce suyun içinde tutmuştur. Ardından kadınları tutuklama emri veren Agamyan, geceleyin de genç kadınların ve kızların ırzına geçmiştir. (143)

1880

Aksine eğitim öğretimde engelleme olmamış ve 1880’lerde Amerikan misyonerlerinin faaliyetleri (kilise kurma, okul ve kolej açma vd.) gelişip yayılınca Ermenilerin göçü her şehirden, özellikle Harput (%40)’tan ve genellikle bekârlar (%95) olmak üzere artmıştır. (144)

1890

American Board of Commissioners for Foreign Mission (ABCFM)’un Doğu Türkiye Misyonundan Misyoner O. P. Allen’in, 12 Ağustos 1890 tarihinde Doktor Judson Smith’e yazdığı mektuba göre misyonerler Amerika’ya eğitim maksadıyla gidilmesinden hoşnut değillerdir. Köylere ulaşamadıklarından dolayı ilerleme kaydedemediklerini, öncelikle bölgede ilahiyat mezunlarına ihtiyaç duymadıklarını, temel Hristiyanlık doktrinini bilen tecrübeli gönüllülerin yeterli olacağını belirtmiştir. O. P. Allen, 30 Mart tarihli mektubunda kadınlara yönelik çalışmaları yürütecek hanımları beklediklerini, kalıcı sonuç alınabilmesi için kadınların eğitilmesinin şart olduğunu da belirtmektedir. Misyonerler, geleceğin yetişkinleri olacak çocuklara yönelinmesi gerektiğinin, Misyon evlerinde yetişmiş çocuklara hayatın her türlü zorluğu da öğretildiğinde hayatlarını misyonerliğe adamış neferler haline geleceğinin farkındadırlar. Misyonerler, Misyonlarını emin ellere devredeceklerinden dolayı mutludurlar. Ancak Misyonerlerin ümitlerini kaybetmelerine sebep olan olaylardan birini Amerika’ya eğitim için gidenler teşkil etmektedir. Amerika’ya giden gençlerin orada kalmak istemesi ve işçi olarak hayatlarına devam etme çabaları misyonerler için hayal kırıklığı yanında utanç kaynağı da olmaktadır. Misyonerler için önemli olan yerli misyonerlerin yeterli miktarda ve kalitede nasıl yetiştirilebileceği ve bunların yaşadıkları topraklarda kalmasının nasıl sağlanacağı sorusuna cevap bulunmasıdır. (145)

Okumaya devam et  DİYASPORA’NIN İTİRAZ EDEMEYECEĞİ GERÇEKLER

1890

Misyonerler, ilk etapta Ermenilerin bulundukları yerleri fizibilite etmiş daha sonra bölge halkı üzerinde yoğunlaşmaya başlamışlardır. Özellikle Ermenilerin dini anlayışlarını, eğitim ve öğretim durumlarını tespit etmişlerdir. Bölgenin ve Ermenilerin dini, sosyal, etnik, siyasi ve ekonomik durumunu belirten raporlar hazırlamışlardır. Bu amaca matuf olarak Amerikan Board, Eli Simith ve H.G. Otis Dwight’i “Ermenistan” adını verdikleri bölgeye göndermişlerdir. İstanbul’da Ermeni patriği ile temasa geçen bu misyonerler keşif gezileri için İzmit, Ankara, Tosya, Merzifon, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars, Arpaçay, Tiflis, Şuşa, Datev, Nahçivan, Erivan, Eçmiyazin, Tebriz ve Urmiye’ye uğramışlardır. Sadece Ermenilerle yetinmeyen Amerikalılar, Rumları da teşkilatlandırmaya devam ettiler. Bu çeşit faaliyetlere örnek, Merzifon Amerikan Koleji binasında Rum Pontus teşkilatının kurulmasıdır. (146)

1890

Ermenilerin Doğu Anadolu’dan ABD’ye göçünde, konsoloslukların açılışlarını tamamladıktan sonra büyük bir artış oldu. Konsoloslar raporlarında bu büyük çaplı göçün sebebini, Ermenilerin sürekli baskı ve zulme uğramaları olarak göstermişlerdir. Doğu Türkiye misyonunun merkezi olan Harput’taki Amerikan Konsolosu Thomas H. Norton, raporunda göç olayına şöyle bir yorum getirmiştir; “insanlar zengin olmak, tehlikelerden uzak kalmak ve çocukları için iyi bir ortam elde etmek istemektedirler ve ancak bu büyük çaplı göç sayesinde dünyanın dikkatini çekme fırsatı yakalamaktadırlar”. Fakat bilinmektedir ki aynı konsolosun çalışma bölgesinden birçok Müslüman da Amerika’ya göç etmiştir. Eğer sadece baskıdan dolayı gayrimüslimler göç etseydi, Müslümanların Amerika’ya gitmesi düşünülemezdi. Dolayısıyla bu göçün Hıristiyanlara yapılan baskıdan veya kaçarak kurtulmaktan kaynaklanmadığının en güzel örneklerinden biri olarak, Müslüman halkın da Amerika’ya göç etmesi gösterilebilir. Bu sebeple göçü kolaylaştırmak ve Amerika’da taraftar bulmak düşüncesiyle yapılan propaganda, Amerikan kamuoyunu aldatmaktan başka bir şey değildi. (147)

1892

Misyoner O. P. Allen, 26 Ocak 1892 tarihinde yazdığı mektupta tasvip etmedikleri halde yurt dışına gidenlerin isim listesini de göndermiştir. Bu kişilerin Amerika’ya göç edişi Türkiye’deki işlerin düzgün yürümesini engellemektedir. Ermeniler Misyonerleri kandırmıştır. Misyoner O. P. Allen, bazılarının maddi kaygılarla kendileriyle birlikte olduğunu ve güvenilmez olduğunu belirtmektedir. Birçoğunun Misyon içerisinde önemli görevleri yerine getirdikten sonra Misyonerleri yanıltarak yön değiştirmişlerdir. Misyoner O. P. Allen, Misyonda kalacağını umduğu ancak Amerika’da ilahiyat eğitimi yapmaya karar veren gençlerin aynı eğitimi Türkiye’de almalarının daha iyi olacağını düşünmektedir. Misyonerler Ermenilerin Amerika’ya gitmelerine karşı olmalarına rağmen onları engellemeyi düşünmemişlerdir. Misyonerler, Doğu Misyonunda sadece 10–15 dışarıda eğitim almış elemana yer bulabileceklerini ve giden onlarcasını dönüşlerinde nerelerde görevlendireceklerinin endişesini yaşamışlar; Amerika’da okuyup dönenlerin dönüp bakmayacağı yerlerde görevlendirmek için özverili ve fedakâr insanlara ihtiyaç duymuşlardır. Halkın büyük bir çoğunluğu köylerde yaşadığından dışarıda eğitim görenler buralara gitmek istememektedir. Misyoner O. P. Allen ayrıca, Türkiye’deki büyük kiliselerin çoğunda kendi yetiştirdikleri görevlilerin çalıştığını ve yurt dışında alınan eğitimin asla daha üstün olmadığını, gençlerin çoğunun maalesef kendilerini daha iyi yerlere gidecekmiş gibi hazırladıklarını, Amerika’daki gibi bir sistem kurdukları takdirde hedef kitleden uzaklaşılacağını düşünmektedir. (148)

1892

1892 yıllan sonlannda 30.000 SuriyelilO 10.000 Ermeni ve 200 Müslüman Amerika’ya göç etmiştir. Rum göçmen sayısı yok denecek kadar azdırıı. Bu göçleri Dünya Savaşı’na kadar tedricen devam edecektir. Netice itibanyla, 1860-1914 tariheri arasında 1.200.000 Osmanlı vatandaşı Amerika’ya göç etmiştir. Bunlann 6oo.ooo’i Suriyeli ve Lübnanlı idi. 150.000’i Arnavutluk, Makedonya ve Trakya gibi yerlerden giden Müslümanlardır. (149)

1893

Almanya’da bir gazete 1893 yılında Erzurum’da meydana gelen kuraklık nedeniyle Müslüman ve Ermenilerin bölgeden göç ettiklerini yazmıştır. Her ne kadar Osmanlı yönetimi, Rusya’ya gidenler olduğunu ancak Amerika’ya gidenlerin tespit edilmediğini söylese de o dönemde Amerika’ya da gitmeleri mümkündür. 1895-1896 yıllarındaki sert kış ve yaşanan olaylar nedeniyle “fakirlik ve sefaletin her sınıf ahaliyi etkilediği, ticaret ve zanaat yapılamadığı, ziraatın kesintiye uğradığı, binlerce kişinin işsiz güçsüz serseri bir şekilde sokaklarda dolaştığı” tespit edilmiştir. Bütün bu nedenler halkın göç düşüncesini pekiştirerek ülkeyi terk etmeye yönlendirmiştir. Adi suç işlemiş Ermeniler de göç etmeyi kurtuluş olarak görmüşlerdir. Agop adlı bir Ermeni Diyarbakır’da 39.950 lira parayı zimmetine geçirerek İstanbul’a gelmiş, üç yıl çinko ticaretiyle uğraştıktan sonra ailesiyle beraber Amerika’ya göç etmiştir. Yine Washington Sefiri Mavroyeni Bey’in bildirdiğine göre; Van vilayetinde 1.900 lira çalarak New York’a kaçan Cideciyan’ın yakalanması için yerel makamlara başvurulmuştur. Bazı göçmenler, Amerika’ya gidenlerin kazandıkları paraları gördükçe ve öğrendikçe ister istemez göç etme isteği duymuş ve daha iyi şartlarda yaşamak arzusu göç etmelerine neden olmuştur.(150)

1893

Ermenilerin başına gelenler, sıkıntılarının büyük sebeplerinden birisi de misyoner çalışmaları ve onların söylediklerine inananların kopardığı gürültülerdir. (151)

1894

Göç eden Ermenilerin hepsi Amerika’ya yerleşmemiştir. Bunlardan tıp eğitimini Filadelfiya’da yapan Doktor Melcon Altounian 1890’lı yıllarda Merzifon’da kolej doktoru olarak çalışmıştır. Professor A.G. Sivaslian, Carleton College’de matematik ve astronomi konularında aldığı üç yıllık bir doktora eğitiminden 1894 yılında geriye dönmüştür. (152)

1896

Amerika’dan 7, İngiltere’de 4 ayrı kiliseden misyonerler, Osmanlı İmparatorluğu’nun her tarafına dağılmış bulunmaktaydı. 176 Amerikalı misyoner ve bunların yanında 869 mahalli yardımcının çalışmaya başlaması, bu faaliyetin önemini daha iyi anlatmaktadır.

Amerikan misyonerleri dünyanın dört bir yanına yayılarak, Müslümanlar, Katolik dünyası, putperest bölgeleri arasında propagandaya başladılar. Fakat çoğunlukla bunların isyana teşvik, İslâm düşmanlığı ve geniş ölçüde maddi yardımda bulundukları bir gerçektir. Geleneksel Ermeni milli kilisesinin aksine dinamizme ve açıklığa dayanan Amerikan Protestan görüşü, Ermenileri etkiledi. Ermeni politika ve toplum hayatı üzerinde çok büyük etkiler yaptı. Bu gelişmelerin bir de karanlık yönü vardı. Misyonerler kendilerini Türkiye’de dini özgürlüğün savunucusu saymaya başladılar. Milli kilisenin Ermeni cemaatini idare ve kontrol yeteneğini zedelediler. Osmanlı Devleti, misyonerlerin faaliyetlerinin zararlı olduğunu 1850 yıllarında fark etmelerine rağmen hiçbir şey yapamadılar.

Misyonerler şiddet taraftarı olmadıklarından bu hareketlerin politik neticelerinden habersiz idi. Fakat dünyadaki tüm güçler rakiplerini zayıflatmak için Türkiye’deki azınlıkların hoşnutsuzluklarını misyonerler vasıtası ile sömürmeyi bildiler. (153)

1896

1896 yılından itibaren Anadolu’yu kana boyayan Ermeni komiteleri hareketlerinin Anadolu’nun bütün şehirlerine yaymış, isyanlar çıkarmış ve büyük katliamda bulunmuşlardır. Van, Bitlis, Muş, Erzurum, Erzincan, Kars ve pekçok şehrimizde çıkartılmıştır. Daha sonrada Ermeniler katlediliyor diye Batı ülkeleriayağa kaldırılmıştır. (154)

1899

Dâhiliye Nezareti’nin tespitine göre İstanbul’da ticaret yapmak maksadıyla Anadolu’dan mürur teskeresi alanlardan bazıları Amerika’ya kaçmak için İstanbul limanını kullanmışlardır. İzmir limanının da bu maksatla kullanıldığı anlaşılmıştır. Halep, Diyarbakır, Bitlis, Hakkâri ve Van vilayetlerinde yaşayan Ermeniler, İskenderun İskelesi ve Mersin limanını kaçış maksadıyla kullanmışlardır. İskelelerde kontroller sıklaştırıldığında ise gemilere sahillerden binmişler, oradan Kıbrıs’a geçerek Kıbrıs’ı konaklama yeri olarak kullanmışlardır. Haziran 1899 tarihinde İskenderun limanından ayrılan Messageries Maritimes Company vapuru Kongo 6 mil açıldıktan sonra iki sandalla gelen 30 kadar Ermeniyi vapura alarak Kıbrıs’a götürmüştür. Bazı Ermeni tüccarlar, Harput Ermenilerini ABD’ye kaçmak üzere Mersin’den Marsilya ve Liverpool’a getirmişlerdir. Harput, Ermeniler için Amerika’nın kapısı olarak görülmekteydi. Marsilya’ya giden Fransız posta vapurları da Beyrut sahillerinden aldığı Ermenileri, İzmir limanına da uğrayarak Marsilya’ya götürmüşlerdir. Osmanlı Devleti Lübnan sahillerini kontrol etmekte zorlanmıştır. Lübnan’daki Jounieh ve Jubayl iskelelerinden Avrupa vapurlarıyla göçmenler Marsilya, Barselona ve Liverpool’a nakledilmişlerdir. Bazı Ermeniler yabancı ülkelere gitmek için Mısır ve Bulgaristan yolunu kullanmışlardır. Mısır’dan Amerika’ya doğrudan gidenler olduğu gibi, önce Londra’ya uğrayıp daha sonra Atlantik Okyanusunu geçenler de mevcuttur. En önemli konaklama yeri ise Marsilya limanıdır. Samsun’lu Kömürcüyan’ın, Ermenileri, Marsilya yoluyla Samsun limanından Amerika’ya sevk ettiği Marsilya Baş şehbenderliğinden Bab-ı Âli’ye bildirilmiştir. Trabzon limanından fındık ticareti yapan Fransız gemileri Karadeniz limanlarından göçmenleri alarak Marsilya’ya götürmüştür. Marsilya’da irtibatı ise Portakalyan sağlamaktadır. Ermeniler, Amerika’ya gitmek için Marsilya’dan çeşitli limanlara geçmişlerdir. (155)

Okumaya devam et  ERMENİ DİASPORASI ve ŞAKLABANLIKLARI (IX/V)

1901

1900 yılı başkanlık seçimleri, Amerikan halkının McKinley hükümeti ve özellikle hükümetin dış siyaseti konusundaki kararını belirtmesine fırsat yarattı. Philadelphia’da toplanan Cumhuriyetçiler, İspanya ile yapılan savaşın kazanılmasını, ülkede gönencin yeniden sağlanmasını ve Açık Kapı politikası sayesinde yeni pazarlar elde etme çabasını coşkuyla karşıladılar. McKinley’in seçileceği, önceden bilinen bir gerçekti. Ancak Başkan zaferinin tadını çıkaracak kadar yaşamadı. Eylül 1901’de, New York’un Buffalo kentinde bir sergiyi gezerken bir suikastçı tarafından vuruldu.  (İç Savaş’tan beri öldürülen üçüncü başkan oldu.)

McKinley’in başkan yardımcısı olan Theodore Rooselvelt başkanlığa geçti. Roosevelt’in başkanlığa gelmesi, Amerikan siyasal yaşamında hem iç hem de dış konular açısından yeni bir dönemle eşzamanlı oldu. Kıtanın nüfusu çoğalmıştı; sınır bölgesi yok oluyordu. Küçük ve başlangıç yıllarında  çabalayan bir cumhuriyet, büyük bir dünya gücü konumuna gelmişti. Ülkenin siyasal temelleri, iç ve dış savaşın, gönenç ve bunalımın yarattığı değişikliklere dayanmıştı. Tarım ve endüstride çok büyük adımlar atılmıştı. Parasız devlet okullarında eğitim büyük ölçüde başarılmış ve özgür bir basının varlığı korunmuştu. Dinsel özgürlük ideali yerleşmişti. Bunlara karşın, büyük işletmelerin etkisi her zaman olduğundan daha fazla somutlaşmış olup yerel hükümetler ve belediye yönetimlerin çoğu kokuşmuş politikacıların eline geçmiş bulunuyordu. (156)

1902

Küba, Amerikan birliklerinin ayrılması üzerine 1902’de kâğıt üzerinde bağımsızlık kazandı. Buna karşın, Amerika Birleşik Devletleri, kamu düzenini sağlamak amacıyla müdahale hakkını saklı tuttu ve 1934’te vaz geçinceye kadar, bu hakkını üç kez kullandı. Küba tam bağımsızlığını elde etmekle birlikte, Amerika’nın ekonomik ve siyasal etkisi 1959’a kadar güçlü bir biçimde sürdü ve o yıl, Fidel Castro, hükümeti devirerek Sovyetler Birliği ile yakın bağları olan Marksist bir rejim kurdu.(157)

1903

Anadolu’dan Amerika’ya Ermeni göçü (158)

1904

Ermeni gazetesi Gotchnag’ın 10 Kasım 1904 tarihli sayısına göre, Ermeni göçü, 1848–1875 öğrenci dönemi, 1875–1896 ticaret dönemi ve 1896–1904 işçi dönemi olmak üzere üç döneme ayrılmaktadır. Bazı ermeni yazarları birinci ve ikinci dönemleri birleştirerek iki döneme ayırmışlardır 23. Aslında temelde göç olgusu misyonerlerin etkisindeki göç ve Ermenilerin etkisindeki göç olmak üzere iki döneme ayrılmaktadır. Birinci dönem, ister istemez misyonerlerin mezheplerini yaymak için sebep oldukları ve çoğunlukla kontrol edemedikleri dönemdir. İkinci dönem ise Ermenilerin daha iyi şartlarda yaşama hayalleri, güvenlik kaygısı ve Ermeni örgütlerinin etkisi nedeniyle gerçekleşmiştir. Oldukça uzun olan ikinci dönemde sosyal ve politik etkiler zaman zaman diğerine baskın çıkmıştır. (159)

1904

Anadolu’dan Amerika’ya Ermeni göçü (160)

1905

Amerika’ya göçen Ermenilerin kurdukları örgütlerle Türkler aleyhinde propagandayı yoğunlaştırmaları… (161)

1907

Anadolu’dan Amerika’ya Ermeni göçü (162)

1907

Filipinler’de yeni yeni egemenlik kurmuş ve Hawaii’de de tümüyle yerleşmiş olan Amerika Birleşik Devletleri,  XIX.  yüzyılın sonlarında, Çin’le hareketli bir ticaret yapmayı kuvvetle umuyordu. Buna karşın, Çin Japonya tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra (1894-1895), çeşitli Avrupa ülkeleri orada deniz üsleri kurmuş, arazi kiralamış ve etki alanları oluşturmuşlardı. Ayrıca, tekelci ticari haklar elde etmelerinin yanı sıra, demiryolu yapımı ve maden çıkarma alanlarında yatırım yapmak için özel ödünler sağlamışlardı.

Amerikan hükümeti, Asya ile ilk kez diplomatik ilişki kurduğu günlerde, tüm ülkelere eşit ticari ayrıcalıklar uygulanması konusunda her zaman ısrar etmişti. Buna karşın,  Amerikan dış siyasetinde güdülen idealizm ile Uzak Doğu’da Avrupa imparatorluklarıyla rekabet etme arzusu birbiriyle çatışıyordu. Dışişleri Bakanı John Hay Eylül 1899’da ilgili devletlere, Çin’de tüm ülkeleri kapsayacak  “Açık Kapı” doktrinini başlatan birer nota gönderdi. Bu doktrine göre, söz konusu ülkelerin kontrolü altındaki kesimlerde, eşit gümrük tarifelerini, liman ücretlerini ve demiryolu navlunlarını da içeren eşit ticaret fırsatı sağlanacaktı. “Açık Kapı”, idealist yapısına karşın, temelde, Çinlilerden koloni hakları koparılmadan da kolonicilik çıkarları sağlayacak bir diplomatik manevraydı.

Çinliler, 1900 yılında patlak veren  Boxer İsyanı sırasında yabancılara saldırdılar. Asiler Haziran’da Peiping’i (Beijing) ele geçirdiler ve oradaki yabancı temsilciliklere hücum ettiler. Hay, Çin’in toprak ve yönetim haklarına ya da Açık Kapı siyasetine karşı oluşacak herhangi bir huzursuzluğa Amerika Birleşik Devletleri’nin karşı koyacağını, Avrupa devletlerine hemen bildirdi. İsyan bastırıldıktan sonra, Hay, Amerika’nın programını uygulamak ve Çin’i ezici tazminat ödemekten kurtarmak için tüm becerisini kullandı. Buna karşın, Ekim ayında Büyük Britanya ve Almanya, Açık Kapı siyasetine bağlı kalacaklarını ve yabancı ülkelerin egemenliği altında kalsa bile, Çin’in bağımsızlığına saygı göstereceklerini bir kez daha açıkladılar ve kısa zamanda onları diğer ülkeler izledi.

Başkan Theodore Roosevelt 1907’de, Amerikan işçi çevrelerinin rekabete karşı  korkularını göz önüne alarak, Amerika Birleşik Devletleri’ne olan işçi göçünü geçici olarak askıya alma konusunda Japon Hükümeti’ni  ikna etti. Bunun dışında, Amerika’nın Japonya ile ilişkileri, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ve XX.  yüzyılın ortalarına kadar geçen sürede, genel olarak  içtenlikle ve olaysız bir biçimde yürütüldü. Görülen tek olağan dışı gelişme, 1904-1905 Rus-Japon savaşı sırasında Başkan Roosevelt’in arabuluculuk yapması ve Japonlara karşı Rusya ile işbirliğine girmemeleri için Almanya ile Fransa’yı uyarması oldu. Roosevelt,  bir çözüm sağlamaya yönelik çabaları nedeniyle 1906 Nobel Barış Ödülü’nün sahibi oldu. (163)

1907

Roosevelt’in çarpıcı kişiliği ve “tröst yıkıcı” faaliyetleri, sıradan vatandaşların ilgisini çekiyor ve uyguladığı ilerici önlemler partileri aşan bir biçimde XX. yüzyılın başlarında, büyükçe kentlerin çoğunda ve eyaletlerin yarıdan fazlasında kamu görevlileri günde sekiz saat çalışmaya başlamışlardı. İşverenleri, çalışma sırasında oluşan yaralanmalardan sorumlu tutan işçi tazminat yasalarının yürürlüğe girmiş olması da aynı derecede önemliydi. Ayrıca, veraseti, gelirleri, emlaki ve şirketlerin kazançlarını vergiye bağlayan yeni gelir yasalarıyla, kamu harcamalarının en rahat ödeyebilecek kişilere yansıtılmasına çalışılmıştı.  

Özellikle Başkan Theodore Roosevelt ve Kongre’deki, Wisconsin Senatörü Robert LaFollette gibi İlerici liderler,  reformcuların ilgilendikleri pek çok sorunun ancak ülke genelinde ele alınarak çözülebileceğini açıkça anlamışlardı.  Reform gerçekleştirmeyi şiddetle arzulayan ve halka “Adil Düzen” (Square Deal) dediği bir yaşam sunmaya kesin kararlı olan Roosevelt,  antitröst yasaların uygulanmasında hükümete daha geniş denetleme yetkisi veren bir politika başlattı. Daha sonra, hükümet denetlemelerinin demiryollarına da uygulanmaya başlaması  önemli düzenleme yasaları çıkarılmasına neden oldu. Bir başka yasa ile, yayınlanmış rayiçler yasal standard olarak kabul edildi ve taşıma ücreti indirimleri  konusunda mal sahipleri de demiryolu şirketleri kadar sorumlu hale getirildiler. 

Ayrıca, ülkenin o günlerdeki parlak gönenci vatandaşların iktidardaki partiye tatminkâr gözle bakmalarına neden oluyordu. Böylelikle, 1904 seçimlerini kazanması kesinleşmişti.

Seçimde elde ettiği büyük zaferden cesaret alan Roosevelt, reform konusuna daha büyük bir kararlılıkla eğildi.  Yeniden seçilmesinin ardından Kongre’de yaptığı ilk konuşmada, daha sıkı demiryolu düzenlemeleri için çağrıda bulundu ve Kongre Haziran 1906’da Hepburn Yasası’nı kabul etti. Anılan yasa, Eyaletlerarası Ticaret Komisyonu’na taşıma ücreti rayiçlerini düzenlemede gerçek yetki tanıdı, komisyonun görev alanını genişletti ve demiryolu şirketlerini, gemicilik ve kömür şirketlerinin kilerle kaynaşmış çıkarlarından vaz geçmeye  zorladı.

Okumaya devam et  ERMENİ DİASPORASI ve ŞAKLABANLIKLARI (VIII)

Kongre’nin aldığı diğer önlemler sonucu, federal denetleme ilkesi daha yaygınlaştırıldı.1906 tarihli Temiz Gıda Yasası, gıda maddelerinin ve ilaçların hazırlanması sırasında, “sağlığa zararlı ilaç ve kimyasal ya da koruyucu madde” kullanılmasını yasakladı. Bu uygulama, kısa bir süre sonra, eyaletler arasında et satan şirketlerin federal kurumlar tarafından denetlenmesini gerektiren bir yasa ile desteklendi.

Kongre aynı günlerde yeni bir Ticaret ve Çalışma Bakanlığı yaratmış ve Kabine’ye katmıştı. Bakanlığın büyük şirket birleşmelerini denetlemeye yetkili  bir dairesi 1907’de, American Sugar Refining Company adlı şeker şirketinin hükümetten büyük miktarda gümrük vergisi kaçırdığını ortaya çıkardı. Bunu izleyen yasal işlemler sonunda, kaçırılmış olan verginin 4 milyon dolardan fazla bir kesimi tahsil edildi ve birkaç şirket yetkilisi de mahkûm oldu.  Indiana’daki Standard Oil Company şirketi de, Chicago and Alton Railroad demiryolu şirketinden indirimler sağlamak suçuyla yargılandı. 1.462 ayrı sözleşme için verilen 29.240.000 dolar tutarındaki para cezası o günlerin havasını yansıtmaktadır.

Roosevelt döneminin büyük başarıları arasında, ülkedeki doğal kaynakların korunması, ham maddelerin müsrif biçimde tüketilmesine son verilmesi,  ihmal edilmiş geniş arazi parçalarının yeniden kullanıma kazandırılması da bulunmaktadır. Başkan, daha 1901 yılında kongrede yaptığı yıllık konuşma sırasında, geniş kapsamlı ve birleştirilmiş bir koruma, yeniden kazandırma ve sulama programı uygulanması çağrısında bulunmuştu. Roosevelt, selefleri tarafından koruma ve park alanı olarak ayırmış olan 18.800.000 hektarlık orman arazisini 59.200.000 hektara çıkardı ve orman yangınlarını önlemeye ve yanmış bölgeleri yeniden ağaçlandırmaya yönelik sistemli bir çaba başlattı.(164)

1908

Anadolu’dan 3.000 Ermeni’nin Amerika’ya göçü (165)

1908

Roosevelt 1908 seçim kampanyasının yaklaştığı günlerde, popülerliğinin doruğundaydı; fakat bir başkanın iki dönemden fazla görev yapmayacağı yolundaki geleneği bozmak istemiyordu. Bu nedenle William Howard Taft’ı destekledi ve seçimi kazanan Taft da selefinin reform programlarını sürdürmeye gayret etti. Eski bir yargıç, Filipinler Valisi ve Panama Kanalı yöneticisi olan Taft, belirli başarılar elde etti. Tröstlere karşı yasal işlem uygulamalarını sürdürdü; Eyaletlerarası Ticaret Komisyonu’nu daha da güçlendirdi; bir posta tasarruf bankası ve paket postası servisi kurdu; kamu hizmetlerini yaygınlaştırdı; Anayasa’da iki değişiklik yapılmasını sağladı. 

16. Değişiklik, federal gelir vergisi alınması için yetki verdi; 1913’te onaylanan 17. Değişiklik, senatörlerin eyalet yasama organları yerine doğrudan doğruya halk tarafından seçilmelerine izin verdi. Bunlara karşılık, Taft’ın korumacı bir gümrük tarifesini kabul etmesi, liberal bir anayasaya sahip olduğu gerekçesiyle Arizona’yı Birlik’e kabul etmemesi ve partisinin muhafazakâr kanadına giderek daha fazla bağımlı olması liberal çevreleri çileden çıkardı.

1910’a gelindiğinde Taft’ın partisi bölünmüş durumdaydı ve Demokratlar büyük bir oy çokluğuyla Kongre’de kontrolü yeniden ele geçirdiler.  İki yıl sonra, New Jersey’in Demokrat ilerici valisi Woodrow Wilson, Cumhuriyetçilerin adayı olan Taft’a ve Cumhuriyetçi Parti kongresinde adaylığı reddedilince İlericiler adında yeni bir parti kurmuş bulunan Roosevelt’e karşı bir seçim kampanyası yürüttü. 

Wilson, hareketli bir kampanya sonunda iki rakibini de yenilgiye uğrattı. Yeni Kongre, onun önderliğinde, Amerikan tarihindeki en çarpıcı yasama dönemlerinden birini yaşadı. İlk yaptığı iş gümrük tarifelerini değiştirmek oldu. Wilson, “Gümrük tarifeleri değiştirilmelidir. Ayrıcalığı andıran en küçük  işlemi bile iptal etmeliyiz” diyordu. 3 Ekim 1913’te imzalanan Underwood Gümrük Tarifesi ile ithal edilen ham maddelerden, gıda maddelerinden, pamuklu ve yünlü mamullerden, demir ve çelikten alınan gümrük vergileri büyük ölçüde azaltılıyor, yüzden fazla kalemden alınan vergi de kaldırılıyordu. Yasa, pek çok korumacı yönleri olmakla birlikte, hayat pahalılığını düşürme yolunda yapılmış gerçek bir teşebbüs oluşturuyordu.

Demokratların programındaki ikinci madde ise,  esnek olmayan bankacılık ve para sisteminde çoktandır yapılması gereken, kapsamlı bir yeniden düzenlemenin gerçekleştirilmesiydi. Wilson, “Denetim özel değil kamusal olmalıdır ve hükümetin kendisine bırakılmalıdır; bankalar, böylelikle, iş çevrelerinin ve bireysel işletme ve teşebbüslerin patronu değil aleti olurlar” diyordu. 

23 Aralık 1913 tarihli Federal Rezerv Yasası, Wilson’un en kalıcı yasama başarılarından birini oluşturdu. Yasa uyarınca, mevcut bankacılık sisteminde, ülkeyi 12 bölgeye ayıran, her bölgede bir Federal  Rezerv Bankası (Merkez Bankası) oluşturan ve bunların hepsini Federal Rezerv Kurulu’na bağlayan yeni bir örgütlenmeye gidildi.  Anılan bankalar, sisteme katılan bankaların ellerindeki nakitleri yatıracakları birer kuruluş olarak görev yapacaklardı. A.B.D. Hükümeti, Federal Rezerv Yasası yürürlüğe girinceye kadar, para arzının denetimini,  büyük ölçüde federal düzenleme altında bulunmayan özel bankalara bırakıyordu. Resmi değişim aracı altın olmakla birlikte, pek çok borçlanma ve ödeme işlemlerinde, altın karşılığı bulunduğu güvencesine bağlı banknotlar kullanılıyordu. Bu yöntemin aksayan yanı, bankaların ellerindeki nakit miktarını aşan işlemler yapma eğiliminde olmaları ve bu nedenle de, mevduat sahibi huzursuz  müşterilerin banknotlarını paraya çevirmeye çalışmaları yüzünden zaman zaman panik yaşanmasıydı. Yasanın kabulü üzerine, para arzına daha büyük bir esneklik getirildi ve Federal Rezerv Bankası’nın, iş çevrelerinin taleplerini karşılamak için kâğıt parası çıkarması sağlandı.

Bundan sonraki önemli konu, tröstlerin denetlenmesi ve şirketlerin yasaya aykırı davranışlarının araştırılmasıydı.  Kongre, büyük iş çevrelerinin eyaletlerarası ticarette “haksız rekabet uygulamaları”na yönelmelerini yasaklayacak emirler yayınlama yetkisi bulunan bir Federal Ticaret Komisyonu kurdu. Clayton Antitröst Yasası olarak bilinen ikinci bir yasa, o güne kadar kesin suçlamalardan kaçabilmiş, iç içe girmiş bir yönetim kurulması, alıcılar arasında fiyat ayırımı yapılması, işçiler aleyhinde mahkeme kararları çıkartılması ve bir anonim şirketin birbirine benzeyen işletmelerde hisse senedi sahibi olması gibi uygulamaları  yasaklıyordu.  

Çiftçiler ve diğer işçiler de unutulmamışlardı. Bir federal borç verme yasası çıkarılarak çiftçilerin düşük faizle kredi almaları sağlandı. 1915 yılında yürürlüğe giren Denizciler Yasası gemilerdeki yaşama ve çalışma koşullarını iyileştirdi. 1916 tarihli Federal İşçi Tazminatları Yasası ile iş kazası sonucu çalışamaz duruma gelen kamu görevlilerine tazminat verilmesine yol açıldı. Aynı yıl çıkarılan Adamson Yasası demiryolu çalışanlarının günde sekiz saat iş görmelerini sağladı.

Wilson’un başarılı sicili ona ülkenin en önde gelen siyasal reformcularından biri olarak Amerikan tarihinde önemli bir yer kazandırdı. Yine de, ülkesini savaşta zafere taşıyan, ancak, savaşı izleyen barış konusunda halkının desteğini sağlayamayan bir başkan olarak tanınması, ülke içindeki ününü  kısa bir zaman sonra gölgede bıraktı. (166)

1909

Crazy Snake Rebellion Kızılderili Savaşı

1910

“Bir büyük demokrasi, gelişmiyorsa,  ne büyük ne de demokrasi olur.”  

Eski Başkan Thedore Roosevelt – 1910 dolayları (167)

1910

Ermenilerin Amerika da gördüğü zulüm (168)

1910

5.500 Ermeni’nin Anadolu’dan Amerika’ya göçü (169)

1910

XIX. yüzyıl Amerikası’nda endüstri işçisinin yaşamı kolay olmaktan çok uzaktı. En iyi dönemlerde bile ücretler düşük, çalışma saatleri uzun ve çalışma koşulları tehlikeliydi. Ülkenin büyümesi sırasında üretilen gönencin pek azı işçilere gidiyordu. Belirli endüstrilerdeki işgücünün yüksek bir yüzdesini oluşturan ve çok kez erkek işçilerin alabildikleri ücretin ancak küçük bir parçasını oluşturabilecek kadar para kazanabilen kadınların ve çocukların durumu ise daha da kötüydü. Zaman zaman ekonomik bunalımlar ulusu sarıyor ve hem endüstri kesimindeki ücretleri eritiyor hem de yüksek oranlarda işsizliğe neden oluyordu.

Ülkenin verimliliğine büyük katkısı olan teknolojik gelişmeler de, kalifiye işçiye olan talebi giderek azaltıyordu.   Buna karşılık, ülkeye önceden görülmemiş sayılarda –  1880 ile 1910 yılları arasında 18 milyon – gelen ve çalışmaya hevesli yeni göçmenler yüzünden kalitesiz işçi birikimi sürekli yükseliyordu. (170)

Kenan Mutlu Gürses


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir