Site icon Turkish Forum

BEŞ TARZI SİYASET

Prof .Dr. A N I L   Ç E Ç E N  - dunya haritasinda turkiyenin yeri

Prof .Dr. A N I L   Ç E Ç E N 

İnsanlığın üzerinde yaşamını sürdürmekte olduğu dünyanın yönetimi ,beraberinde siyaset olgusunu öne çıkarmakta ve tarihsel gelişmeler de bu çizgide  biçimlenmektedir . . Yeryüzü haritasında yer alan her ülke ve bölgenin kendine özgü yapısı ve bu nedenle de birbirinden çok farklı yönetimleri  vardır . Bu doğrultuda tarihsel süreç geleceğe doğru  gelişirken , bir çok ülkede yeni olaylar gündeme gelmekte ve bu doğrultuda da  her bölgede kendine özgü olaylar birbiri ardı sıra  yaşanmaktadır . Kütüphaneler bu birikimi belgeleyen ve günümüze aktaran  kaynaklar olarak bugünün kuşaklarına da ışık tutmaktadır . Günümüzde yaşanan olaylar ve onların perde arkasındaki gelişmelere bakıldığı zaman ,dönemsel değişikliklerin beraberinde  önemli dönüşümlere yol açtığı  ve böylesine hareket dolu süreçler içerisinde tüm devletlerin ve milletlerin var olan durumu tespit ederek,  yeni ortaya çıkan ortamlara uyum sağlama ve bu  doğrultuda geleceğin dünyasında var olarak yoluna devam etme stratejileri  ortaya koydukları görülmüştür . Bugün de insanlığın karşı karşıya kaldığı durumları anlayabilmek ve geleceğin dünyasında varlığını koruyarak  yola devam etmek çizgisinde, insanlık yeni bir çıkış yolu aramak durumundadır . 

Osmanlı İmparatorluğu yıkılmasaydı Türkiye Cumhuriyeti olmazdı . Osmanlı  devletinin dağılması üzerine meydana gelen merkezi coğrafya alanındaki oluşan  otorite boşluğunun giderilmesi arayışları, ortaya hem bir dünya savaşı hem de savaş sonrası senaryoları beraberinde getirmiştir . Bu değişim sürecinde orta dünyadaki büyük devletin sonrası için çalışmalar başlatılmış ve öne çıkan güçler kendilerini merkeze koyarak ya da kendi merkezli konumları üzerinden yeni bakış açıları  geliştirerek, Osmanlı sonrası için öngördükleri  plan ve projelerini hazırlamaya başlamışlardır . Batı emperyalizminin büyük gücü olan İngiltere bu doğrultuda çalışmalarını aşamalı planlara bağlayarak geliştirirken;  Fransa , Amerika, Almanya ve Rusya gibi o dönemin diğer önde gelen emperyalistleri  Osmanlı topraklarını kendilerine bağlayacak yeni stratejiler geliştirmek durumunda kalıyorlardı . Bu hazırlıkların en önde gelenini  güneş batmayan bir dünya imparatorluğu  kurmuş  olan İngiltere hükümeti yapıyordu . Bir İngiliz Yahudisi olarak Büyük Britanya İmparatorluğunun  başına geçen ve geleceğe dönük merkezi coğrafya planlar ı yapan Başbakan  Benjamin Disrael , Osmanlı sonrası merkezi coğrafya  üzerine hazırlamış olduğu merkezi alan  projesini  1852 yılında uygulama alanına getiriyordu . Türklere dayatılan Sevr planının ilk hazırlığı olarak hazırlanan bu  proje, birinci dünya savaşı sonrasında  iki Atlantik gücünün bir araya gelmesi ile birlikte uygulama alanına sokuluyordu . Benjamin Disrael  bir Yahudi asıllı İngiliz başbakanı  olarak,  Britanya İmparatorluğunun başında tek bir dünya devleti için uğraşırken ,aynı zamanda Osmanlı sonrası için orta dünya  üzerinde de Hint yarımadası  gibi kendilerine bağımlı olacak bir merkez  bölge federasyonunun  peşinde koşuyordu . 

Yeni kurulmuş olan Amerika Birleşik Devletleri  I800 lü yılların başlarında merkezi alana gelerek  ve  yüzden fazla okul  ile  Amerikan Kolejileri  açarak bölgede yerleşirken , Avrupalı ve Asyalı emperyalistlere karşı  merkezi coğrafyanın paylaşılması kavgasında okyanus ötesi güç olarak kendisinin de var olduğunu ortaya koyuyordu . Amerikan okullarına gönderilen hocalar ve papazların birer ajan olarak çalışmaları üzerine, İngiltere’nin Orta Doğu ve Fransa’nın Kuzey Afrika bölgesindeki  çalışmaları daha da hızlanması ile  orta dünyanın bölüşülmesi kavgası  gelecekte   daha  büyük hesaplaşmalara yönelik bir doğrultuda tırmandırılıyordu . Avrupa kıtası üzerinden dünyaya açılan emperyalist güçler ,dünya kıtalarını tanıdıktan sonra ele geçirme mücadelesine kalkışınca cihan savaşlarına dönük siyasal  hazırlıklar , Balkanlar-Kafkaslar ve Orta Doğu gibi üç büyük Osmanlı  alanında gündeme geliyordu .Büyük İmparatorluklar dünya haritasını bölüşme kavgası yaparlarken  orta dünya sahalarında birbirleriyle kavga ederek , egemenlik yarışının kazananı durumuna gelmek istiyorlardı .Tüm emperyalist gelişmelerde baş aktör olarak öne çıkan Büyük Britanya İmparatorluğu on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında şiddetlenen  emperyalist yarışta  en önde olmak ve de  için hem plan ve projeler aracılığı ile öne geçmek istiyor, hem de bu doğrultuda okyanuslardan iç denizlere yönelerek Akdeniz’in doğusunda Kıbrıs adasını alarak  bu coğrafyanın merkezine oturuyordu .Rusya’nın  tam Kafkaslar bölgesinden güneye doğru inmeye başladığı anda  İngilizler’de  Kıbrıs adasına asker çıkartarak  Doğu Akdeniz’e yerleşiyor ve böylece de Rusya ‘nın sıcak denizlere inmesini önlüyorlardı . Rusya güneye inerken İngiltere doğuya doğru açılım yapıyor ve Fransa’da İngiltere’nin yanın da suç ortağı olarak Afrika’nın kuzeyi üzerinden doğu açılımı yaparak , Akdeniz’in doğusuna   geliyor ve Lübnan ile Suriye’de  kendine bağlı  sömürge yapılanmaları   kuruyordu .Rusya,Fransa ve İngiltere bu yayılmaları açıktan yaparken ,Amerika Birleşik Devletleri ‘de geleceğin büyük emperyalist devleti  olarak okullar üzerinden gizli ve dolaylı bir merkezi alan örgütlenmesini ,diğer emperyal güçlere karşı çıkarak  Osmanlı hinterlandı  üzerinde  yapıyordu .

Atlantik güçleri Avrasya güçlerine karşı örgütlenirken,  bir Avrupa gücü olarak Almanya’da Balkanlar üzerinden aşağıya doğru  inerek  , Osmanlı devletinin yıkılmasını önlemek ve Atlantik ile Avrasya imparatorluklarına merkezi coğrafyayı kaptırmamak üzere, orta Avrupa’dan Balkanlara ,daha sonra da Marmara ve Ege kıyılarına doğru  yayılıyordu . Balkanların küçük topluluklarını Balkanizasyon sürecinde Osmanlı’ya karşı Rusya, İngiltere ve Fransa kışkırtırlarken ,  Almanya askeri yardım bahanesi ile İstanbul’a geliyor ve  Atlantikçilerin Çanakkale saldırısına karşı dağılmış olan Osmanlı ordusunu toparlayarak , Atlantikçilerin Anadolu üzerinden Kafkasya ve Hazar  bölgelerine  uzanmalarını önlemeye çabalıyordu .Osmanlı devleti merkezi coğrafyada ayakta kalabilmek için direnirken , dört bir yandan sürdürülen saldırılar ile Birinci Dünya savaşına doğru gidiliyor ve bu durumun  sonucunda da imparatorluklar tarihin derinliklerine doğru sürüklenirken, bunlardan boşalan alanlarda Avrupa modeli yeni ulus devletler dünya sahnesinde boy gösteriyorlardı . Çok geniş alanlara yayılmış olan Osmanlı devleti  ipek yolu üzerinden işleyen dünya ticaret yollarını ,uluslararası ekonominin güvenliği açısından denetlemeye çalışırken , Kafkasya’dan Macaristan’a , Kırım’dan Libya’ya kadar çok geniş bir alanın güvenliğini ve devlet düzenini korumaya çalışmış ama bu yüzden de zamanla zayıflayarak  çöküş sürecine doğru sürüklenmiştir . Büyük güçler arasında çekişme konusu olan orta dünya alanları cihan savaşlarının cephe ülkelerine dönüşmüştür . Atlantik,Avrupa ve Avrasya güçleri dünyanın merkezini ele geçirerek orta dünyada bir tek dünya devleti kurmak ve bunun üzerinden de cihan hegemonyalarını ilan etmek için sürekli  bir çaba içinde olmuşlardır . 

Fransız devrimi Avrupa’daki krallıkları çökertirken ve  hanedanların arkasından ulusal toplum yapılanmalarını öne çıkarırken  dünya haritası değişmeye başlamıştır . Avrupa’da milliyetçilik cereyanları tırmanırken , imparatorlukların yerini ulus devletler almıştır . Avrupa’da  esmeye başlayan milliyetçilik cereyanları doğuya doğru esmeye başladığında Rus Çarlığı, Avusturya Macaristan imparatorluğu ve Osmanlı devleti  alt kimlikçilik üzerinden başlatılan milliyetçilik cereyanlarına karşı duramamış ve yıkılarak ulus devletler oluşumunun önünün açılmasına aracı olmuşlardır . İngiliz, Fransız ve Rus imparatorlukları merkezi alana doğru on dokuzuncu yüzyılın  ortalarında yayılmaya  başladıkları aşamada ,merkezi devlet Osmanlı imparatorluğu’da  kendi geleceğini düşünmeye başlamıştır .Tam bu aşamaya gelindiğinde Bartholdy’nin yönlendirdiği  Paris’teki Türkologlar Osmanlı devletinden gelen gençleri yetiştirmeye başlamışlar ve Fransa merkezli bir dünya planı doğrultusunda  oluşturdukları  gençlere, Jön Türkler adı verilerek  bunların ülkelerine döndüğünde  Fransa ve batı Avrupa ile ortak  hareket etmeleri sağlanmaya çalışılmıştır .Benzeri bir biçimde İngiltere’ye giden Osmanlı gençleri de  Londra üzerinden Jön Türk örgütlenmesine yönelmişler ve böylece Fransız devriminin getirmiş olduğu siyasal yapılanma Osmanlı ülkesine taşınarak , büyük emperyalistlerin merkezi alandaki devleti ortadan kaldırmasını önleyecek  önlemler alınmaya çalışılmıştır. Paris ve Londra üzerinden Jön Türk hareketi Osmanlı topraklarında bir batı rüzgarı estirmeye başladığı yıllarda , Rusya’yı da etkileyen  batı rüzgarlarının ve  Fransız devriminin verilerinin  Rus aydınlarını etkileyerek  yönlendirmeye başladığı görülmüştür . Bu durumun sonucunda  Rusya’nın en önemli kentlerinden birisi olan Kazan’da Tatar aydınlarının öncülüğünde, Cedit hareketi bir aydın örgütlenmesi  olarak  doğmuş ve Avrasya bölgesinde yayılmaya başlayarak  siyasal alanda etkili olmuştur .  

Fransız devrimi  Rusya’da Cedit hareketini getirirken , Osmanlı ülkesinde de Jön Türk hareketi aynı dönemde yayılmaya başlayarak yirminci yüzyılda doğu bölgesindeki  yenilikçi  gelişmeleri etkilemiştir . Rusya’daki yenilikçiler Cedit Hareketi olarak Osmanlı bölgelerine gelmişler ve daha sonraki aşamada Fransa’dan gelen Jön Türkler ile  İsviçre’de çalışmalar yürüten  Türkçüler  ve Turancılar İstanbul’da bir araya gelerek, işgal ve saldırı halindeki Türk topraklarının geleceğini konuşmuşlardır .  Bu tür çalışmalar Birinci Dünya savaşı sonrasında  Avrupa’nın doğu toprakları ile Rusya ve Osmanlı’nın orta alan bölgelerinde ne gibi siyasal yapılanmalara gidilebileceği konularında  Jön Türkler ile birlikte Ceditcilerin görüş alış verişleri olmuş ve bu doğrultuda ki arayışların daha düzenli ve eşgüdüm altında yürütülmesi  karara  bağlanmıştır . Fransız devriminin yarattığı yenilikçi ortamda hangi bölgelerde ne gibi siyasal yapılanmalara yönelmenin mümkün olabileceği   konusu ,ana sorun olarak bütün yenilikçi çevrelerde tartışma konusu olmuştur . Fransız  devrimi  sonrasında yaşanan on dokuzuncu  yüzyılda  meydana gelen gelişmeler doğrultusunda , bilim ve siyaset çevreleri kendi devletleri ile kamu düzenlerini korumak , bunları ayakta tutmak ve geleceğin koşullarında   varlıklarını sürdürmek  üzere topluca  harekete geçiyorlardı. Bu durumda  aynı  doğrultuda Osmanlı aydınları da yeni arayışlara yönelerek , kendi  devlet ve kamu düzenlerini ayakta tutabilecek farklı öneriler ve yolları gündeme getirerek  bir çıkış yolu arıyorlardı . Emperyalistlerin hegemonya planlarına karşı, oluşacak yeni durumlara göre , savunma ve yeniden yapılanma  alanlarında farklı düşüncelerle günün koşullarına göre oluşturulacak gelecek planlarına acilen gereksinme vardı .

Jön Türkçüler batı ülkelerinde yetiştirildikleri için genelde batı yanlısı bir tutum çizgisinde hareket ediyorlar ve bu nedenle de batı ülkelerinde geliştirilmiş olan plan ve projelere karşı sessiz kalarak , dolaylı yollardan bunlara onay veriyorlardı . Daha çok Osmanlı devletinin gayri müslüm kesimleri  batı ülkelerinin  emperyalist  planları doğrultusunda  kendilerini  bu tür hazırlıklara yakın tutarak,  onların  projelerinin  işbirlikçi taşeronu  konumunda hareket etmeyi tercih ediyorlardı . Ne var ki ,  ileri batı  ülkelerine giderek orada öğrendikleri yenilikleri benzeri bir biçimde kendi yurdunda uygulamaya öncelik veren antiemperyalist kadroların bir kısmı ise  Jön Türkler ve Ceditcilerin içinde yer alarak, bu yenilikçi akımların kendi ülkelerinin kurtuluşunda  ortaya batıdan farklı ve bölge ülkelerinin özgün  koşullarına uygun daha ulusal plan ve projeleri kamuoyunun önüne getirmeye çalışıyorlardı . Batılılar doğuluları yok ederek onların ülkelerine sahip olmaya çalışırken ,   doğulular ve merkezi coğrafya da yaşayan toplumlar da   batı emperyalizmine karşı kendini korumanın ve var olarak geleceğin dünyasında daha güçlü bir biçimde yollarına devam edebilmenin yollarını araştırıyorlardı . Bu çerçevede ,Rusya’da Türkçülük kongrelerini yöneten Cedit hareketinin önde gelen temsilcilerinden birisi olan  Yusuf Akçura İstanbul’a gelerek , Türk Derneği ve Türk Ocaklarını kurarak ve daha sonra da Türk Yurdu dergisini çıkararak ,Osmanlı ülkesinde yıkılan imparatorluk sonrasında , batı tipi bir ulus devleti  merkezi alanda  Türk kimliği altında kurabilmenin yollarını arıyordu .

Yusuf Akçura  Rusya’dan kovulduktan sonra Almanya ve İsviçre’de çalışmalar yapmış  , Almanya kökenli bir Sosyalist ihtilalin sanayileşmiş  Almanya yerine  kırsal alanda  tarımcılık yapan Rusya’da gerçekleşmesinin nedenlerini araştırmıştır . Daha sonraları da İsviçre’ye giderek  buradaki Türklerin ve de özellikle Fransa’daki  Jön Türklerin,  Paris’te yaptıkları çalışmaları yakından inceleyerek etüd etmiştir . Daha sonrasında ise  Osmanlı ülkesine dönerek İstanbul’da incelemelerini sürdürmüş ve Osmanlı devleti sonrasında aynı topraklar üzerinde bir Türk devletinin  çağdaş ulus devlet olarak kurulabilmesinin ön koşullarını belirlemeye çalışmıştır . Bu tür çalışmalarını sürdürürken  dergilerde yazılar  ve  bazı  önemli  kitaplar yayınlayarak, Osmanlı kamuoyunda geleceğe dönük bir ulusal oluşum için zemin oluşturmaya çaba göstermiştir . Daha çok çalışmalarını İstanbul merkezli yürüten Yusuf Akçura , hazırladığı broşürlerinden en önemlisini  Mısır’ın başkenti Kahire’de yayınlayarak,  hem Osmanlı devletine hem de bu devletin toprakları üzerinde yaşamakta olan Türk asıllı topluluklara  yön göstermeye çaba göstermiştir . Savaş sonrası ortamda emperyalist plan  ve programlar arasında rekabet ve yarışlar arasında bir tırmanma gündeme geldiğinde , Yusuf Akçura  “Üç tarzı siyaset “ başlıklı makalesini TÜRK ismi taşıyan ve Abdülhamit rejimi ile sürekle kavga eden ,  Kahire’deki dergilerden birisinde yayınlamıştır . İmparatorluğun dağılma koşullarında Mısır Türk sınırlarının dışında kalmasına rağmen , Yusuf Akçura hazırlamış olduğu  ve gelecek için gerekli gördüğü üç siyaset biçimini kamuoyuna açıklarken, eski Osmanlı topraklarını muhatap aldığını göstermek üzere böylesine bir siyasal bildiriyi Mısır’ın başkentinde yayınlamıştır . Bu bildiri başta Avrupa başkentlerinde ele alınarak tartışılmış, ama daha sonra da eski Osmanlı topraklarının  ve Türk dünyasının tam ortasında yer aldığı Avrasya kıtasının her bölgesinde ele alınarak tartışılmıştır . 

Yusuf Akçura bu makalesinde Osmanlı devletini çöküntüden kurtararak yoluna devam edebilmesi için üç temel siyaseti gündeme getirmiştir . (OSMANLICILIK-İSLAMCILIK-TÜRKÇÜLÜK )  başlıkları altında dile getirilen üç tarzı siyaset  makalesinde üç hedef olarak ,önce bir Osmanlı ulusu meydana getirmek ,ikinci aşamada İslamcılığa dayanan bir devlet yapısı oluşturmak , üçüncü adım da ise bir Türk siyasal ulusçuluğu yaratmak  belirtiliyordu . Yusuf Akçura Rusya’dan çıkarak  Avrupa ve Asya ülkelerini gördüğü için çağdaş anlamda bir Osmanlı milleti yaratmaya öncelik veriyordu . Bunun için din, mezhep, etnik köken ve cins ayrımı gözetilmeksizin bütün Osmanlı halklarının   bir araya getirilmesiyle, onların oluşturdukları toplumsal birliğe Osmanlı milleti denilmesini hedefliyordu .Bu noktada dünyanın her ülkesinden gelen göçmenlerin birlikte yaşayarak kendilerini Amerikan ulusu olarak tanımlamalarını dikkate alarak, buna  benzer konumda olan Osmanlı halklarının da  Osmanlı ulusu oluşturmalarını istiyordu . İmparatorluğun  parçalanma ve çöküş süreçlerinden kurtulmak  için  var olan sınırların korunarak, milli sınırlar içinde yaşayan tüm Osmanlı ahalisinin Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yeni bir ulusal yapılanmaya yönelmesini  bir çözüm olarak düşünüyordu .Osmanlı devletinin yola devam edebilmesinin ancak Osmanlı ulusunun oluşturulması ile mümkün olabileceğini aksi takdirde Osmanlı imparatorluğunun dağılmaktan kurtulamayacağını belirtiyordu . Osmanlı ulusunun oluşturulmasıyla  birlikte  devletin bir Arap devleti olmaktan kurtulabileceğini belirtiyordu . Bu arada Fransız devrimi sonrasında kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin çalışmalarında başarısız kalması da ülkede bir Osmanlı ulusu oluşumuna  giden yolu açamıyordu . İmparatorluk  on milyon kilometre karelik çok geniş topraklar üzerinde bir büyük  ülke konumuna  sahip olduğu için , milli sınırlar içinde yer alan her ülke kendi bölgesinin özelliklerine göre kimlik kazanıyor ve bu doğrultuda diğer bölgelerden farklı  bir uluslaşmaya doğru yönelişler ortaya çıkıyordu . Bu durumda Yusuf Akçura ,Osmanlı milletinin oluşturulamayacağını ve bu yüzden de Osmanlı milleti yaratmaya çalışmanın boş bir çaba ve yorgunluk olmaktan öteye gidemeyeceğini itiraf ediyordu . Ona göre Osmanlı milleti yaratma çabası ,  sonuçta  Osmanlının Araplara teslim olmasını gündeme getiriyordu . 

Yusuf Akçura’ya göre üç tarzı siyasetin ikincisi olarak İslamcılık öne çıkıyordu .Dünyada bir İslam Birliği kurulmasının  ana  hedef olarak ortaya çıkartılması ile birlikte Osmanlı devletinin  Arnavutluk’tan  Endonezya’ya kadar uzanan büyük coğrafyada  bir din ulusu yaratılması siyasetinin uzantısı olarak İslamcılık, Osmanlı devletinin önüne geliyor ama bu kadar  ,çeşitli ve dağınık bir geniş bölgede İslam adına ulus yaratabilmenin de mümkün olamayacağını, Yusuf Akçura gene  bu  üç tarzı siyaset çalışmasında  belirtiyordu . Ne var ki , din devletine yönelme durumunda  bu kez Osmanlı toplumunun farklı dinler ve mezhepler arasında çekişme alanı olacağını ve bu yüzden de din temeline dayanan bir millet yaratmanın ulus devlet sürecinde gerçekleşemeyeceğini  gene aynı çalışmasında dile getiriyordu . Bir din devletinin ümmet kavramına dayanması nedeniyle , Avrupa ülkelerinde olduğu gibi millet yaratmak açısından yetersiz kalacağını görerek ,Osmanlı devleti içinde yaşayan Yahudi ve Hrıstıyan dinlerinin mensuplarının bulunması  da, belirli grupların dışlanmasına neden olacağı için İslamcılık Osmanlı devletinin batı tipi bir ulus devlet olmasını sağlamayacaktı .Din esasına dayanan güçlü bir İslam birliği diğer din mensuplarının bulunduğu toplum yapısında kurulamayacaktı .Ayrıca Müslüman asıllı olan olan Arapların  Osmanlı ülkesinden ayrılarak bir Arap birliği devleti kurma ihtimali ile Müslüman Arnavutların Osmanlı sınırlarının dışında kalarak ülke birliğinin dışına çıkması da  Osmanlı devleti açısından din temelli bir uluslaşmanın mümkün olamayacağını  ortaya koyuyordu . Ayrıca Türk dünyası içinde yaşayan Hrıstıyan ve Yahudi topluluklarının bulunması da ,  Müslüman olmayan Türkler ile İslam yapılanmasını karşı karşıya getirebileceği için , modern anlamda bir ulus yaratılmasına karşı engel olabilecek bir yeni durumu  öne çıkarıyordu .

Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının çağdaş anlamda bir ulus yaratmak için yeterli olmadığının ortaya çıkması üzerine  , Yusuf Akçura , geriye Türk dünyasının kaldığını ve Osmanlı devleti için Türk dünyasından gelecek Türkçü bir yapılanmanın soruna çözüm olabileceğini ileri sürerek ,Osmanlı toplumunda küçümsenen Türk kimliğinin yeni devletin toplumsal  yapısının oluşumunda  beklenen temeli oluşturabileceğini  savunmak durumunda kalmıştır . Osmanlı devleti giderek dağılırken ,  dikkate alınacak Türk kimliğinin imparatorluk sınırları içinde yaşamakta olan  Türk asıllı toplulukları büyük çapta bir araya getireceğini  yazarken ,Osmanlı ahalisi içinde yaşamakta olan sağ duyulu kesimler ile  Türklüğe sempati ile bakan diğer toplum kesimlerinin de katılımıyla , imparatorluk ahalisinin en çok Türk kimliği altında bir araya gelebileceğini dile getirmiştir . Orta Asya ,Kuzey  Asya ,Doğu Avrupa ve Orta Doğu bölgelerine yayılmış bir biçimde yaşamakta olan Türk toplulukları farklı isimler altında yaşamlarını sürdürürken , tarihsel araştırmalar sonucunda  Türk asıllı toplulukların içinden geldiklerini öğrendikleri aşamada , Türk kimliğine ve Türklerin ayrı isimler altında bölünmesine karşı çıkarak,  merkezi coğrafyada bir Türk ulus devletinin oluşturulmasına  olumlu bir çizgide yaklaşmışlardır . Daha önceki dönemlerde Türk tarihi hep imparatorluklar ya da krallıklar üzerinden yaşandığı için hep devlet bağlantılı Türk olgusu siyasal alanda etkin olduğundan,siyasal anlamda bir Türkçülük sonradan gelişmiştir . En gelişmiş  sosyal ve siyasal  yapının bulunduğu Rusya toplumunda  başlayan siyasal Türkçülük akımı  sonradan gelişerek tüm Türk dünyasında etkin olmuştur . Yoğun bir Türk nüfusa sahip bulunan Rusya’da devlet modern anlamda ulusal olmaya yönelirken, kendi içinde yaşayan milyonlarca Türkün varlığını kabül etmek istememiş ve  Türkçülük kongrelerini düzenleyenleri  ülkeden kovarak  Rusya’yı sadece Rusların devleti yapmak istemiştir . Osmanlıcılık ya da İslamcılık akımlarının peşinden giderek bir ulus devlet olabilmenin  gerçeklerle pek bağdaşmaması  nedeniyle , batılı imparatorlukların doğu bölgelerine saldırdığı aşamada  doğu  bölgesindeki halkları birleştirecek en etkili akım olarak Türkçülük ortaya çıkartılmıştır . Ne var ki , Kırım savaşında Türkleri Rusya’ya karşı koruyamayan  Türklerin , Avrasya bölgesindeki Türk birliğini hiç kuramayacağını ileri süren  Türklük karşıtı yayınlar bazı yayın organlarında ifade edilmiştir . 

Osmanlı  imparatorluğunda Türk asıllı topluluklar kadar Türk olmayan gruplar da vardı ve birlikte yaşıyorlardı . Türk asıllı olmayanlar içindeki  Müslümanlar da zamanla Türkleşiyorlardı ama gayrimüslimler Türkleşmeye karşı çıkarak hep farklı bir yapılanma arkasında koşuyorlardı . Dindeki ortaklık zamanla tüm  Osmanlı  Müslümanlarının Türkleşmesine yardımcı oluyordu . Atatürk çağdaş bir cumhuriyet devleti kurarken ,  Türk asıllı olanlar kadar Türkler ile birlikte yaşayarak Türkleşen toplum kesimlerini de  eşit statüde Türk vatandaşı olarak kabül etmiştir . Türk devleti cumhuriyetin ilanı sırasında ,  mübadele yollarına başvurarak sınır dışında kalan Türklerin de anavatana getirilerek eşit Türk vatandaşlığı statüsünden yararlanmalarını sağlamıştır . Böylece çok uluslu bir devletin   dağılma aşamasında tek uluslu bir ulus devlete geçiş mümkün olabilmiştir .Yusuf Akçura’nın önerisi doğrultusunda Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının yetersiz kaldığı ulus devlete erişebilmek için devlet yapısı değiştirilirken Osmanlı yerine Türk kavramı esas kimlik olarak benimsenmiştir .Böylece üç tarzı siyasetin ilk ikisi devre dışı bırakılırken üçüncü tarzı siyaset benimseniyor ve Türkçülük akımı siyasal kadrolaşma tamamlanarak hem Türk milletine hem de Türk devletine dönüştürülüyordu .Ne var ki , böylesine bir dönüşüm Avrupa tipi ulus devlet modeli ile tamamlanırken , gene de Misakı Milli sınırları içinde yaşayan ve Türk olmayı  kabül etmeyen toplum kesimleri vardı . Yeni kurulmuş olan ulus devlet ,bu doğrultuda  vatandaşlık bağı ile devlete bağlı olan eski Osmanlı ahalisinin her bireyine de  Türk vatandaşlığı statüsünü tanıyarak , bir iç kargaşa ya da savaşa giden yolun önünü kesiyordu .  

Üçüncü tarz siyaset ile toplumun bütünün taleplerini karşılayamayan yeni ulus devletin kurucu  kadrosu, bu kez bir dördüncü siyaset olarak Atatürkçülük oluşumunu toplumun önüne getiriyordu .  Yeni ulus devlet bütün vatandaşlara eşit statü sağlarken , Avrupa ulus devlet oluşumunun ulusçuluğunu benimsemekle yetinmeyerek, aynı zamanda büyük bir Türk nüfusun içinde yaşadığı Sovyetler Birliği topraklarında millet kavramı yerine benimsenmiş olan halk kavramını da bir halkçılık akımı  anlamında  ve yeni bir siyasetin simgesi  biçiminde  kabül ederek , kurucu önderin ismi ile bu yeni yapılanmayı ,Türkçülük adına değil ama bu kez dördüncü   bir siyaset biçimi  olarak   ele alıyordu . Ulusal kurtuluş savaşı sırasında alt kimlikleriyle öne  çıkan nüfus grupları ya da  farklı din cemaaatlarının  ayrı devlet isteyerek öne çıkan temsilcilerinin  baskılarına rağmen, ulus devlet çatısı altında herkese eşit vatandaşlık tanınarak devlet modeli değişimi tamamlanmış ama daha sonra ortaya çıkan  farklı kimliklerle hareket etme girişimleri ya da emperyalist devletlerin gizli servisleri aracılığı ile yurdun doğu bölgelerinde çıkartılan isyanlar  kimlik kavgasına dönüşünce , yeni ulus devlet yönetimi  Rusya’da olduğu gibi halkçılık kavramını kabül ederek  millet ve halk kaynaşması oluşturmayı  hedef almış ve bu doğrultuda cumhuriyetin temel ilkeleri arasına hem milliyetçilik hem de halkçılık birlikte eklenerek ,  devlet ile millet kaynaşması hedefi gerçekleştirilmeye çalışılmıştır . 

Türkçülük ilkesi devlet kuruluşu sırasında temel dayanak noktası olarak benimsenmiştir . Ne var ki , bunun dışında kalan kesimlerin devlet çatısı altında oluşturulmuş olan ulusal uzlaşmaya katılımlarının sağlanabilmesi açısından , Türkiye’ye özgü bir yolun seçilerek  bu yoldan gidilmesi ortaya yeni bir siyaset çıkarmıştır . O da  devletin kuruluş aşamasında ortaya çıkan  Türk ve Türk olmayan ayırımın aşılabilmesi doğrultusunda , milliyetçiliğin yan ısıra halkçılığın da cumhuriyetin ikinci temel ilkesi olarak benimsenmesidir . Ulusal vatandaşlığın getirdiği yeni kamu düzeni içerisinde vatandaşlar arasındaki her türlü din,dil,kültür ve etnik köken  ayırımlarının aşılarak  tam anlamıyla bir ulusal bütünleşme hedeflenmiştir . Bu durum normal ulus devlet yapılanmasının ötesinde geliştirildiği için , kurucu iradeyi temsil eden kurucu önderin ismi Türkçülüğe paralel yeni bir akımın adı  olmuştur . Türkçülüğün gayrimüslim ya da farklı etnik köken dayanağı olan toplum kesimlerinin isteklerini karşılayamadığı noktada, Atatürkçülük yeni bir akım yapılanmasıyla  dördüncü siyaset tarzı olarak devreye sokulmuştur . Milliyetçilik halkçılıkla ve de  Atatürkçülük Türkçülük ile birlikte  olmuşlardır . 

Beşinci siyaset tarzı ise , daha önce ele alınan dört siyaset tarzının hem temel dayanağı hem de ana hedefi olarak dile getirilen batı uygarlığı olmuştur . Dünya tarihi boyunca her zaman  önde olmuş bir uygarlık olarak günümüzde de batı olgusu ön plandaki yerini korumaktadır . Uygarlık yarışında bütün uluslar geleceğe doğru koşarken, batı uygarlığından yana olmak bir anlamda batıcılık olarak benimsenmiş ve siyaset alanında batıcılık temel bir siyasal ilke olarak olumlu açıdan değerlendirilmiştir . Batı bloku sahip olduğu uygarlık düzeyi ile bütün ülkelere yön gösterirken , gene batı kaynaklı olumsuz  bir oluşum olarak batı emperyalizmi de bugünlere kadar varlığını sürdürmüştür .Bugün gelinen noktada   ,evrensel düzeyde  emperyalist bir yer küre hegemonyası   batı  blokunun  dünya uluslarının başına bela yaptığı bir olumsuz durumdur . Günümüzde insanlık batı uygarlığının batı emperyalizmini ortadan kaldıracağı yeni bir olumlu sürecin devreye girmesini beklemektedir . İnsanlık her yönden bir çok tehdit ile mücadele ederken , sömürü ve emperyalizmin olmadığı daha mutlu ,adil , eşit ve barışçı bir  yeni bir dünya düzeni hayal ederken , hala dünya halkları üzerinde emperyalist saldırı ve baskı düzenlerini  insanlar ortadan kaldıramamışlardır .Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kurucu önder Atatürk ana merkezin belirleyici gücü olmuş ve bu doğrultuda kurucu iradeden ileri gelen  kararlar ve insiyatif , dördüncü siyaset  tarzı olarak Atatürkçülük yolunun hem içeriğini hem de hedeflerini belirlemiştir . Atatürk Avrupa kıtasının yanı başında Türk devleti  kurarken  Avrupa kaynaklı batı uygarlığından en üst düzeyde yararlanarak her zaman için yüzünü uygarlığa dönmüş ama batının emperyalist saldırıları ile de karşılaştığı zaman da batının ordularına karşı çıkmaktan ve onlarla savaşmaktan da  geri kalmamıştır . Yusuf Akçura 1905 yılında yayınladığı üç tarzı siyaset ile  Osmanlı imparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine yönelmenin çizgilerini belirlediği için Türk kamu oyu  bu üç siyaset  biçimini tartışmıştır . Ne var ki , daha sonraki aşamalarda Osmanlıcılık ve İslamcılık  devre dışı  kalırken ,  Türkçülük akımı öne geçerek etkin olmuş ve yeni devlet Türk  ulus devleti  olarak örgütlenmiştir . Türklüğün ya da Türkçülüğün yetersiz kaldığı aşamalarda ise,  Atatürkçülük kurucu önderin iradesiyle devreye girerek dördüncü siyaset tarzını Türkiye Cumhuriyetinin siyasal gündeminde etkin kılmıştır .Cumhuriyetin iki temel ilkesi bir araya gelebilirken , Türkiye’nin Türkçüleri ile Atatürkçülerinin bir araya gelerek, Atatürk cumhuriyetine  birlikte sahip çıkmaları artık gerçekleştirilmelidir .  Ayrıca küreselleşme adı altında başlatılmış  olan yeni sürecin orta çağ eğilimlerini öne çıkarmaya başladığı bugünün  olumsuz  koşullarında , insanlığın uygarlıktan vazgeçmemesi kararlılığı çizgisinde bir batıcılık akımı da ,beşinci siyaset tarzı olarak, bugünün siyasal gündeminde  en başta etkinliğini korumalıdır . Türkiye’yi  yöneten hükümetler ve de siyasal iktidarlar, devletin kuruluş aşamasında yaşanan gelişmeleri  her zaman için dikkate alarak hareket etmek zorundadır . Üç tarzı siyasetin yetersiz kaldığı noktada Türk ulusu beş tarzı siyaseti düşünebilmelidir . Osmanlıcılığın geride kaldığı bir dünyada, dinciliğin din ve mezhep kavgalarına zemin hazırladığı öncelikle görülmelidir . Tarih  kitapları okunursa tarihin   ders alınması gereken oyunlarla dolu olduğu görülecektir . İmparatorlukların yüz yıl önce geride kaldığı bir dünyada, insanlık ya çağdaş cumhuriyetler ve ulus devletler çatısı altında  ilerlemenin yollarını arayacak ya da  siyasal aldatmacalarla postmodern senaryolara teslim olarak ,yeni bir orta çağın yolcusu olacaktır . Zenginliğin bir avuç insanın elinde toplanması halk kitlelerini yoksulluğa mahkum ederken, cumhuriyetlerin diktatörlüğe dönüştüğü  ve ulus devletlerin de alt kimlik parçalanmalarıyla bölünmeye doğru sürüklendiği  bir ülkede, insanlığın zorla bir kaos ortamına süreklenmesine izin verilmemelidir . Üç tarzı siyaset ile yola çıkan Türkiye bugün için beş tarzı siyaseti tartışma aşamasına geldiyse , bu durumun dikkatlice yeniden değerlendirilmesi ülke ve dünya barışı açısından zorunluluk kazanmaktadır  .Önümüzdeki dönemde  değişen koşullar  ve yeni ortaya çıkan uluslararası süreçlerde yeni siyaset tarzlarının öne çıkabileceği ihtimali ile Türkiye  her şeye hazırlıklı olmalıdır .

Exit mobile version