Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com)
Denilebilir ki Lozan’da Musul dışında toprak tartışması yaşanmadı. Ancak iki konuda büyük tartışmalar yaşandı, hatta görüşmeler bu nedenlerle kesildi.
Bunlardan biri Batılı emperyalistlerin Osmanlı’dan edinmiş oldukları ekonomik ayrıcalıklar, ikincisi ise Fener Rum Patrikhanesidir.
Emperyalistler Kapitülasyonlar, Balta Limanı Ticaret Antlaşması, Tanzimat, Düyunu Umumiye vd. yollardan elde ettikleri, Osmanlı’yı ekonomik tutsak yapıp batışa götüren ekonomik ayrıcalıkları kaybetmek istemiyorlardı.
İkinci konu olan Patrikhane ise, hem Yunan “Megali İdea“sının (Büyük Ülkü), hem de Batı’nın Büyük Ülküsünün koçbaşıdır…
Yunanistan‘ın Büyük Ülküsü Bizans’ı diriltmektir!..
Batı, Haçlı savaşlarından beri sürdürdüğü Büyük Ülküsünü, Birinci Dünya Savaşı başlarken açıklamıştı: “uygarlıktan yoksun Türkler, Avrupa kültürünün baş düşmanıdır ve Avrupa’nın en güzel topraklarını kanlı yönetimleri altına almışlardır. Amacımız buraları kurtarmak ve Türkleri, ait oldukları yere sürmektir.”
11 Eylül’den sonra, Büyük Orta Doğu Projesi’ni (BOP) başlatmak üzere, Ortadoğu’ya saldırı emrini veren George W. Bush’un, “bu bir Haçlı Seferidir” demesi, Batı’da Haçlı ruhunun yaşadığını göstermektedir…
***
Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra Patriği ekümenik (evrensel) yaptı ve Patrikhane’ye, Bizans döneminde sahip olduğundan daha çok haklar verdi. Kimi padişahlar, Patrikhane’ye tanınan bu hakları bir miktar kısıtlasa da ayrıcalıklar Cumhuriyet’e dek sürdü. Buna karşın Patrikhane, Fatih’ten günümüze dek Türk düşmanlığını hiçbir dönemde bırakmadı. Kuşaktan kuşağa aktarılan kin ve nefret, siyasi ereklerle birleştirilerek genlere işleyen bir kalıt olarak hep canlı tutuldu.
Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasıyla sonuçlanan Mora Ayaklanması’nı desteklemesinedeniyle Patrik II.Gregorios, 1821’de Patrikhane’nin orta kapısında asıldı. Bu kapı o gün, Bizans kurulana kadar açılmamak üzere kapatıldı ve hala kapalıdır.
Patrikhane Birinci Dünya Savaşı süresince Etnik-i Eterya, Pontus Rum ve Mavri Mira gibi onlarca dernek kurdu. Pontus Cemiyeti’ne bağlı çeteler, toplu katliamlar yaptı.
1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenilince, Patrikhane’ye Çift Başlı Bizans Kartalı Bayrağı çekildi ve Yunanistan’a bağlanma kararı alındı. Rumlara, evlerini Yunan ve Bizans bayrakları ile donatmaları buyruğu verildi. Rumlar ve Ermeniler, sokaklara dökülerek, İstanbul’a giren işgal kuvvetlerini sevgi gösterileriyle karşıladılar. Patrikhane’ye bağlı papazlar, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna dek Yunan Ordusunu destekledi. Kiliselerin bodrumuna silah depoluyor, çeteler oluşturuyor ve Yunan ordusuna asker topluyorlardı. Aynı işi, Doğu Anadolu Bölgesinde Ermeni papazlar yapıyordu. ( Metin Aydoğan, http://kuramsalaktarim.com/izmir-metropoliti-fener-rum-patrikhanesi-ve-akp/)
Le Journal muhabiri Paul Herriot’a, 25 Aralık 1922 günü verdiği demeçte, “Bir fesat ve ihanet ocağı olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımızda barındıramayız” diyenAtatürk, Lozan’a gitmeden İsmet Paşa’ya kesin buyruğunu verdi: “ekonomik ayrıcalıkların tümü kaldırılacak ve Patrikhane Türkiye’den çıkarılacaktı…”
Lozan’da sıra bu maddelerin görüşülmesine gelip de İsmet Paşa, ünlü inadıyla söylenenleri duymazlığa vurup direnince, 20 Kasım 1922’de başlayan görüşmeler, 4 Şubat 1923’te bitirildi. Ancak Türkiye’nin bu konularda, savaşı yeniden başlatabilecek kadar kararlı olduğunu anlayan İtilaf Devletleri görüşmelere tekrar başlamak için ikinci kez Lozan’a davet ettiler.
23 Nisan 1923’de başlayan İkinci görüşmelerde, ekonomik ayrıcalıklarından da vaz geçtiler ama Patrikhane konusunda direndiler. Sonunda Patriğin ekümenik sıfatı kaldırıldı. Sadece İstanbul’daki Rum cemaatinin dini önderi olarak, Fatih Kaymakamlığı’na bağlı, Müftülük gibi bir dini kurum olması, T.C. vatandaşı olmayanların Patrik ve Sen-Sinod Meclisi üyesi olamamaları üzerinde anlaşılarak Patrikhane’nin kalması kabul edildi…
***
Antlaşma imzalandıktan sonra, İtilaf devletlerinin kaptanı konumunda olan İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, İsmet Paşa’yı kenara çekerek şunları söyledi: “bak genç General, ne istediysek reddettiniz. Ama bunların hepsini cebime koydum. Ülkeniz harabeye döndü, yoksulluk diz boyu, paranız pulunuz yok. (Yanında bulunan Amerikan TemsilcisiAmiral Bristol’ügöstererek) para ikimizde; yarın gelip bizden borç isteyeceksiniz. İşte o zaman cebimdekileri çıkarıp önünüze koyacağım ve hepsini alacağım…”
Atatürk zamanında Lozan’da ceplerine koyduklarını çıkarma fırsatı ve cesareti bulamadılar. Tersine Krallarını (VIII. Edward) ve ünlü generallerini (McArtur) ayağına göndererek saygılarını sunmak gereksinimi duydular. Ancak Atatürk’ten sonra O’nun yolundan ayrılıp yanlış politikalar uygulanınca her şey tersine döndü…
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı emperyalistlerin kaptanlığını İngiltere’den devralan ABD’ye Marshall Planı çerçevesinde avuç açılınca, Lord Curzon’un cebindekiler çıkmaya başladı…
Atatürk’ün gözü gibi korunmasını istediği “Tam Bağımsızlık”, ekonomi, eğitim ve savunma başta olmak üzere yok edildi…
ABD Başkanı’nın, özel uçağıyla Türkiye’ye gönderdiği Yunanistan vatandaşı Athenagoras, Lozan delinerek Patrik yapıldı. Atatürk’ün Patrikhane’ye karşı, Papa Eftim’e kurdurduğu Türk Ortadoks Kilisesi dağıtıldı. (ABD’nin FETÖ ve AKP’yi kullanarak, Türk Ordusu’nu ve Ulusalcı Harekatı çökertmek için Ergenekon vd. kumpasları başlattığında Papa Eftim’in kızı Sevgi Erenerol’un da tutuklanması ilginçtir.)
Adnan Menderes, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Athenagoras’ın ayağına dek gidip elini öptü. Milli Eğitim Bakanlığı, Heybeliada Ruhban Okulu’nu ‘Teoloji Yüksek Okulu’ adını vererek ilahiyat fakültesi haline getirdi…
Turgut Özal Hükümeti, Patrikhane tarihinde görülmeyen bir ayrıcalıkla Kültür Bakanlığı Bütçesi’nden Patrikhane’ye maddi kaynak aktardı.
AKP döneminde ise Lord Curzon’un cebindekilerin tümünü, Amerika ve AB istedi AKP verdi. Bunları bizzat Erdoğan açıkladı: “Azınlıkların hukukunu bu dönemde, bizim yaptığımız şekliyle kimse yaptı mı? Yapmadı. 2 milyar doları aşkın azınlıkların gayrimenkullerini kendilerine biz teslim ettik. Bunu Batılı dahi yapmıyor. Ama biz yaptık” (Ekim 2014). Sözü edilen bu gayrimenkullerin tapuları, Patrikhane vd.lerine Tanzimat’tan sonra Batılıların baskısıyla verilmiş, Cumhuriyet iptal etmişti. Böylece AKP’nin, Cumhuriyet’e karşı, Tanzimat’tan yana olduğu görülüyor!..
Gene Erdoğan dedi ki “Sen Sinod Meclisi Patriği seçmekten düşmüştü ve ben o zaman Sayın Patriğe haber gönderdim. Dedim ki, ‘Bize bazı isimler gönderin biz onları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapalım’ Ve bize isimler geldi, 7’ydi ben bu çağrımı yaptığımda, 17’ye çıktı. Şu anda 17 tane Sen Sinod Meclisi’nin dini elemanları, dini görevleri var. Daha da ileri gideceğim, mesela Patrik yurt dışına çıkmak istese Lozan’a göre, Eyüp Kaymakamlığı’nın izniyle çıkabilirdi. Ama biz bunu bile bir kenara koyduk, ‘Patriklik makamı farklıdır’ dedik, önünü açtık”(Aralık 2017). (Müyesser Yıldız. https://odatv4.com/erdogan-bidena-boyle-selam-verdi-02122030.html). Oysa Lozan’ hezimet olarak görüyorlardı, şimdi Lozan’ın kazanımlarını koruyamıyorlar!…
***
AKP döneminde yoğunlaşan misyonerlik faaliyetleri sonucunda, ilçelere dek apartman kiliseler kuruldu. Turistik gezi ayaklarıyla otobüslerle Doğu Karadeniz’e gelen ve köylere kadar dağılan misyonerler, ‘mübadelede kendilerini gizleyerek Türkiye’de kalmış Rumları’ aradılar. Bulduklarını iddia ettikleri böyle insanların çocuklarına burslar vererek, okutmak üzere Yunanistan’a götürdüler…
Bu dönemde Anadolu’nun birçok yöresinde bulunan kilise kalıntıları, ‘kültür varlığı’ adı altında restore edildi. Çanakkale’den Isparta’ya, İzmir’den Hatay’a kadar, onarılan bu kiliselere Patrikhane metropolitler atadı. Tek kişilik dahi cemaati olmayan bu kiliselerde, Yunanistan’dan, aralarında bakanların da bulunduğu cemaat getirilerek ayinler yapıldı.
Sonuç olarak, artık Fener Rum Patrikhanesi, dokunulmazlığı olan bir dükalık gibidir. Uluslararası etki gücü yüksektir. Türkiye’yi gelen, Papa dahil tüm Batılı devlet insanlarının önceliği Patrikhane’yi ziyaret etmektir. Artık gündeme getirilen konular, ‘Cihan Patrikliği’, ‘Ekümenlik Hakları’, ‘Kızılhaç Televizyonu’, ‘Dinler Arası Diyalog’ ve ‘Diyanet Yanında Temsil Hakkı’ gibi noktalara varmıştır.
Patrikhane’nin sonuçsal (nihai) ereklerini, Osmanlı dönemindeki haklarından daha ileri götürülmüş durumdadır. Emperyalizmin yarattığı güce dayalı egemenlik ve bu egemenliğin yarattığı küresel karmaşa, Türkiye’nin güçsüzlüğüyle birleşince, Patrikhane bu cesareti kendisinde bulmaktadır (Metin Aydoğan,a.g.y.)
Geçenlerde Adalet Bakanı’nın Cumhurbaşkanlığı sözcüsü ile birlikte, Fener Rum Patriği başta olmak üzere diğer cemaatlerin ruhani liderleri ve vakıf temsilcileri ile görüşmesi ve sonrasında yapılan açıklamalar dikkat çekicidir (Müyesser Yıldız, a.g.y.). Ekonominin dibe vurması ve Ayasofya’nın ibadete açılmasının Batı’da oluşturduğu tepkiyi azaltmak için yeni ödünler verilmesinden korkulmaktadır!…
Acı olan muhalefetin de bu konuda iktidarın yanında yer almasıdır!…
Bir yanıt yazın