Site icon Turkish Forum

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Teröriste Ödül Vermişler

Cumhurbaşkanı  Erdoğan,  1995 yılında Sırplar tarafından Srebrenitsa’da  yapılan soykırımı inkar eden ve Sırp savaş suçlularını savunan yazar Peter Handke'ye  tepki göstererek  kendisine  Nobel Ödülü verilmesini eleştirmiştir: "Nobel ne olduğunu ortaya koydu. Nobel kendini tüketmiş, kendini bitirmiştir. Nobel tamamıyla ideolojik davranan bir kurumdur. Benim için Nobel'in hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Böyle bir zalime ödül vermekle buna ortak olmuştur. Bu tür bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil. Bu sadece şu anki ödülde değil ki bundan önceki ödüllerde buna dikkat etmişlerdir. Türkiye’den kalkmışlardır teröriste ödül vermişlerdir." - sadik ridvan karluk

Cumhurbaşkanı  Erdoğan,  1995 yılında Sırplar tarafından Srebrenitsa’da  yapılan soykırımı inkar eden ve Sırp savaş suçlularını savunan yazar Peter Handke‘ye  tepki göstererek  kendisine  Nobel Ödülü verilmesini eleştirmiştir: “Nobel ne olduğunu ortaya koydu. Nobel kendini tüketmiş, kendini bitirmiştir. Nobel tamamıyla ideolojik davranan bir kurumdur. Benim için Nobel’in hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Böyle bir zalime ödül vermekle buna ortak olmuştur. Bu tür bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil. Bu sadece şu anki ödülde değil ki bundan önceki ödüllerde buna dikkat etmişlerdir. Türkiye’den kalkmışlardır teröriste ödül vermişlerdir.”

Handke; siyasi görüşleri,  eski Yugoslavya’daki savaşlarda Sırp güçlerin işlediği insanlık suçlarına şüphe düşüren  yazıları  ve savaş suçlarından yargılandığı sırada yaşamını yitiren dönemin Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç’in cenazesinde yaptığı konuşma  sebebiyle tepki toplamıştı.

Cumhurbaşkanı  daha sonra   ”Sizin verdiğiniz bu ödüller kusura bakmayın kimseyi ikna etmez. Bu verdiğiniz ödül bir Aziz Sancar hocamıza verilen ödül değildir, bir Orhan Pamuk’a verilmiş bir ödül değildir. Kimseyi aldatamazsınız, aldatamayacaksınız.  ‘Tamamıyla ideolojik davranan bir kuruluş konumundadır. Nobel’in artık hiçbir özelliğinin kalmadığını ortaya koyacağız… Teröristleri kendi romanına yansıtan siz Nobel’e layık görürseniz bizim de sizi tanımamız mümkün değildir”  açıklamasında bulunmuştur.

Konuşmasında Nobel ödüllü iki Türk’ten birisi olan Aziz Sancar’a ayrı bir parantez açan Erdoğan’ın, “terörist” sözüyle Orhan Pamuk’u mu yoksa başka birini mi kast ettiği anlaşılmayınca  Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Sayın Cumhurbaşkanımızın bugünkü konuşmasında yer alan ‘Türkiye’den teröriste ödül vermişlerdir’ şeklindeki  ifadeleri herhangi bir şekilde sayın Orhan Pamuk’a yönelik değildir. Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye düşmanı ideolojik yaklaşımları ve terör faaliyetleri bilindiği halde Nobel’e aday gösterilen ya da farklı uluslararası örgütlerce ödüllendirilen isimleri kastetmiştir” ifadelerini kullanmıştır.

Fakat Erdoğan başbakanlığı döneminde Orhan Pamuk’u arayarak kutlamıştı. O dönemde  Başbakanlık sözcüsü Akif Beki “Sayın Başbakan, ABD’de bulunan Orhan Pamuk’la bugün yaptığı telefon görüşmesinde, Nobel Ödülünün bir Türk yazarına verilmiş olmasından memnuniyet duyduğunu belirterek kendisini tebrik etti. Orhan Pamuk da Sayın Başbakan’a teşekkür ederek, memnuniyetini ifade etti”  demiştir. )

Cumhurbaşkanının açıklamalarına  HDP sözcüsü  Günay Kubilay  tepki göstermiştir: “Erdoğan’ın sözlerini Fahrettin Altun düzeltmeye çalışsa da ok yaydan çıkmış, bilinçaltı dışa vurmuştur. Erdoğan, saray çevresi dışındaki herkesi ‘terörist’ diye yaftalama yaklaşımı Orhan Pamuk’a kadar genişlemiştir.” )

HDP, TBMM’nin aldığı karara katılmama gerekçesini  şöyle açıklamıştır: “AKP, MHP, CHP ve İYİ Parti’nin ABD Senatosu’nda kabul edilen Soykırım Yasa Tasarısına ilişkin Meclis’te aldıkları kararı kabul etmiyor, ‘Hayır’ oyu veriyoruz. Bu topraklarda yaşanan soykırım ve tüm acılarla yüzleşilmesi çağrısı yapıyoruz.” (https://www.hdp.org.tr/tr/guncel/haberler/bu-topraklarda-yasanmis-acilarla-yuzlesmek-bu-topraklarda-yasayan-insanlarin-gorevidir/13811 …)  Bu  açıklamalara Mark Twain  cevap vermiştir:  “Gerçek, ayakkabısını giyene kadar yalan dünyayı dolaşır.” 

Stockholm’de  Handke’ye  ödül verilmesine tepki gösteren İsveçli gazeteci Christina Doctare, 1988 yılında Birleşmiş Milletler Barış Gücü sağlık ekibinde görev yaptığı için aldığı Nobel madalyasını  iade edeceğini açıklamıştır: “İsveç Akademisi ile gurur duyuyordum ancak şu an tek hissettiğim utanç ve suçluluk. (…) 27 yıl önce orada soykırıma şahit oldum. Nobel Edebiyat Ödülü’nün Bosna Hersek’te yaşanan soykırımı inkar eden Peter Handke’ye verilmesinden dolayı Nobel madalyamı iade edeceğim.”

1973 yılında  Vietnam barışına yaptıkları katkıdan dolayı ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte ödül aldığı açıklanan Vietnam Başbakanı Le Duc Tho o dönemde Vietnam’ın içinde bulunduğu durum  sebebiyle ödülü almamıştır. Boris Pasternak 1958’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü  Sovyetler Birliği’nin baskısıyla reddetmiştir. 2018 Nobel Edebiyat Ödülü taciz skandallarıyla bu yıla ertelenmişken 2019 Nobel’i kazananın da tepki çekmesi üzerine  İsveç Kraliyet Akademisi Nobel Komitesi’nden iki üye  istifa etmiş, başka bir üye ise ödül törenine katılmayacağını  açıklamıştır.

Nobel Edebiyat Ödülü’nün  Handke’ye verilmesi tartışılırken  Demokrat Partili Senatör Robert Menendez Twitter hesabından yaptığı paylaşımda sözde Ermeni soykırım tasarının kabul edildiğini duyurmuş, gündem  hemen değişmiştir. (BREAKING: Our resolution to recognize and commemorate the #ArmenianGenocide just passed the United States Senate) (https://www.yahoo.com/news/2-u-senate-passes-resolution-192356549.htmlhttps://www.yahoo.com/news/2-u-senate-passes-resolution-192356549.html)

Menendez, “Öldürme baltalar,  kürekler ve yabalarla yapıldı. Ortalık mezbaha gibiydi. Bebekler annelerinin gözünün önünde kayaların üzerinde kesildi” derken  (The killing was done with axes, cleavers, shovels and pitchforks. It was like a slaughterhouse, Menendez said, quoting a priest who documented the atrocities at the time. Infants were dashed on rocks before the eyes of their mothers.) kendisine gerekli tepki maalesef  gösterilmemiştir. Washington Büyükelçimiz Serdar Kılıç Menendez’e Hocalı’da Ermeni çetelerinin tarihin en vahşi katliamlarından birini yaparak çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok Azeri Türkünü  vahşice katlettiğini açıklayan bir mektup neden göndermemiştir?

Büyük Ermenistan idealistlerinden   Zori Balayan’ın  1995 yılında yayınlanan Ruhumuzun Canlanması” (Heaven and Hell, Armenian, Russian and English) Los Angeles, 1997, Yerevan, 1995) kitabında (s. 260-262) Hocalı’da soykırımın yapıldığını  itiraf ettiği satırlar aşağıdadır:

“Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.” )

Ermeni çeteleri insanların kafa derilerini yüzmüş, sağ olarak ele geçirdiklerini  işkenceye tabi tutmuş, testereler ile  kol ve bacaklarını kesmiş, genç kızların kafa derilerini yüzmüş, babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşuna dizmiş, kesik kafaları sepetlere doldurmuş, 56 hamile kadının karnını yarmışlardır. Tüm bu gerçekleri görmek istemeyip sözde Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen “Ermeni İsyanı 1894-1920” belgeselini izlemelidirler. (Türkçe için: , İngilizce için: The Armenian Revolt: 1894-1920:

Eski ASALA eylemcilerinden  Monte Melkonian Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere komutanlık yapmış ve katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğünde anlatmıştır. Melkonian’ın ölümünden sonra (çatışmada öldürüldü,12 Haziran 1993, Mirasali) Markar Melkonian kardeşinin günlüğünü “Benim Kadeşimin Yolu” (My Brother’s Road: An American’s Fateful Journey to Armenia, I.B.Tauris, 2005) kitabında  Hocalı katliamı için  “Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.” demiştir. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın Yok hükmündeki bu karar, siyasi, askeri ve ekonomik hiçbir alanda Türkiye’nin haklı ve kararlı duruşunu etkilemeyecektir” demesi ile kararlar   yok olmamaktadır.  Dışişleri Bakanlığı “Tarihin nasıl siyasileştirilebileceğinin utanç verici örneklerindendir”  açıklamasının da hiçbir etkisi yoktur.

Ermeni sitelerine (Türkçe ve İngilizce) girildiğinde Türkiye aleyhine yapılan  propagandanın sınırı yoktur. ) Sadece yok hükmünde demekle  bu işler olmuyor!…  Bizim kaç tane ANCA gibi bir sitemiz var? Cevap: Hiç yok. Ermeni sitelerine bir örnek:

Uluslararası dergilerde sözde Ermeni soykırımının  gerçek olmadığına ilişkin yayın yapmazsanız, konferans vermez sadece kararlar alındıktan sonra “yok hükmünde” derseniz “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” atasözümüz  aklımıza gelmelidir. Atı alanın Üsküdar’a geçmeden  boğazın mavi sularında boğulması için “academia”da  bu konuda en çok atıf alan  aşağıdaki makalem gibi yüzlerce, binlerce  makale yayınlanmalıdır.

 Ermenilerin yalanlarını ortaya çıkarmak için arşivlere girmeye gerek yoktur. Bu konuyu defalarca yazmama rağmen hiç kimse  1,5 milyon rakamının Almanya’daki Nazi toplama kampının önündeki anıttan çalıntı olduğuna değinmemiştir. Hamparian’ın söz ettiği  1,5 milyon  rakamı, Auschwitz- Birkenau toplama kampının önündeki dikili taştan alınmadır.

Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı  Porselen Müzesi’nin önündeki heykelde de  aynı rakam vardır. Burası, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir.  Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde  sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına”  ifadesi vardır.   Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta  “…about one and a half million men, women and children mainly jews from various countries of Europe”  yazılıdır.

YÖK’e teklif ettiğim tüm üniversitelerde (207) birer “Ermeni Araştırmaları Enstitüsü” kurulması, bunların her birinin yılda uluslararası dergilerde İngilizce olarak 5 yayın yapmasının zorunlu tutulması, YÖK’ün bu yayınlara ve enstitülere destek vermesi önerim suya yazılan yazı olarak kalmıştır.  YÖK bu konuda  hassasiyet göstermez ise meydan, Garo Paylan gibi (TBMM üyesi) Ermeni  muhiplerin  yalanları ile dolacaktır:

Hepimiz Nazilerin Yahudilere yaptığı soykırım filmleri ile büyüdük. Ermeni soykırımı düşünüldüğünde ‘Benim devletim böyle büyük bir kötülük yapmış olamaz’ refleksidir toplumdaki ki anlaşılır. Çünkü onlara büyük bir yalan söylendi, dört kuşaktır söyleniyor. Bu devlet büyük bir cinayet üzerine kuruldu. Bilmiyorlar ama artık bunun değiştiğini görüyoruz. İdrak noktasına gelindi. Adını koymakta zorlanıyoruz. Ben soykırım olarak tanımlıyorum ama açıkçası bu suçu kapsayan ve kabul eden herhangi bir kelimeye ben razıyım. Yeter ki o suçu kapsasın. O suçun mağdurlarının yüreğini soğutsun. O suçun faillerini de mahkum etsin. Talat, Enver, Cemal üçlüsünü katil olarak tanımlasın. İsimleri okullarımızın adlarından silinsin.” (January 27, 2018  09:41 Garo Paylan speaks out against Turkish military operation in Afrin Member of the Turkish parliament of Armenian origin Garo Paylan, representing pro-Kurdish People’s Democratic Party, has spoken out against the Turkish military operation in Syria’s Afrin called Olive Branch,Garo Paylan twitted.)

Türkiye’nin jeopolitik  konumuna  duyarlı olan Amerikan Başkanları, sözde Ermeni soykırımını tanımaktan kaçınmıştır. Bunu yapan tek Başkan 1981’de Ronald Reagan olmuştur. Kongre de benzer soykırım kararları geçmesine rağmen tanıma süreci tamamlanamamıştır. Şimdi durum değişmiştir. Başkan Trump, seçim ortamında Ermeni oylarını küstürmemek için ve de  Ermeni lobisinin baskısına dayanamayarak 24 Nisan 2020’de “soykırım” (genocide)  derse hiç şaşırmayalım.

Ermeni diasporası ve ANCA 1915  tehcirini;  Ermeni davasını (Hai Tahd)  desteklemek amacıyla kullanarak  Türkiye’nin 1915’de Ermenilere soykırım yaptığını kabul ettirmeyi kuruluş amacı olarak belirlemiştir. Bu amaç doğrultusunda  24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırımı anma haftası olarak  kabul etmiştir. Ermeni megalo ideası olan Hay Dat’ı bilmezsek kaybeden biz oluruz. “Hay Dat” (Hai Tahd) Ermenice bir isim tamlamasıdır. Hay “Ermeni”, Dat ise “dava” anlamına gelir.  ABD  Temsilciler Meclisi’nden geçen tasarıdan sonra ABD Senatosu da  Ermeni  tehcirini sözde “soykırım” olarak tanıyan karar tasarısını  onaylamıştır. Karara  Türkiye’den   tepkiler gelmiştir. Fakat bu tepkiler  suya yazılan yazı gibidir. Gelen bir dalga her şeyi silip süpürmektedir.

ABD’nin  sözde soykırımı tanıması, sırada bekleyen ülke parlamentolarından benzer kararların alınmasına   yol açar ki, bu durum uluslararası hukuka aykırı bile olsa Türkiye üzerinde çok büyük bir baskı yaratır. Tıpkı Avrupa Birliği Parlamentosu’nun aldığı benzer kararlar gibi. Eğer yeni bir karar alınıp eski kararlar ortadan kaldırılmadığı sürece Türkiye AB’ye üye olamaz.

2019 yılı itibarıyla Almanya, Brezilya, Fransa, İtalya, Kanada ve Rusya’nın da aralarında olduğu 29 ülkenin yanı sıra ABD’nin 50 eyaletinden 49’u  olayları soykırım olarak kabul etmiştir. Bu ülkeler dünya siyasetinde ve ekonomisinde güçlü ülkelerdir.

1965: sözde Ermeni Soykırımı’nı ilk tanıyan ülke Uruguay’dır. 1962 – Kıbrıs, 1995 – Rusya, 1996 – Kanada, 1997 – Lübnan, 1998 – Belçika, 1996 – Yunanistan, 2000 – İtalya, 2000 – Vatikan, 2001 – Fransa , 2003 – İsviçre,  2004 – Arjantin , 2004 – Slovakya, 2004 – Hollanda,  2005 – Venezuela,  2005 – Polonya, 2005 – Litvanya,  2007 – Şili, 2010 – İsveç,

2014 – Bolivya , 2015 – Avusturya, 2015 – Lüksemburg, 2015 – Brezilya, 2015 – Paraguay, 2015 –  Suriye, 2016 – Almanya,  2017 – Çek Cumhuriyeti, 2019 –  Libya geçici hükümeti. Sözde Ermeni Soykırımı’nı  Avustralya, Arjantin, Kanada, İsviçre, İngiltere, İspanya, İtalya, ABD (50 eyaletten 49’u) sözde soykırımı  kısmen tanımıştır. Uluslararası kuruluşlar arasında Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu,  BM’in bazı komisyonları, Kiliseler Uluslararası Birliği de vardır. Çok dikkat çekici bir gerçek vardır: 29 ülkeden 3’ü Müslüman Arap  ülkesidir.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Twitter’da yaptığı paylaşımda karara tepki göstermiştir ama bunun uluslararası camiada hiçbir etkisi olmamış, uluslararası basında yer bulamamıştır.  “Senatoda kabul edilen Ermeni karar tasarısı, ikili ilişkilerimizin geleceğini tehlikeye atmaktadır. Barış Pınarı Harekatı’nın başlangıcından itibaren, Amerikalı mevkidaşlarımıza Suriye’nin kuzeyindeki askeri operasyonumuzun nedenlerini ve hedeflerini anlattık. Yaptırımlar ve tehditler bizi ulusal güvenlik çıkarlarımızı korumaktan vazgeçirmeyecektir. ABD Kongresindeki bazı üyeler Suriye’deki askeri operasyonlarımızdan rahatsız oldu diye ulusal güvenliğimizden taviz verecek değiliz.”

Fahrettin Altun’un tespiti doğrudur. Çünkü, Türkiye’nin Washington’da nasıl tanımlanması gerektiği ve Ankara’ya yönelik nasıl bir politika izlenmesi gerektiği tartışılan konuların başında geliyor. CIA içinde Soğuk Savaş politikalarını şekillendiren Harvardlı tarihçi Richard Pipes’ın oğlu, İsrail destekçisi Ortadoğu Forumu Başkanı Daniel Pipes, katıldığı bir panelde, Türkiye’nin artık kaybedildiği düşüncesinde olduğunu  açıklamıştır:

“Sanırım bugün kimse Erdoğan’ın Türkiyesi’nin Amerika’nın müttefiki olduğunu iddia etmeyecektir. Şimdi yeni bir tartışma var. Şu anda gördüklerimiz bir politika sapması mı ya da kalıcı bir değişim mi? Muhammed Mursi’nin Mısır’da iktidara gelmesi gibi mi yoksa daha çok İran devrimi gibi mi? Bu uzun dönemli bir değişim. Daha da ileri gideceğim, İran’da 40 yıl önce olanların daha yavaş halini Türkiye’de görüyoruz. Daha az şiddetli, daha az dramatik ama aynı yol.” VOA Türkçe’den Serhan Akif Akyıldız ve Celal Çevirgen’in haberine göre Pipes, “Amerikan politikasının Türkiye’yi geri getirebileceği varsayımı temelinde hareket etmesi gerektirecek bir durum yok. Türkiye, İran’ın kaybedildiği gibi kaybedildi ancak sonsuza kadar değil ama bir süreliğine. Ankara için uzun dönemli bir politika hazırlamalıyız”  demiştir.

Daniel Pipes, ABD’nin muhafazakar NeoCon kanadının önemli isimlerinden olup, Büyük Ortadoğu Projesi’ni hazırlayan çekirdek grubundandır. ABD’deki Yahudi lobisinin etkin görevlilerindendir. Ilımlı İslam modelini savunur ve Washington’un önde gelen isimlerindendir. Pipes’ın Türkiye konusunda önerdiği politikalar arasında Türkiye’nin NATO’dan çıkartılması da vardır: “Yaptırımları değerlendirmeliyiz, S-400’leri satın almalarından dolayı Amerikan mali sistemine ulaşımlarını engellemeliyiz. Nükleer silahları Türkiye’deki üsten çıkarmalıyız. Bütün Amerikan askerlerini Türkiye’den çekmeliyiz ve son olarak Türkiye’yi NATO’dan çıkartmalıyız.”  Pipes, Cumhurbaşkanı Erdoğan için 13 Kasım 2019’da “Erdoğan’ın Türk Lokumu” başlığı ile bir yorumda bulunmuştur.

Hocalı’da Ermeni çeteleri tarihin en vahşi katliamlarından birini yapmış, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok Azeri Türkünü  vahşice katletmiştir. İnsanların kafa derilerini yüzmüş, sağ olarak ele geçirdiklerini  işkenceye tabi tutmuş, testereler ile  kol ve bacaklarını kesmiş, genç kızların kafa derilerini yüzmüş, babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşuna dizmiş, kesik kafaları sepetlere doldurmuş, 56 hamile kadının karnını yarmışlardır. Tüm bu gerçekleri görmek istemeyip sözde Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen “Ermeni İsyanı 1894-1920” belgeselini izlemelidirler. (Türkçe için: , İngilizce için: The Armenian Revolt: 1894-1920: )

Ermeni güçleri 1992 yılının 25 Şubatı 26 Şubat’ta bağlayan gece Hocalı kasabasında 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 Azeri Türkünü öldürülmüş,  487 kişi bu saldırıda ağır yaralanmış, 1275 kişi  rehin alınmış, 150 kişi kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başlarının kesildiği görülmüştür. Eski ASALA eylemcilerinden  Monte Melkonian Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere komutanlık yapmış ve katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğünde anlatmıştır.

Melkonian’ın ölümünden sonra (çatışmada öldürüldü,12 Haziran 1993,  Mirasali) Markar Melkonian kardeşinin günlüğünü Benim Kadeşimin Yolu (My Brother’s Road: An American’s Fateful Journey to Armenia, I.B.Tauris,2005) isimli kitapta Hocalı katliamı için şunları yazmıştır: “Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.” Büyük Ermenistan idealistlerinden   Zori Balayan ise  1995 yılında yayınlanan Ruhumuzun Canlanması (Heaven and Hell (Armenian, Russian and English) Los Angeles, 1997, Yerevan, 1995) kitabında (s. 260-262) Hocalı’da soykırımın yapıldığını  itiraf etmiştir:

“Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.” )

Bu süreçte  Türk kamu diplomasisi sınıfta kalmıştır. Kamu diplomasisi, bir ülke hükümetinin başka bir ülkenin vatandaşlarını ve aydınlarını kendi politik ve ideolojik düşünceleri doğrultusunda etkilemeye çalışması demektir. Kavram uluslararası ilişkilerin geleneksel diplomasi dışında kalan kısımlarını kapsamaktadır. Hayır oyu veren 11 Temsilciler Meclisi üyesi arasında iki Müslüman üye   bulunmamaktadır. Üstelik bunlardan biri Arap (Filistin) kökenlidir.  Cumhurbaşkanı Erdoğan  BM Genel Kurulu’nda  Filistin haritasını göstererek Filistinlilere sahip çıkmıştır ama  Filistin kökenli Arap Temsilciler Meclisi üyesi Rashida Thalib  Türkiye aleyhine oy kullandığı için ANCA tarafından kendisine  teşekkür edilmiştir. Tlalib, kendisine gönderilen  “Deputy Rashida Tlaib, Photographs of nine Turkish citizens who lost their lives to vote against the bill that you use Turkey is attached”  mesajına cevap bile vermemiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan  Araplar için şunları söylemiştir: “Türk Arap’sız yaşayamaz, kim ki yaşar der, delidir, Arap’ın Türk hem sağ gözüdür, hem sağ elidir.” “Hiç kimse kusura bakmasın, kim ne derse desin, Araplar bizim kardeşimizdir, biz de onların kardeşiyiz.” “Türklerle Araplar bir elin parmakları gibidir, etle tırnak gibidir, mazimiz bir, biliniz ki istikbalimiz de bir.” “Araplarla aramıza sınırlar çizilmiş olabilir, aramıza görünmez duvarlar çekilmiş olabilir, hepsini aşacak iradeye sahibiz.” “Bu ülkede köpeklerine Arap adı takanlar oldu, sokaklardaki köpekleri Arap Arap diye çağıranlar oldu, köpeğe niye Arap diyor, hep Araplarla bağlarımızı koparmak için böyle diyor, Ortadoğu’yu bataklıkmış gibi göstermek için köpeğe Arap adını takıyor.” “ Araplar bizi arkadan vurdu. Hep bunu söylerler. Hatta ben, avami olacak kusura bakmayın ama köpekleri bile Arap, Arap diye çağıran bir anlayışı yaşadık bu ülkede.”

Bu sözleri acaba  Arap kardeşlerimiz  hak ediyorlar mı diye düşündüm ve hak etmediklerine karar verdim. Çünkü;

Erdoğan’ın Davos Zirvesi’ndeki  “one minute” çıkışının üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına rağmen  bu söz suya yazılan yazının ötesine geçememiştir.  İsviçre’nin Davos kasabasında 29 Ocak 2009‘da Dünya Ekonomik Forumu’nda  düzenlenen “Gazze: Ortadoğu’da Barış Modeli” başlıklı panelde dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e karşı  söylenmiştir ama Filistin dahil hiçbir Arap ülkesi Müslüman KKTC’yi tanımamıştır.

ABD’de tasarılara tepki gösteren Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç  “Yabancı ülke meclislerindeki vekillerin malum lobilerin etkisiyle aldıkları ve alacakları, tarihi gerçeklerden uzak, tarafsız araştırma ve değerlendirmeye ve ilgili ülkelerin arşivlerinde yapılması gereken incelemeye dayanmayan vizyon yoksunu kararları şanlı tarihimize leke süremez” derken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ,”Karar bizim için yok hükmünde” açıklamasında bulunmuştur. Bu konuda sayın Büyükelçi Kılıç’a gönderdiğim e mailler ve gelen cevaplar aşağıda okurlarımın takdirine sunulmuştur.

Teşekkür

Sayın Büyükelçi

Serdar Kılıç

ABD

Washington

Sayın Büyükelçim,

Aşağıda isimleri yazılı TM üyelerine tarafınızdan imzalı  bir teşekkür mektubumu yazılıp yazılmadığını merek etmekteyim. Bu konuda Turkish Forum’da (ABD) bugün yayınlayacağım yazıda bu konuyu yazacağım için gün içinde cevap verebilirseniz memnun olurum.

Saygılarımla.

  1. Karluk

Sayın Büyükelçim,

Sizden olumlu ya da olumsuz bir cevap alamadım.

Bu durumu TF’da kayda geçmesi için yazacağım.

Saygılarımla.

  1. Karluk

Sadık Rıdvan Karluk <ridvankarluk@gmail.com>, 7 Kas 2019 Per, 12:59 tarihinde şunu yazdı:

Sayın Karluk,

Bize ulaştığınız için teşekkür ederiz. Dün size bir e-posta yollamıştık. Ancak aldınız mı emin olamadık. Sayın Cumhurbaşkanımızın ve öncü heyetlerimizin ziyaretleri nedeniyle sorunuza hızlı geri dönüş yapamadık, size ulaşabileceğimiz bir telefon numarası verirseniz telefonda görüşmek isteriz. Saygılarımızla Vaşington Büyükelçiliği

From: Turkish Embassy in Washington, D.C.
Sent: Tuesday, November 12, 2019 4:11 PM
To: ‘Sadık Rıdvan Karluk’ <ridvankarluk@gmail.com>; Turkish Embassy in Washington, D.C. <embassy.washingtondc@mfa.gov.tr>
Subject: RE: Teşekkür

Rıdvan Bey Merhaba, Size ulaşabileceğimiz bir telefon numarasını bizimle paylaşabilir misiniz? İyi günler dileriz.

From: Sadık Rıdvan Karluk <ridvankarluk@gmail.com>
Sent: Tuesday, November 12, 2019 2:52 PM
To: Turkish Embassy in Washington, D.C. <embassy.washingtondc@mfa.gov.tr>
Subject: Re: Teşekkür

Sayın Büyükelçim,

)

Sayın Nihan Günay’ın bana göndermiş olduğu cevapta çok önemli bir hata vardır. Eğer bu hatalar yapılıyorsa, vay hailimize.

Türkiye aleyhine alınan  kararlar sonrasında, “Karar bizim için yok hükmünde” demek bir moda olmuştur. ABD, İşid lideri Ebu Bekir el Bağdadi’yi  öldürmüş, fakat  diğer bir terör örgütü lideri olan malum  kişiyi Beyaz Saray’a davet etmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’ye gitmeden önce “ABD’den terörist Mazlum’un iadesini isteyeceğiz” demiştir ama  bu konuda  bir  ilerleme  olmamıştır. Ermenistan  Türkiye’yi “soykırım” yapmakla suçlamakta ve bunun uluslararası alanda tanınması için çalışmaktadır. Bu iddia Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne de konulmuştur. Bunun  dünyada  gerçek bir olguymuşçasına kabul edilmesinin başarılması, Ermeni dış politikasının temel hedeflerinden biridir.

Ermenistan yıllardır Azerbaycan topraklarının yaklaşık yüzde yirmisini işgal altında tutmaya devam etmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (822, 853, 874 ve 884) kararları Ermenistan’a işgale son vermesi yönünde çağrı yapmış ve bölgedeki diğer ülkelerin toprak bütünlüğüne Ermenistan’ı saygı göstermeye davet etmiş olmasına rağmen  bu ülke  uluslararası kabul edilmiş normlara  uygun bir tutum benimsemeyi  kabul etmemiştir.

Şimdi, bu kapsamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Teröriste Ödül Vermişler” demeci ile doğrudan ilgisi olması sebebiyle 6 Kasım 2012 tarihinde yayınlanan Orhan Pamuk Legion d’honneur Nişanını Neden Aldı” başlıklı yazımı paylaşıyorum. (https://www.turkishnews.com/tr/content/2012/11/06/orhan-pamuk-legion-dhonneur-nisanini-neden-aldi/)

Orhan Pamuk Legion d’honneur Nişanını Neden Aldı

Yazar Orhan Pamuk’a Fransa Kültür Bakanlığı’nda 29 Ekim’de düzenlenen törenle Legion d’honneur nişanı verilmiştir. Törende konuşan Fransa Kültür ve İletişim Bakanı Aurelie Filippetti, Pamuk’un liberal duruşuna dikkati çekerken, yazarlığını övmek için de Orhan Pamuk ile Victor Hugo arasında benzerlik kurmuştur. Fakat ya Hugo’yu ya da Pamuk’u okumamıştır. Yazarın özellikle İstanbul temalı hikayelerinden etkilendiğini belirten Filippetti, “İstanbul hikayeleri nedeniyle sizi Fransız yazar Victor Hugo’ya, hikayenizi de Sefiller’e benzetiyorum. Bu bakımdan oldukça tanıdık geliyorsunuz” demiştir.
Hugo Sefiller romanında Paris varoşlarını tüm çarpıcılığı ile anlatırken ve de sınıflar arasındaki farkları gösterirken, Pamuk İstanbul’u Nişantaşı penceresinden görmektedir.
Fransa tarafından Napolyon döneminden bu yana verilmekte olan nişan, Fransa’da ciddi bir “seçkinler ağına” dahil olmanın yanı sıra, pek çok kazanım da sunmaktadır. Bu sebeple nişanı alan çoğu kişi bunu iade etmek istemez. Orhan Pamuk, törende yaptığı konuşmasında Türk-Fransız ilişkilerine değinerek, “Osmanlı-Türk siyasi batılılaşmasının modeli Fransa olmuştur” demiştir ama Paris’in Sevr banliyösündeki porselen müzesinin önüne Ermeniler tarafından 8 Mart 2001 tarihinde dikilen Ermeni Kin Anıtı’nın üzerindeki “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazısını ve de anıtı görmezden gelmiştir. Belki bu anıttan haberi bile yoktur.

Fransa, Türkiye’yi tarihte yapılmayan sözde Ermeni soykırımı ile suçlayan ve bu konuda parlamentosundan yasa çıkaran ilk ülkedir. 29 Ocak 2001 tarihinde onaylanan bir cümlelik yasa şöyledir: “Fransa , Ermenilerin 1915 yılında maruz kaldığı soykırımı tanır.”
Fransa
, Osmanlı İmparatorluğunu tarihe gömen Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı binanın önüne kin anıtı dikilmesine izin veren ülkedir. Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşmasının halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.” Ermenistan, Türkiye’nin doğu sınırlarını tanımamakta ve Ağrı dağını kendi toprağı olarak görmektedir.
Fransa, 24 Nisan 2003 tarihinde Paris’te Kanada meydanına Gomitas Sogomonyan adına bir diğer sözde Ermeni kin anıtı dikilmesine de onay veren ülkedir.
Fransa, başta Lyon olmak üzere ülkenin diğer kentlerinde ve de Paris’in banliyölerine sözde Ermeni kin anıtlarının dikilmesine izin veren ülkedir.
Fransa, Türkiye’nin Paris Büyükelçisini koruyamamış ve büyükelçi İsmail Erez’in 1984 yılında Ermeni terör örgütü Asala tarafından şehit edilmesine engel olamamıştır.
Fransa, beş diplomatımızın Ermeni Asala teröristlerince şehit edildiği ülkedir.
Fransa, Büyükelçiliğimizin arkasında bulunduğu Paris’in en küçük sokağına (148 m. uzunluk, 15 m. genişlik) Ankara (rue d’Ankara) adını veren ülkedir. Buna karşılık Ankara’nın en güzel caddelerinden biri Paris Caddesi’dir.
Fransa, Ruanda’da 1994 yılında yaklaşık 800 bin kişinin öldürüldüğü soykırımdan sorumlu ülkedir. Terry George’ın 2004 yapımı Otel Ruanda filmi Fransa’nın Ruanda da yaptıklarını anlatmaktadır. Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame, 6 Ağustos 2008 tarihinde Fransa’nın Hutu rejimi ile bağı olduğuna ilişkin ellerinde güçlü kanıtlar olduğunu öne sürmüştür.
Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” şeklinde açıklamada bulunmuştur. (Le Figaro, 12 Ocak 1998)
Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 2006’da Cezayir’e yaptığı ziyarette “Babalarının yanlışları için oğulların özür dilemesi beklenemez” demiştir.
Fransa, Cezayir’de gerçekleştirdiği soykırımın hesabını henüz verememiş  ülkedir.
Fransa, Avrupa Birliği müzakere sürecinde 5 müzakere başlığını veto ederek Türkiye-AB ilişkilerinin donmasını sağlayan ülkedir.

Yaşar Kemal, 18 Aralık 2011 tarihinde İstanbul’da kendisine verilen Legion d’honneur Grand Officier’i (büyük subay) nişanını alırken yukarıdaki gerçekleri sanırım bilmiyordu. Yoksa bu nişanı kabul etmezdi. linkini tıklayanlar, Yaşar Kemal’in ödül törenine katılanların memnuniyetini göreceklerdir.

12 Ekim 2006 tarihinde Fransızların Ermeni soykırımını inkara ceza yasasını parlamentolarından geçirdikleri gün Ermeni soykırımını kabul eden Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir. Acaba sizce bu bir tesadüf müdür yoksa bir merkezden yönetilen bir planın parçası mıdır?

Orhan Pamuk,  İsviçre’de yayınlanan günlük Tagesanzeiger gazetesinde 6 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan röportajında “Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse benim dışımda hiç kimse konuşmaya cesaret edemiyor ve milliyetçiler bunun için benden nefret ediyorlar”  açıklaması, Nobel Edebiyat ödülünü almasında etkili olmuştur. Bu ifade bir cehaletin tescilidir. Türkiye’de bir milyon Ermeni öldürülmemiştir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuştur. Pamuk bu demecinin ardından ABD’de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri olmuş, 2007 Mayıs’ında yapılan 60’ncı Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapmıştır. Nedense tüm bu başarılar 6 Şubat 2005 tarihinden sonra gelmiştir.

1964 yılında  Nobel Edebiyat ödülünü reddeden Fransız düşünür J. P. Sartre’ın, “Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir” deyişinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Doktor Jivago’nun yazarı Rus Boris Pasternak’ın Nobel Edebiyat ödülünü (1958) reddetme gerekçesi olan ödülün yazarlığı için değil, ülkesini eleştirdiği için verildiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Fransızlara karşı özgürlüğü savunurken 1930- 1944 tarihleri arasında Fransızlar tarafından tutuklanan Vietnamlı Le Duc Tho’nun da Nobel Barış ödülünü reddettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?

Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela’nın 1992 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır? 93 yaşındaki Mandela’nın ABD’nin Houston Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gülen Enstitüsü’nün 2010 Barış Ödülünü 27 Ocak 2011’de aldığından acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Cumhurbaşkanımız Gül’ün telefonuna büyük bir saygısızlık göstererek çıkmadığından acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Gül, “Savaşta bile cumhurbaşkanları birbirleriyle konuşurlar” diyerek nazik bir şekilde tepkisinin göstermişti.

Fransa Anayasa Mahkemesi’nin sözde soykırım yasasını iptal kararına ve 6 Mayıs 2012 tarihinde gerçekleşen Fransa Cumhurbaşkanlığı İkinci Tur Seçimlerini Sosyalist Parti Lideri François Hollande’ın kazanmasına rağmen, sözde soykırım iddialarının Fransa’daki ortaokul ders kitaplarına sokulduğundan acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Eski Dışişleri ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık 1968 yılında Paris Büyükelçisi iken Marsilya’daki sözde Ermeni kin anıtının açılış törenine Fransız hükümetinin resmen katılmamasını istemesine rağmen anıtın açılışına Fransız bakanlardan birinin katıldığını görünce Ankara’ya sorma gereğini dahi duymadan Paris’i terk edip Ankara’ya dönmesinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Monnet, Maupassant, Marie ve Pierre Cruie, Ravel, Jean Paul Sartre, Simon de Beauvoir, Catherine Deneuve, Jacques Prevert gibi alanlarında çok seçkin kişilerin kendisinin sevinerek aldığı nişanı reddettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?

EHESS / Paris ve INSERM araştırma merkezi profesörlerinden, asbest karşıtı hareket üyesi, sosyolog Annie Thébaud-Mony’nin, 14 Temmuz 2012 tarihinde kendisine verilen Légion d’honneur nişanını kabul etmediğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Mony’nin reddetme gerekçesini açıkladığı mektubundaki “Çalışma koşullarındaki kötüleşmeyi, iş kazası ve meslek hastalıklarının yarattığı dramları, asbest, tarım ilaçları, nükleer ve kimyasal atıkların doğal çevremizi nasıl tahrip ettiğini görünür kılmaya çalıştığımız zaman, kamusal otoriteler tarafından ciddiye alınmak istiyoruz.”görüşünden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?

Türkiye’den YÖK eski başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç ile eski bakanlardan Karman İnan’ın Ermeni tasarısı sebebiyle Légion d’honneur nişanını iade ettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?

Fransa’nın 29 Ekim 1919’da Kilis’i, 5 Kasım 1919’da da Antep’i işgal ettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Türkiye’nin, Fransa topraklarında Gaziantep’te ve Kahraman Maraş’ta yapılan Ermeni katliamları için anıt açamayacağından acaba Pamuk’un haberi var mıdır? İşgale katılan Fransız askerleri arasında bölgeden daha önce göç eden Ermenilerin de olduğundan ve bu Ermenilerin bölge halkını katlettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Antep kentinin başına “gazi”, Maraş kentinin başına “kahraman” sıfatlarının neden getirildiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Gazi sıfatının Fransızları memleketlerinden kovan Anteplilere, TBMM’nin 6 Şubat 1921’de verdiği unvan olduğundan acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Fransa’da bugünlerde sözde Ermeni soykırımı anketi yapıldığından acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Ankette yeni bir Ermeni soykırımı yasası gerekli mi diye sorulmuştur. )
Ankette 274555 oy kullanılmıştır ve bu oyların yüzde 52’si yeni bir sözde Ermeni soykırım yasasının çıkarılmasından yanadır.

ABD  Temsilciler Meclisi üyeleri  ile senatörler dönüp kendi geçmişlerine bakmadan Türkiye’ye iftira atmamalıdırlar. Başkan Andrew Jackson, Amerikan Kızılderililerinin yurtlarından çıkarılmasına ve başka yerlere sürülmelerine  yönelik  Yerli İskan Yasası‘nı çıkararak   Kızılderililerin yurtlarından çıkarılmasını sağlamıştır. Bu yasadan 180 yıl sonra  ABD yönetimi  Kızılderililerden özür dilemiştir. Bu yasa , Mississippi Nehri’nin doğusunda yaşayan yerlilerin yurtlarından çıkarılmasına yönelik hükümet politikasıdır. Mississippi’nin doğusundaki topraklara göçmen akınının hızlandığı 1820’lerin ortalarında beyazlar barışçı yerlileri bile yurtlarından sürmeye yönelmişlerdir.

Yasa, yerlileri topraklarından çıkarmak için anlaşmalar yapılmasını öngörmesine rağmen çoğu  defa  zora başvurulmuştur.  ABD’nin Güneydoğu bölgesindeki beş uygar kabile (Cherokee, Creek, Chickasaw, Choctaw ve Seminole) sürgüne uğramıştır.  Bu Kızılderililer Georgia, Alabama, Kuzey  Carolina, Florida ve Tennesseedeki  arazilerini bırakıp sürekli tapu vaadiyle Yerli Toprakları (bugünkü Oklahoma) denen tanımadıkları bir bölgeye gitmeyi kabul etmemişlerdir. Bunların çoğunun kendilerine ait evleri, temsili yönetimleri, misyoner okullarına giden çocukları ve çiftçilik dışında meslekleri vardı. 1830’larda 100 bin kadar yerli askeri güç kullanılarak batıya göçe zorlanmıştır.

Gözyaşı Yolu (Trail Of Tears)  olarak tarihe geçen bu zorunlu göç sırasında çoğu kelepçeli olan yerlilerin dörtte biri yollarda  ölmüştür.  Yerli ve askeri kayıtlara dayanan tahminler, yaklaşık 100 bin yerli insanın bu dönemde evlerinden zorla alındığını ve bunun da zaman zaman geri çekilme dönemi olarak bilindiğini ve batıya göçte 15 bin kişinin öldüğü varsayılmaktadır. Gözyaşı Yolu,  bu insanların yaşadığı kolektif ıstırabı anmak için kullanılmaktadır. Tıpkı Stalin’in yüzbinlerce Kırım Türkünü 18 Mayıs 1944 tarihinde Kırım’dan trenlere bindirip Orta Asya’ya sürgüne göndermesi gibi. (Trail Of Tears In 1830, President Andrew Jackson signed the Indian Removal Act, which empowered the federal government to take Native-held land east of Mississippi and forcibly relocate Native people from their homes in Georgia, Alabama, North Carolina, Florida, and Tennessee to “Indian territory” in what is now Oklahoma. In a mass atrocity remembered as the Trail of Tears, tens of thousands of Native Americans died or were killed after fleeing their homes in terror.)

ABD aynı zulmü Türk soyundan gelen Alaska yerlilerine de  uygulamıştır.  Alaska’nın yerli halkı, 2500 yıl önce Bering Boğazı’nı aşarak Alaska’ya yerleşmiş Türk asıllı (Ata Başkan) bir  kabiledir.  Bugün halen 6500 Alaskalı kendilerini Ata Başkanlardan sayar ve bunların 2400 kadarı Yukon ve Koyukok Nehirleri kenarlarındaki köylerde yaşarlar.  Kanada’nın aslı Kızılderili lisanına göre “Kan Ada” dır. Kuzey Amerika’da  Apaçi Kızılderililerinin asıl ismi Abacı’dır. Teksas’ın asıl ismi Kızılderili Türkçesine göre “Tek Saz” dır. Türklerin özelliklerinden biri de gittikleri yerlere dağ, nehir, ova, körfez, ada ve kentlere Türkçe isim vererek o bölgeyi Türk yurdu yapmalarıdır. Alaska’nın ada, nehir, körfez, dağ, göl, deniz ve coğrafi isimlerinin tamamına yakını Türk Devletleri, Türk kabileleri ve Türk Büyüklerinin isimlerini taşımaktadır. Alaska’da İskit, Yakut, Hunah, Dol-Gan (Duncan), Karluk, Kayu (Kayı), Ingalık (Ungalık), Ata Başkan, Çuğaş (Çuvaş) ve Tan-Ana bunlardan sadece bir kaçıdır.  ABD iken bir arkadaşım bana “Karluk City” sizin mi deyince çok şaşırmıştım ama bir türlü gitmek kısmet olmadı.

Bu isimler Alaska ile Alaska yarımadasının Kanada sınırları içinde olan yüzlerce değil binlerce coğrafi isimlerden  sadece bir kaçıdır. Kartal ve çift başlı kartal tarihte ilk defa Asya Türk Devletlerinde resmi devlet arması ve bayraklarında kullanılmıştır. Avrupa Hun İmparatorluğu ile Büyük Selçuklu İmparatorluğunun armaları çift başlı simetrik kartal şeklindedir. Yakut Türkleri and içerken Kartal dansı ile tören yaparlardı.  25 Haziran 1876’da savaşı kaybeden Amerikalılar daha sonra Kızılderilileri soykırıma uğratmışlardır. (Necati Güroğlu, “Kızılderililerin Dili; Turan Dil Grubundandır,”   Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Sayı 151, Temmuz 1999,  Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı)  ABD’li senatör ve Temsilciler Meclisi üyelerine birer mektup yazarak bunların hatırlatılmasında yarar vardır.

Bilal Şimşir’in “Malta Sürgünleri” adlı kitabında dediği gibi “Ermeni katliamı” iddiası hukuki açıdan Ağustos 1921’de çökmüştür. (Şimşir, s. 21) 1933’de Nazilerin yakmaya başladıkları kitapların yazarı  Yahudi  kökenli Stefan Zweig’ın “Akıl ve siyaset nadiren aynı yolda buluşur” sözü günümüzde Ermeniler için geçerliliğini koruduğu sürece,  sözde Ermeni soykırımı  gündemden düşmeyecektir. Bunun için 24 Nisan 2020 tarihinden önce mutlaka çok etkili bir girişim yapılmalıdır. Başkan Trump geçen yıl dememişti ama bu yıl üzerindeki baskıyı hafifletmek için Ermeni tehcirine “soykırım” (genocide) diyebilir.

Türkiye bu konuda şimdiye kadar savunmada kalmıştır.  Arşivlerimizi açtık gelin bakın politikasını bir an önce bırakmalıyız. Alınan sözde Ermeni soykırım kararlarına da artık “yok hükmündedir” dememeliyiz. Bunun için YÖK kapsamında 207 üniversitede birer “Ermeni Araştırmaları Enstitüsü kurulmalı, burada sözde Ermeni soykırımı konusunda yabancı dilde yayın yapılması teşvik edilmelidir.  Bu konuyu daha önce YÖK’e teklif etmeme  rağmen maalesef  bir sonuç  alamadım.

İngilizce yayınlanan “Armenian Deportation Is Not A Genocide” başlıklı makalem Academia’da 5828 makale ile ilgilendirilmiştir. Kararlar alınınca “yok hükmündedir” demekle bu konuda bir arpa boyu yol almamız mümkün değildir. Çünkü siz istediğiniz kadar “yok” deyin, bu kararlar yok olmuyor.

)

Türkiye, sözde Ermeni  soykırımını büyük saygı duyan Ermenistan dostu ülkeler ile çevrelenmiştir.  Acaba yetkililerimizin bu çevrelenmeden  haberleri var mıdır?  Rusya 11.11.2019, Yunanistan 05.11.2019, Romanya, 29.10.2019, Bulgaristan 28.10.2019, Gürcistan 16.10.2019, Almanya 17.09.2019, Uruguay 15.08.2019. Rusya ve Yunanistan Kasım, Romanya, Bulgaristan ve Gürcistan temsilcileri  Ekim ayında Erivan’ı ziyaret etmişlerdir.

16-17 Nisan 2020 tarihleri arasında  Kilikya Ermenileri konusunda sözde Ermeni Soykırım Müzesi’nde   uluslararası konferans düzenlenecektir. Bu konferansa Türkiye’den de katılım olmalı ve bu bölgedeki Türk soykırımı da açıklanmalıdır. Kilikya Ermeni Krallığı, 1080-1198 arası Beylik ve 1198-1375 arası krallık olan Çukurova bölgesinde bulunan bir devlettir.  Bizans İmparatorluğundan alınan toprak üzerine kurulmuştur ve zamanla daha geniş bir alana yayılmıştır. Leon I devletin ilk kralı olmuştur.

Aralık 2018’de Bakü’de düzenlenen Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü  39. Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısına katılan Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Türk Şehitlik Anıtı’na  çelenk koymamıştır ama Ermenistan ziyaretinde sözde Ermeni soykırım anıtını ziyaret etmiştir. 1918 Rus-Azeri ihtilafı sırasında Osmanlı Azerbaycan’a girmiş, 1130 Türk askerinin şehit düştüğü savaşı Rusya  kaybetmiştir.  Karabağ Şehitliği’nin de yer aldığı alanda  bulunan, 27 metreye 72 metre boyutlarındaki dikdörtgen anıt, şehir parkının girişindedir. Çelenk koymak isteyenlere özellikle  Lavrov’a duyurulur. Aralık 2018’de Bakü’de düzenlenen Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü  39. Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısına katılan Lavrov, Türk Şehitlik Anıtı’na  çelenk koymamıştır.

Son günlerde gündeme gelen Şehir Üniversitesi’nde okuyan  bir öğrencinin de  katıldığı (katılım tarafımdan teyit edilmiştir) bir grup  Erivan’da  sözde Ermeni Soykırım Anıtı’nı ziyaret etmişlerdir. Nisan ve Mayıs aylarında İstanbul’da başlayıp Erivan’da devam eden, her iki şehirden sosyal bilimler alanlarında okuyan üniversite öğrencilerinin katıldığı bir atölye düzenlenmiştir. “Ermenistan-Türkiye Diyalog ve Hafıza Yolculuğu” başlıklı bu atölye, Karakutu ve Imagine – Çatışma Dönüşümü Merkezi (Imagine Centre for Conflict Transformation) derneklerinin ortak projesi olarak Ermenistan-Türkiye Normalleşme Süreci Destek Programı kapsamında  Avrupa Birliği İstikrar Aracı desteği ile gerçekleşmiştir. 28 Temmuz 2017, )

Bu kapsamda Türkiye’ye eğer Ermeni öğrenciler de gelmiş ise, Anıtkabir’i ziyaret edip etmedikleri sorgulanmalıdır. Madem bizimkiler sözde Ermeni soykırım anıtına gitmişler, Ermenilerin de Anıtkabir’i ziyaret etmeleri gerekirdi.

 Rusya, PKK/YPK terör örgütü mensubu ile  kör gözüne sokar gibi bayrak değişimi yaparken,  Lavrov sözde Ermeni soykırım  anıtına  çelenk koyarken, Ermenilerin Hocalı’da soykırım yapmasına göz yuman, Kırım’da insan hakları ihlali yapan ve Kırım’ı uluslararası hukuka aykırı bir şekilde ilhak eden  Rusya’ya   gerekli tepkiyi göstermememizi CHP  İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak şöyle  açıklamıştır:

“S-400’ler ile savunmada, turistler ile turizmde, Akkuyu ve doğalgaz ile enerjide, 25,5 milyar dolarlık ithalat ve ihracat ile ekonomide, Rusya’ya bağımlı olduk.” Toprak, “Rusya ile 2015’deki gibi bir problem yaşarsak, tarım, turizm, enerji, ekonomi, taşımacılık ve savunmadaki olası bir ambargodan çok büyük yara alırız. 22 milyar dolarlık Akkuyu Nükleer Santrali ve 16 milyar dolarlık Türk-Akım Boru Hattı projesi Rusya’ya verildi. Türkiye yılda 16-20 milyar doları bulan enerji ithalatında, özellikle doğalgazda yüzde 70’e varan oranda Rusya’ya bağımlı hale geldi. Nükleer santral ve elektrik alım garantileri devreye girdiğinde Rusya’ya enerji bağımlılığı daha da artacak..”

Erdoğan Toprak haklıdır. Yumurtaları asla aynı sepete koymamak gerekir. Çünkü sepet sallanınca hepsi kırılır. Türkiye Suriye’de yanlışlıkla bir Rus zırhlısını vursa ve zırhlıdaki Rus askerleri ölse ne olur? Ne olacağı bellidir. Türkiye’yi 1915 yılında soykırım yapmakla suçlayan, 10,775  kilometre uzaktan gelip Suriye’yi işgal eden fakat Türkiye’nin  teröristlere meşru müdahale kapsamında müdahalesine karşı çıkarak  NATO üyesi olan Türkiye’ye yaptırım uygulamaya kalkan ABD’ye neden gerektiği kadar tepki gösterilmemektedir?

ABD’ye Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilen  diplomatlarımız konusundaki görüşleri hiç sorulmuyor mu?  Paris’te 1985-1990 yılları arasında görev yaparken ASALA terör örgütünün hedefinde olan biri olarak bu tepkinin gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu şehitler arasında rahmetli Haluk Sipahioğlu ile Paris’te OECD Büyükelçilimizde 2 yıl birlikte görev yapmıştık. Eskişehir İTİA’nin kıdemli öğretim üyelerinden Prof. Yusuf Ziya Binatlı, rahmetli Haluk Sipahioğlu’nun dayısıydı. Yusuf hocayı çok yakından tanıdığım için  aramızda çok yakın bir ilişkimiz  olmuştu.

Bu süreçte  Washington Büyükelçimiz  Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarını ne ölçüde korumuştur bilemem. ABD’de yaşayan  bir Türk olan sayın Feruh Demirmen   gönüllü olarak   bu görevi  üstlenmiştir:

“From: Ferruh Demirmen [mailto:ferruh@demirmen.com] Sent: Tuesday, November 12, 2019 5:56 PM To: Subject: FW: S.Res.150 Armenian genocide November 12, 2019 Dear Senator ………(through Chief of Staff), Although earlier today I sent you (through your website) my thoughts on S.Res.150 on “Armenian genocide,” I would like to pass on additional information on this matter. S.Res.150 mimics H.Res.296 that was passed overwhelmingly by the House on October 29 at a time when antí-Turkish sentiments in the House had reached a very high decibel because of the Syrian situation. The bill passed after intense lobbying by the Armenian lobby. The assertions made in the bill, however, cannot be supported. “Armenian genocide” is a mere allegation that has no historical basis, and likewise no legal basis. Hundreds of historians do not consider the 1915 events in Ottoman Anatolia as genocide. The requisites of the 1948 UN Genocide Convention, the 2013-2015 decisions of the European Court of Human Rights, and the determination of France’s Constitutional Council in 2016, also mitigate against the recognition of “Armenian genocide.” The UN has not recognized “Armenian genocide.” The claim that 1,5 Million Armenians had perished is also an obnoxious lie. There is no official record of number of Armenians died. On the flip side, more than half a million civilian Muslims died at the hands of armed Armenian militia that had corroborated with the invading powers, mainly Russia. The resolution adds insult to injury where it is stated that the “massacres “of Armenians lasted until 1923, the year the modern Turkish Republic was founded, and that the U.S. had ”recognized“ ”Armenian genocide” (in 4 words, in a 25-page document that deals with procedures!) back in 1951, at a time when Turkish soldiers were fighting and dying in Korea alongside the U.S. troops. More than 56,000 Turkish troops served in Korea from 1950 to 1971, and 751 of them died on the battlefield. More than 21,000 were wounded. And Turkey is supposed to be a NATO ally – not to mention that Turkish troops are helping the U.S.-led Coalition forces in Afghanistan. Please also know that a people, that is Turks, who welcomed Jews that were persecuted during the Spanish inquisition in the 15th century, helped mass-starving Irish people by sending shiploads of food (against the wishes of English) during the 1845-1849 Great Famine, and rescued thousands of Jews from the Nazi terror during WW-II, cannot commit the hideous act of genocide against a minority which it embraced and considered “a loyal nation” for 6 centuries. The late Judge Sam Weems, a devout Christian, who authored the book, “Armenia: Secrets of a ‘Christian’ Terrorist State,” (2002) called the Armenian genocide claim “as bogus as a three-dollar bill and (they) know it,” Should you wish additional information, I will be glad to provide such information. Sincerely, Ferruh Demirmen, Ph.D.”

Temsilciler Meclisi’ndeki oylama sonrasında  Türkiye lehine  oy veren üyelere (hayır oyu)  teşekkür mektubu yazılmasının yararlı olacağını   düşünerek bu durumu  Washington  Büyükelçiliğimize ilettim. Fakat cevap alamayınca  göndermiş olduğum ikinci  mesajıma gelen cevapta  telefon numaram istenmiştir. Ben seyahatte olduğum için mesajı geç fark ettim   ve  telefon numaramı gönderme imkanım olamadı. Yazışmalar aşağıdadır.

Büyükelçilimizden bir dönüş olmadı ama  ABD’de yaşayan  sayın Ferruh Demirmen, 15 Kasım’da  11 Temsilciler Meclis üyesine (James Baird (IN), Kevin Brady (TX), Susan Brooks (IN), Larry Bucshon (IN), Tom Cole (OK), Virginia Foxx (NC), Andy Harris (MD), Mark Meadows (NC), Greg Pence (IN), Mike Rogers (AL), Mac Thornberry (TX) teşekkür mektubunu göndermiştir. Mektup; Houston, Texas’tan bir birey olarak, bu fırsattan dolayı, çok taraflı Türk-karşıtı H.Res.296 faturasına “HAYIR” oy vererek cesaretiniz ve ilkeli duruşunuz için teşekkür etmek istiyorum” diye başlamaktadır. Oldukça uzun olan mektubu ) den okuyabilirsiniz:

Suriye sorununda  ABD ile Rusya arasında fark yoktur. Terörist Ferhat Abdi Şahin ile birlikte Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov’un da katıldığını  tele konferansın fotoğrafı  her şeyi açıklamaktadır.  Gerek ABD’nin ve gerekse Rusya’nın kırmızı bülten” ile aranan bir teröriste sahip çıkması uluslararası   skandaldır. Fakat  bu skandalı  ABD ve Rusya skandal olarak görmemektedir. Bu sebeple yazımın başlığını “Büyük Devletlerle İlişki Kurmak Ayı ile Yatağa Girmeye Benzer”  olarak koydum.  )

Rus bayraklı askeri konvoy Fırat Nehri üzerindeki YPG/PKK mensubu Şervan Derviş ile yan yana konuşma yapmasının ardından üssün devir teslimi gerçekleşmiştir. Rus komutan ve söz konusu teröristin, Rus bayrağı ve örgüt  paçavrasını değiş tokuş etmesi dikkat çekicidir.  Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye ve Rusya’nın yapmış olduğu Soçi Mutabakatı’nın ardından Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler konusundaki açıklaması inandırıcı değildir:  “YPG’nin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesinin neredeyse tamamlandığını ancak bazı noktalarda hala mevcut olduğunu ayrıca harekatın yeniden başlayacağı konuşulurken Türkiye, Suriye’de yeni bir operasyon başlatma planı olmadığını söyledi.”

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Türkiye’nin,     ABD ve Rusya arasında sıkışık bir ülke olmadığını açıklamıştır:  “Biz mutabakat gereği üzerimize düşeni yaptık ama tacizler olduğu zaman da gereğini yaptık ama buradan bir netice alamazsak tıpkı Amerika ile denedikten sonra harekatı başlattığımız gibi yine gereğini yapacağız. Bunun başka çaresi yok. Yanı başımızdaki terör tehdidini bizim mutlaka temizlememiz lazım.”    Aslında bu  değiş tokuş Rusya açısından küçük düşürücü bir durumdur. Bir tarafta bir ülkenin bayrağı, karşı tarafta bir bez parçası. Açıkçası Rus bayrağı bir bez parçası seviyesine indirilmiştir.

Sergey Lavrov’un Ermenistan’a yaptığı ziyarette sözde  Ermeni  soykırım anıtının önünde “diz çöküp” çiçek bırakmasına acaba   Türkiye’den tepki gelmiş midir? Geldiyse kimsenin duymayacağı bir tonla mı gelmiştir?  Ermenilerin Hocalı’da  Azeri Türklerine yönelik  soykırım yapması,  Rus desteği olmasaydı gerçekleşemezdi.

Rusya bir “çifte çevreleme” (double containment) politikası uygulayarak Türkiye’yi bir yandan Kırım üzerinden diğer yandan Suriye üzerinden çevrelemek mi istemektedir? (S. Özçelik, “Rusya’nın Çifte Çevreleme Politikası: Kırım ve Dağlık Karabağ Çatışmaları,” 2. Uluslararası Hocalı Soykırımı ve Bölgesel Güvenlik Sempozyumu, 26-27 Şubat 2018, Giresun, E-Kitap, Betül Karagöz Yerdelen (ed.), ISBN: 978-605-4239-83-2, s. 180-196)

Yandaki ilan   önemlidir. 16-17 Nisan 2020 tarihleri arasında  Kilikya Ermenileri konusunda sözde Ermeni Soykırım Müzesi’nde   uluslararası konferans düzenlenecektir. Bu konferansa Türkiye’den de katılım olmalı ve bu bölgedeki Türk soykırımı da açıklanmalıdır. Kilikya Ermeni Krallığı, 1080-1198 arası Beylik ve 1198-1375 arası krallık olan Çukurova bölgesinde bulunan bir devlettir. Bölgedeki Ruben I adında olan bir Ermeni beyi tarafından Bizans İmparatorluğundan aldığı toprak üzerine kurulmuştur ve zamanla daha geniş bir alana yayılmıştır. Leon I devletin ilk kralı olmuştur. Aşağıda   Ermeni kaynaklarınca  Klikya ve Doğu Anadolu’daki sözde soykırım haritaları verilmiştir

Uğur Dündar’ın  3 Kasım 2019 tarihli yazısındaki  Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın aşağıdaki  tespitine  aynen katılıyorum. Dündar, 6 Kasım’daki yazısında bu defa İlker Başbuğ ile bir röportaj yapmıştır. “ABD’li Bilim İnsanlarının Temsilciler Meclisi’nin Kararına Karşılar” başlıklı röportajda, “Tehcir esnasında yaşanan olaylarda, her iki tarafın da yalnız kendi kayıplarının üzerinde -hem de abartılı olarak durması, karşı tarafın kayıplarını görmemesiyle gerçeğe ne ölçüde ulaşılabilir?” sorusunu gündeme getirmiştir. Siyasal Bilgiler Fakültesi yurdundan arkadaşım Prof. Dr. İlber Ortaylı‘nın önsözüyle “ Ermeni Suçlamaları ve Gerçekler”  kitabında  çok önemli tespitler vardır.

ABD kurulmadan önce bu topraklarda yaşayan Kızılderililer, kendilerini katleden Amerikalılardan çok daha medeni idiler. Kızılderililere atfedilen “kafa derisi yüzme” alışkanlığı Amerikalılar tarafından Kızılderililere uygulanmıştır. Andrew Jackson, At Nalı Dirseği Savaşı sonrasında öldürülen Kızılderililerin derilerinin yüzülmesine nezaret etmiştir. Birinci Dünya Savaşı kumandanlarından  John J. Pershing “En iyi Kızılderili ölü Kızılderilidir” demiştir. Kızılderili soykırımı, Nazi Almanya’sında Yahudilere karşı uygulanan soykırımdan çok daha korkunçtur. Çünkü bu soykırım  sonrasında  bir ırk ortadan kaldırılmış, 20 milyon  Kızılderili  hunharca katledilmiştir.

Sözde Ermeni Soykırımı tarihi  1915 ise son Kızılderili soykırımının yapıldığı 1890 yılları arasında  25 yıl fark vardır. Madem  92 yıl öncesine gidilebiliyor,  niçin 117 yıl öncesine de gidilmesin? Shawnee Reisi Tecumseh’in “Nerede bugün Pequotlar? Narragansettler, Mohawklar, Pokanoketler ve halkımın bir zamanlar güçlü olan diğer kabileleri nerede? Yaz güneşinin altında eriyip giden kar gibi, beyaz adamın aç gözlülüğü ve baskısıyla yok oldular” sözü her şeyi açıklamaktadır. ABD, Tehcir Yasası’ndan  180 yıl sonra  Kızılderililerden özür dilemiştir.

Washington’daki Kongre Mezarlığı’nda 20 Mayıs 2010  tarihinde düzenlenen ve beş yerli kabile temsilcisinin hazır bulunduğu törende, Cumhuriyetçi Senatör Sam Brownback yerlilerden özür dilemek için çıkarılan yasayı okumuştur. Cherokee, Choctaw, Muscogee (Creek), Pawnee ve Sisseton Wahpeton Oyate kabilelerinin temsilcilerinin katıldığı törende Cherokee Şefi Chad Smith, böyle bir özür dilenmesini talep etmediklerini ancak özrün kabul edildiğini, ”özür dilemek zordur ama bazen de özrü kabul etmekte zordur’‘  demiştir. Creek kabilesinin ikinci Şefi Alfred Berryhill ise özrün ”tarihi bir adım” olduğunu söylemiştir. Törenin yapıldığı mezarlıkta 12 yerli kabileden toplam 36 kişi yatmaktadır.

Türkiye  şimdiye kadar  izlediği savunma politikasından vazgeçmelidir. Bunun için sözde Ermeni soykırımı yoktur tezini savunan az sayıdaki Batılı yazarların  kitapları  İngilizce değilse, İngilizceye çevrilerek yayınlanmalıdır. Alacağımız  önlem için bir  önerim olacaktır. Fransız Yazar Yves Benard,  Aralık 2017’de Fransa’da yayınlanan kitabında “Ermeni soykırımı yoktur”  görüşünü savunmuştur.  Benard, incelediği belgelerin  sözde Ermeni soykırımı  iddialarını çürüttüğünü belirtmiştir: “Soykırım yoktur, iki taraf içinde katledilmişler vardır. Şuna ikna oldum ki aslında Türkler, Ermenilerden daha fazla katliam kurbanı olmuştur.”  Kitap, Pantheon Yayınevi tarafından Türk-Ermeni Görüş Ayrılığına Yeni Bakış (Divergences Turco-Armeniennes) adı altında (165 sayfa) basılmıştır. Benard, Türkiye’yi gezerek araştırma yapmış ve Türk toplumu hakkında adalet yerini bulsun dileğinde bulunmuştur:

“Bu kitabı yayınlatmakta çok zorlandım. 2009 yılında çıkardığım ilk kitap sadece bir hafta raflarda kalabilmişti. Çünkü yayınevi üzerinde çok büyük baskı vardı. Korktular ve yayını durdurmaya karar verdiler. Şimdi, öyle görünüyor ki artık daha kolay yayınlanabilecek bir konu. Bu sefer çok kolaylıkla bir yayınevi buldum. Oysaki ilk kitabım için en az 60 yayıneviyle irtibata geçmiştim. O dönemde yayınevlerinin yarısı olumsuz cevap vermiş, diğer yarısı ise cevap vermeye bile gerek duymamıştı.”

Kitap hakkındaki  değerlendirme  şöyledir: “Bu belgeler, uzun söyleşilerden çok gerçek anlamda olayların nasıl gerçekleştiğini, anlaşılır ve açık bir şekilde sizlere aktaracaktır.  Belgeler; diplomatlar, gazeteciler, subaylar, din adamları ve  teröristlerin   açıklamaları ve de Fransızlar tarafından  Ermeniler lehine yorumlanan Türk-Ermeni trajedisine farklı bir bakış açısı getirmektedir. Onların görüşlerine  inanmak kolaydır.  Oysa gerçekleri kabul ettirmek çok daha zordur. Birinci Dünya Savaşı başladığında, her yerde ölümün ve acının hüküm sürdüğü bir dönem başlamıştır. Türkiye her tarafta kuşatılmış durumdadır ve savaşabilecek durumda olan erkekler, kadınları, çocukları ve yaşlıları geride bırakarak  savaşa çağrılmışlardır.  Ermeni milisler,  isyan ederek savunmasız sivillere karşı  korkunç, acımasız ve barbarca bir imha  gerçekleştirmişledir. Tasniflenmiş ve güvenilir bir arşivden desteklenen bu kitap, Türk-Ermeni çatışmasının az bilinen bir gerçeğini gün yüzüne çıkartmıştır. Ermenilerin sorumlu olduğunu gösteren belgeler, karanlık bir tarih sayfasını gözler önüne sermektedir. Fransız ders kitaplarının önemli bir gerçeği gözden kaçırdığına inanan Yves Bénard, belgeler için önemli bir araştırma gerçekleştirmiştir. Türkiye’yi inceleyerek ve çok sayıda araştırma  yaparak,  adaletin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur.”

Fransızca kitap Amazon’da 15.90 dolara  satılmaktadır.   Kitap  İngilizce’ye çevrilerek basılsa ve  Temsilciler Meclisi üyeleri ile  senatörlere  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir tanıtıcı yazısı ile  birlikte dağıtılsa, çok yararlı olur düşüncesindeyim. Kitap  Ermenilerin lehlerine olsaydı  hemen İngilizce’ye çevirirler ve  dünya kamuoyu ile paylaşırlardı. Bu konuda  TOBB Başkanı  Rifat Hisarcıklıoğlu’na  bir önerimiz olmuştur ama  bundan bir sonuç çıkmamıştır. Türkiye’nin arşivlerimizi açtık gelin bakın politikasını bir an önce bırakması gerekir. Kimse arşivlere gidip bakmaz. Daha kolay yol   varken kim gider arşivlere. Biraz gerçekçi olalım, hayallerle kendimizi avutmayalım. Parlamentolarda alınan sözde Ermeni soykırım kararlarına da artık “yok hükmündedir” demeyelim.  Çünkü bizim dememizle bu kararlar yok olmamakta, aksine tarihe geçmektedir.

Türklere yapılan  soykırımların anılması ve dünya kamuoyunun gündemine getirilmesi  kaçınılmazdır.    26 Şubat 1992’de Hocalı’da yapılanlar bir soykırımdır.  Türkiye sessiz kaldıkça “Ermeniler dünyanın gözünde adeta sütten çıkmış ak kaşık,”  Türkler ise  “soykırımcı”  olarak suçlanmaktadır.  Buna son örnek  Bedross Der Matossian’dır. Kendisine  Turkish Forum’da yayınlanan  Armenian Deportation Is Not A Genocide….!” başlıklı yazımı gönderdim ama cevap gelmedi. (24.11.2019, 11.10)

Başbakan  Erdoğan  Başbakanlık Basın Merkezi’nin internet sitesinde yazılı olarak 23 Nisan 2014 tarihinde yayınlanan mesajında, “Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla 20’inci yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir” diyerek, 1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesinin çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürü ve çağdaşlığın gereği olduğunu vurgulamıştır.

Erdoğan mesajında Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarının milyonlarca Osmanlı vatandaşı için acılarla dolu zor bir dönem olduğunun yadsınamayacağını belirterek “Adil bir insani ve vicdani duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar”  demiştir. Böylece Türkiye tarihinde resmi ağızdan ilk  defa 1915 olaylarına ilişkin Ermenilere taziye mesajı iletilmiştir ama bu mesajın Ermeniler üzerinde hiçbir etkisi olmamıştır.

Mark Twain’in “Gerçek, ayakkabısını giyene kadar yalan dünyayı dolaşır” tespitini hükümet dikkate almalıdır.  Stefan Zweig, “Akıl ve siyaset nadiren aynı yolda buluşur” sözünü boşuna söylememiştir. Türkiye’yi sözde Ermeni soykırımı ile suçlayanlar  için Ziya Paşa “Bed-asla necâbet mi verir hîç üniforma, Zerdûz palan ursan eşek yine eşektir” (Mayası bozuk olanlara üniforma –yüksek makam görevi- asalet verir mi hiç? Altın ile yapılmış palan da vursanız, eşek yine eşektir) derken çok haklıdır. Eğer 24 Nisan 2020 tarihine kadar  önlem alınmazsa, büyük bir ihtimalle Başkan Trump soykırım (genocide) diyebilir. Yumurta kapıya gelmeden şimdiden gerekli önlemler alınmalıdır.

Ankara Üniversitesi SBF yurdunda 1966-1967 döneminde oda arkadaşım olan Prof. Dr. İlber Ortaylı Srebrenitsa’da yaşanan soykırımı inkar ettiği için eleştirilen Avusturyalı yazara ilişkin “Maalesef büyük bir edebiyat ödülü kasabalılaşmış. Bu yüzden ona verilen Nobel’in de hiçbir anlamı olmaz” derken  haklıdır. Ortaylı’nın “Bu iğrenç bir şey çünkü bir edebiyatçının görevi, kim suçlu kim suçsuz hakimlik yapmak değil insanların topuna birden acımak, saygı duymak ve insan olarak haklarının olduğunu savunmak, bunların çok büyük bir kısmının günahsız olduğunu teslim etmektir ve bunu insanlara öğretmektir. Yoksa ‘Boşnaklar birbirini kesmiş de suçu Sırplara atmış.’ Bunu ancak bir kasaba adamı söyler. Maalesef büyük bir edebiyat ödülü kasabalılaşmış. Bu yüzden ona verilen Nobel’in de hiçbir anlamı olmaz.   demiştir. Aynen katılıyorum.

Geçen hafta yapılan seçimlerde 85’nci  İstanbul Ermeni Patriği olan  Episkopos Sahak Maşalyan, ABD Senatosu’nun 1915 Ermeni olaylarını soykırım olarak tanıyan  karar tasarısını kabul etmesini şöyle değerlendirmiştir:

“Bazı şeyler önemsenmemeli. Parlamentolarda sürekli bir şeyler geçiyor. Bizi ilgilendiren ve doğrudan müdahil olmamızı gerektiren bir şey yok. Türkiye’deki Ermeniler olarak 100 yıl önce bu topraklarda yaşanan acıların başka ülkelerin parlamentolarında stratejik, ekonomik, politik baskı unsuru olarak kullanılmasını bizi üzüyor. Ecdadımıza yöneltilmiş uygunsuz bir durum olarak görüyoruz. Biz isterdik ki bu topraklarda yaşanan sorun, bu topraklarda yaşayan insanlar tarafından konuşulsun.

Özellikle Türkiye ve Ermenistan ilişkileri düzelsin, taraflar konuşabilsin. Taraflar konuşamadığı için üçüncü, dördüncü taraflara, okyanus ötelerine söz söylemek hakkı doğuyor. Keşke Ermenistan-Türkiye protokolleri hayata geçirilebilseydi, Viyana buluşmaları gerçekleşebilseydi, ortak tarih komisyonları kurulsaydı. Bütün bunlar bizim halletmemiz gereken durumlar. Bunlar ertelendiği için Türkiye’yi sıkıştırabilmek için bir koz olarak kullanıyor. Türkiye’yi sıkıştırmak için ortaya konulan bir ‘Ermeni tezi’ kullanılmış duygusu yaratıyor. Bunun da çok ahlaki olduğunu düşünmüyorum.

İşin siyasi bir boyutu var. Ben bir siyaset adamı değilim. Bunu yorumlamak siyasetçilere düşer. Biz Ermeni toplumu olarak Türkiye’ye entegre olmuş insanlarız. Kader birliği yaptık bu ülkeyle. Bu ülkenin bütün unsurlarıyla uyum içinde bir yaşam kurduk. Biz 100 yıl önce yaşananları hatırlayarak unuttuk. Unutarak hatırlıyoruz. Bu İstanbul Ermeni toplumunun bir seçimi. Biz bu ülkede yaşamayı seçtik. Bu bizi diasporadan ve Ermenistan Ermenilerden ayıran bir durum. Biz 1915 travmasını yaşadık ve bir şekilde bu ülkede kalarak tedavi ettik. Türkiye Ermenileri’nin dışında gelişen politik olaylar ister istemez bizi de etkiliyor. Bu şeylerin Türkiye’de kışkırtılması nefret söylemini de artırıyor”  diyerek önemli tespitlerde bulunmuştur.
Son söz. Patrik Maşalyan’ın bu açıklamalarının İngilizceye çevrilerek Türkiye aleyhine oy veren ABD Temsilciler Meclisi üyeleri ile Senatörlere göndermek acaba çok mu zor?  Daha kolay yol varken neden bu zahmete girelim, “yok hükmündedir deriz geçeriz” diyenlerin bilgisine sunulur.
Exit mobile version