Site icon Turkish Forum

Prof. Dr. Hakkı Keskin’den Joe Biden’a açık mektup!

Uluslararası İlişkiker Uzmanı, Alman Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi Eski Üyesi Prof. Dr. Hakkı KESKİN, ABD Başkanı Joe Biden ve Başkan Yardımcısı Ms. Kamala Harris’e Türkçe ve İngilizce Açık Mektup Yazdı… - hakki keskin mektup joe biden

Uluslararası İlişkiker Uzmanı, Alman Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi Eski Üyesi Prof. Dr. Hakkı KESKİN, ABD Başkanı Joe Biden ve Başkan Yardımcısı Ms. Kamala Harris’e Türkçe ve İngilizce Açık Mektup Yazdı…


ABD Başkanı Sayın Joe Biden,
ABD Başkan Yardımcısı Sayın Kamala Harris,

ABD tarihinde benzeri yaşanmamış Başkan Trump dönemini sonlandırdınız, sizleri kutlarım. Trump, ABD seçimini farkla kaybettiği halde, seçimi kendisinin kazandığını ısrarla iddia ederek, kaba kuvvet yanlısı ırkçı ve aşırı sağcı taraftarlarını ABD demokrasisinin kalbi sayılan Kongre binasına saldırmaya teşvik ederek beş kişinin ölümüme yol açtı. Seçilmiş senatörler ve milletvekilleri kongre salonundan kaçmak zorunda kaldılar. ABD böylece bir sivil darbe girişimine tanık oldu. Dünya`ya demokrasi dersi veren ABD, çok büyük bir imaj ve saygınlık kaybına uğradı.


Yönetiminizin, Trump`ın bu sivil darbe girişiminden, ABD’nin ve hem de diğer ülkelerin nasıl bir ders çıkaracağını herkes gibi ben de çok merak ediyorum. Yemin töreni sonrası yaptığınız konuşmayı büyük bir dikkatle izledim. “Bir kez daha demokrasinin kıymetini, demokrasinin kırılganlığını öğrendik. Dostlarım, demokrasi galip geldi.” demiştiniz.

Demokrasi ve değeri, yalnız ABD için değil, tüm ülkeler için asla vazgeçilmemesi gereken büyük önem taşır. Demokrasi ve onun gereği olan evrensel insan hakları, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, basın ve fikir özgürlüğü, demokrasiye inanan herkes tarafından ve tüm dünya ülkeleri için savunulması ve korunması gereken evrensel değerlerdir.
Demokrasinin beşiği ve savunucusu olduğunu söyleyen ABD, bu evrensel değerleri diğer ülkeler için de savunmakta mıdır?

Bu değerlerin sivil veya askeri darbelerle yok edilmesi veya askıya alınması kabul edilebilir bir politika olabilir mi?

Doğru ve haklı olduğuna inandığım bu iki soruma, sizden yanıt isteme hakkını kendimde görüyorum. ABD`nin 2. Dünya Savaşı sonrası 50’den fazla ülkede askeri veya sivil darbelerin yapılmasında aktif rol aldığını, bazılarına savaş açtığını ve bazılarında askeri müdahalelerde bulunduğunu görüyoruz. ABD`nin uluslararası hukuku ve evrensel insan haklarını hiçe sayan bu savaş ve askeri müdahaleler sonucunda onlarca milyon insanın yaşamını yitirmesine ve o ülkelerde dönüşü olmayan acılara yol açtığını biliyoruz. Kore, Vietnam, Afganistan, Irak bunların dünya kamuoyunda en bilinen ülkelerdir.

ABD`nin ayrıca bu süre içinde askeri veya sivil darbelere doğrudan veya dolaylı destek vererek, demokratik seçimlerle yönetime gelmiş olan hükümetleri nasıl düşürdüğüne tanık oluyoruz. ABD yönetimlerinin demokrasiyi ve evrensel değerleri nasıl yok ettiğini, doğruluğu kanıtlanmış olan sadece dört örnekle, izninizle sizlerle paylaşmak isterim.

ENDONEZYA

Endonezya ulusal bağımsızlığının ve Ulusal Partisi’nin lideri Ahmed Sukarno 1965 yılında askeri bir darbeyle düşürüldü. Ahmed Sukarno 1920’li yıllardan başlayarak öncülüğünü yaptığı bağımsızlık savaşıyla, 300 yıl Hollanda kolonisi olan Endonezya`nın 1945 yılında bağımsızlığına kavuşmasını sağlayan lideri ve ilk cumhurbaşkanıydı.
Sukarno bağımsızlık ve sömürgecilik karşıtı görüşleri ve bloklar üstü politikasıyla, ABD`nin hedefi durumuna gelmişti. Ayrıca, Endonezya zengin maden rezervleri olan bir ülkedir. ABD, Endonezya`nın bağımsızlık sembolü liderine karşı Endonezya ordusunu ve cihatçı grupları destekleyerek gerçekleşen darbeyle, Ahmed Sukarno yönetimine son vermiştir.
Darbe lideri General Suharto’nun dikta yönetiminde, “ateistlere karşı kutsal bir savaş” ilan edilmiş, sayıları 500 bini aşan darbe karşıtları ve Endonezya Komünist Partisi üyeleri katledilmiştir. New York Times’a göre” bu saldırılar, modern tarihin en vahşi toplu katliamlarından biriydi.” Suharto 31 yıl boyunca tüm demokratik hak ve özgürlükleri yok sayarak ülkeyi diktatör uygulamalarıyla yönetmiştir.

İRAN

İran halkı, 1951 yılında özgür iradesi ve demokratik bir seçimle Muhammed Musaddık’ı başbakanlık görevine getirmiştir. Başbakan Musaddık ülkesinin ana gelir kaynağı olan petrol işletmelerini kamulaştırma kararı almıştı. Petrol işletmesi Şah Rıza Pehlevi tarafından önceden Anglo-Persian Oil Company’ye verilmiştir.

ABD ve İngiltere, Başbakan Musaddık`a karşı önce protesto eylemleri organize ettirerek ve sonra da orduyu devreye sokarak darbeyi gerçekleştirmişlerdir. Bunun doğruluğu, darbenin 60. yıl dönümünde açılan ABD Ulusal Güvenlik Arşivi’nde yer alan belgelerle, “askeri darbe ABD dış siyasetinin bir parçası olarak, CIA yönetiminde gerçekleştirildiği” resmen kabul edilmiştir. Böylece, ABD`nin İran’da demokratik seçimle iktidara gelmiş olan Muhammed Musaddık’ı deviren 1953 askeri darbesinde önemli bir rol oynadığı da kabul edilmiş olmaktadır.

1953 askeri darbe sonrası ülkesinden kaçan Şah Rıza Pehlevi İran’a dönmüş ve ABD’nin yakın bir müttefiki politika izleyerek, İran petrolünün kamulaştırma kararını geri almıştır. Yasaklanan Musaddık hükümetinin üyeleri hapse atılmış ve yüzlercesi öldürülmüştür.

İran halkının özgür iradesiyle ve demokratik yoldan iktidara gelen Muhammed Musaddık’ın, ABD yardımlı askeri darbeyle iktidardan uzaklaştırılması, İran`da günümüzdeki İslamcı yönetimin 1979’da iktidara gelmesinin yolunu açmıştır. Bu nedenle ABD, 42 yıldır İran`da yaşanan ve demokrasiyle bağdaşmayan tüm olayların gerçek sorumlusu konumundadır.

ŞİLİ

Sosyalist görüşlü Salvador Allende, 1970`te halkın özgür iradesi ve demokratik koşullarda yapılan seçimleri kazanarak devlet başkanı oldu. Seçim öncesi vadettiği geniş çaplı reformların yanı sıra, 1971’de ABD şirklerinin elinde bulunan bakır madeni ve endüstrisini kamulaştırdı.
Sosyalist Allende yönetimine ve özellikle de bakır madenleri ve sanayisinin devletleştirilmesine karşı olan ABD Başkanı Richard Nixon, Ulusal Güvenlik Kongresine “Allende`yi devirme” emrini verdi. 16 Ekim 1970 tarihli CIA raporunda Şili’de darbe yapılması için çalışmalara başlanması emrediliyordu. Bir yandan ABD destekli ekonomik boykotlar devreye sokulurken, diğer yandan Şili ordusuyla bir askeri darbe hazırlığı yapıldı. Ekonomik zorluklara karşın Allende oylarını artırarak 1973 seçimlerini de kazandı.
11 Eylül 1973’te CIA destekli Ordu Komutanı General Pinochet önderliğindeki silahlı kuvvetler, başkanlık sarayını bombaladı ve yönetime el koydu. Darbe sırasında Başkan Allende darbecilere teslim olmamak için intihar etti. Darbeden sonra Pinochet Şili`yi 1990 yılına kadar diktatörlükle yönetti. On binlerce darbe karşıtı ve Allende taraftarı katledildi.

TÜRKİYE

Doğduğum ve lise öğrenimimi tamamladığım Türkiye`de, ilk askeri darbe kendilerini Atatürkçü olarak tanımlayan subaylar tarafından, demokratik seçimle yönetime gelmiş olan Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Demokrat Partili Başbakan Adnan Menderes`e karşı 27 Mayıs 1960 yılında yapıldı. 1950’de seçimleri kazanan Bayar-Menderes yönetimi, ikinci seçim döneminden sonra artan ölçüde muhalefete, basına, anayasanın laiklik ilkesine ve üniversite gençlerine karşı, yasaları göz ardı ederek baskıcı uygulamalar yaptı.

1960 askeri darbe cuntası, gerçek anlamda bağımsız yargı kurallarına uyulmayan bir mahkeme sonunda, Başbakan Menderes, dışişleri ve maliye bakanlarını idam etti.

Darbede etkin rol oynayan genç subaylar ve liderleri olarak gördükleri emekli Orgeneral Cemal Gürsel, amaçlarının tam anlamıyla çağdaş ve demokratik bir anayasayı yürürlüğe koyarak, yönetimi seçimle sivil idareye bırakmak güvencesini verdiler. Gerçekten de son derece demokratik bir anayasa halk oylamasıyla 9 Temmuz 1961’de kabul edilerek yürürlüğe kondu. 15 Ekim 1961’de yapılan parlamento seçimleriyle yönetim sivil idareye bırakıldı.
ABD yönetiminin1960 darbesinde, demokrasiden yana tavır almadığını ve darbeci yönetimi ilk günden tanıdığını görüyoruz. Ancak ABD`nin bu darbenin oluşum sürecini desteklediğine ilişkin kanıtlanmış bilgiye sahip değiliz.

Eylül 1980 askeri darbesi, halkın özgür iradesi ve demokratik seçimle yönetime gelmiş olan Başbakan Süleyman Demirel yönetimindeki koalisyon hükümetinin düşürülmesine yol açtı. Cunta lideri General Kenan Evren sonra da devlet başkanlığı görevini üstlendi.

Gizliliği kaldırılan 12 Eylül 1980 cunta darbesine ilişkin ABD Dışişleri Bakanlığı belgeleri, ABD`nin bu askeri darbede etkin rol aldığını açıkça kanıtlıyor. 1970’li yıllarda CIA’nin Türkiye Şefi olan Paul Henze, ABD Başkanı Jimmy Carter’a, 12 Eylül 1980 darbesini “bizim çocuklar başardı” bildirmişti. ABD Ankara Büyükelçisi Spain ordunun (yönetime) el koymasının ardından “ABD-Türkiye ilişkileri” başlıklı yazışmada, “Mevcut askeri liderlerin tamamını iyi tanıyoruz ve özellikle de NATO üyeliği başta olmak üzere Türkiye’nin güvenlik ya da dış politikasında değişim yaşanacağı yönünde bir endişe taşımamıza da gerek yok.” diyordu. Nitekim darbeci cuntacılar, ilk bildirilerinde “NATO dâhil bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız” diye kendilerine destek veren dış güçlere bağlılık sözünü hemen açıklamışlardı.

Darbeyi özetleyen ABD belgeleri, Askeri darbeye hazırlık sürecinde, bilinen yollarla “Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Yani önce kaos, sonra düzen. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı, sağcı ve solcu olarak ikiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, her gün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu.” (…) “Askeri darbenin ertesi günü bütün sağ-sol çatışmaları bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi.”

Organizesi ABD tarafından desteklenen bu askeri darbenin esas amacı, 1961 Anayasası’nın sağladığı demokratik özgürlükleri, hızla gelişen sendikal örgütlenmeyi, sol ve sosyalist muhalefetin gelişmesini engellemekti. Faşist Askeri Cunta, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kapattı, 1961 anayasasını uygulamadan kaldırdı, tüm siyasi parti liderleri tutuklandı, tüm siyasi partiler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları yasaklandı. Resmi rakamlara göre 650.000 kişi gözaltına alındı, 230.000 kişi askeri mahkemelerce yargılandı, 171`i cezaevlerinde yapılan işkencelerde olmak üzere, yaklaşık 300 kişi yaşamını kaybetti, 50 kişi idam edildi, 1.683.000 kişi ise fişlendi.

Günümüzde yaşadığımız birçok sorunun kaynağı olan ve demokratik olmayan bir anayasa, askeri cunta tarafından halka kabul ettirildi. Anayasaya konan geçici madde uyarınca Cunta lideri Kenan Evren, yedi yıllık bir süre için Türkiye’nin cumhurbaşkanı oldu. Sadece cuntanın izin verdiği siyasi partilerle 6 Kasım 1983’te yapılan Parlamento seçimini, Turgut Özal başkanlığındaki Anavatan Partisi kazandı ve Turgut Özal başbakan olarak hükümeti kurdu.
İnsanlığa karşı işlenen bu suçları nedeniyle, cunta lideri Kenan Evren ve General Tahsin Şahinkaya 2014 yılında mahkeme tarafından yargılanarak müebbet hapse mahkûm edildiler.
Türkiye`de bazı subaylar tarafından başarılı olmayan bir askeri darbe girişimi 15-16 Temmuz 2016’da yaşandı. Darbeye kalkışan subaylar tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi uçaklarla bombalandı. 16 Temmuz günü Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet yetkilileri bu darbe girişimini engellediler. Çatışmalar sonucunda 104’ü darbe yanlısı asker olmak üzere 300’den fazla kişi hayatını kaybetti, 1491 kişi yaralandı. Darbeyi düzenledikleri ve yardımcı oldukları gerekçesiyle farklı rütbelerden 8036 asker gözaltına alındı.

Bu askeri kalkışma, orduda, emniyette, poliste, yargıda ve tüm devlet kurumlarında, on yıllardır örgüt gizliliği prensibiyle yapılanmış olan Fettullah Gülen Hareketi yanlıları tarafından yapılmıştır. Bu hareketin destekleyicisi olduğu söylenen 160 bin kişi Nisan 2018’e değin gözaltına alınmış, bu örgüt üyesi suçlamasıyla 50 bin kişi tutuklanmış ve 152 bin kamu personeli görevlerinden ihraç edilmiştir. Darbe girişimini izleyen dört yıllık sürede 289 dava açılmış ve karara bağlanan 275 davada toplamda 4 bin 130 sanık hüküm giymiştir.
14 Ağustos 2001`de Tayyip Erdoğan başkanlığında kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi, 3 Kasım 2002`de Parlamento seçimleri kazandı. Başbakanlık ve sonra da cumhurbaşkanlığı görevlerini Recep Tayyip Erdoğan üstlenmiştir. Yeni kurulmuş bir parti olarak gerekli kadroları olmadığından, Gülen Hareketi elemanlarıyla 2013 yılına kadar Erdoğan hükümetiyle her alanda birlikte çalışıldı. Böylece Gülen Hareketi devletin tüm kurumlarında yapılanma olanağı buldu. 2013 sonrası hükümetle başlayan ayrışma nedeniyle, Gülen Hareketi bir askeri darbe girişimiyle iktidara gelmeyi denedi.

1999 yılından beri ABD’de yaşayan Fettullah Gülen’in ve özel okullarını yöneten yüzlerce yakın çevresinin, ABD ve CIA ile çok yakın ilişkiler içerisinde olduğu bilinmektedir. Gülen’in ABD`de kalabilmesinde eski CIA yöneticisi Graham Fuller ile ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz`un kefil olmaları da bu yakın ilişkiyi göstermektedir. Yargılanmakta olan Gülen askeri kalkışmasının bazı elamanları yaptıkları itiraflarda, bu hareketin ABD ve CIA ile yakın ilişkilerini de belirtmişlerdir. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde İslam dini ögeli Gülen hareketi ile bölgedeki din kaynaklı direncin nötralize edilebilmesinin sağlanacağı hesabı da, bu yakın ilişkide önemli rol oynamıştır. Türkiye hükümetinin tüm ısrarına karşın, 15 Temmuz askeri terör kalkışmasının ana sorumlusu olan Fetullah Gülen`in yargılanmak üzere Türkiye`ye verilememesi de, ABD`nin bu konudaki yaklaşımını kanıtlamaktadır.

Sayın Başkan Biden ve Sayın Başkan Yardımcısı Harris,
Size ABD destekli 50’den fazla askeri veya sivil darbe girişimlerinden yalnız bu dört ülkeyi örnek olarak seçtim. Özellikle bu dört ülkede demokratik yoldan ve halklarının özgür iradeleriyle seçimleri kazanan yönetimler, ABD destekli askeri darbelerle düşürülmüş, demokrasi ve hukuk devleti yok edilmiş, yüz binlerce sivil insanın ölümüne, tutuklanmalarına, insanlık dışı işkence ve uygulama görmelerine neden olunmuştur.

Bu yazdıklarımın doğruluğu, ABD ve CIA arşivlerinde tüm ayrıntılarıyla yeterince belgelenmektedir.

1945 sonrası ABD tarafından 50’den fazla ülkede yapılan savaşlarla milyonlarca insanın öldürüldüğünü hepimiz biliyoruz. Bunlardan sadece birkaçı Çin, Kore, Guatemala, Vietnam, Laos, Kamboçya, Arjantin ve günümüzde de yaşamakta olduğumuz, Afganistan, Irak, Suriye, Libya örnekleridir.

Siz iktidara gelir gelmez dünya kamuoyunda büyük takdir gören kararlar aldınız. ABD`nin ‘Dünya İklimini Koruma Kararı’na ve Dünya Sağlık Örgütü`ne yeniden katılmasına, Meksika duvarının yapılmamasına, Müslüman ülkelerden ABD`ye ziyaretin engellenmemesine karar verdiniz. Sizleri bu ivedi kararlarınız nedeniyle kutluyorum. Dünyada saygınlığını korumak isteyen çağdaş ve demokratik bir ABD `ye yakışanı yaptığınızı düşünüyorum.

Ancak size yazdığım dünya kamuoyuna açık bu mektubumun temel nedeni, bundan sonra ABD`nin başka ülkelerde askeri ve sivil darbeleri ve zaman zaman da terör odaklarını desteklemekten artık vazgeçip geçmeyeceğiyle ilgilidir. Yemin konuşmanızda önemle vurgu yaptığınız demokrasiye ve demokrasinin gereği olarak Evrensel İnsan Haklarına, Hukukun üstünlüğüne, Fikir ve Basın özgürlüğüne tüm ülkelerde de bağlı kalacak mısınız, bunu dünya kamuoyunun bilme hakkı olduğu inancındayım.

Bu konuda da sizlerin tüm dünya halklarına ve ülkelere açıkça güvence vermeniz, ABD`ye duyulan güveni ve ülkenizin saygınlığını çok büyük ölçüde artıracaktır.
Çalışmalarınızda bu temennilerle başarılar dilerim.

Saygılarımla.
Prof. Dr. Hakkı Keskin

Exit mobile version