Türkiye’de Yenilikçi ve Girişimci Üniversiteler Kapsamında Bilimsel Hırsızlıklar

Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) öncülüğünde oluşturulan 2018 Yılı Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi (GYÜE) sonuçlarına göre Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) 93,16 puanla ilk sırada yer almış,  İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) 90,16 puanla ikinci, oğlum Cihan Karluk’un da mezun olduğu Sabancı Üniversitesi 85,49 puanla üçüncü olmuştur.  Bu yıl 7’ncisi hazırlanan endekste Anadolu Üniversitesi 20’nci  sıradadır. Endeks ile üniversiteler girişimcilik ve yenilikçiliğe işaret eden farklı boyutlardaki göstergelere göre değerlendirilerek sıralanmaktadır. Endeks 150 ve fazlasında öğretim üyesi olan üniversiteleri kapsamakta ve endeks puanına göre ilk 50’ye girenler açıklanmaktadır.Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank,   sanayi stratejisinin belirlenmesinde üniversitelerle birlikte hareket ettiklerini belirtmiştir: “Bu noktada özellikle üniversite-sanayi iş birliği alanında son derece önemli destek ve teşvikler sunuyoruz. Amacımız, bilim, teknoloji ve sanayiyi bir araya getiren üniversitelerimizi üretimin merkezinde konumlandırmaktır. Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi’nin tüm bu amaçlara ulaşmada yardımcı, yönlendirici, hatta motive edici olduğunu ifade etmek istiyorum.” Mustafa Varank’ın yanında Anadolu Üniversitesi’nde birlikte görev yaptığımız TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal  yer almıştır.

Varank, endeksin, başta üniversiteler olmak üzere, kamuoyunun  beklediği prestijli bir derecelendirmeye dönüştüğüne işaret ederek  amaçlarının üniversiteler arası girişimcilik ve yenilikçilik odaklı rekabeti artırıp,  girişimcilik eko sistemini geliştirmek olduğunu   açıklamıştır: “Endeksin yayınlanmaya başlanmasıyla üniversitelerimizin girişimcilik ve yenilikçiliğe dair önemli adımlar atıyor olması da ayrıca sevindiricidir. Özellikle ilgili kuruluşlarımız TÜBİTAK ve KOSGEB’in bu alanda verdiği önemli desteklerle akademide girişimcilik ekosistemi ciddi bir atılım sürecine girmiştir…Bu seneki endeksimizde üniversiteler, ‘bilimsel ve teknolojik araştırma yetkinliği’, ‘fikri mülkiyet havuzu’, ‘işbirliği ve etkileşim’ ile ‘ekonomik katkı ve ticarileşme’ olmak üzere 4 boyutta, 19 göstergeye göre sıralandı.”

2018 Yılı Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi’ndeki  üniversite performanslarının etki ve çıktı odaklı bir yaklaşımla ölçülebilmesini sağlamak adına endeks metodolojisinde bu yıl bazı değişiklikler yapılmıştır. Önceki endekslerde kullanılan girişimcilik ve yenilikçilik kültürü boyutu, üniversitelerin yeterli olgunluk seviyesine ulaştığı gerçeğinden hareketle değerlendirme dışı bırakılmıştır. Göstergeler hem salt değere hem de öğretim üyesi değerine bölünerek,  bilimsel ve teknolojik araştırma yetkinliği, fikri mülkiyet havuzu, işbirliği ve etkileşim ile ekonomik katkı ve ticarileşme olmak üzere 4 boyutta 19 göstergeye göre sıralanmıştır.

Endeks, üniversitelerin eğitim kalitesine göre sıralandığı  liste ya da en başarılı üniversitelerin ortaya konulduğu  sıralama değildir. İngiltere merkezli yükseköğretim yayıncılık kuruluşu Times Higher Education (THE) tarafından hazırlanan dünya üniversiteleri 2019 sıralamasında Oxford birinci, Cambridge  ikinci, Stanford  üçüncü olmuştur.

Türkiye’den ilk 500 arasına girebilen sadece 2 üniversite vardır: Sabancı Üniversitesi 351 – 400’ncü, Koç Üniversitesi 401-500’ncü sıralama dilimindedir. Dünya sıralamasında 500 ile 800 arasındaki üniversitelerimiz: Bilkent Üniversitesi 501- 600’ncü,  Boğaziçi Üniversitesi ile Hacettepe Üniversitesi 501- 600’ncü, Cambridge  ikinci, Stanfordise 601- 800’ncü sıralama diliminde yer almıştır. ODTÜ, İTÜ ve Sabancı 2018 Yılı Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi’nde ise ilk üç sıradadır.

Bu durum, uluslararasında başarılı olan ve üst sıralarda yer alan üniversitelerin Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi’nde de üst sıralara yerleştiğinin  göstergesidir. Her iki sıralamada da Türk  üniversitelerinin başarılarında  önemli faktörlerden biri, bu üniversitelerin “bilimsel hırsızlığa” (intihal) göz yummamalarıdır.   Şaibeli öğretim üyeleri  hakkında bu üniversiteler, eğer böyle bir durumla karşılaşırlarsa,  çekinmeden gereğini yapmaktadırlar.

Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, 27 Mayıs 2010 tarihinde basına yansıyan demecinde üniversitelerde intihal iddialarında artış olduğunu şöyle belirtmiştir: “İntihal iddialarında artış var. Herkes birbirinin intihal yaptığını iddia ediyor, ihbar ediyor. Bu dosyalara bakıyoruz. Elimizde bu konuyla ilgili 80-90 dosya bulunuyor.”  İntihalci ve şaibeli   öğretim üyeleri korunduğu, onlara “editörlük görevi ile birlikte bazı “idari” görevler verildiği sürece, bu üniversitelerimizin ODTÜ, İTÜ ve Sabancı gibi Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi’nde en üst sıralara çıkması oldukça zordur.Üniversitelerimizde çok sayıda bilimsel yanıltma ve aşırmacılık olayı olduğu bilinmesine karşılık, yöneticiler bunların ortaya çıkmaması ve örtbas edilmesi için  çaba harcamaktadırlar. Üniversite yöneticileri “elma bizdense çürük değildir”, “kol kırılır yen içinde kalır” zihniyeti ile hareket ettikleri sürece, Türkiye´deki intihalci hocalara  gereği yapılamamaktadır.  YÖK´e, “Üniversite bu dosyayı kapattı”, “Rektörün arkadaşı olduğu için dosya kapatıldı”, “Üniversite gerekli inceleme yapmıyor siz inceleyin” iddialarının sayısı giderek artmaktadır.

Üniversitelerimizde bilime saygı, onların namusudur. Bu saygıyı kaybetmek, üniversitelerimizin bilimsel namusunu kaybetmesi anlamına gelir. Namusu bir defa kaybettiniz mi, artık onu geri kazanmak çok zor olur.  Bu sebeple  Anadolu Üniversitesi’nin önceki rektörünce  oluşturulan “bilimsel etik kurul” un çalışmaları, Üniversite’nin ilk 20 de yer almasında  etkili olmuştur: “Bilimsel araştırma ve yayın etiğine aykırı eylemler şunlardır: İntihal: Başkalarının özgün fikirlerini, yöntemlerini, verilerini veya eserlerini bilimsel kurallara uygun biçimde atıf yapmadan kısmen veya tamamen eseri gibi göstermek.”

Üniversitelerimizde  intihaller ile ilgili olarak 20´den fazla yazım ve bildirim yayınlanmıştır. Bu yazılarımdan 11´i, “plagiarism-turkish.blogspot.com”da yer almıştır.  8 Ocak 2010 tarihinde yayınlanan “Gerçek Bilim İnsanı Kimdir 1?” yazım ile  “Gerçek Bilim İnsanı Kimdir 2?” yazım  okunma rekoru kırmıştır. Söz konusu yazılarımda konu hakkında  YÖK Denetleme Kurulu’nun intihal yapan ilgili hakkında “..yapılan soruşturma sonucu, adı geçenin ´üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası´ ile cezalandırılmasını YDK´na teklif” edilmesi kararı vardır.

YÖK Denetleme Kurulu, disiplin yönetmeliğinin ilgiliye uygulanmasını Yüksek Disiplin Kurulu´na önermesine rağmen Kurul, 5525 sayılı Kanun kapsamına giren fiil ile ilgili bir işlem yapılamayacağını 27 Ocak 2010 tarihinde açıklamıştır. Oysa YÖK Başkan Vekili Prof. Dr. İzzet Özgenç, üç öğretim üyesinin raporuna dayanarak ilgiliye disiplin maddesinin uygulanmasını, ilgili üniversite rektörlüğünden 6 Ocak 2009 tarihinde istemişti. O tarihte af yasası yürürlükte olmasına rağmen nedense af yasası gerekçe gösterilmemişti.

Olay YÖK tarafından o tarihte soruşturulmuş ikisi İstanbul, biri Marmara üniversitelerinden üç profesörün hazırladığı raporda, ilgilinin intihal yaptığı şöyle belirlenmiştir: “…alanında uzman öğretim üyelerince hazırlanan raporlarda; …´  …leri´ isimli eserinde intihal yaptığı kanaatinin oluştuğu belirtilmiştir.”

YÖK, 5525 sayılı Af Kanunu sebebiyle ilgili hakkında “görevsizlik kararı” vermiştir. Oysa, 5525 sayılı kanunun ilgiliye uygulanması hukuken mümkün değildir. Çünkü kanun, yüz kızartıcı suçları kapsamamaktadır. İntihal (bilimsel hırsızlık) gerek Türkçe ve gerekse yabancı literatürde öğretim üyesi için yüz kızartıcı bir suçtur. Kanun ayrıca hırsızlık suçunu (bilimsel hırsızlıklar dahil) kapsam dışında bırakmıştır. Bu sebeple intihal yaptığı YÖK tarafından iki defa tescil edilen bir öğretim üyesinin yüz kızartıcı bir suç olan bilimsel hırsızlık (intihal) suçu, 5525 sayılı Af Kanunu kapsamına girmez.

Hırsızlık yapanlar anayasamıza göre milletvekili seçilemediklerine göre, bilimsel hırsızlık yaptığı YÖK tarafından tescil edilmiş ve hakkında kesinleşmiş yargı kararı da bulunan bir öğretim üyesinin üniversitede doçent, profesör olması mümkün değildir. Asliye Hukuk Mahkemesi´nin Esas Karar No: 2009-2010/20 sayılı kararında ilgilinin intihal yaptığı  tespit edilmiştir:

“Şu halde davacının mezkur eserinde intihal yapıldığı hususunda emarenin mevcut olmadığından söz edilemez. Dolayısıyla davalı tarafından yazılan yazı görünüşteki gerçeğe uygundur. Görünüşteki gerçeğe uygun olan bir yazı nedeni ile yazan kişi aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olamayacağından… dava reddedilmiştir.”

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu´nun memurluğa alınma şartlarını düzenleyen 48/A-5 maddesinde, affa uğramış olsalar bile yüz kızartıcı bir suçtan hükümlü bulunmama şartı aranmıştır. Maddede yüz kızartıcı olarak sayılan suçlar, Milletvekili Seçimi Kanunu´ndaki ve dolayısıyla Anayasa´nın 76’ncı maddesindeki yüz kızartıcı olarak sayılan suçlarla aynıdır.

Af, mahkumiyetin cezai sonuçlarını ortadan kaldıran bir müessesedir, intihal fiilinin işlenmediğine ilişkin bir hüküm içermemektedir. Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, “bilimsel intihal yapan bir öğretim üyesinin öğrencinin karşısına çıkmaması gerektiğini” belirtmektedir. Prof. Dr. Teziç bu konuda şu gerçeğe dikkati çekmektedir: “Ona hocalık görevi yaptırılmamalıdır. Artık o kişinin bir daha üniversitede kürsüye çıkıp öğrencilere ders verir aşamada olmaması ve hocalık kisvesi içinde üniversitede bulunmaması gerekir.”

Türk hukuk literatüründe af, “genel af” ve “özel af” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Genel af, hem cezayı, hem de suçu ortadan kaldırır. Özel af ise suçu değil, sadece cezayı  kaldırır. Genel af, sadece mahkumiyetin bütün cezaî sonuçlarını değil, aynı zamanda fiilin suç olma niteliğini yok eder. Oysa özel af, fiilin suçluluk niteliğini değil, fakat hükmedilmiş olan cezayı  kaldırır, azaltır veya başka bir cezaya çevirir.

Özel af suçun değil salt cezanın affı olduğundan, ne ceza mahkumiyetinin sonuçları ve ne de kamu davası ortadan kalkar. Sadece bazı suçların cezasının kaldırılması ve süresinin indirilmesi halinde özel af kısmi özel aftır. Kanun, “cezaya bağlı olan veya hükümde belirtilen hak yoksunluklarının, özel affa rağmen etkisini devam ettirir” demektedir.

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı´nın da belirttiği gibi bilim ahlakı evrenseldir. Hiçbir ülkede akademik yöneticilerin bilimsel etiğe uymamama gibi bir özgürlüğü olamaz.

Türkiye’de  koruma anlayışının hakim olduğu  üniversitelerimizin gerek  Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi’nde   gerekse uluslararası değerlendirmelerinde üst sıralara çıkması oldukça  zordur. ODTÜ, İTÜ ve Sabancı 2018 Yılı Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi’nde  ilk üç sıradadır. Bu üniversiteler aynı zamanda  Times Higher Education tarafından hazırlanan dünya üniversiteleri 2019 sıralamasında da üst sıralarda yer almıştır.


Geçen hafta sosyal medyada ilgimi çeken bir paylaşımla karşılaştım ve üzüldüm. “Mudanya” nerededir sorusuna  sadece  4 kişi  doğru cevap verebilmiş, 16 kişi   bilememiştir. Mudanya  Anlaşması’nı  bilmeyen, Mudanya’nın adını  bile duymayan vatandaşlarımızın bulunduğu bir ülke olduk. Mudanya Ateşkes Anlaşması Türk ulusu açısından bir dönüm noktasının kağıda dökülmüş halidir. Bütün bir toplumun hep birlikte inanarak, savaşarak, varını yokunu ortaya koyarak kazandığı Kurtuluş Savaşı’nın başarının tanındığı bir anlaşmadır.

Mudanya’nın adını bilmeyenlerin yaşadığı Türkiye’de  Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi öncülüğünde 23-25 Ocak 2019 tarihlerinde Bangkok’ta  düzenlenen Kongre’ye katılanların tamamına yakının Türkiye’de çeşitli üniversitelerde görev yapan akademisyenlerden olması  şaşırtıcı değildir. Daha önce Ağrı ve Konya’da düzenlenen Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi adlı organizasyonun son duyurusunda Türkiye’den 33 akademisyenin  katılacağı belirtilirken,  4 yabancı akademisyenin bildiri sunacağı açıklanmıştır.

Bunun   ortaya çıkmasının ardından YÖK harekete geçmiş ve şu kararı almıştır: “Son yıllarda yurt dışında düzenlenen bilimsel sempozyum, panel, toplantı ve kongre gibi üniversitelerimizin kurumsal olarak yer aldığı faaliyetlerle ilgili olarak Kurulumuza intikal eden şikayetler giderek artmaktadır. Bu durum kamuoyunda üniversitelerimizin faaliyetleri hakkında olumsuz intibalar oluşmasına, Yükseköğretim Kurulu’nun haksız yere suçlanmasına ve tüm akademi camiasında onulmaz yaralar açılmasına sebep olmaktadır.

Bu bağlamda 23-25 Ocak 2019 tarihinde Tayland’ın Bangkok şehrinde gerçekleştirilen 3. ISSC (International Social Sciences Conference) Kongresi’ne Ağrı İbrahim Çeçen, Gazi, Muş Alparslan, Siirt, Erzincan Binali Yıldırım ve Selçuk üniversitelerinin logoları ile ve dört rektöründe onur kurulunda yer almasıyla düzenleyen/destekleyen kuruluşlar arasında bulunduğu; bu durumuna- Kamu yararı, bilimsel kazanç ve akademik etik açısından değerlendirilerek ayrıntılı gerekçelerinizi, b- Bu sempozyum için herhangi bir ad ve görevlendirme ile yevmiye, harcırah, BAB vb. adlar altında kaynak kullanılıp kullanılmadığı hususlarının,27.06.2019 tarihine kadar Yükseköğretim Kurulu’na bildirilmesinin Ağrı İbrahim Çeçen, Gazi, Muş Alparslan, Siirt, Erzincan Binali Yıldırım ve Selçuk üniversitelerine tebliğ edilmesine karar verildi.”

Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi acaba gerçekten uluslararası bir kongre midir? Bangkok’ta kongre yapılınca  uluslararası olur mu? Bazıları yeni kurulmuş olan Ağrı İbrahim Çeçen, Gazi, Muş Alparslan, Siirt, Erzincan Binali Yıldırım ve Selçuk Üniversiteleri Times Higher Education’da   nerelerdedir? Gazi ve Selçuk dışındaki üniversiteler URAP Türkiye sıralamasında çok aşağılardadır.  Bangkok’ta kongre düzenleyince bunun üniversitelerin Türkiye ) ve dünya sıralamasına etkisi olmuş mudur?  Bangkok’ta kongre düzenlemenin üniversitelerin dünya ve Türkiye sıralamasına etkilerinin olumlu olacağına kıdemli bir  öğretim üyesi olarak ben inanmıyorum.


Seçimler öncesinde Ordu hava alanındaki VİP  tartışmasında  ifade edildiği iddia edilen   ama ispatlanamayan “kelime,” bana 1994 Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylık sürecinde  Dekan Prof. Dr. Ferruh Çömlekçi’nin  sahte imzası ile antetli kağıda yazılmış  iftirayla karşılaştırıldığına, bir hiçtir.  Sayın  Mesut Yılmaz seçimler sonrasında konutunda bana “dört” kelimelik  “isim vererek” neden soru sorma ihtiyacını hissetmiştir acaba? Muhtemelen iftirayı atan daha sonra vicdanı ile hesaplaşmıştır ama ben Ordu Valisi gibi seçimden sonra mahkemeye gitmek yerine, iftirayı atanı Tanrı’nın adaletine havale ettim. İftirayı atan cezasını çekecektir ama ne zaman? Hep birlikte göreceğiz.

 

 

 

 

 

 

 


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir