ERMENİ DİASPORASI ve ŞAKLABANLIKLARI (IX/VI)

1890 - hepimiz hrant ermeni turk

1890

Sadece yirmi beş yıl içinde bu geniş bölgenin hemen hemen tümü eyaletlere ve yerleşim bölgelerine bölündü. Madenciler sıra dağları karış karış dolaşmışlar, maden kuyuları açmışlar ve Nevada, Montana ve Colorado’da küçük topluluklar oluşturmuşlardı. Uçsuz bucaksız çayırlardan yararlanan sığır yetiştiricileri, Texas’tan Misssissippi Nehri’nin yukarılarına kadar uzanan geniş araziyi parsellemişlerdi. Koyun yetiştiricileri, vadilere ve dağ yamaçlarına yerleşmişlerdi. Çiftçiler de düzlükleri ve vadileri sürmeye başlamışlar ve Doğu ile Batı arasındaki boşluğu doldurmuşlardı. 1890’a gelindiğinde sınır bölgesi ortadan kalkmıştı. (117)

1890

Madencilerin, sığır yetiştiricilerinin ve yerleşimcilerin düzlüklere ve dağlara yayılmaları, Doğu’da olduğu gibi Batı’da Kızılderililerle çatışmalara girilmesine yol açtı. Büyük Havza’daki (Great Basin) Utelerden Idaho’daki Nez Percelere kadar pek çok Kızılderili kabilesi, zaman zaman beyazlarla savaştı; fakat Kuzey Düzlükleri’ndeki Siouxlarla Güneybatı’daki Apacheler, sınırın genişlemesi karşısında en çarpıcı direnmeyi sergilediler. Red Cloud ve Crazy Horse gibi yaratıcı önderlerin yönettiği Siouxlar, özellikle süratli atlı savaş konusunda yetenekliydiler. Çöllerdeki ve vadilerdeki yerleşim bölgelerinde yaşayan Apacheler de aynı oranda savaşma ve gizlenme becerisi sergilediler.

Düzlük Kızılderilileri ile çatışma, Siouxların 1862’de beyazlara karşı bir katliam gerçekleştirmeleriyle başladı ve İç Savaş boyunca sürdü. 1876’da Dakota’daki altına hücum hareketinin Black Hills bölgesine yayılması üzerine son ciddi Sioux savaşı patlak verdi. Ordu’nun madencileri Siouxların avlanma alanlarından uzak tutması gerektiği halde, Kızılderililerin arazilerini korumak için pek bir şey yapılmadı. Buna karşın, antlaşma ile tanınmış hakları uyarınca bölgede avlanan grublara karşı harekete geçmesi istenilince, Ordu büyük bir hevesle saldırdı.

1876’da birkaç sonuçsuz karşılaşmadan sonra General George Custer, Siouxlarla müttefiklerinin Little Big Horn Nehri kıyısındaki merkez kamplarını buldu. Ana kuvvetlerden ayrı düşen Custer ve adamları tümüyle yok edildiler. Daha sonra 1890’da South Dakota’daki Wounded Knee bölgesinde bulunan Kuzeyli Siouxlara ayrılmış özel yerleşim biriminde (reservation) yapılmakta olan bir hayalet dansı ayini ayaklanmaya yol açtı ve yüzlerce Sioux kadın, erkek ve çocuk katledildi.

Buna karşın, sözkonusu olaydan ççok daha önce, 1870’i izleyen on yıl içinde, mandaların (buffalo) ayrım gözetilmeksizin hemen hemen yok olacak derecede avlanması yüzünden Düzlük Kızılderililerinin yaşamları berbat bir konuma gelmişti. Bu arada, Güneybatı’daki Apache savaşları, son önemli reis olan Geronimo ele geçirilinceye kadar sürdü. Hükümetin Monroe hükümeti günlerinden beri güttüğü siyaset, Kızılderilileri beyazların sınırlarının ötesine sürmek olmuştu; fakat kaçınılmaz olarak, ayrılmış yerleşim birimleri giderek küçüldü ve kalabalıklaştı ve Hükümet’in Kızılderililere karşı davranışı yoğun biçimde eleştirilmeye başlandı. Sözgelimi, Batı’da yaşayan bir Doğulu olan Helen Hunt Jackson 1881’de Kızılderililerin acınacak yaşamlarını romanlaştıran ve ülkede büyük vicdan azabı yaratan ONURSUZLUK YÜZYILI adlı bir kitap yazdı Reformcuların çoğunluğu, Kızılderililerin başat kültür içinde asimile edilmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Federal hükümet, Pennsylvania’nın Carlisle kentinde, Kızılderili gençlere beyazların değerlerini ve inançlarını aşılamak amacıyla bir okul bile kurmuştu. (A.B.D. de yetişmiş en iyi atlet olduğuna inanılan Kızılderili Jim Thorpe, XX. Yüzyıl başlarında bu okulda üne kavuşmuştur.).

1887 tarihli Dawes Yasası, A.B.D.’nin Kızılderili politikasını tersine çevirdi ve kabile arazisinin bölünüp her aile reisine 65 hektar toprak ayrılması amacıyla başkana yetki verdi. Dağıtılan arazi 25 yıl boyunca hükümetin güvencesi altında kalacak ve bu sürenin sonunda arazi sahibine tapu ve vatandaşlık verilecekti. Anılan yasa çok iyi niyetlerle hazırlanmış olmasına karşın, geniş Kızılderili topraklarının yağmalanmasına yol açtığı için felaketle sonuçlandı. Ayrıca, kabilelerin toplumsal örgütlenmesini karıştırması nedeniyle, geleneksel kültürü daha da çok bozdu. 1934 de A.B.D. politikası, ayrılmış yerleşim birimlerindeki kabilesel ve toplumsal yaşamı koruma çabası güden Kızılderililerin Yeniden Örgütlenmeleri Yasası ile bir kez daha tersine çevrildi. (118)

1890

1890’lara gelindiğinde, İspanya’nın Yeni Dünya’daki büyük imparatorluğundan geriye sadece Küba ve Portoriko kalmış bulunuyor, Filipin Adaları da Büyük Okyanus’taki İspanyol gücünün merkezini oluşturuyordu. Savaşın çıkmasının üç temel kaynağı vardı: halkın katı İspanyol yönetimine karşısı düşmanlık duyması; Amerika’nın bağımsızlık taleplerine hoşgörüyle bakması; Amerika Birleşik Devletleri’nde bir parça da, “aşırı milliyetçi” olan ve heyecan yaratan basının teşvikiyle, yeni bir ulusal güven duygusunun ortaya çıkması, Küba’da ana ülkenin baskılarına karşı gittikçe büyüyen öfke, 1859’da bir bağımsızlık savaşının patlamasına neden oldu. Amerika Birleşik Devletleri, ayaklanmanın gelişmesini giderek artan bir kaygıyla izledi. Amerikalıların çoğu Kübalılara yakınlık duyuyorlardı; fakat Başkan Cleveland tarafsızlığını korumaya karalı bulunuyordu. Buna karşın, üç yıl sonra, Mckinley hükümeti işbaşında bulunduğu sırada, A.B.D. savaş Gemisi MAİNE, Havana limanında demirli olduğu sırada, günümüzde bile açıklığa kavuşmamış nedenlerle, tahrip edildi.

250’den çok denizci öldü ve ülkeye, heyecan yaratan gazete haberlerinin de şiddetlendirdiği büyük bir öfke dalgası yayıldı. McKinley, bir süre barışı korumaya çalıştıysa da birkaç ay sonra, gecikmenin yararsız olduğu düşüncesiyle, askeri müdahale önerisinde bulundu. (119)

1891

3.297 Ermeni’nin Amerika’ya göçü

1891

Siyu Kızılderili Savaşları

1892

10.000 Ermeni’nin Amerika’ya göçü

1892

Ermenilerin, Massachusetts’de Birinci Belmont Ermeni Kilisesi’nin inşası (120)

1892

Hiçbir ülkenin tarihi Amerika Birleşik Devletleri’nin ki kadar göçe yakından bağlı olmamıştır. Sadece XX. Yüzyılın ilk 15 yılında bile, çoğunluğu New York limanındaki Ellis Adası’nda 1892’de kurulan federal göçmen merkezinden geçen 13 milyonu aşkın göçmen gelmiştir. “Önce kapalı olan” Ellis Adası, orada Amerika’nın eşiğine adımını atmış bulunan milyonlara bir anıt olarak, 1992’de yeniden açılmıştır. (121)

1893

Ermenilerin Amerika’ya göçlerinin devam edişi

1893

Amerika’nın Büyük Okyanus bölgesindeki varlığı Filipinlerle sınırlı kalmadı. İspanya-Amerika Savaşı’nın yapıldığı yıl içinde, Hawaii Adaları ile de yeni bir ilişki başlatıldı. Hawaii ile bundan önceki temaslar, genelde misyonerler ve gelip geçici tüccarlar aracılığıyla yürütülmekteydi. 1865’ten sonra ise Amerikalılar, adaların temel kaynağı olan şeker kamışı ve ananas ürünlerini geliştirmeye başladılar. Krallık yönetimi 1893’te yabancıların etkisini sona erdirmeye niyetli olduğunu bildirince, Amerikan iş adamları etkili Hawaiililerle işbirliği yaparak yeni bir hükümet oluşturdular ve bu hükümet de Amerika’ya katılmak istediğini açıkladı.(122)

1893

1893 yılına kadar Türkiye’de 624 okul, 436 ibadethane açmışlardır. Bu tarihte Türkiye’de 1317 misyoner görev yapmaktaydı ve 1893 yılına kadar Türkiye’de 3 milyon İncil ve yaklaşık 4 milyon da değişik kitap dağıtılmıştı44. “ABCFM”nin 1893’e kadar harcadığı para 7 milyon doları aşmıştı45. Bunun yarıdan fazlası Amerikan vatandaşlarından toplanmıştı. Amerikan dış misyoner örgütünün sekreteri Judson Smith, yukarıdaki rakamların bir bölümünü sıraladıktan sonra “Bütün bu asil hizmetlerimiz, Ermeni milletini bize karşı sonsuz sevgi ve şükran duygularına gark etti. Ve Ermenileri yüreklerini çelik bir çengelle misyonerlere bağladı. Artık Ermeni milleti, bu koruyucularının ve velinimetlerinin ellerinde bir balmumu parçası 208 Doç. Dr. Şenol KANTARCI gibidir” diyerek Ermenilerin ABD’ye artık bağımlı olduğunu aleni bir şekilde ifade etmiştir.(123)

1894

İlk olarak 1894 yılında ABD Kongresine taşınan mesele, 3 Aralık 1894 tarihli bir kararla Türkiye’nin haksız yere suçlanmasına ve kınanmasına sebep olmuştur. Daha sonra Ocak 1896’da yine ABD Kongresinde her iki meclisin de gündemine getirilmiş ve Türkiye aleyhine bir karar kabul edilmiştir. (124)

1895

Banok Kızılderili Ayaklanması

1895

Anadolu’dan Amerika’ya Ermeni Göçü (125)

1896

Anadolu’dan Amerika’ya Ermeni Göçü (126)

1896

Yaqui Kızılderili Ayaklanması

1896

Ermenilerin, New York Ermeni Evangelik Kilisesi’ni inşası (127)

1896

Ermenilerin, Anadolu’dan Amerika’ya göçü

1896

Ermenilerin Amerika tarafından Kanada’ya göçmelerine izin verilmesi (128)

1896

Hiçbir ülkenin tarihi Amerika Birleşik Devletleri’ninki kadar göçe yakından bağlı olmamıştır. Sadece XX. yüzyılın ilk 15 yılında bile, çoğunluğu New York limanındaki Ellis Adası’nda 1892’de kurulan federal göçmen merkezinden geçen 13 milyonu aşkın göçmen gelmiştir. Günümüzde kapalı olmakla birlikte Ellis Adası, orada Amerika’nın eşiğine adımını atmış bulunan milyonlara bir anıt olarak, 1992’de yeniden açılmıştır.

1790’da yapılan ilk nüfus sayımına göre ülkede 3.929.214 Amerikalı yaşamaktaydı. İlk 13 eyaletteki nüfusun yaklaşık yarısı İngiliz kökenliydi; kalanları ise İskoçyalı-İrlandalılar, Almanlar, Hollandalılar, Fransızlar, İsveçliler, Galliler ve Finliler oluşturuyordu. Bu beyaz Amerikalıların çoğunluğu Protestan’dı. Nüfusun beşte biri ise Afrikalı kölelerdi. Amerikalılar, ilk günlerden başlayarak, göçmenlere ucuz bir işçi kaynağı gözüyle baktılar. Bunun sonucu olarak  1920 yılına kadar, Amerika Birleşik Devletleri’ne göçmen alımına pek az resmi sınırlama getirildi. Buna karşın, göçmen sayısı her geçen gün çoğaldıkça, bazı Amerikalılar kültürlerinin tehdit altında olduğu korkusuna kapıldılar. (129)

1896

Mahkeme, 1896 tarihli Plessy-Ferguson davasında, trenler ve lokantalar gibi kamuya açık yerlerde Afrikalı Amerikalılara “AYRI AMA EŞİT” hizmet verilmesinin onların haklarını ihlal etmediği sonucuna vardı.

 Kurucu Atalar, özellikle de Thomas Jefferson, Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın her köşesinden gelecek olanlara kapısını açıp açmaması gerektiği konusunda kararsızlardı. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yazarı olan Jefferson, krallara tapan ya da onların yerine çete yönetimleri getirmiş bulunan ülkelerden gelen kişilerin elinde demokrasinin güvencede olup olamayacağına kuşkuyla bakıyordu. Buna karşın, umutsuzca işçi bekleyen bir ülkenin kapılarını yeni gelenlere kapamasını da pek az kişi destekliyordu.(130)

1898

İspanya ile savaş kısa sürdü ve kesin sonuç doğurdu. Savaşın sürdüğü dört boyunca, Amerikalılar hiçbir önemli yenilgiye uğramadılar. Savaşın ilanından bir hafta sonra, o sırada Hong Kong’da bulunan Tuğamiral George Dewey, altı gemiden oluşan bir küçük filo ile Filipinler’e hareket etti. Orada üslenmiş olan İspanyol filosunun Amerikan sularına girmesini önlemekle görevlendirilmişti. Tüm İspanyol filosunu demirlemiş durumda yakaladı ve bir tek Amerikalı yaşamını yitirmeden filoyu tahrip etti. Bu sırada, Küba’da Santiago yakınlarına çıkarma yapan birlikler, birkaç kısa çatışmadan sonra limanı ateşe tuttular. Santiago Körfezi’nden denize açılan dört İspanyol zırhlısı, birkaç saat içinde hurdaya döndü.

Santiago’nun düştüğü haberi gelince, Boston’dan San Francisco’ya kadar tüm limanlarda sirenler çalındı ve bayraklar açıldı. Gazetelerin Küba’ya ve Filipinler’e gönderdikleri muhabirler, ulusun yeni kahramanlarının ününü dünyaya ilan ettiler. Bu kahramanların başında, Manila’da ün kazanmış olan George Dewey ile donanma bakanı yardımcılığından istifa edip “Rough Riders” (Sert Süvariler) adını verdiği bir gönüllüler alayının başında Küba’ya giden Theodore Roosevelt geliyordu. İspanya kısa bir süre sonra barış talebinde bulundu ve 10 Aralık 1898 de imzalanan antlaşma uyarınca Küba, bağımsızlığa kavuşuncaya kadar geçici olarak işgal altında kalmak üzere Amerika’ya devredildi. İspanya, buna ek olarak, Portoriko ile Guam’ı savaş tazminatı olarak ve Filipinler’i de 20 milyon dolar karşılığında terk etti. (131)

1897

Ermenilerin, California’da Birinci Ermeni Presbyterian Kilisesi’ni inşası (132)

1898

İspanya-Amerika Savaşı

1898

Ermenilerin, New Jersey’de Ermeni Presbyterian Kilisesi’ni inşası (133)

1898

Suqar Point Kızılderili Muharebesi

1898

A.B.D.lerinde Amerikan askerlerinin kullanılmasına ve koloni yönetimi görüşüne karşı yaygın protestolarda bulunulması üzerine, başlangıçta Başkan Grover Cleveland ve Kongre katılmayı reddetmeye ikna olundular. Fakat Kongre, İspanya-Amerikan Savaşı’nın yarattığı büyük milliyetçilik dalgası karşısında Tummuz 1898 de adaların katılmasını büyük bir oy çokluğuyla onayladı ve böylelikle de Pearl Harbor’da önemli bir donanma üssü kazanıldı. Hawaii, 1959 da Birlik’in 50. Eyaleti oldu. (134)

1898

XIX. yüzyılın Amerikan çiftçileri, büyük gelişmeler sağlamakla birlikte sık sık yinelenen sıkıntı dönemleri de geçirdiler. Bunda birkaç öğe etkili oldu. Toprak yorgunluğu, doğanın kaprisleri, kendi kendine yeterlilikte gerileme ve yetersiz yasal koruma ve yardım. Anılan öğelerin belki de en önemlisi ise aşırı üretimdi. Hektar başına alınan ürünü büyük ölçüde arttıran mekanik gelişmelerin yanı sıra, demiryollarının yaygınlaşması ve Düzlük Kızılderililerinin giderek yer değiştirmesi sonucunda Batı’da yeni yerleşim alanları açıldığı için ekilen topraklar yüzyılın ikinci yarısında büyük bir hızla genişledi. Aynı şekilde, Kanada, Arjantin ve Avustralya gibi ülkelerde de tarımsal arazinin çoğalması, A.B.D. tarımsal ürünlerinin büyük miktarlarda satıldığı uluslararası pazalardaki sorunları derinleştirdi.

Yerleşimciler ne kadar batıya gittilerse, mallarını pazara iletmek için demiryollarına o kadar bağımlı bir duruma geldiler. Aynı zamanda, Doğu’daki endüstriyel çıkar çevrelerinin desteğiyle Kongre’nin yıllardır sürdürdüğü korumacı gümrük tarifeleri yüzünden, çiftçiler mamul mallar için büyük paralar ödediler. Zamanla, Ortabatılı ve Batılı çiftçiler, ipoteklerini ellerinde tutan bankalara karşı daha çok borçlu duruma düştüler.

Güney’de Konfederasyon’un çöküşü, tarımsal uygulamalarda büyük değişiklikler yarattı. Bunlardan en belirgini, kiracı çiftçilerin ürünlerinin yarıya yakın bölümünü, tohum ve gerekli malzeme karşılığı, arazi sahipleriyle “paylaştıkları” ortakçılık yöntemiydi. Güney’deki siyah çiftçilerin yaklaşık yüzde 80’i ve beyazların yüzde 40’ı İç Savaş’tan sonra ortaya çıkan bu yoksullaştırıcı sistem altında çalışıyorlardı. Ortakçıların çoğunluğu bir borç döngüsüne sıkışıp kalmışlardı ve bundan kurtulmalarını tek çaresi de üretimi arttırmaktı. Bu da pamuk ve tütünde aşırı üretime yol açıyor, böylelikle de fiyatlar düşüyor ve toprak daha da yorgunlaşıyordu.

Tarımsal sorunlarla ilgilenmeye yönelik ilk örgütlü çaba Çiftçi Birliği hareketiydi. 1867’de A.B.D. Tarım Bakanlığı çalışanları tarafından yaratılan Çiftçi Birlikleri, başlagıçta, pek çok çiftçi ailesinin karşı karşıya kaldığı yalnızlaşma olgusunu dengeleyecek toplumsal çalışmalara yöneldiler. Bu çabalara kadınların katılımı yoğun biçimde teşvik edildi. 1873’te karşılaşılan Panik nedeniyle, Çiftçi Birlikleri kısa sürede 20.000 şubeye ve bir buçuk milyon üyeye sahip oldular. Sonunda pek çoğu başarısız kalmakla birlikte, Çiftçi Birlikleri, kendipazarlama sistemlerini, mağazalarını, konserve atölyelerini, fabrikalarını ve kooperatiflerini geliştirdiler. Hareket 1870’lerde bazı siyasal başarılar da elde etti. Bazı eyaletlerde demiryolu taşımacılığı ve depo ücretlerini sınırlayan “Çiftçi Birliği Yasaları” çıkarıldı.

Hareket 1880’den sonra gücünü yitirmeye başladı ve onun yerini Çiftçi İttifakları aldı. 1890’a gelindiğinde İttifak hareketinin, New York’tan California’ya kadar yayılmış toplam 1,5 milyon üyesi bulunuyordu. Benzeri bir örgüt olan Siyah Çiftçiler Ulusal İttifakı’nın da bir milyonu aşkın üyesi vardı. Çiftçi İttifakları, kuruldukları günden başlayarak, kapsamlı ekonomik programları bulunan siyasal örgütlerdi. İlk açıklamalardan birine göre amaç “Amerikan çiftçilerini, sınıf yasalarına ve yoğunlanmış sermayenin saldırılarına karşı korunak için birleştirmekti.” Hareketin programı ayrıca, demiryollarının, doğrudan doğruya kamulaştırılmasa bile, bir düzene sokulması, borç yükünün hafifletilmesi için para sürümünün arttırılmasını, gümrük tarifelerinin düşürülmesi, devlet malı depolar kurulması ve düşük faizle borçlanma kolaylıkları yaratılması çağırısında bulunuyordu.

1880’lerin sonlarına doğru, birbirini izleyen kuraklık dönemleri sonucu batıdaki Büyük Düzlükler harap oldu. Dört yıl süren bir dönem sırasında Batı Kansas nüfusunun yarısını yitirdi. Ülkede o güne kadar uygulanmamış oranda yüksek olan 1890 McKinley Gümrük Tarifesi de durumu büsbütün ağırlaştırdı. 1890’a gelindiğinde, tarımdaki perişanlık görülmemiş derecede artmıştı. Çiftçi İttifakları, kendilerine yakınlık duyan Güneyli Demokratların ya da Batı’daki küçük partilerin desteğiyle, gücü ele geçirmeyi denediler. Anılan öğelerin birleşmesiyle, Popülist Parti olarak bilinen bir üçüncü siyasal parti doğdu. Amerikan siyasal yaşamında eşi görülmemiş bir popülist çoşku düzlük bölgelerini ve pamuk yetiştirilen yöreleri silip süpürüyordu. Parti, 1890 seçimlerinde bir düzineye yakın güney ve Batı eyaletinde başarı kazandı ve Kongre’ye çok sayıda Popülist temsilci ve senatör gönderdi.

Parti’nin ilk kongresi 1892’de yapıldı; çiftçi, işçi ve reform örgütlerinin temsilcileri, Nebraska’nın Omaha kentinde toplandılar ve en sonunda, endüstri ve ticaret tröstlerinin parasal çıkarları yüzünden onanamaz biçimde kokuşmuş olduğunu düşündükleri Amerikan siyasal yaşamında iz bırakma konusundaki kararlılıklarını ortaya koydular. Programlarında şu sözlere yer verilmişti.

Ahlaksal, siyasal ve maddesel çöküşün eşiğine getirilmiş bir ulusun içinde toplanmış bulunuyoruz.  Yolsuzluk, seçim sandığını, yasama organlarını, Kongre’yi egemenliği altına almış ve hatta mahkeme üyelerine  bile uzanmış durumdadır…  Hükümet adaletsizliğinin aynı üretken rahminden iki büyük sınıf yetiştiriyoruz: serseriler ve milyonerler.

Programın uygulamaya ilişkin bölümünde ise arazi, ulaştırma sorunlarına ve sınırsız gümüş para çıkarılmasını da içeren mali konulara odaklanılmıştı.

Popülistler 1892 seçimlerinde Batı’da ve Güney’de etkileyici bir güç sergilediler ve başkan adayları bir milyonu aşkın oy aldı; ancak, gümüş yandaşlarını altından yana olanlarla karşı karşıya getirenpara konusu, kısa zamanda tüm diğer tüm konuları gölgede bıraktı.

Doğu’nun endüstri merkezlerindeki işçi örgütlerinin de desteğini sağlayan, Batılı ve Güneyli tarım sözcüleri sınırsız gümüş para çıkarılması sistemine yeniden dönülmesini talep ediyorlar; sıkıntılarına, sürümdeki para yetersizliğinin neden olduğuna inandıkları için para miktarı arttırılsa, bunun dolaylı olarak tarımsal ürün fiyatlarını yükseltip endüstri kesimindeki ücretleri yükselteceği ve böylece piyasada çoğalan paranın da borç ödemelerini kolaylaştıracağı iddiasında bulunuyorlardı. Buna karşılık, muhafazakâr gruplar ve maliye çevreleri ise böyle bir uygulamanın felakete yol açacağına inanıyor ve enflasyon başlarsa bir daha önüne geçilemeyeceğini ısrarla ileri sürüyorlardı. Onlara göre, istikrar ancak altın standardı ile sağlanabilirdi.

1893’te patlak veren mali bunalım, tartışmalarda gerilimi yükseltti. Güney’de ve Ortabatı’da banka iflasları çoğaldı, işsizlik tırmandı ve ürün fiyatlarında büyük düşüşler oldu. Anılan bunalım ve Başkan Grover Cleveland’ın bunu aşmaktaki başarısızlığı, Demokrat Parti’yi neredeyse parçaladı. 1896 başkanlık seçimleri yaklaştıkça, gümüş para destekçisi Demokratlar da Popülistlere katıldılar.

Aynı yıl yapılan Demokrat Parti kongresi, A.B.D. siyasal tarihindeki en ünlü konuşmalardan birine sahne oldu. Nebraskalı gümüş savunucusu genç William Jennings Bryan, “insanoğlunu altın bir çarmıha germemesi” için kongreye yalvardı ve Demokratların başkan adaylığını kazandı. Popülistler de Bryan’ı desteklediler. Bu onların doruğa eriştikleri an olacaktı. Bryan, Güney’de ve California ve Oregon dışında Batı’nın tümünde başarı kazanmasına karşın, nüfusu daha yoğun olan endüstrileşmiş Kuzey ve Doğu’da bunu yapamadı ve Cumhuriyetçilerin adayı William McKinley karşısında seçimi kaybetti. Ertesi yıl, bir parça da Alaska ve Yukon’da altın bulunmasının etkisiyle, ülkenin mali durumu düzelmeye başladı. 1898 İspanya-Amerika Savaşı, ulusun dikkatini Popülist sorunlardan daha fazla uzaklaştırdı. Buna karşılık, hareket ölmekle birlikte, görüşleri ölmemişti. Söz konusu görüşlerin pek çoğu ileriki yirmi yıl içinde yasalaştırıldı. (135)

1899

Boxer Ayaklanması

1899

Filipin-Amerikan Savaşı

1899

Anadollu’dan Amerika’ya Ermeni göçü (136)

1900

Okumaya devam et  ERMENİ DİASPORASI ve ŞAKLABANLIKLARI (IX/I)

1920’lerde yabancı göçüne getirilen sınırlamalar A.B.D. politikasında önemli bir değişiklik oluşturdu. Göç, XIX. yüzyıl sonlarında büyük ölçüde artmış ve XX. yüzyılın başlarında en yüksek düzeyine erişmişti. Sözgelimi, Amerika Birleşik Devletleri’ne 1900-1915 arasında, pek çoğu Güney ve Doğu Avrupalı 13 milyon göçmen geldi. Bahis konusu göçmenler arasında çok sayıda Yahudi ya da Katolik bulunması,  çoğunluğu Anglosakson ve Protestan olan daha eski Amerikalıları korkutuyordu. Bunlardan bazıları,  düşük ücretli işlerde çalışmaya razı olan yeni gelenlere karşı çıkıyorlar, bazıları da, Eski Dünya’daki geleneklerini sürdürmeleri, çok kez kentlerde kapalı etnik grublar halinde yaşamaları ve genel Amerikan kültürüne uymak istemiyormuş gibi görünmeleri yüzünden yeni göçmenlerden hoşlanmıyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyüyen göç dalgası sonucu, Ku Klux Klan benzeri, yerli halkın üstünlüğü hareketleri yoğunlaştı.  “Yüzde yüz Amerikalılık” çağrısında bulunan, yeniden örgütlenmiş bir  Ku Klux Klan gelişti. Yeni Klan, Yeniden Yapılanma dönemindekinin aksine, yalnız ülkede doğmuş olan Protestanları üyeliğe kabul ediyor, Afrikalı Amerikalılar kadar, Katoliklere, Yahudilere ve göçmenlere de karşı çıkıyordu. Düşmanlarının tanımını yeniden düzenleyen Klan, görüşlerini Kuzey’e ve Ortabatı’ya da yaydı ve bir süre için üye sayısı çok kabardı.

Göç karşıtı duygular bir dizi yasal önlem alınmasına yol açtı ve 1924’te Göçmen Kontenjanı Yasası ile 1929’te de  bir başka yasa kabul edildi. Bu yasalar uyarınca, 1920 yılına kadar  Amerika Birleşik Devletleri’nde yerleşmiş bulunan yurttaşlarının sayısına bağlı olarak saptanan ülke kontenjanları çerçevesinde, her yıl alınacak göçmen sayısı 150.000 kişiyle sınırlandı. Bu sınırlamaların bir sonucu olarak, yerli halkın üstünlüğü örgütlerinin çekiciliği azaldı; 1930’lardaki Büyük Bunalım da göçte  büyük bir düşüşe yol açtı.(137)

1900

Sonuç Yerine: Siyasî Baskı Aracı Olarak Ermeni İddiaları ve Ermeni Tasarıları Ermeni sorunu konusunu Türkiye açısından önemli kılan sebep, Batılı devletler tarafından dayatmacı bir yöntemle sorunun, siyasî olarak Türkiye’ye karşı politik bir araç şeklinde kullanılmasından ileri gelmektedir. Ermeni sorunu ile ilgili bir diğer olgu da farklı ülkelerin parlamentolarında Ermeni iddialarını “soykırım” olarak kabul etmeleridir. Dünyanın değişik ülkelerinin Ermeni iddialarını “soykırım” olarak kabul etmelerinin Türkiye açısından herhangi bir bağlayıcılığı olmasa da her hangi bir ülkenin parlamentosunun tarihi bir olayı tek taraflı bir şekilde oldubittiye getirerek kabul etmesi, Türkiye cephesinden kabul edilebilecek bir durum değildir. Batılı devletlerin, Ermeni iddialarını Türkiye’nin “soykırım” olarak kabul etmesini gerek AB sürecinde Türkiye’nin karşısına çıkartmaları gerekse Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin yaptığı gibi Türkiye ile ilişkilerinde konuyu pazarlık aracı olarak kullanmaları ve konu üzerinde geri adım atmadan istikrarlı bir politika dâhilinde Türkiye’ye uyguladıkları dayatmacı siyasî baskı şeklinde uyguladıkları stratejiler, Türkiye’yi dış politikasında ciddi şekilde rahatsız etmiştir/etmektedir. Söz konusu baskılara karşılık Türkiye’nin karakteristik siyasî tavrının ise, kendisine isnat edilen suçlamaları reddetmekle birlikte, konu, tekrar herhangi bir şekilde yeniden gündeme gelinceye kadar, sorun ile ilgili çalışmalarını rafa kaldırması ve Ermeni iddiaları ile ilgili suçlamayı yapan ülkeyle ilişkilerini de koparmama/devam ettirme şeklinde seyrettiği görülmüştür.(138)

Okumaya devam et  ERMENİ DİASPORASI ve ŞAKLABANLIKLARI (IX/II)

Kenan Mutlu Gürses


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir