Site icon Turkish Forum

27 MAYIS’A NASIL GELİNDİ?

V. Murat Tulga : 27 MAYIS 1960’A NASIL GELİNDİOLAYLAR ETKENLER NEDENLER
(E) Kur. Alb. V. Murat TULGA — 15 Mayıs 2020 - menderes

(E) Kur. Alb. V. Murat TULGA — 15 Mayıs 2020

1950 yılına doğru gelindiğinde her bakımdan tükenmiş yorgun ve kısır bir Cumhuriyet Halk Partisi bulunmaktaydı. Halk Partisinde artık görüş hareket ve cephe birliği yoktu. Denilebilir ki partide bir tarafta son gücünü harcayan son çabalarını veren ama çevresinden ve arkadaşlarından dahi destek görmeyen bir İnönü vardı. Diğer tarafta ise hiçbiri diğerleriyle aynı görüşte ve davranışta olmayan birtakım insanlar klikler ve grupçuklar…[1]

Bunun yanında halk içerisinde CHP’nin uzun süren iktidar tekeline kızgınlık duyan geniş bir kesim de bulunmaktaydı. Bu kapsamda Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun tetiklediği muhalefet girişimi ile ortaya çıkan Demokrat Parti içerisinde;

○ Sanayi üzerinde yoğunlaşan rejimin kendilerini ihmal ettiğini düşünen köylü kesim

○ Sanayi alanında devletin hâkim rolünün son bulmasını talep eden iş adamları

○ Savaş zamanının enflasyonundan ezilen ve zarar gören işçi ve memurlar

○ Laiklik üzerindeki resmi vurgunun yumuşatılmasını arzu eden ve laiklik uygulamalarından rahatsız muhafazakârlar kendine kolayca yer buldu[2].

Bu muhalif grubun seçim vaatleri de sistemsiz ve sınırsız olunca Demokrat Partinin seçim zaferi kaçınılmaz hale geldi. Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerinden önce duvarlara yapıştırttığı seçim afişlerinden birisi bir elin beş parmağı ile havaya kaldırılıp üzerinde“Artık Yeter” afişiydi. Bu afiş aslında Türkiye’de artık istenmeyen yorgun bir CHP iktidarına karşı bir protesto ve isyan bayrağının sembolik haliydi. Halk bu isyana sandıkta da sahip çıktı ve 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde Demokrat Parti Meclis’te 487 sandalyenin 408’ni alarak tek başına iktidar oldu.

Bu zafer ile devlet ya alındığı yerden daha da ilerilere götürülecekti ya da bu tarihi miras şahıs kaprisleri geleceği görüş yetersizlikleri hınçlar düşmanlıklar ve milli kuruluş liderlerinden ve davadan genel kopuş ile yok edilecekti. Ne yazık ki Demokrat Parti ikinci hâl tarzı ile yol aldı ve kolay kazanılan zafer sarhoşluğu iktidarın kısa zamanda başını döndürdü. Kuruluş felsefesinde;“adli teminat antidemokratik kanunların tasfiyesi grev hakkı” “Anayasa teminatı Basın Hürriyeti Dini Siyasete alet etmemek” İktidarla muhalefet arasında normal parlamento münasebetlerinin kurulması…” gibi ilerici demokrat fikirleri olan Demokrat Parti iktidara geldikten sonra bu temel sloganlarını unutarak tam tersi kural ve uygulamalara kucak açtı Türk Halkını kutuplaştırdı ve demokrasiden uzaklaştırdı.

Şimdi 1950 ve 60 arası bir zaman yolculuğuna çıkalım neler olmuş bellekleri tazeleyelim…

20 Mayıs 1950 seçim zaferinden tam altı gün sonra Başbakan Menderes Mecliste Hükümet Programını okuyor programda Mustafa Kemal Atatürk’ün bir defa olsun adı geçmiyordu. Değişen sadece siyasi iktidar değildi geçmişin millî gururu besleyen hatıralarından da bir kopuş vardı. Demokrat Parti iktidarı daha ilk günden millî ruhun değerleri ve inkılâplara karşı bir inkâr jesti ile başlıyordu.

13 Haziran 1950 Demokrat Parti grubunda Menderes konuşuyordu; “ … Size esefle haber vermek isterim ki Cumhuriyet Halk Partisi orduyu aleyhimize tahrik etme yoluna sapmıştır… CHP eğer başarılı bir çalışmaya girmek istiyorsa başlarındaki iktidar hastalarını atmalıdır. Bu iktidar hastaları havayı karıştırmak istemektedirler…” İktidar hastası olarak anılan İsmet İnönü’dür… Menderes’in bu çıkışları iktidarının sonuna kadar sürdü. CHP ve İnönü fobisi!!! Bu siyasi anlayış Demokrat Parti ve Menderes’i İsmet İnönü ve CHP ile resmî ve özel her türlü selam sabahı kesmeye böylece Meclis’te ve dışında liderler ve partiler arası temas ve görüş alışverişinin kesilmesiyle sonuçlandı.

17 Haziran 1950 tarihinde Türkçe ezan bırakıldı ezan tekrar Arapça okunmaya başlandı.

Halkevleri’nin kapatılmasını öngören 5830 sayılı Yasa Demokrat Parti oylarıyla kabul edildi 11 Ağustos 1951 tarihli Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi ve böylece Halkevleri kapandı.

Demokrat Parti 14 Aralık 1953 tarihli 6195 Sayılı kanunla Atatürk’ün vasiyetini hiçe sayarak CHP’nin tüm mallarına el koyup Hazine’ye devretti. [3]

27 Ocak 1954 tarihinde çıkarılan 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri Öğretmen Okullarıyla birleştirilerek temelli kapatıldı.

19541957 arası Demokrat Partinin sadece tarafsız kamuoyunda değil kendi taraftarları arasında da güven ve itibar kaybediş devridir. 1957 sonrası ise hırçınlığın son haddine varışı ekonomik sıkıntı ve sorunların artması enflasyon ve iktisadi dar boğaza giriş ile adlandırılabilir.

Şimdi bu döneme ait kritik olayları irdeleyelim:

06 Eylül 1955 İstanbul’da bir gazetenin şişirme haber haberi üzerine Türkiye’nin büyük şehirlerinde Hıristiyan vatandaşların mülklerine zarar verilmesi kanlı olayların meydana gelmesi. Meclis tartışmaları ve ortaya çıkan akıllara zarar sonuç: “…Bu karışıklıkları komünistlerin çıkardığı anlaşılmıştır…” Konu kapatıldı fakat olayın yankıları kolay atlatılamadı.

03 Mayıs 1956 “Adli Teminat” sloganı ile iktidar olan DP hükümeti bir skandala imza attı. Adalet Bakanlığının bir tasarruf kararı ile 16 Hâkim bir gecede emekli edildi. Bunlardan üçü Yargıtay üyesiydi. Hâlbuki altı ay önce Menderes bu tür tasfiyeleri kınamış bu tür tasfiyelerden vazgeçileceğini açıklamıştı. CHP zoraki emekli edilenler için Meclis araştırması istedi. Ankara Barosu da bir toplantı düzenlemek istedi ancak hükümet bu toplantıyı yasakladı. 12 Haziran 1956’da 7 Hâkim daha emekli edildi. Bunlar arasında Yargıtay Başkanı Yargıtay Daire Başkanları ve Cumhuriyet Başsavcısı da bulunuyordu. Karar tamamen siyasi ve keyfiydi.

Basın Özgürlüğü” kavramı Hükümet programı içerisinde önemli bir yer buluyordu. Gerçekten de bu yönde geçmişten kalan bazı olumsuz hükümler vardı. DP bu hükümleri kaldırmadığı gibi basına yeni kısıtlamalar engeller getirdi. 6732 ve 6733 sayılı kanunlarla basın daha da ağır baskı altına alındı. Gazeteci tutuklama ve hapisleri olağanlaştı ve çoğaldı.

Üniversiteler de nasibini aldı. Rektör Feyzioğlu’nun Üniversite açılışında öğrencilere yaptığı ders yılı açılış konuşmasını iktidar affetmedi Feyzioğlu’nu Bakanlık emrine aldı. Bunu gören birçok üniversite hocası görevlerinden istifa ettiler. Üniversiteler huzursuzdu.

Demokrat iktidar sendikalara da taarruza geçti. 20 Nisan 1957’de İşçi Sendikaları Konfederasyonu kapatıldı. Ankara İstanbul gibi şehirlerde bulunan 5 Sendika Birliği de aynı akıbete uğradı.

27 Haziran 1956’da bir kanunla Siyasi Partilerin seçim propagandası hariç açık hava toplantıları yapması yasaklandı. Kanunun 13’üncü maddesi suç sayılan toplantının dağıtılması için“Hedef göstermeksizin ateş açma yetkisi” veriyordu. Kapalı toplantı izni en büyük Mülki Amirin iznine bağlandı.

Temmuz 1956’de CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in Karadeniz gezisi önlendi. Gülek’in Rize’de bazı partililerin elini sıkması suç sayıldı 6 aya mahkûm edildi.

7 Ağustos 1956’da Hürriyet Partisi Başkanı ve il başkanlarının Anıtkabir’e çiçek koyması ve aynı gece Parti Başkanının evinde vereceği ziyafet Vali tarafından yasaklandı.

Başka partiye oy verdi diye Kırşehir kaza yapıldı daha sonra 12 Haziran 1957’de tekrar il yapıldı.

27 Aralık 1957 Meclis iç tüzüğü iktidar tarafından değiştirildi. Milletvekilleri tarafından Bakanlara sözlü sorulara Bakanların cevap verme zorunluluğu kaldırıldı. Kürsüde konuşulan sözlerden beğenilmeyenlerin tutanaklardan çıkarılabilmesine olanak sağlandı. Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması bahsinde yeni düzenlemeler getirildi. Meclis Başkanına bir milletvekilini Meclis’ten çıkarma hakkı 3 oturumdan 12 oturuma çıkarıldı. İnönü’ye bu düzenleme sonrası 12 oturum uzaklaştırma cezası verildi.

4 Ağustos 1958’de devalüasyon yapıldı. Ekonomi tepe taklak oldu.

Kasım 1958… Halk Partisi Hürriyet Partisi ve diğer Meclis Grupları ile işbirliği teşebbüsüne girişti. Seçimlerde birlikte hareket edilecekti. Fakat Menderes bu BirliğiHaçlılar Cephesi- Ehlisalip olarak vasıflandırdı. Bunu engellemek üzere kanuni engellemelere başvurdu. Muhalefetin bu güç birliğine karşı birVatan Cephesi kurdu. Yaygın bir propaganda başladı Radyo Menderes’in elindeydi. Radyoda gece gündüzVatan Cephesi”ne katıldıkları söylenen vatandaşların ailelerinin sıra sıra isimleri yayınlandı.

İnönü’ye saldırı niteliğinde olaylar ardı ardına geldi. İnönü’nün Uşak gezisinde başına taş isabet etti Manisa ve İzmir gezileri benzer kışkırtmalar altında yapıldı. İnönü’nün demeçlerinin yayımı yasaklandı CHP İzmir İl Kongresi önlendi. 3 Mayıs 1959’da gazeteler protesto olarak yazısız bembeyaz çıktılar. İzmir dönüşü eve giderken İstanbul Topkapı’da İnönü’nün arabası durduruldu linç edilmek istendi. Zor kurtuldu.

3 Nisan 1960’ta Kayseri Gezisinde İnönü’nün treni Vali tarafından Kayseri il sınırında durduruldu. İnönü direndi Kayseri’ye girdi. Daha sonra Kayseri Yeşilhisar’da İnönü’nün arabasının önü Jandarmalar tarafından kesildi. İnönü barikatı arabasından inerek yaya olarak yardı. İnönü’yü burada durdurmayan subaylar önce Ordudan istifa ettiler ve daha sonra haklarında dava açıldı ve tutuklandılar. Bu tutuklamaları protesto için 21 Mayıs 1960’da Harp Okulu öğrencileri ve subaylar Cumhurbaşkanlığı Köşküne yürüdüler…

27 Nisan 1960 Meclis Tahkikat Komisyonu kuruldu komisyona olağanüstü antidemokratik yetkiler verildi. İnönü bu yasanın görüşmelerinde tarihe geçen şu konuşmayı yaptı: “ …Bu baskı rejimini kuranlar bu tedbirlere teşebbüs edenler baskı tertipçileri zannediyorlar ki Türk Milleti Kore milleti kadar haysiyetli değildir… Artık sizi ben bile kurtaramam…”

2829 Nisan 1960 Üniversite öğrencileri İstanbul Beyazıt Meydanı’nda toplandılar Öğrencilerin üzerine ateş açıldı…

28 Nisan 1960 olaylar üzerine Hükümet Sıkıyönetim ilan etti…

02 Mayıs 1960 İstanbul’da NATO Konseyi toplantısı öğrenci gösterilerinin gölgesi altında yapıldı. Öğrenciler NATO Bakanlarının önüne İngilizce ve Fransızca“Kahrolsun Diktatörler” dövizleriyle çıktılar.

2–26 Mayıs 1960 genç subaylar ihtilale lider arayışını hızlandırdılar… Lider bulundu; Cemal Gürsel…

27 Mayıs 1960’a adım adım geliniyordu. İhtilalin ayak sesleri duyulur olmuştu…

KİMDİR BU 27 MAYISÇILAR? İHTİLAL HANGİ KRİTERLERLE YAPILDIİHTİLALİN NİHAİ HEDEFİ NEYDİ?

(E) Kur. Alb. V. Murat TULGA — 16 Mayıs 2020

Türk Silahlı Kuvvetleri Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan beri kesintisiz bir var oluşa onurla bakabilen tek devlet kurumudur. Türk Ordusunun tarihsel mirasının üç temel öğesi vardır[4]:

1. Ordunun neredeyse bütünüyle devlet ile özdeşleşmesi

2. Subayların aydınlanmanın öncüleri olduğuna dair kuvvetli inanç

3. Devlet güvenliğinin tehlikeye düşmesi halinde açıkça siyasete müdahale edebileceği bir mirasa sahip olması…

Şevket Süreyya Aydemir William Hale’in yukarıda maddeleştirdiği TSK ve subay kavramının öğelerini kitabında detaylı olarak analiz eder ve Türk subayının genel görüş ve değerleri hakkında şöyle bir sonuca ulaşır:

“…Subayın askeri okullarda ve Ordu saflarında her an yaşadığı benimsediği tartışma kabul

etmez bazı değer ve heyecanları bulunur. Öyle ki bu subaylar bu değer ve heyecanların memleketin genel gidişatında ihmal edildiği hatta inkâr edildiği gibi duygu görüş ve kanatlarda tedirgin olabilirler. Mesela Ordu ve kadrosu için Atatürk ve Atatürk’e ait hatıralar onun kendilerinde uyandırdığı duygular bu çeşit duygulardır. 27 Mayıs ihtilalından önce ise bazı Ordu mensuplarında hükümetin bu alandaki bazı davranışlarından gelen böyle ruh tedirginlikleri seziliyordu[5].

 27 Mayıs hareketine karışan askerler yukarıdaki özellikleri taşıyan genç ve önleri açık bir kısmı yurt dışında bulunmuş aydın ve ülke sorunlarına duyarlı askerlerdi. Hepsi de ordunun merkez kademelerinde yetkili şube veya kumanda mevkilerinde yer almış seçkin insanlardı…

…Subayın Atatürk bağlılığına karşı Demokrat Parti hükümetinin kayıtsız ihmalci kalışı irticaa rüşvet veren davranışları ordudaki tedirginlik havasında elbette ki etkiliydi. Ekonomik hayatta oligarşik gelişmenin güçlenmesi sınırlı sosyal çevrelerde de olsa meydana dökülen kötü misaller memleketin bölgeleri arasındaki düşündürücü büyük farklılıklar ve vazifeleri dolayısıyla subayların bunları yakından görebilme imkânları subay ruhiyatında durumu düşünme eğilimlerini güçlendirmektedir…”

Merhum Abdi İpekçi ve Ömer Sami Coşar’da kitaplarında konuyu şu şekilde açıklıyorlar;[6]

“ …27 Mayıs İhtilalını tohumları 1954 yılının son aylarından atılan bir hareketin hazırladığı ileri sürülebilir. Araştırmalarımızın başlangıç noktasını o günlerden alırsak sadece 27 Mayıs’ın niçin ve nasıl hazırlandığını ortaya koymuş oluruz. Ama daha geriye gidip incelerimize çok partili sisteme geçiş tarihimizden başlarsak gerçeği tümüyle görüp kavramak imkânını buluruz. O zaman bugüne kadar açıklanmamış birtakım başka olaylar ortaya dökülecek o zaman Silahlı Kuvvetler mensuplarının belirli bir zümre ve partiye değil bir tutuma karşı oldukları daha iyi anlaşılacak o zaman olayların subayların davranışlarına ve düşüncelerine nasıl tesir ettiği daha iyi görülecek ve işte o zaman 27 Mayıs hareketini daha iyi değerlendirmek mümkün olacaktır…”

27 Mayıs İhtilalının Milli Birlik Komite Üyesi ve Ulaştırma Bakanlığı görevlerinde de bulunmuş kritik isimlerden Emekli General Sıtkı Ulay bu duruma şöyle bir örnek verir;

“ …Ara sıra çeşitli vesilelerle yurt dolaşmaları tatbikatlar köylerde vatandaşları tanıma gezileri de tertipleniyordu… Gezilerden birinde Ankara’ya çok yakın bir köyde inkılaplar yolunda bir deneme yapılmış Atatürk İdaresi ve Reformları bir şekilde tenkit edilmiş bu subaylar heyetinin medreseleri yeniden açtırma hilafeti getirme karar ve niyetinde oldukları o köyün kahvesinde toplananlara bildirilince büyük kurtarıcıya 8 km. mesafedeki bir köyde ikamet edip de henüz durumdan habersiz Türk köylüsü; “Siz daha iyi bilir ve düşünürsüz!!!” diyerek yerlere kadar eğilmişler ve teklifi kabullenerek adeta benimsemişlerdi. Bu durum bizleri hayrete düşürmüş ve derin üzüntüye sevk etmişti…”[7]

Bunun yanında TSK’nin o zamanki güncel kurumsal sorunları ve ordu personelinin yaşantı ve hayat standartları ile ilgili sorunları da subayı zor durumda bırakıyordu. Maddi ve manevi eziklik içinde kıvranan genç subaylar kabahati biraz da üst makamlardaki generallerde buluyorlardı. Onlara göre generallerin çoğu kendi postunu düşünüyor hiç biri çıkıp da DP ileri gelenlerine ikazda bulunmuyor meselelerin halini isteyecek cesareti gösteremiyordu[8]. Aslında 27 Mayıs İhtilalının hiyerarşik bir komuta yapısı içerinde yapılmayıp genç subay hareketi olmasının arkasında yatan en önemli nedenlerden birisi de bu güvensizlikti.

27 Mayıs 1960’ın baş aktörlerinden birisi olan Orhan ERKANLI TSK’nin ruh halini ve ordu siyaset ilişkilerinin yozlaşmışlığını kitabında şu şekilde betimliyor[9]:

“…Silahlı Kuvvetler kendi haline terk edilmiş dış yardımlarla artan maddi gücüne rağmen morali tamamen sarsılmış izzeti nefsi kırılmış bir halde. Yedek Subaylara ordunun idare edileceği kravatlı şövalyelerin burunlarının kırılacağı günlük söylentiler arasında; mecliste subayların yatak odalarına kimlerin girip çıktığı en adi ve hayâsız bir üslup içerisinde tartışılmakta. Ordunun yeni adı ”Battal Gazi Ordusudur…” artık. Milli Savunma Bakanlarının paltosunu havlusunu tutacak kadar mevkii ve şahsiyetini unutan komutanlar bu dalkavukları terfi ettirecek ve bunlara Türk Ordusunu ve memleket savunmasını emanet edecek derecede sorumluluk duygusundan uzaklaşmış bakanlar görülmekte…”

Bu genç subayların en önemli özelliklerinden birisi de gözü pek ve davalarına inanmış olmalarıydı. Bilerek isteyerek ve şuurla bu harekete katılmış olanlar geri dönüşü olmayan bir yolda olduklarını idrak etmiş ve bunu kabullenmiş insanlardı. Gemiler çoktan yanmış köprüler ilk emirlerle beraber atılmıştı. Bir tek hareket tarzı mevcuttu Başarmak veya ölmek[10]!

Peki ihtilal hangi kıstaslara göre icra edilecek ve başarılı olursa hedef ne olacaktı? Bunu da kitabında madde madde şu şekilde açıklıyor ve bir soru ile bitiriyor Orhan Erkanlı:

○ Demokrat Parti Hükümetinin kansız bir darbe ile yıkılması birinci hedeftir.

○ İhtilal medeni ölçüler dâhilinde yapılacak Türk tarihine leke sürecek davranışlardan katiyetle sakınılacaktır.

○ Bizzat ihkak-ı hak[11] usulüne başvurulmayacak ihtilalın aleti hukuku gibi lafların himayesinde cinayetler işlenmeyecek insanlar sokaklarda sürüklenmeyecek serseri kurşunlara hedef yapılmayacaktır.

○ Sanıklar adalete teslim edilecek suçlar suçlular ve bunların cezaları kurulacak özel mahkemeler tarafından tayin edilecektir.

○ İnsanların canını almak hakkı Allahın ve adaletindir. Uydurma mahkemelerle köşe başlarında kurulacak sehpalarla bu kutsal hakka tecavüz edilmeyecektir.

○ Harekâtın başlıca gayesi mevcut ayrılıkları gidermek kinleri ve ihtilafları azaltarak Milli Birliği gerçekleştirmektir. Temellerinde cesetler yatan bir ihtilal bu gayeleri ile zıtlaşma haline gelir ve başarıya ulaşamaz zulümle cinayetle başlayan ihtilallar ihanetle hüsranla ve felaket ile sonuçlanır. Bu hale düşülmemelidir.

○ Genel olarak belirtilen bu prensiplerin tatbikata intikali için ilim adamlarının ve hukukçuların bilgi ve tecrübelerinden faydalanmak ümidi ile ve bu ümidin verdiği itimat ve emniyet duyguları ile ihtilal başlamıştır. Bu ümitler nereye kadar gerçekleşmiştir? Cevabı olayların akışı içindedir.

27 Mayısçılar bu genel fikir yapısı ve düşünceler ile bu ihtilali yaptılar. Değişik şehirler de değişik gruplar vardı kimileri birbirleri biliyor gruplarını birleştiriyorlar kimileri birbirlerinden habersiz değişik oluşumlar içerisinde devam ediyorlardı. Fakat amaç tekti Demokrat Parti’yi devirmek. Peki program! Ortak yazılı çizili üzerinde anlaşılmış bir şey yoktu hele bir Demokrat Parti devrilsin işler yoluna girerdi. Ama kazın ayağı böyle değildi Çünkü ilerideki bölümlerde göreceğimiz gibi kendileri arasındaki fikir ve icra metotları üzerindeki görüş ayrılıkları bir çuval inciri mahvedecek ve belki de çok büyük umutlarla yapılmış bir hareketi boşa çıkaracaktı.

İhtilali kim yaptı? Kimdi bu 27 Mayısçılar? O zamanlar vatani görevini yedek subay olarak icra etmiş olan ozan Ümit Yaşar Oğuzcan’ın kaleminden bir nükte ile bitirelim…

“ Yıl 195758… Bendeniz o tarihte yedek subayım…

İhtilaldan on gün evvel terhisim çıktı

Yoksaaa işler başka türlü olacaktı

Ben bunları yıllardır tevazuum dolayısıyla ifşa etmedim

Fakat baktım ki gerçekler saklanıyor

Herkes kendini ihtilalcı sanıyor

Oysaki ihtilalı biz yaptık

Onu bunu anlamam…

İmza: Yedek Asteğmen Niyazi Gölgenin Arkasındaki Adam”[12]

MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ (MBKKİMLERDEN VE NASIL OLUŞTU?

(E) Kur. Alb. V. Murat TULGA — 17 Mayıs 2020

27 Mayıs 1960 sabahı ihtilal yapılmıştı. İcraata tutuklamalar ile başlandı. Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu Tahkikat Komisyonu kurulması kanununu teklif edenler Tahkikat Komisyonu Üyeleri Meclis Başkanlık Divanı DP Genel İdare Kurulu Genelkurmay Başkanı Örf İdare Komutanları bazı generaller Emniyet Genel Müdürü Vali Ankara Emniyet Müdürü Samet Ağaoğlu gibi bazı sivrilmiş politikacılar ve bazı memurlar… Tutuklananlar Harp Okulu’na getiriliyordu.

Daha sonra bazı profesörler Ankara’ya çağrılarak geçici bir Anayasa hazırlamaları talep edildi. Talimat kısa ve netti: ”Öyle bir Anayasa yapın ki bir daha ihtilal mümkün olmasın dinin istismarına imkân bırakmasın…”[13]Bu ısmarlama temenni Türk Siyasi Tarihinde hiç başarılı olamadı. Buna bugün çok eminiz!!!

Daha sonra geçici bir Bakanlar Kurulu teşkil edildi. İhtilalcilerden üçü Bakanlar Kurulu’nda Bakan olarak yer aldı. Cemal Gürsel hem Başbakan hem de Milli Savunma Bakanı General İhsan Kızıloğlu İçişleri Bakanı General Sıtkı Ulay ise Ulaştırma Bakanı oluyordu. Türkeş kritik bir şekilde Başbakanlık Müsteşarı oldu ama bu oldubitti atama daha sonra ihtilalciler arasında büyük sorunlar yaratacaktı.

Kamuoyunda önemli tereddütler vardı: “İhtilali yapan Milli Birlik Komitesi kimdi? Kimlerden oluşuyordu? Askerî Hiyerarşi göz önünde bulundurulmuş muydu?” Bu konuda tam bir bilinmezlik vardı.

Milli Birlik Komitesi’nin geçmişi ve kuruluşuna Orhan Erkanlı’nın cümleleriyle devam edelim[14];

“… 27 Mayıs Akşamı Türkiye’nin her yerinde DP iktidarı yıkılmış askeri yönetim iş başına gelmişti. Milli Birlik Komitesi (MBK) denilen hükmi şahsiyet İktidarı ele geçiren kişiler kimlerdi? …

…Milli Birlik Komitesi adıyla iktidarı ele alan teşkilatın başlangıcı 195556 senesine kadar gider. Bu yıllarda Yıldız Harp Akademisi’nde talebe olan yüzbaşı-yarbay rütbesindeki bazı subayların birleşmesiyle bir Gizli Cemiyet kuruldu… Ancak bizim örgütlenmeye başlama tarihimizle Demokrat Parti’nin zirveden aşağıya kaymaya başlayış tarihinin aynı yıllara rastladığına dikkat çekmek isterim. 1956 yılı içerisinde Türk Ordusunda da daha birçok gizli kuruluş olduğundan şüphe yoktur… Biz de bir süre sonra ikinci bir gizli örgütle irtibat kurduk ve birleştik. Örgütün ilk ismi“Atatürkçüler Cemiyeti” idi… 1960 senesine geldiğimizde DP iyicene raydan çıkmıştı tekrar birleşmek ve örgütü harekete geçirmek ihtiyacını duyan eski arkadaşlarımız birer ikişer birbirlerini aramaya ve bulmaya başladılar. Kısa zamanda toparlandık…

29 Mayıs gecesi birkaç arkadaş ile birlikte Ankara’ya geldik. Komite ismini almış topluluk Başbakanlıkta çalışıyordu. Toplantı salonuna girince şaşkınlığım bir kat daha arttı. 5060 kişilik bir kalabalık masanın etrafında toplanmış her kafadan bir ses çıkıyor… Bunlar kimdi çoğunu tanımıyordum. Bizim Atatürkçüler Cemiyetine ne olmuştu? …Kendisine Komite ismini veren bu grubu düzene sokamazsak devleti de kendimizi de batıracağımızı idrak ettim…

…Yakın arkadaşlarla özel birkaç toplantı yaptık komiteyi resmen kurmayı ve isimleri açıklamayı kararlaştırdık… O güne kadar isimlerimiz bilinmiyordu yalnız Gürsel’in adı belli idi… 20 kişilik bir komite teşkil etmek en kısa zamanda eski meclise yerleşmek ve muntazam bir çalışma düzenine girmek lüzumunda birleştik…

Konuyu komite toplantısına getirdik “…Salonun şimdi boşaltılacağı ve 6–8 kişilik bir heyet seçileceği ve bu heyetin adet ve isim olarak komiteyi belli kıstaslara göre belirleyeceği heyet çalışmayı bitirdikten sonra isim listesinin kapıya asılacağı Komite dışında kalanlara müsait görevler verileceği…” belirtildi. Şiddetli itirazlar olsa da sonunda 8 kişilik bir heyet belirlendi ve heyet 6–7 saatlik bir çalışma sonucu 60 kişilik bir listeyi 38 kişiye indirdi bir liste oluşturulmuştu. Ve kapıya asıldı. Komite 20 kişiyle dondurulamamıştı fakat Türkiye’nin kaderi belirsiz bir süre için 38 kişinin eline terk edilmişti[15]…”

Merhum gazeteci Abdi İpekçi sayının belirlenmesi ile ilgili şöyle bir farklılık getiriyor;“…Neticede 28 34 ve 38 kişilik üç liste çıktı… Üç ayrı liste konusunda kesin kararı Gürsel’e bırakmayı uygun buldular. Gürsel toplantıya çağrıldı ve 38 kişilik liste kabul edildi…”[16]

Şevket Süreyya Aydemir’de Milli Birlik Komitesi’nin kuruluşundaki kargaşayı Madanoğlu’nun ağzından şu şekilde açıklıyor:

“…Önüne gelen odaya giriyordu. Kapı aralığında bekleyenler vardı herkes bizimle çalışmak istiyordu. Öteki odada işe başlayan İlim Heyeti bir komite kurulmasına karar vermiş beride rastgele bir komite listesi yapılmış. Bu komitenin fazla iş görmeyeceğini düşünerek pek üzerinde durmadık. Zira o zaman geniş bir salahiyet söz konusu değildi. …”

Örsan Öymen MBK isimlerinin seçilişine ilişkin bu yaşananları biraz da esprili bir dille şöyle ifade ediyor; “ Sınavda puan tutturamayıp komiteciliği kaybedenler küstüler bazıları sert tepkilerini gösterdiler… Dündar Seyhan ve Talat Aydemir gibi yurt dışında kalanlar da nasıl olsa “Bir ihtimal daha var… ” şarkısıyla gelecek ihtilalın hazırlığını düşünmeye başladılar…”[17]

Bu konuda benzer görüşler ve seçime ilişkin ilginç olaylara Milli Birlik Komitesi üyelerinin değişik anılarında rastlıyoruz[18]. Konuyu uzatmayalım.

Milli Birlik Komitesi oluşturulmuştu. 38 kişilik Komite’nin sadece 5’i Tuğgeneral ve daha yukarı rütbedendi. Diğerleri Yüzbaşıdan Albaya uzanan kurmay ve sınıf subaylarından oluşan bir rütbe ve statü dağılımı içerisindeydi. Havacı Jandarma ve Denizciler için de bir kontenjan oluşturulmuş bu kontenjandan isimler Komite’ye dâhil edilmişti. Komite’nin sekreterliğini Orhan Erkanlı yapıyordu. Bu oluşturulan komitenin genel durumunu en veciz tarifini de yine Orhan Erkanlı yapıyordu:“…Askerlerden kurulu bu ihtilal meclisi; cunta olmak için çok meclis olmak için ise az sayıda bir topluluktu…”

Komite’nin yemin etmesi gerekiyordu. Meclis’te çalışmaların devam etmesi gündeme geldi. Bazı Komite üyeleri dedikodudan çekinerek kendilerini milletvekili sayıyor izlenimi oluşturmaktan korkuyorlardı. Uzun görüşme ve tartışmalardan sonra bu grup ikna edildi Meclis’e geçilmesi kararlaştırıldı. Bu kapsamda Komite Başbakanlıkta yer alan Bakanlar Kurulu salonundaki çalışmalarına son vererek Meclis’e taşındı.

Orhan Erkanlı bu taşınmayı şu şekilde betimliyor kitabında;

“… Komitenin oluşturulmasıyla Başbakanlıktan eski Meclise taşınmaya karar verildi. Meclis 27 Mayıs günü mühürlenmiş o günden sonra kapısı açılmamıştı memurlar ve müstahdemler evlerinde istirahat ediyorlardı. Tarihi TBMM’nin hali içler acısıydı 27 Mayıstan önceki son büyük kavganın izleri milletvekillerinin birbirlerinin kafalarına fırlattıkları kitaplar dosyalar çantalar etrafa yayılmış bir sürü basılı kâğıt yerlere serilmişti. Restoranda yiyeceklerin bozulmasından meydana gelen koku içeriye girmeyi zorlaştırıyordu…”

21 Haziran’da Meclis’teki ilk toplantısını yapan MBK üyeleri 23 Haziran 1960’da Meclis’te yemin ederek görevlerini resmileştirdiler. O günden itibaren tam bir yasama organı düzeni ve hüviyeti ile çalışmaya başladılar.

Dündar Seyhan MBK’nin durumunu şöyle anlatıyor;

“ … MBK yasama ve yürütme yetkilerini tüzel kişiliğinde toplamış bir ihtilal organizasyonudur. Başında Cemal Gürsel vardır. Komite Başkanlığı soyadı sırasına göre üyeler tarafından yapılırdı. Başkanlık Divanı kâtipliklerini genç üyeler yapardı. Kendi aralarında tam bir demokratik metot ile çalışırlardı. İlk zamanlar toplantı zabıtları tutturulmazdı[19]… 38 kişinin ayrı ayrı 3–4 partiye bağlı olduğunu sanırdınız. İhtilalın ilk günlerinde acele bir hükümet kurulmuştu. Bu hükümete partilere bağlı olmayan ve tarafsızlıklarından şüphe duyulmayacak kimseler bakanlığa getirilmişti. Başbakanlık Müsteşarı yapmakta olan Türkeş aslında fiilen Başbakanının vazifelerini görüyordu…”

Milli Birlik Komitesi kesinleşmişti artık icraat zamanıydı. Ama hiçbir şey göründüğü kadar kolay olmayacak üyeler arasındaki çok seslilik geçen günlerde yeni sorunların ve fikir ayrılıklarının tohumunu atacak İhtilal kendi evlatlarını yemeye başlayacaktı…

İKİNCİ MİLLİ BİRLİK KOMİTESİNE DOĞRU GİDİŞ

LİDER NOKSANLIĞI İHTİLAL DE İLK ÇATLAKLAR VE FİKİR AYRILIKLARI

(E) Kur. Alb. V. Murat TULGA — 18 Mayıs 2020

Milli Birlik Komitesi kurulmuş Meclis’e yerleşmiş yoğun şekilde çalışmaya başlamıştı. Önlerinde Türkiye’nin önemli sorunları vardı. Tali sorunları da vardı mesela Lübnan’a gidecek olan güzellik kraliçesinin yurt dışına çıkabilmek için yaptığı başvuruya kadar her türlü iş Komite’nin toplantısına geliyor uzun uzun müzakere ediliyordu[20].

“…27 Mayıs sabahı kendilerini birden ihtilalin arenasında bulan genç ihtilalciler nispeten kolay kazanılan bir zaferin baş dönmesi içinde muzaffer ama lidersiz teşkilatsız ve programsızdılar. Evet sırtlarını dayayacakları emniyetli bir gayeleri vardı; Atatürk’e dönüş… Fakat nasıl? Bu dumanlıydı. 27 Mayıs İhtilali ile ilgili ve bu harekette müdahaleleri olanlar tarafından yayınlanan bazı anılar girişimcilerin ihtilal öncesinde ve sonrasında icra prensipleri düzenledikleri yahut böyle formüller ve prensipler üzerinde mutabık kaldıklarını naklederler (Bknz. Anılar Sorunlar Sorumlular Orhan Erkanlı) fakat araştırmalar bunları pek doğrulamamaktadır. Zaten ortada merkezi bir icra komitesi de yoktur. Hele lider yoktur. Böyle olunca da müşterek hazırlıktan veya müşterek prensiplerden bahsetmek mümkün olmasa gerek. ”[21]

Örsan Öymen bu durumu yine esprili şekilde yorumluyor:[22]“… Devirmeye karar veren devrimciler devirdiklerinin yerine neyi koyacakları konusunda görüş birliğine varmış değildiler ki… Daha başlangıçtan beri bu konuları hiç görüşmemişlerdi…”

Yine Şevket Süreyya Aydemir ile devam edelim. Kitabında lider noksanlığı konusuna epeyce önemli bir bölüm ayırmıştır: “… Lider 27 Mayıs İhtilalinin bir türlü ete kemiğe bürünemeyen şahsiyet ve hüviyetini bir türlü bulamayan en zayıf unsurudur… Bir Birlik Komitesi kurulur Org. Cemal Gürsel İzmir’deki evinden Ankara’ya davet olur. Bu komitenin başı olarak da atanır. Aynı zamanda. Başbakan Devlet Başkanı olarak da atanır. Ama gerçek anlamda bir şef bir lider olarak sivrilemez. Komite’de ancak en yüksek rütbeli asker olarak kalır. Daha ilk günden şöhretler yaratmamak Komite’de otoriter başkanlığa gitmemek gibi bir duygu yahut endişe de herkeste hâkimdir. Hâlbuki İhtilali şöhretler sürdürür.

Klikçilik grupçuluk ise çok geçmeden belirmiştir. Gizli veya aşikâr direnişler hissi davranışlar hatta Komite dışında peyda olan bir veya birkaç askeri grupla bazı Komite üyelerinin temas ve yakınlıkları Komite’yi fiilen bölmüş ve parçalamıştır… Komite toplantıları bir muharebe alanına dönmüştür…

27 Mayıs İhtilalcileri bir kumandan bulmuş ama bir lider bulamamışlardır. Böylece de tarihi bir çıkışın şekilleşmenin en önemli şartlarından olan ihtilal öncesi bir lider 27 Mayıs hareketinde beliremedi. Böyle olunca da merkezi ve otoriter bir karar ve eylem gücü gereğince teşekkül edemedi…

Orhan Erkanlı’da bu durumu kitabında şöyle yorumluyor:

“… Cemal Gürsel bizi ilk günlerde dağıtıp iktidarı tek başına ele almamakla o mu hata etti? Yoksa Gürsel’e Devlet Başkanlığı Komite Başkanlığı Başbakanlık Silahlı Kuvvetler Başkumandanlığı gibi tarihte Atatürk dâhil kimseye verilmeyen görev ve yetkileri vermekle biz mi hata ettik? Şu anda kestiremiyorum fakat muhakkak taraflardan birisi büyük hata yaptı. O günlerde isteseydi Gürsel bizi biz arzu etseydik Gürsel’i tasfiye edebilirdik hiçbir şey değişmezdi. Ismarlama lider başsız Cunta olmayacağını daha sonraları anladık acısını çektik belki de memleket hal bu hatanın neticeleri yüzünden bunalımlar içerisinde sallanıyor…”

Böyle olunca Komite içerisinde yukarıda da belirtildiği üzere klikler ve gruplar çıktı bunların arasında da fikir ayrılıkları belirgin hale geldi. İhtilalin önemli figürlerinden biri olan Dündar Seyhan bu hizipleşmeyi şu isimler altında topluyor: [23]

“…Türkeş Grubu Madanoğlu- Küçük ikilisi Sezai Okan ve Osman Köksal grubu Mucip Ataklı önderliğinde havacı subaylar Orhan Kabibay …

Aradan geçen her gün Komite üyelerini belli fikir gruplarına doğru iter görünüyordu. Kabibay Türkeş ve Erkanlı’nın başı çektiği grup her türlü imkânı kullanarak Komite’yi Hükümete verilen direktifteki gaye hedeflerinin elde edilmesine kadar iktidarda kalmaya ikna etmeye çalışıyordu… Temel fikirleri komitenin iktidarından faydalanarak devlet mekanizmasını revize etmek bu işler düzen içerisinde ekonomik sosyal ve kültürel reformlara girişerek memleketi gerilik çukurundan çekip kurtarmaktı… Demokrasi milletin mesut yaşayabilmesi için nihayet bir vasıta idi. Türkiye’yi saadet ve huzura ulaştırabilmek için bir sürü sorun ortada dururken hepsini bir yana itip karmakarışık bir düzensizlik üzerine acele demokratik bir sistem oturtmaya çalışmak şu meşhur politika gangsterlerine Türkiye hazinesinin anahtarlarını teslim etmekten başka ne mana ifade eder? …”

Kısaca bu gruba iktidarı devam ettirmek isteyenler reformcular deniyor… Gayrimeşru hale gelmiş ve memleketi iflasa sürüklemiş bir iktidarı yıkmak ve Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak için gerekli olan her türlü sosyal hukuki ekonomik ve manevi ıslahatı reformları yaptıktan sonra iktidarı devir etmektir. [24En az dört yıl daha iktidarda kalmak talebindedirler.

“…Diğer grubu ise Sami Küçük’ün akıl hocalığını yaptığı ve Madanoğlu’nun baş olarak kullanıldığı grup olarak görmekteyiz. Bu grubun Komite dışında siyasi çevrelerle irtibatlı olarak çalıştıkları ve Komite içinde parti sözcülüğü edercesine ters bir yön tutturdukları görüntüsü günden güne kuvvetleniyordu. İktidar İsmet Paşa ve Partisine hemen devir edilmeli Komite sahneden çekilmeliydi. Mucip Ataklı gruba da bu fikre destek veriyordu…” Bu gruba ise Statükocular (Muhafazakârlar) deniyordu… İktidarı İnönü ve CHP’ye bir an evvel devir etmek isteyenler…

Komitenin ilk günlerinden itibaren meydana çıkan fikir ayrılıklarının gruplaştırdığı taraflar arasındaki mücadele statükocuların başarısıyla sonuçlandı.“Statükocular” “Reformcuları tasfiye ettiler. 13 Kasım 1960’da Birinci Milli Birlik Komitesi dağıldı İkinci Milli Birlik Komitesi ilan edildi. 13 Kasım’dan sonra asıl iktidar o tarihteSilahlı Kuvvetler Birliği” olarak isimlendirilen başka bir cuntaya geçti. İkinci MBK 16 Kasım 1960’da çıkardığı bir kanunla içlerinde Orhan Erkanlı Orhan Kabibay ve Türkeş’in de olduğu 14’ler olarak anılan bir grubu emekliye sevk etti aynı gün çıkarılan başka bir kanunla Dışişleri Bakanlığı dış teşkilatında on dört danışmanlık yani sürgün yeri oluşturdu. (14’ler adlandırması buradan geliyor. ) Kanun en az iki sene yurt dışında kalmayı öngörüyordu. 13 Kasım 1960 ihtilalcilerin kendi çocuklarını yediği sessiz yeni bir ihtilaldi.

14’ler niçin tasfiye edildiler? William Hale farklı ve dış bir göz ile bu durumu şöyle maddeleştiriyor;[25]

1. Temizlik rütbeler arası çekişmeden kaynaklandı. Milli Birlik Komitesi’nde Generallerin albaylar karşısında zaferini temsil ediyordu. Tasfiye edilenler büyük ölçüde rütbe yelpazesinin en alt noktalarındaydılar. 14’ler içerisinde Alb. Türkeş’in dışında 3 Yarbay 5 Binbaşı 5 Yüzbaşı tasfiye edildi.

2. 14’lerin Liberal Demokrasinin temel ilkelerine karşı çıktıkları için bu tasfiyenin gerçekleştiği de bir düşüncedir. Türkeş ordunun en az dört yıl daha iktidarda kalmasını referanduma sunalım fikrindedir.

3. “MBK’nin üye sayısının azaltılması yönünde bu bir fırsat olmuştur. ” düşüncesi de bulunmaktadır.

4. Kurucu Meclis’in kurulması konusu gündemdeydi. 14’lerin Kurucu Meclis için daha erken olduğu ertelenmesi yönünde fikirleri vardı. Gürsel ve Madanoğlu bir an evvel sivil rejime geçilmesinden yanaydı.

14’lerin tasfiyesinin sonuçları ne oldu? Onu da yine William Hale’den okuyalım:

1. 14’ler sivil hükümet kurulana kadar olayların seyri dışında kaldılar.

2. Tasfiye Cunta’nın zayıflamasına ve çaresiz bir cunta algısına neden oldu.

3. Bu tasfiyeler MBK’nin kalan üyelerini siyasi geleceklerini güvence altına alma çabası ve kaygısına yöneltti.

4. Kurucu Meclis’in kurulması ve akabinde erken seçim yolu açıldı.

Bu gelişmelerden sonra Kurucu Meclis 6 Ocak 1961’de toplandı ihtilalden 6 ay sonra sivil iradeye geçildi. Kurucu Meclis Yeni Anayasayı ihtilalin birinci yıl dönümünde 27 Mayıs 1961’de kabul etti. 9 Temmuz 1961’de Yeni Anayasa referanduma sunuldu halkın %34’i“Hayır…” dedi.

YASSIADA DURUŞMALARI VE SONUÇLARI

(E) Kur. Alb. V. Murat TULGA — 19 Mayıs 2020

İhtilal sonrası Demokrat Parti iktidarının mensupları başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes olmak üzere tutuklanarak önce Kara Harp Okulu’na daha sonra Yassıada’ya sevk edilmiştir.

Sanıkların yargılamaları Yassıada’da yapılmıştır.

Milli Birlik Komitesi tarafından çıkarılan yasalar ile önce Yüksek Soruşturma Kurulları kurulmuş sanıkların sorgulamaları yapılmış daha sonra Yüksek Adalet Divanı kurulmuş ve bu divan Yassıada’da sanıklara atfedilen 19 davaya bakmıştır.

Mahkeme suç unsurlarını başlıca şu şekilde tasnif etmiştir:

1. Anayasayı ihlal

2. Yolsuzluk

3. Anayasa ihlalinin maddi vakıalarını teşkil eden suçlar.

Bu konuda Yassıada Komutanı Tarık Güryay şu bilgiyi veriyor:

Yassıada davaları 14 Ekim 1960’dan karar günü olan 15 Eylül 1961‘e kadar 11 ay 1 gün sürmüş bu müddet içerisinde 203 gün davalara bakılmıştır. 203 günde 287 celse yapılmış bu celseler 1033 saat tutmuştur.

Yassıada’da 19 davaya bakılmış bunlardan Değirmen davası zamanaşımı ile düşmüş davalardan 17’si de Anayasa’yı ihlal davası ile birleştirilmiştir. Davaların duruşmasına göre 287 celse şöyle tasnif edilebilir: Anayasa davası 53 Köpek davası 4 6–7 Eylül davası 20 Bebek Davası 7 Vinileyks davası 5 Zimmet — İrtikâp 5 Arsa Davası 3 Değirmen davası 5 Barbara Davası 6 Örtülü ödenek davası 13 Radyo Davası 6 Topkapı olayları davası 24 Çanakkale davası 11 Kayseri olayları 13 Demokrat İzmir 16 Ankara ve İstanbul olayları 52 Vatan Cephesi 16 ve İstimlâk davası 13 celse.

Duruşmalarda 5 gizli celse yapılmıştır. İlk gizli celse 6–7 Eylül olayları davasında ve 25 Ekim 1960 tarihindedir. Bu gizli celse de MİT mensupları dinlenilmiştir[26]

Şevket Süreyya Aydemir köpek ve bebek davalarının kamuoyunda çok basit algılandığını belirterek:

“…Yassıada Mahkemeleri başlayacak ve bu mahkemeler gerek gazeteler gerek radyolar kanalından halk arasında büyük ilgiyle izlenecektir. Fakat ele alınan ilk konuların köpek davası bebek davası gibi yadırganıcı ve galiba adi Mahkemelere dahi aksetmemesi gereken meseleler oluşu İhtilalin ve ihtilali yapanların halk nazarında itibar kayıplarına müessir olmuştur. [27] demektedir.

Orhan Erkanlı Yassıada Duruşmalarında yargılanan sanıklara atılan suçlamalara ilişkin şu şekilde kendilerini savunuyor:

Yassıada sanıkları başlıca iki suçtan yargılandılar: siyasi suçlar adi suçlar. Hukuki tarif ve tasnif bakımından adi suç sayılan bazı suçların devletin en yüksek kademelerinde senelerce hizmet görmüş kişiler tarafından işlenmiş olması halinde önemli siyasi ve ahlaki neticeler doğurması halkoyunda etki yapması tabiidir…

Davaların hukuki değerinden ziyade halk üzerinde meydana getireceği etkiler ön plana alınmıştır.

Bebek davasıyla; kendisine Müslümanlığın hamisi sıfatı verilen peygamberliğinden bahsedilen evli üç çocuk babası bir başbakanın altmış yaşındaki aşk maceraları gayri meşru çocukları hususi hayatına alet ettiği devlet memurlarının ve devlet imkânlarının ibret verici sahneleri ortaya konacaktı.

Köpek Davası ile de; eli açık sevap ve yardım seven bir kişi sanılan Bayar’ın kendisine hediye edilen bir köpeği sattırarak elde edilen parayla sanki kendi şahsi parası imiş gibi kendi adına çeşme yaptırması on yıl içinde devlet başkanlığı makamına gelen hediyelerin ne olduğu meydana çıkarılacaktı…

Ayrıca bugüne kadar açıklanmayan bir sebepte bu davaların açılmasını icap ettirmiştir. Sanıklardan bazılarının ve özellikle Bayar ve Menderes’in; ilk celsede Yüksek Adalet Divanı’nı yetkisiz ilan etmeleri cevap vermekten imtina etmeleri ihtimali vardı. Sorgulamalarda ki tutumları ve bazı özel konuşmaların bize intikali bu şüpheyi doğurmuştu. Aslında yapacakları tek şey de bu idi. Yapamadılar; bu dirayeti ve cesareti gösteremediler. Bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde Yassıada Yargılamaları başlamadan biter ve korkunç bir skandal olurdu.

Bir an için Bayar ve Menderes’in ve onları takiben diğerlerinin (ki çoğu Bayar ve Menderes’in mahkemede takınacakları tavra göre kendilerini ayarlamak kararında idiler bunu tespit etmiştik): Biz bu mahkemeyi tanımıyor ve kabul etmiyoruz. Milletin oylarıyla iktidara gelmiş bir partiyi hükümet ve meclis grubu olarak yargılayamazsınız. Silah zoruyla bizi iktidardan indirenler hakkımızdaki kararlarını versinler kendimiz savunmuyoruz vs. dediklerini farz edelim durum ne olurdu?…

Bayar ve Menderes bizim korktuğumuzu başımıza getirememekle çok büyük bir fırsat kaçırmışlardır…

Dava dosyaları o derecede çirkin ve haysiyet kırıcı ithamlar ihtiva ediyordu ki Bayar ve Menderes mutlaka bu ithamları cevaplandıracaklar kendilerini savunmak ihtiyaç ve mecburiyetinde duyacaklardı. Bir defa muhakemeyi kabul edip konuşmaya başladıktan sonra artık geri dönemeyecekler ve devam edeceklerdi. Nitekim böyle oldu. Dosyalar sanıklar üzerinde beklenen tesiri psikolojik baskıyı yaptı; konuşmaya başladılar korktuğumuz tehlike gerçekleşmedi[28]

Bayar ve Menderes’e isnat ettirilen suçlamalar mesnetsiz miydi?

Menderes’in gayrimeşru bir ilişkisi olduğu duruşmalarda özel hayata girilerek tescillendi.

Kendisinin dost hayatı yaşadığı opera sanatçısı Ayhan Aydan Yassıada Duruşmalarında tanık olarak dinlendi. Bu ilişki kendisi Başbakan iken de kamuoyunda dedikodu şeklinde kulaktan kulağa dolanıyordu.

Yassıada sanıklarından Samet Ağaoğlu bu tanıklık anını;

Aydan salona girerken gözleri Menderes’in yüzünde dolaştı. Sonra çevik adımlarla mikrofona yürüdü. Konuşurken kelimelerini de ustaca seçiyordu. Eski başvekili” ondan bir çocuğum olmasını istiyordum” diyerek nasıl sevmiş olduğunu anlatmıyor canlandırıyordu. ” şeklinde anlatıyor[29]. Tabii ki çocuğun öldürülmesi gibi bir şey söz konusu değildi. Nitekim Yüksek Adalet Divanı bu davada Menderes’i beraat ettirmiştir[30]. Menderes yalnız bu davada beraat etmiştir.

Bunun yanında Menderes hakkında örtülü ödenek konusunda açılan davada Menderes’in evvelce devlet işlerinde bulunmamasından gelen formalite dikkatsizlikleri önemli bir yer tutmaktaydı.

Mesela 10 yılda 25 Milyon liraya varan örtülü ödenek sarfiyatında ciddi aksaklıklar ve usulsüzlükler onu müşkül duruma düşürüyordu. En geniş müsamahalarla çıkarılan hesap sonucunda gene 5 Milyon liraya yakın bir paranın sarf gerekçesi yok ya da usulsüzdü…

Demokrat gazetelerde halkın sevgi ve fedakârlığının delilleri gibi gösterilen ve yollarda kesilen kurbanlar için gene bu ödenekten 18.000 lira ödenmiş olması bir dikkatsizlikti…[31]

Menderes bu dava sonucunda da hüküm giyecek 11 sene 8 ay ağır hapsine ve zimmetine geçirdiği öne sürülen 4.870.780 Türk Lirasının ödettirilmesi kararı ile karşı karşıya kalacaktı.

Menderes toplamda üç ayrı davadan 22 sene 6 ay ağır hapse ve ağır para cezası ödemeye ayrıca Anayasayı ihlal maddesinden de idam cezasına mahkûm ediliyordu. Bebek davasında ise beraatına karar verilmişti.

Bayar’ın köpek davasına geçelim.

MBK Üyesi Orhan Erkanlı Bayar’ın durumunu ise şöyle anlatıyor:

Bayar’ın utanç ve ıstıraptan kararmış yüzünü parçalarcasına sıktığı elindeki şapkasını dişleriyle yanaklarını içten kemirdiğini sık sık; “Reis Bey bütün suçu kabul ediyorum rica ederim bu işi uzatmayalım. ” tarzında konuştuğunu o gün Yassıada’da bulunanlar hatırlayacaklardır…

Netice itibariyle Köpek ve Bebek Davalarının Yassıada’da görülmesinin doğru ya da yanlış bir hareket olup olmadığı herkesin kendi ahlak ölçüleri içinde ve devlet adamlarında aradıkları nitelikler açısından değerlendireceği bir konudur[32]” demektedir.

Samet Ağaoğlu ise bu davayla ilgili

Bayar köpek davasının üzerinde durmadı bile. Hediye edilmiş bir köpeği parasıyla bir köye çeşme yaptırmak için Ziraat Bakanlığına bağlı orman çiftliğine satmıştı. “İrtikâp” diyorlardı buna. …

Bayar bu davada kendisini “Bir hayır işlemek istedim. Günah suç varsa hepsi benim. “ diyerek savunmuştur[33].

Bayar bu davada hüküm giydi. İlk mahkûmiyet kararı köpek davasının sonunda 21 Ekim 1960’da verilmiştir[34].

Yassıada Duruşmalarına damgasını vuran“Köpek ve Bebek Davaları” şimdi neden bu kadar önemli anlaşılmıştır sanırım.

Kısaca; ağır ithamlar karşısında Devrik Cumhurbaşkanı ve Başbakanın buna seyirci kalamayarak kendilerini savunma mecburiyetinde kalmaları ve bu durum sonucunda bütün sanıkların bir İhtilal Mahkemesinin meşruiyetini tanımaları ile sonuçlanmıştır…

YASSIADA DURUŞMALARI SONRASI İDAMLAR

(E) Kur. Alb. V. Murat TULGA — 20 Mayıs 2020

Komite Yüksek Adalet Divanı kararları öncesinde idam kararı çıkabileceği düşüncesiyle bazı kişi ve makamlarla istişareler yapmak lüzumu hissetmişti.

Komite bu yolda Bakanlar Kurulu Genelkurmay Başkanı Kuvvet Komutanları ayrıca her üç ordudan deniz ve hava kuvvetlerinden gelen general amiral üst rütbeli subaylardan kurulu heyetlerle istişarelerde bulundu.

Bakanlar Kurulundan gelen tavsiye idam kararları çıkması durumunda bu cezaların müebbede çevrilmesi yönündeydi.

Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları“… Alınacak kararların infazı gerekir ancak MBK’nin vicdani kanaatlerini kullanarak en adil kararı vereceğine inanıyoruz…” demişlerdir.

Her üç ordudan deniz ve hava kuvvetlerinden gelen general amiral üst rütbeli subaylar ile yapılan istişarelerde idam kararı çıkması durumunda uygulanması yönünde telkinde bulunuldu.

Komite’ye ayrıca Almanlar İngilizler Pakistanlılar İranlılar İspanyollar ve Amerikalılar olası idamların infaz edilmemesi yönünde talepte bulundular.

Yüksek Adalet Divanı 15 Eylül 1961 günü Yassıada’da kararını verdi. İçlerinde Bayar Menderes Polatkan Zorlu ve Erdelhun’un da bulunduğu bir grup sanık için idam kararı çıkmıştı.

Şevket Süreyya Aydemir Yassıada kararları ile ilgili şu saptamada bulunmaktadır. [35]

“…Yüksek Soruşturma Kurulu 47 sanık için idam cezası istemişti. Fakat Başsavcılığın idam talebi 113 kişi için olmuştu. …Yüksek Adalet Divanı ise savcılığın taleplerinden indirmeler yaparak 15 idam ve 43 müebbet ağır hapis cezasına hükmetti. Bundan başka dört kişi 15 yıla ve geri kalan çoğunluk ise dört yıla mahkûm ediliyordu. Ayrıca beraat edenler de vardı…”

Yüksek Adalet Divanı hükümlerinden ölüm cezalarının Milli Birlik Komitesince onaylanması gerekiyordu. Mahkemenin idam cezaları hariç diğer hükümleri kesinleşmişti.

İlgili dosyalar derhal ve uçakla Ankara’ya MBK Başkanlığına sunuldu.

Komite derhal toplandı. Toplantı gizli olarak cereyan etti zabıt tutulmadı.

Milli Birlik Komitesi bu kararları onay toplantısına girerken kendi aralarında tam kesin bir karara varamamıştı fakat genel eğilim yüce mahkemenin ittifakla alacağı idam kararlarının onaylanacağı yönündeydi.

İsmet İnönü’nün idamların infaz edilmemesi için yazmış olduğu mektup[36] komitede okunmadı masa üzerine bırakılarak kim isterse okusun şeklinde davranıldı. Bu davranış bir kısım Komite üyelerinin kendilerini tesir altına sokmama girişimiydi.

Cemal Gürsel önce idam kararlarının infaz edilip edilmeyeceğini oya koydu. Oy sonucunda idam kararlarının infaz edileceği anlaşılmıştı. Bundan sonra oylama sonucunda 9 aleyhte oya karşı 13 oy ile Celal Bayar Adnan Menderes Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam kararlarının infazı kesinleşti. Celal Bayar’ın infazı yaş haddi nedeniyle müebbede çevrildi. Diğer idam kararları da müebbet hapse çevrildi.

Orhan Erkanlı infazlara ilişkin şunları söylüyor[37]:

Ölüme mahkûm edilen Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın cezaları 16 Eylül 1961 Adnan Menderes’in cezası ise 17 Eylül 1961 tarihinde İmralıada’da infaz edilmiştir…

İnfazlar büyük bir hata olmuştur. Yıllardır Türkiye’nin bunalımdan bunalıma sürüklenmesinde Yassıada kararlarının Komite tarafından memleketin gelecekteki siyasi hayatı düşünülmeden hesaplanmadan yerine getirilmiş olması sebeplerdir. Bayar yaşadı ne oldu? Menderes yaşasaydı ne değişirdi?”

İdamların icra tarihleri dikkatinizi çekmiştir. Menderes’in infazı diğer infazlardan bir gün sonra yapılmıştır. Neden? Çünkü Menderes karar açıklanmadan önce intihar girişiminde bulunmuş kararın yüzüne okunması bu sebeple gerçekleşememişti. Genç bir nöbetçi subayın dikkati sayesinde hayata dönmüş iyileştirilmiş fakat birkaç gün sonra karara yönelik kader kendisi için yine tecelli etmişti.

Bilmiyorum ama bu durum bana gerçekten çok acımasızca geldi.

William Hale infazların gerçekleştirilmesinin nedenini şu iki maddeye sıkıştırıyor:[38]

○ Eğer Menderes idam edilmeseydi Orduda Silahlı Kuvvetler Birliği’nin (14’lerin tasfiyesi sonrası İkinci Milli Birlik Komitesi) orta rütbeli subayları arasında ciddi bir huzursuzluk tehlikesi ortaya çıkacaktı. (Talat Aydemir’in etkisi ve baskısı gözle görünür hale gelmişti. )

○ Menderes’in siyaset sahnesine muzaffer bir dönüş yapma olasılığıydı. 27 Mayıs’ın meşruluğu bu durumda ölümüne aşınmış olacaktı…

Gerek Yassıada’da duruşmalar boyunca yaşananlar gerek duruşmalar sonucunda ortaya çıkan karar ile üç siyasetçinin idamı Türk Kamuoyunun vicdanında derin bir sarsıntı yaratmıştır.

Bu durum; TBMM Meclis Araştırması Komisyonu Raporunda şu şekilde belirtilmiştir:

27 Mayıs darbesi kardeş kavgasını önlemek ve DP diktatörlüğüne son vermek iddiasıyla ve tam bir tarafsızlık söylemiyle gerçekleştirilmiştir. Ancak darbe ertesi yaşananlar bu iddiayı zedelemiştir[39]. 

Özellikle yaşananların Yassıada ile ilgili olanları.

Yassıada’da yaşananlar 27 Mayıs 1960 sonrası devrim sayılacak birçok reformu gölgelemiştir.

Yassıada Duruşmaları ve sonrası verilen idam hükümleri sonucu üç siyasetçinin asılması 27 Mayıs’ın en büyük hatası olmuştur.

William HALE idamların hâsılasını nefret tohumu ekilmesi olarak tanımladıktan sonra;“TSK bundan sonra yapacağı darbelerde hiyerarşik komuta yapısını dikkate alacak ve darbeleri böyle yapacaktı. ” diyerek ilerdeki yıllarda hiyerarşik komuta yapısı içerisinde yapılan müteakip darbeleri vurgulamıştır.

Yarın yazı dizimizi sonuçlandırıyoruz…

SONUÇ

(E) Kur. Alb. V. Murat TULGA — 21 Mayıs 2020

Evet yazı dizimizin sonuna gelirken yazımızı bazı güncel siyasi gerçekleri vurgulayarak sonlandırmak ve kısa bir ders çıkartmak iyi olur diye düşünüyorum.

Bu sene 27 Mayıs’ın 60. yılı… Tam 60 yıl önce olanlar bugün yarım yamalak siyasi rant çerçevesinde bir oraya bir buraya çekiliyor. Doğru irdelenmiyor hâl böyle olunca. Konuya tek taraftan bakmak yeni sorunlar yaratır kutuplaşmayı arttırır. Bugün yapılan ne yazık ki budur.

Esas olan bundan tam 60 yıl önce ne oldu? Konunun olayların yaşanılan zaman aralığı ve çevresi ile objektif olarak ele alınması ve analiz edilmesi ders çıkarmak açısından çok önemlidir. İnanın bugün gençler ve öğrenciler birçok vatandaşımız 60 yıl önce neler olduğundan habersizdirler. Onların kafalarını hurafelerle yarım yamalak hikâyelerle ve acılarla şekillendirmek ise çok kolaydır.

27 Mayıs 1960 İhtilal midir? Yoksa bir darbe midir? Yoksa her ikisi midir?

Şevket Süreyya AYDEMİR bu olayın bir ihtilal olduğunu çok detaylı bir şekilde kitabında inceliyor[40]. Keza Abdi İPEKÇİ ve Ömer Sami COŞAR’da konuyu bu bağlamda incelemiş[41].

Bunun yanında TBMM Meclis Araştırması Komisyonu Raporunda bu dönem“27 Mayıs Darbesi” olarak betimleniyor[42].

Bu konu görüldüğü üzere tartışmalı. Bu diziyi kaleme alırken incelemelerimde 27 Mayıs konusunda yazarların ve akademisyenlerin değişik bakış açılarında olduğunu gördüm. Böyle olması da çok doğal…

Sonuç konuya hangi ideolojik bakış açısı ile yaklaştığınız ile ilgilidir.

Konuya nereden baktığınıza bağlıdır.

Bu bağlamda ben bu tartışmaya girmeyeceğim. Çünkü dediğim gibi bu başlı başına ayrı bir yazı serisi olur. Yine konuyu tüm yazı dizisinde götürdüğümüz gibi yazarların nasıl sonuçlandırdıklarını dikkate alarak sonlandıracağım.

İngiliz Yazar William HALE; 27 Mayıs 1960’ın belki de en önemli sonucunu şu şekilde bağlamaktadır ben de aynen katılıyorum. [43]

Milli Birlik Komitesi MENDERES ile karşıtları arasındaki çatışmaya son vermek amacının tersini başardı. Ürünlerini gelecek yıllarda verecek nefret tohumları ekti…”

BU BİRİNCİ VE EN ÖNEMLİ SONUÇTUR… SORUNU ŞEKİLLENDİRİYOR.

SORUN: 27 MAYIS İLE İLİNTİLENDİRİLEN İDAMLAR BİR TOPLUMSAL TRAVMA YARATMIŞTIR. İDAMLARLA NEFRET TOHUMLARI EKİLMİŞTİR VE GÜNÜMÜZDE BU TOHUMLAR ORMANA DÖNÜŞMEKTEDİR

Evet nefret tohumları öyle bir körlükle saçılmıştır ki 2020 Türkiye’sinde dahi bu konudan siyaseten ekmek yiyen bu nefret tohumlarını gencecik beyinlere Uzaktan Eğitim diyerek animasyonlarla enjekte etmeye çalışan bir siyasi iklim vardır. Yapılan hatalar 60 yıl sonra başka bir biçimde filizlendirilmektedir.

Oysa bu yaklaşım nefret tohumlarını daha da yaymaktan kutuplaşmayı arttırmaktan sağduyuyu kaybetmekten başka bir işe yaramaz.

Altan ÖYMEN Örsan ÖYMEN’in kitabının önsözünde;

İhtilalcilik darbecilik gibi eğilimleri önlemeye çalışmanın çaresi eskiden çok denenmiş tutuklamalı soruşturmalardan ibaret değildir. Hele o soruşturmalar yanlış veya abartmalı iddialara dayanırsa amacının tam tersine sonuçlar verir.

Darbeci eğilimleri önlemek herkesi darbeciliğin hiçbir soruna çare olmadığına ikna etmekle mümkündür. İkna etmenin yolu da o yöndeki eski deneyimlerin hayal kırıcı sonuçlarını örnekleriyle anlatmaktır[44]” demektedir. Bu analizin altına da imza atmamak olanaksız…

İKİNCİ ÖNEMLİ SONUÇ… BİZE METODU VERİYOR.

METODTARAFLARI İKNA ETMEK KONUYA HER YÖNÜYLE OBJEKTİF OLARAK BAKABİLMEKTİR.

Türkiye’nin darbe geçmişi ile mücadele demokratikleşme ile olur devri sabık yaratılarak değil.

Yoksa yeni mağdurlar yaratılır kamuoyu vicdanında derin yaralar açılır.

Şevket Süreyya Aydemir kitabını şu şekilde sonlandırıyor;1 Kalemine sağlık büyük üstat nur içerisinde uyu…

“…Bugüne gelince? Bugün reformcu bir parlamentarizmin güven verici hükümranlığı elbette ki tam yerleşmiş sayılamaz. Zararlı işleyen gayelerini birbirlerini kötülemekte bulan hepsi de aynı cinsten bir Partiler manzumesi maalesef demagojik çağını yaşamaktadır. Ama bu havanın da memleketçi bir reformculuğa er geç ayak uydurması çoğunluğun ümididir…

Ama Cumhuriyetimizin bu yaşlarında bu netice her şeyden önce sanıyorum ki Atatürk’ün ruhunu üzecektir incitecektir. Onun bu ıstırabı ve hayal kırıklığı ise kurduğu Cumhuriyetin artık çok şeyler kaybetmiş olması ve biraz da kaos boşluk ve ümitsizlik demektir. Bu ise çok hazin bir sonuç olur…”

ÜÇÜNCÜ ÖNEMLİ SONUÇBİZİ ÇÖZÜME ULAŞTIRIYOR.
ÇÖZÜMASKERİ DARBELERİ TARİHE GÖMEREK DAHA FAZLA DEMOKRASİ İÇİN ÇALIŞMAK VE ATATÜRK’E SARILMAKTIR.

HELE CUMHURİYETİN 100’ÜNCÜ YILINA GELİRKEN

SON-

[1] İhtilalin Mantığı Şevket Süreyya Aydemir

[2] 1789’dan Günümüze Türkiye’de Ordu ve Siyaset William Hale

[3] “…ANAYASA MAHKEMESİ 11 EKİM 1963 TARİHLİ VE 963/124 SAYILI KARARLA 14 ARALIK 1953 TARİHLİ VE 6195 SAYILI KANUNU İPTAL ETTİ. ANAYASA MAHKEMESİ YUKARIDAKİ GEREKÇELİ KARARINDA ATATÜRK’ÜN VASİYETİYLE CHP’YE BIRAKTIĞI MALLARIN CHP’DEN ALINIP HAZİNE’YE DEVREDİLMESİNİN “MÜLKİYET HAKLARINA” “MİRAS HUKUKUNA VE“ANAYASAYA” AYKIRI OLDUĞUNU BELİRTMİŞTİR…” BKZ. ATATÜRK’ÜN VASİYETİ VE İŞ BANKASI’NDAKİ CHP HİSSELERİ SİNAN MEYDAN SÖZCÜ GAZETESİ 17 ŞUBAT 2020

[4] 1789’dan Günümüze Türkiye’de Ordu Ve Siyaset William Hale

[5] İhtılalin Mantığı Şevket Süreyya Aydemir 1999

[6] İhtilalin iç Yüzü Abdi İpekçi Sami Coşar

[7] Harbiye Silah Başına Sıtkı Ulay Mayıs 1968

[8] İhtilalin iç Yüzü Abdi İpekçi Sami Coşar

[9] Anılar Sorunlar Sorumlular Orhan Erkanlı

[10] Anılar Sorunlar ve Sorumlular Orhan Erkanlı

[11] Hak sahibine hakkını vermek

[12] Bir İhtilal Daha Var Örsan Öymen

[13] İhtilalın İçyüzü Abdi İpekçi Ömer Sami Coşar

[14] Anılar Sorular Sorumlular Orhan Erkanlı

[15] 27 Mayıs’ın kritik şahsiyetlerinden Dündar Seyhan Talat Aydemir ve Sadi Koçaş komite dışında kaldılar. Yurt dışında görevliydiler bunun cezasını çekiyorlardı!!! fakat dışarıda bırakılmalarını hiçbir zaman affetmediler… Daha sonra 22 Şubat ve 21 Mayıs darbe girişimlerinde bulundular…

[16] İhtilalin İç Yüzü Abdi İpekçi Ömer Sadi Coşar

[17] Bir İhtilal Daha Var 19081980 Örsan Öymen…

[18]“Harbiye Silah BaşınaSıtkı Ulay Gölgedeki Adam”Dündar Seyhan

[19] İlk zaptı tutulan toplantı 24 Haziran 1960’dır. “İhtilalın İçyüzü” Abdi İpekçi Sami Coşar…

[20] İhtilalın İçyüzü Abdi İpekçi Ömer Sami Coşar

[21] İhtilalın Mantığı Şevket Süreyya Aydemir

[22] Bir İhtilal Daha var Örsan Öymen

[23] Gölgedeki Adam Dündar Seyhan

[24] Anılar Sorular Sorumlular Orhan Erkanlı

[25] 1789’dan Günümüze Türkiye’de Ordu Ve Siyaset William Hale

[26] Bir İktidar Yargılanıyor Tarık GÜRYAY

[27] İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali Şevket Süreyya AYDEMİR

[28] Anılar Sorunlar Sorumlular Orhan ERKANLI

[29] Marmara’da Bir Ada Samet AĞAOĞLU

[30] Bir İktidar Yargılanıyor Tarık GÜRYAY

[31] Menderes’in Dramı? Şevket Süreyya AYDEMİR

[32] Anılar Sorunlar Sorumlular Orhan ERKANLI

[33] Marmara’da Bir Ada Samet AĞAOĞLU

[34] Bir İktidar Yargılanıyor Tarık GÜRYAY

[35] Menderes’in Dramı Şevket Süreyya Aydemir

[36] Bu mektubun detayı “İkinci Adam Şevket Süreyya Aydemir” kitabında bulunmaktadır.

[37] Anılar Sorular Sorumlular Orhan Erkanlı

[38] 1789’dan Günümüze Türkiye’de Ordu Ve Siyaset William Hale

[39TBMM Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe Ve Muhtıralar İle Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim Ve Süreçlerin Tüm Boyutları İle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Cilt 1 Kasım 2012

[40] İhtilalın Mantığı Şevket Süreyya AYDEMİR

[41] İhtilalın İçyüzü Abdi İPEKÇİ — Ömer Sami COŞAR

[42TBMM Ülkemizde Demokrasiye müdahale eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer bütün Girişim ve Süreçlerin tüm boyutları ile araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Cilt 1 Kasım 2012

[43] 1789’dan Günümüze Türkiye’de Ordu Ve Siyaset William Hale

[44] Bir İhtilal Daha Var Örsan ÖYMEN

Cy3vr@

Exit mobile version