Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanlığı’ndan Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a Çok Sert Cevap

Ermeni diasporasının çatı  kuruluşu olan Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF)   5 Şubat 2019  tarihindeki toplantısında    Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 24 Nisan’ı  sözde Ermeni soykırımı anma günü ilan edeceğini açıklamıştır.  Macron Twitter’da yaptığı paylaşımda  “Fransa tarihle yüzleşir. Gelecek birkaç hafta içerisinde söz verdiğim gibi 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan ediyoruz” demiştir. Fakat, gerek Cezayir ve gerekse  Ruanda da yaptıkları soykırımlar ile  yüzleşmemiştir. Fransa’nın  önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de sözde Ermeni soykırımını iktidarda olduğu  dönemde   devamlı  gündeme  getirmiştir: “Nicolas Sarkozy orders new Armenian genocide law: President Nicolas Sarkozy has ordered his government to draft a new law punishing denial of the Armenian genocide after France’s top court struck it down as unconstitutional.” , Mr. Sarkozy was accused of pandering to an estimated 400,000 voters of Armenian origin ahead of an April-May presidential election Photo: REUTERS9:49PM GMT 28 Feb 2012) Sarkozy Türkiye’nin AB üyeliğine de şiddetle karşı çıkmış ve “Türkiye Avrupalı değildir” demişti.

Fransa’nın İngilizce yayın yapan  kanalı France 24,  6 Şubat 2019  akşam haberlerinde Macron’un sözde Ermeni soykırım konusundaki açıklamasına  Türkiye’nin cevap verdiğini Cumhurbaşkanı  Erdoğan’ın fotoğrafını ekrana yansıtarak haberleştirmiştir. Alt yazıda da  hiçbir mahkeme kararı olmamasına rağmen “Ermeni soykırımı”  ifadesini kullanmıştır: “France: Turkey condemns Macron’s plan for national day marking ARMENIAN GENOCIDE.”  Tarafımdan  kayıt altına alınan  France 24’ün  haberi aşağıdadır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 25 Nisan’da Devlet Arşivleri Sempozyumu’nda her 24 Nisan öncesinde sözde Ermeni soykırımını  gündeme  getiren ülkelere önemli mesajlar vermiştir: “Soykırımdan bahsedenler toplama kamplarını unutmuş durumda. Soykırımdan söz edenler 80 yıl önceki Yahudi avını herhalde hafızalarından sildiler. Biz arşivleri sonuna kadar açtık. Ey Ermenililer varsa arşiviniz siz de açın. Tüm dünya varsa arşiviniz siz de açın…Haçlı seferlerinde o dönemin dünyasında 4 milyon insanın ölümünün sorumlusu ne Türklerdir, ne Müslümanlardır. Soykırımdan söz edenler Avrupa’daki Yahudi avını hafızalarından silmiş durumdalar.  Milyonlarca Kırım Tatarını ve Ahıska Türklerini trenlerle ölüme gönderenleri unutmadık, unutmayacağız… Cezayir’de yüzbinlerce kişiyi katleden Fransa’dır… Fransa Devlet Başkanı’na ‘Daha bu işlerde yenisin, Cezayir’de, Ruanda’da yaptığınız katliamları biliyorum’ dedim. Katliamların, soykırımların, işkencelerin altını kazdığınızda bugün demokrasi, özgürlük gibi yaygara koparanları göreceksiniz…Ermeni meselesini kaşıyan hiçbir grup ve devlet iddialarını arşivleriyle ispat edememişlerdir.”

Mesaj  doğrudur ama   bir hata yapılmıştır: “Milyonlarca Kırım Tatarını… trenlerle ölüme gönderenleri unutmadık.”  Diktatör Stalin’in emriyle bir gecede trenlerle ölüme gönderilenler Kırım Tatar Türkleridir ama sayı milyonlarca değildir. (18 Mayıs 1945) Eğer böyle dersek, Ermenilerin iddiası olan 1,5 milyon Ermeni’nin sözde soykırıma uğradığının doğru olmadığını  kimseye inandıramayız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ardından 26 Nisan’da  Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 24 Nisan’ı Anma Günü ilan etmesiyle ilgili yazılı bir açıklama yapan Dışişleri Bakanlığı, Macron’un Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle “24 Nisan’ı Anma” günü ilan etmesini  kınamıştır:  “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Fransız Anayasa Mahkemesi içtihatları, 1915 olaylarının meşru bir tartışma konusu olduğunu tespit etmiştir. Evrensel hukuka göre, Ermeni tezlerinin siyasi girişimlerle dayatılması ifade özgürlüğüne aykırıdır. Cumhurbaşkanı Macron’un bu kararı, Fransa’da yerleşik 700 binden fazla nüfusa sahip Türk toplumunu derinden incitmiştir. Fransa’nın dostane olmaktan uzak bu tutumunun, Türkiye ile ilişkilerini menfi şekilde etkilemesi kaçınılmazdır. Türkiye, 104 yıllık söz konusu tarihi olayın Ortak Tarih Komisyonu kurularak araştırılmasını önermektedir. Tüm bu hususları bildiği halde, seçim kampanyasında oy kazanmak adına Ermeni çevrelere yaranmaya çalışan Macron, tarihi siyasileştiren popülist bir lider olarak hatırlanacaktır. Fransa’nın, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’nun bir kısmını işgal ederek, Ermeni isyancıları sivil halka karşı insanlık dışı katliamlar gerçekleştirmeye teşvik ettiği tarihi bir gerçektir. Fransa ve dünyanın her yerindeki Türkler ile Müslümanlar, Ermeni isyancılarca katledilen 500 binden fazla Osmanlı vatandaşı Türk ve Müslümanın hatırasına yönelik bu saygısızlığı unutmayacaktır. Macron’un oy elde etmek uğruna, diplomatlarımızı şehit eden terör örgütlerinin Fransa’daki bugünkü uzantılarını memnun etmek amacıyla aldığı bu karar, müttefiklik ilişkisiyle de bağdaşmamaktadır. Bu tutuma her vesileyle gereken cevap verilecektir.”

Bu süreçte  Biz arşivleri sonuna kadar açtık. Ey Ermeniler varsa arşiviniz siz de açın” diyerek  bir yere varamayız.  Arşivleri kimse okumaz ama parlamentolarda kabul edilen sözde Ermeni soykırım kararlarından ve Avrupa Birliği ile Parlamentosu’nun almış olduğu kararları bilmeyen yoktur.  Avrupa Parlamentosu’nun 18 Temmuz 1987 tarihli “Ermeni Sorunu’nun Siyasi Çözümü Üzerine Kararı  günümüzde  geçerlidir. Ermeni diasporası  bir an olsun dur durak bilmeden çalışmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye adaylığının (1999) kabul edilmesinden  sonra Ermeni lobisi, Avrupa Parlamentosu raportörü  kanalıyla  “Katılıma Doğru Türkiye’nin İlerlemesi Üzerine Komisyon’dan 1999 Düzenli Rapor” unda Ermeni iddialarına yer verilmesini sağlamıştır. 15 Kasım 2000  tarihinde kabul edilen raporda ise “Avrupa Parlamentosu, Türk hükümetini ve TBMM’ni, Türk toplumunun önemli bir kesimini oluşturan Ermeni azınlığa desteği arttırmaya, bu çerçevede modern Türk devletinin kurulmasından önce Ermeni azınlığın uğradığı soykırımı resmen tanımaya davet eder” denilmiştir. 18 Kasım 2000 de Fransa Senatosu Ermenilerin soykırıma maruz kaldığını kabul etmiştir.

Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’nin “Güney Kafkasya ile İlişkiler” başlıklı kararında 1987 kararına atıf yaparak Ermeni iddialarına yer vermiştir: “Parlamento Türkiye’den, Avrupa’ya katılmak amacı ile uyum halinde olarak, Ermenistan’a uyguladığı ablukayı sona erdirmeye yönelik uygun önlemleri almasını ister; bu konuda 1915 Ermeni soykırımını bir gerçek olarak tanıyan 18 Temmuz 1987 tarihli kararındaki tutumunu teyit eder ve Türkiye’den de aynısını yapmasını talep eder.”

31 Mart 2004 tarihli Türkiye Raporu ve Tavsiye Kararında Türkiye’ye “Ermenistan ile sınırları açması ve tarihi uzlaşmayı engellememesi” çağrısını yapmıştır. Komisyon 6 Ekim 2004 tarihli raporunda  “Türkiye’nin AB’ye Katılmasının Etkileri” başlıklı bölümünde “AB’nin Türkiye aracılığıyla Güney Kafkasya’da istikrar sağlayıcı bir etki yapabileceğine” değinilmiştir. 15 Aralık 2004  tarihinde de 16 Haziran 1987  ve 1 Nisan 2004  kararlarına atıfla, sözde Ermeni soykırımının Türk yetkililerinden istenmesi konusunda Bakanlar Konseyi’ne ve Komisyon’a çağrıda bulunulmuş ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın en kısa sürede açılması talep edilmiştir. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak, Beta Yayınevi, 2013, s.521-562)

Avrupa Parlamentosu  18 Haziran 1987, 15 Kasım 2000, 28 Şubat 2002, 31 Mart 2004, 15 Aralık 2004 kararlarını onaylamış, “Türkiye’nin sözde  Ermeni soykırımını tanıyan 1987 tarihli Kararı’nı kabul etmesi ve soykırımı tanıması” istenmiştir. Avrupa Parlamentosu’nun 20 Şubat 2015 de hazırladığı, 12 Mart 2015 de kabul ettiği “Avrupa Birliği’nin İnsan Hakları ve Demokrasi Konusundaki Politikası” başlıklı rapor Türkiye açısından çok önemlidir: “Sözde soykırımının 100. yılı sebebiyle Avrupa Birliği üyesi ülkeler, Ermeni soykırımını kabul etmeye ve diğer ülkeleri de kabule teşvik etmeye çağrılmaktadır.” Karar metninde Osmanlı İmparatorluğu’nda 1,5 milyon Ermeni’nin soykırım sebebiyle hayatını kaybettiği açıklanmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun taziye içeren ve Osmanlı Ermenilerine yönelik zulümleri tanıyan açıklamalarının Avrupa Parlamentosu tarafından olumlu karşılandığı  belirtilmiştir.

Avrupa Parlamentosu 15 Nisan 2015 tarihli kararında; “18 Haziran 1987 kararında tanınan Osmanlı imparatorluğu bölgesinde 1915-1917 yıllarında Ermenilere karşı vuku bulan trajik olayları 1948 tarihli soykırım suçunun cezalandırılması ve önlenmesi konvansiyonu ışığında soykırım olarak tanımlamaktadır, insanlığa karşı meydana gelen tüm suçları, soykırımı kınamaktadır ve bunları inkâr eden her türlü girişimden şiddetle eseflenmektedir” denilmiştir.

Bu sebeple Türkiye’nin “açın arşivleri” söylemini bırakarak, aktif bir şekilde parlamentoların sözde Ermeni soykırım kararı almasının önüne geçmek için daha aktif bir politika izlemesi gerekir. Kararlar alındıktan sonra  kararlar “yok hükmündedir” denildiğinde  kararlar yok olmamakta, her karar bir önceki karara atıfta bulunmaktadır. Bu kapsamda  YÖK’ün devlet ve vakıf üniversitelerinde  “Ermeni Araştırmaları Enstitüsü” kurulmasını sağlaması, ayrıca  enstitülerin yabancı dilde soykırım olmadığına ilişkin öğretim üyelerinin uluslararası dergilerde yayınlanan yazılarını teşvik etmesi gerekir. Buna konuya örnek, benim  bir yayınımdır: ARMENIAN DEPORTATION IS NOT A GENOCIDE WAS YOUR TOP PAPER IN THE LAST 4 WEEKS” (Academia.edu [noreply-updates@academia-mail.com]

Gerek sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve gerekse Dışişleri Bakanlığı’nın Fransa’ya  sert tepki göstermesi  doğaldır. Fransa,  22 Aralık  2011  tarihinde soykırım inkarını suç sayan  yasa çıkaran dünyadaki ilk ülkedir. ) Fransa, Osmanlı İmparatorluğunu tarihe gömen Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı Paris’in Sevr banliyösündeki seramik müzesinin önüne Ermeniler tarafından  8 Mart 2001 tarihinde Ermeni soykırım  anıtı açılmasına izin veren  ülkedir. Anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır.

Bu ifade,  Auschwitz- Birkenau toplama kampının önünde de vardır. Bir farkla. 1,5 milyon Yahudi 1,5 milyon Ermeni olarak değiştirilmiştir. Auschwitz- Birkenau toplama kampının  girişine yazılan cümle  şudur: “Arbeit Macht Frei”  (Çalışmak Özgürlük Getirir) Minik bir çocuğun küçücük ayaklarıyla toprağı sürüyerek, annesinin avcunun içinde sımsıkı kavranmış eliyle, gözlerini kırmızı tuğlalara dikip güya özgürlüğe adımını attığı  bu kapıdan, bir daha çıkmamak üzere 1,5 milyon Yahudi girmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan  23 Nis 2014  tarihinde  Osmanlı’nın son döneminde tüm etnik unsurların acı çektiği ve bu acıların birbiriyle mukayese edilmesinin doğru olmadığını belirterek   Ermenice dahil 9 farklı dilde yapılan açıklama ile taziye mesajı  yayınlamıştır: “Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir… 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Ermenilerin acılarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir. Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.”  Metinde özellikle vurgulanan husus, bu dönemin tarih ve hukuk sınırları içinde tartışılması gerekliliği olmuştur: “1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir.”  (http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/_Article/pg_Article.aspx?Id=974ccd3b…)Bu iyi niyetli girişim karşı tarafta  olumlu etki yaratmamıştır.

Bu süreçte MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin  görüşü  şöyledir: “…tehcir kararının, 99 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı görevini yürüten bir zat tarafından gayri insani bulunması kesinlikle gayri milliliktir. Başbakan Erdoğan açıkça Türkiye ve Türk milleti aleyhine faal halde bulunan soykırım şebekesinin geçim ve umut kapısı haline çoktan terfi etmiştir.”  CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loloğlu  ise şu değerlendirmede bulunmuştur: “Taziye tüm dinlerde var olan kutsal bir eylem. Sakınca yok, bundan gocunmamak lazım…CHP olarak biz de 20. yüzyılda hayatını kaybeden tüm insanların huzur içinde yatmasını dileriz, hiçbir ayrım yapmaksızın. O günün şartlarında hayatlarını kaybetmiş insanların onların ve torunlarının tüm üzüntülerini paylaşırız.”

Azerbaycan Meclisi 1994 yılında  Hocalı katliamını   “soykırım”  olarak kabul ederken Türkiye’nin  Hocalı katliamını  “soykırım” olarak   tanımaması ilginçtir.  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ermenistan Futbol Federasyonu’nun FİFA’ya müracaatı üzerine talimat vererek, Türkiye-Ermenistan futbol maçına Azerbaycan bayraklarının sokulmasını yasaklatmıştır. Bursa Valisi Şahabettin Harput Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada, “Azerbaycan bayrağı veya başka türlü flama ve sloganlarla buraya gelip, maç seyretmeye müsamaha göstermeyeceğiz ve müsaade etmeyeceğiz” demiştir. Şahabettin Harput,  1 Aralık 2018 tarihinde yargılandığı FETÖ/PDY davasında 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştır.

Dünya basınının Hocalı katliamı ile ilgili değerlendirmeleri  şöyledir: “Ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler”. For The Sake of Cross, s. 62-63. (For the Sake of Cross – Haç’ın Hatırı İçin,  Beyrut’ta yaşayan Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan’ın yazdığı kitaptır. Konusu, Dağlık Karabağ’da Ermenilerin Azerilere yaptığı katliamdır: Recently, the recognition of Khojaly tragedy perpetrated by Armenians has come from a part of an Armenian journalist living in Beirut, Lebanon. Rovshan Novruzoglu, political analyst has conducted an investigation for studying the Khojaly tragedy. He says that the book recently published by “Ash-Sharg” (East) agency in Beirut has shed a light to those bloody events. The name of that book is “For the sake of Cross…”. The author is Daud Kheyriyan has devoted the pages 19-76 of that book to the Khojaly events. Daud Kheyriyan, “For The Sake of Cross”, page 24, ) “Ermeniler Hocalı’ya saldırdılar. Bütün dünya tanınmaz hale getirilmiş cesetlere tanıklık etti. Azerbaycanlılar çok sayıda insanın öldürüldüğünden haber vermekteler.” Krua l’Eveneman Paris, 29 Şubat 1992. “Ermeni askerleri binlerce aileyi yok etmiştir.” Sunday Times, 1 Mart 1992.“Ermeniler Ağdam’a doğru giden orduyu kurşun yağmuruna tutmuştur. Azeriler 1200 kadar ceset saymış. Lübnanlı kameraman, ülkesinin zengin Ermeni Taşnak lobisinin Karabağ’a silah ve asker gönderdiğini onaylamıştır.” Financial Times, 9 Mart 1992. “Birçok insan çirkin hale getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmış.” Times, 4 Mart 1992.  “Video kamera kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu.” İzvestiya, 4 Mart 1992“Ağdam’da bulunan yabancı gazeteciler  Hocalıda öldürülmüş kadın ve çocuklar arasında kafa derisi soyulmuş , tırnakları çıkarılmış 3 kişi görmüşlerdir.” Le Monde, 14 Mart 1992. “Binbaşı Leonid Kravets: Ben şahsen tepede yüz civarında ceset gördüm. Bir erkek çocuğun kafası yok idi. Her tarafta acımasızca öldürülmüş kadın, çocuk ve ihtiyar vardı.İzvestiya,  13 Mart 1992.

Kaynak: BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 2, 3, 5, 9 ve 17’nci maddelerinin ihlal edildiği Hocalı katliamından ötürü kimse yargılanmamıştır.

Fransa Türkiye ile ilişkileri tam olarak koparmamak için   bazı başarılı kişilere nişan vermektedir. Nişanla ödüllendirilen Türk vatandaşlarının sonuncusu  Pegasus Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Ali Sabancı’dır. Sabancı’ya  Fransa’nın Chevalier dans I’Ordre National de la Légion d’Honneur nişanı verilmiştir. Nişan alanlara pek çok kazanım  sunulmaktadır.  Bu sebeple nişanı alan çoğu kişi bunu iade etmez. Bununla beraber Fransa’nın 2006’da Ermeni iddialarının inkarını suç sayan yasa tasarısını kabul etmesinin ardından, Legion d’Honneur sahibi, geçmişte birlikte görev yaptığımız,   rahmetli  eski Devlet Bakanı Kamran İnan ve eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç nişanlarını iade etmişlerdi. Ehess / Paris ve Inserm araştırma merkezi profesörlerinden sosyolog Annie Thébaud-Mony’nin de 12  Ağustos 2012 tarihinde kendisine verilen Légion d’Honneur nişanını kabul etmemiştir. Mony’nin reddetme gerekçesi şöyledir: “Çalışma koşullarındaki kötüleşmeyi, iş kazası ve meslek hastalıklarının yarattığı dramları, asbest, tarım ilaçları, nükleer ve kimyasal atıkların doğal çevremizi nasıl tahrip ettiğini görünür kılmaya çalıştığımız zaman, kamusal otoriteler tarafından ciddiye alınmak istiyoruz.” (Tout en ayant conscience de la portée politique de son choix qui témoigne de l’importance qu’elle accorde à mes engagements scientifiques et citoyens, c’est aussi au nom de ces derniers que je suis amenée à refuser d’être décorée de la Légion d’Honneur. Vous en trouverez les raisons dans la lettre jointe à ce message, lettre adressée à Madame Cécile Duflot.

Legion d’Honneur  nişanı alan Türk vatandaşlarından bazıları şunlardır:  Ali Sabancı, Leyla Alaton, Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal,  Tarık Zafer Tunaya, Sakıp Sabancı, İnan Kıraç ve Yaşar Kemal, Sani Şener, Kamran İnan, Erdoğan Teziç, Hikmet Çetin, Ayşe Gülsün Bilgehan, Lucien Arkas, Gökşin Sipahioğlu, Nebahat Akkoç, Mehmet Erbak, Tunay İnce.  Fransız muhafazakar eğilimli  Le Figaro gazetesinde “Fransa Dostları Türklerin Düş Kırıklığı” başlıklı bir makale  yayınlanmıştır. Yazıyı yazan Fransız kadın gazeteci Marie Michele Martinet,  Zeynep Göğüş’ün Tempo’da  yayınlanan  “17 Aralık’ta Fransa Türkiye’yi engellerse Yaşar Kemal Fransızların en yüksek devlet nişanı olan Legion d’Honneur’ü geri versin” sözlerine  yer vermiştir ama 18 Aralık 2011 tarihinde  Legion d’Honneur   nişanı alan Yaşar Kemal   nişanı iade etmemiştir. Fransa’dan ödül alanlar  nişanları iade etmezken, Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela 1992 yılında kendisine verilecek olan Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddetmiştir. Fakat    93 yaşındaki Mandela ABD’nin Houston Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gülen Enstitüsü’nün 2010 Barış Ödülünü 24 Ocak 2011’de almıştır. )

Ali Sabancı’nın nişan töreninde konuşan Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Charles Fries, “Bu akşam Fransa Cumhuriyeti, Napoleon Bonaparte tarafından ihdas edilen ve Fransa’nın en eski ve saygın nişanı olan Legion d’Honneur nişanı ile size taltif ederek, liyakatlarınızı onurlandırmak istemiştir. Sayın Ali Sabancı, Cumhurbaşkanı adına, sizi Legion d’Honneur şövalyelik nişanıyla taltif ediyoruz” demiştir ama Macron,  15 gün önce 31 Ocak 2018 tarihinde  Ermeni diasporasının çatı  kuruluşu olan Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) yıllık yemeğine katılarak Türkiye’yi  sözde Ermeni soykırımı konusunda eleştirmiştir.  Macron etkinlikte  yaptığı konuşmada, Fransa’da Ermeni soykırımını anma günü ilan edileceğini, Cumhurbaşkanı seçilmeden önce bu konuda   söz verdiğini açıklamıştır: “Ermeni soykırımının tanınması ve adalet için mücadele hepimizin mücadelesidir. Bu mücadeleyi, soykırımı anma gününü destekleyerek yürütüyoruz.” Macron yemekte Ermeni kökenli HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan‘a özel ilgi göstermiş, Ermeni etkinliğinde  Paris Büyükşehir Belediyesi tarafından  Paylan,  Vermeil Madalyası  (la médaille Grand Vermeil)  ile ödüllendirilmiştir. Garo Paylan  Artsakhpress.am’ de yer alan demecinde Afrin operasyonuna  karşı olduğunu açıklamıştı: “Supporters of war are also accomplices to war. Say “no” to Afrin war, do not be part of that crime,” the MP urged, addressing the public.”

Yazar Orhan Pamuk’a  29 Ekim 2012 tarihinde  düzenlenen törenle Legion d’Honneur nişanı verilmiştir. Pamuk, İsviçre’nin  günlük Tagesanzeiger gazetesinde 6 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan röportajında “Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse benim dışımda hiç kimse konuşmaya cesaret edemiyor ve milliyetçiler bunun için benden nefret ediyorlar” demişti. Türkiye’de bir milyon Ermeni öldürülmemiştir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuştur. Pamuk, nişan almasından önce  ABD‘de yayımlanan Time dergisinin  8 Mayıs 2006 tarihli sayısının Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri olmuş, 2007 Mayıs‘ında yapılan 60.Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapmıştır. 12 Ekim 2006 tarihinde Fransızların Ermeni soykırımını inkara ceza yasasını parlamentolarından geçirdikleri gün  Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir.

Acaba Fransa’dan ödül alan Pamuk’un  aşağıdaki gerçeklerden haberi var mıdır? Fransa, Türkiye’yi tarihte yapılmayan sözde Ermeni soykırımı ile suçlayan ve bu konuda parlamentosundan yasa çıkaran ilk ülkedir. 29 Ocak 2001 tarihinde onaylanan bir cümlelik yasa şöyledir: “Fransa , Ermenilerin 1915 yılında maruz kaldığı soykırımı tanır.”

  • Fransa, Osmanlı İmparatorluğunu tarihe gömen Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı Paris’in Sevr banliyösündeki Porselen müzesinin önüne Ermeniler tarafından 8 Mart 2001 tarihinde Ermeni Kin Anıtı açılmasına izin veren ülkedir. Bu sözde kin anıtının üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Bu anıtın dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşmasının halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.”
  • Ermenistan, Türkiye’nin doğu sınırlarını tanımamakta ve Ağrı dağını kendi toprağı olarak görmektedir.
  • Fransa, 24 Nisan 2003 tarihinde Paris’te Kanada meydanına Komitas Sogomonyan adına bir sözde Ermeni kin anıtı dikilmesine onay vermiştir. Azerbaycan, Fransa’nın hiçbir yerinde  Ermeniler tarafından yapılan soykırımı ile ilgili bir “Hocalı Soykırım Anıtı”
  • Fransa, dönemin Türk büyükelçisi tarafından terk edilen ülkedir. Eski Dışişleri ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık 1968’lerde Paris Büyükelçisi’dir. Fransa’daki Ermenilerin kışkırtıp dayatması sonucu Marsilya’da yapılacak Ermeni soykırımı anıtına karşı çıkar. Anıtın açılış törenine Fransız hükümetinin resmen katılmamasını ister. Ancak anıtın açılışına Fransız bakanlardan birinin katıldığını görünce sabrı taşar ve Ankara’ya sorma gereğini duymadan Paris’i terk edip Ankara‘ya döner, gelişmelere karşı dik bir duruş sergiler. Hemingway’in “Cesaret, olaylar karşısında gösterilen zarafettir” sözüne sadık kalır.
  • Fransa, Türkiye’nin Paris Büyükelçisini koruyamamış ve Büyükelçi İsmail Erez’in 1984 yılında Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesine engel olamamıştır.
  • Fransa, diplomatlarımızın ASALA teröristlerince şehit edildiği bir ülkedir.
  • Fransa, Büyükelçiliğimizin arkasında bulunduğu Paris’in en küçük sokağına (148 m. uzunluk, 15 m. genişlik) Ankara (rue d’Ankara) adını veren ülkedir.
  • Fransa, Ruanda’da 1994 yılında yaklaşık 800 bin kişinin öldürüldüğü soykırıma bulaşmış bir ülkedir. Fransa’yı soykırımı katılmakla suçlayan Ruanda hükümeti, 33 Fransız siyasi ve askeri yetkilinin adalet önüne çıkarılmalarını istemiştir. Fransa’nın soykırımdaki rolünü araştırmak için Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan bağımsız komisyon tarafından yayımlanan 500 sayfalık raporda, “Fransız desteğinin siyasi, askeri, diplomatik ve lojistik doğasının bulunduğu” ifade edilmiştir.
  • Fransa, Terry George’ın 2004 yapımı Otel Ruanda filminde geçen olayları inkar eden ülkedir.
  • Fransa, Cezayir’de gerçekleştirdiği soykırımın hesabını henüz verememiş ülkedir. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy 2006’da Cezayir’e yaptığı bir ziyarette “Babalarının yanlışları için oğulların özür dilemesi beklenemez” sözleriyle Fransa’nın Cezayir’de işlediği insanlık suçlarını tanımayacağını söylemiştir. Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand da “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” şeklinde açıklamada bulunmuştur. (Le Figaro, 12 Ocak 1998)
  • Fransa, Avrupa Birliği müzakere sürecinde 5 müzakere başlığını veto ederek Türkiye-AB ilişkilerinin donmasını sağlayan ülkedir.
  • Fransa, Anayasa Mahkemesi’nin sözde soykırım yasasını iptal kararına rağmen sözde soykırım iddialarını ortaokul ders kitaplarına sokan ülkedir.
  • Fransa, 29 Ekim 1919’da Kilis’i ve  5 Kasım 1919’da  Antep’i işgal  eden ülkedir.
  • Fransa, Gaziantep ve Kahraman Maraş’ta  Ermenilerce yapılan  katliamlar için anıt açılmasına izin vermeyen ülkedir.
  • Fransa, sözde Ermeni soykırımı anketi yapan bir ülkedir. Ankette yeni bir Ermeni soykırımı yasası gerekli mi diye sorulmuştur. ) Ankette 274.555 oy kullanılmıştır. Oyların yüzde 52’si yeni bir sözde Ermeni soykırım yasasının çıkarılmasından yanadır.
  • Fransa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni 22 Ocak 2018 tarihinde  Afrin konusunda acil toplantıya çağıran ülkedir.
  • Fransa, Cumhurbaşkanı Gül’ün telefonuna çıkmayan bir Cumhurbaşkanına sahip bir ülkedir. Gül, “Savaşta bile cumhurbaşkanları birbirleriyle konuşurlar” diyerek nazik bir şekilde tepkisinin göstermiştir.
  • Fransa, Türkiye‘nin tüm itirazlarına rağmen soykırım iddialarını inkar etmeyi suç sayan yasa teklifini 22 Aralık 2011 tarihinde kabul eden ülkedir. Oylamaya 577 milletvekilinin sadece onda biri katılmış, teklif oy çokluğuyla kabul edilmiştir. Teklifi kaleme alan iktidar partisi Halk Hareketi Birliği (UMP) milletvekili Valerie Boyer, “Burada amacımız ilişkileri bozmak değil, Fransa vatandaşlarının korunması. Sizi bu tasarıyı destek vermeye çağırıyorum, sevgili meslektaşlarım. Bazı ülkeler 1915 olaylarını inkar ederek suç işlediler. Cezasız kaldılar. 1914 yılındaki Ermenilerin üçte ikisi ya tehcir edildi ya da katledildi. Sizden destek bekliyorum” demiştir.

Bunları şunun için yazdım: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.”

Fransa’da Macron’un  sözde Ermeni soykırım  çıkışı sonrası sayın Refik Mor’un 17 Nisan 2019 tarihinde  Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a yazdığı mektup önemlidir. Almanya’nın Schleswig-Holstein Eyaleti’ne bağlı Neumünster kentinde yaşayan Refik Mor, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve milletvekili Boyer’e 12 Ocak 2012 tarihinde de  Soykırımı İnkar Yasası konusunda İngilizce ve Türkçe açık mektup göndermiş ve şu açıklamayı yapmıştır: “Hıristiyan Demokrat Birlik Parti (CDU) Neumünster İl Meclis Üyesi Mor, Sarkozy ve Boyer’in resmi önergesinin Avrupa Adalet Divanı  karşısında artık hukuki bir dayanağı yoktur. Ne Avrupa Parlamentosu’nun, ne de Fransız Parlamentosu’nun bu siyasi kararı, ATAD’ın kararından üstün değildir. Neumünster,   12.01.2012”

Sayın Mor’un 17 Nisan 2019 tarihinde  Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a yazdığı mektup aşağıdadır.

“29 Ocak 2001 tarihinde ‘1915 Ermeni Soykırımını karara bağlayan 2001-70 sayılı kanuna atıfta bulunarak, Ermeni Soykırımı’nın  her sene Paris’te, 24 Nisan’da anılması için yayınladığınız 10 Nisan 2019 tarihli Kanun Hükmünde Kararnamenizi, büyük bir kaygı ve şaşkınlık içinde öğrenmiş bulunuyorum. Bunu yaparken, aşağıda değineceğim üç noktada, özellikle hukuki suç işlediğinizi, şimdiden belirtmek isterim.

Birinci konu: Kanun Hükmündeki Kararnamenizde; Mad. 1: 24 Nisan, 1915 Ermeni Soykırımı’nın anma günüdür diye bir kararname çıkarıyorsunuz.! Her şey tamamda, eğer yukarıda sunduğunuz bu iddianız demokrasinin temel prensiplerine, daha doğrusu yürürlükte olan kanunlara uymaz ise, hakların paylaşımındaki kaos, kaçınılmaz olmayacak mıdır? Hukuk’un bu konudaki evsensel 1. Maddesi: Kanun Hükmündeki Kararnameler, halen yürürlükte olan kanunlarla UYUM İÇİNDE olmaları gerekmektedir. Osmanlılara ve onların hukuki devamı olan Türklere yüklenen soykırım suçlaması konusunda bir mahkeme kararı bulunmamaktadır. Ve siz, bu konuda mahkeme kararı olmayan bir olayı, kendinizi mahkeme yerine koyarak; ‘Soykırım olmuştur ve anma günü de 24 Nisan’dır’ demektesiniz. Bu anlamda, yasamayı, yargının yerine koymakla hukuki suç işlemektesiniz ve bunun adı diktatörlük olup, Fransa’da, kağıt özerinde de olsa cezai yaptırımı vardır diye düşünüyorum..!

İkinci konu: 29 Ocak 2001’de Sosyalistler tarafından sunulan 2001-70 sayılı kanunun oylamasını 577 Fransız Milletvekili meclise oylamaya gelmeyerek protesto etmiştir. Anılan kanun, 19 hayır oyuna karşı 106 evet oyları ile antidemokratik bir şekilde maalesef kabul edilmiştir. Anti demokratik olarak ortaya çıkan bu Kanun için, bakın Fransa Senatosu kendi internet sayfasında; ‘Ermeni soykırımı’ kanunu olarak anılan, 29 Ocak 2001 tarihli kanunun hukuken uygulanabilirliğini sıfıra indirgeyerek, çıkarılan kanunların uygulanabilirliği konusuna istinaden yaptığı açıklamada bakın ne demektedir: Alıntı :‘Politik açıdan bakılırsa, buradaki  esas mesele, hükümetin kendi sorumluluklarını korumasının yanı sıra, yasa koyucunun da yürütmenin faaliyetlerini çok sık müdahale ederek rahatsız etmesini engellemektir.’

Sayın Macron,

Görünen o ki, sizler, Fransa Senatosunun yukarıda yaptığı hukuki uyarıyı hiçe sayıp, hukuken bir mahkeme kararı olmayan bir olayı, karar varmış gibi davranıp yargı ve yürütmenin işine müdahale ederek anayasal HUKUK SUÇ işlemektesiniz.. Ve Fransa Senatosunun aynı internet sitesi; Alıntı: ‘……1981 ve Ekim 2007 arasında yasal olarak yürürlüğe giren, ancak uygulamada geçerli olmayan, ya da yalnızca ilgili mevzuat eksik olduğundan, kısmen uygulanabilir olan 200’den fazla yasayı sayabiliriz.’ diyerek, bunlardan bir tanesi de; Alıntı: ’2001-70 sayılı 29/01/2001 tarihli ve resmi gazetede No.25 altında yayımlanan, 1915 Ermeni soykırımının tanınması hakkındaki kanunun uygulanabilirliğidir’ (alıntının sonu) imasında bulunmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanı Macron,

Diğer bir deyişle, bu  kanunun  pratikte uygulanabilirliği yok hükmündedir. Bunu daha iyi anlatabilmek için basit bir örnek vereceğim. Fransa’da günlük çalışma süresi 8 saat olarak yürürlükteki kanunlarla belirlenmiştir. Şimdi siz, Elysée Sarayı’nın çalışanları hakkında Kanun Hükmünde Kararname yayınlayarak;  ‘Bundan böyle herkes 08:00’de değil de saat 09:00’da işe başlayacak ve yarım saat da mola olmak üzere, paydos saati 18:30 olacak ve fazladan yapılan bir saatlik çalışma için ücret ödenmeyecektir’ derseniz, işe başlama ve mola saati konusunda sıkıntı olmaz, lakin günlük çalışma saati konusunda sizin Kararnameniz yürürlükteki kanunla örtüşmez, çelişir ve yok hükmündedir.

Daha bitmedi, Fransa Senatosu alınan Kanun Hükmündeki Kararnamelerin yürürlükte olan kanunlarla örtüştüğü konusunda bakın ne diyor; (alıntı) ‘Verilen TÜM kararların (Kanunların), verilmiş veya verilecek Kanun Hükmündeki Kararnameler olan uygulanabilirliğinin oranı %32’di. (alıntının sonu)  Yukarıdaki İDDİA, Fransa Senatosunundur ve bunu, (kanun koyucu) olarak kendi internet sayfasında söylüyor…! İşte tam da bu anlamda, kanunlarla uyumluluğunu araştırmadığınızdan dolayı, yayınladığınız, kanunlara uymayan Kanun Hükmünde Kararnameniz ile somut hukuki SUÇ işlemektesiniz, bilesiniz..!

Kaldı ki, anılan kararnamenizin örtüşmesini istediğiniz  29 Ocak 2001 tarihinde 1915 Ermeni Soykırımını karara bağlayan 2001-70 sayılı kanunun bağlantısı olması gereken davada, ne mahkeme, ne sanık, ne davacı, ne de hakim var..!!! Olmayan Mahkeme kararına istinaden tersinden uydurulmuş bir kanun ve bu uydurulmuş kanunla uyum içinde olması için uydurulmuş bir Kanun Hükmünde Kararname…! Hukuki mantık yürütmekte açıkçası çok zorlanıyorum…..!

Üçüncü konu ise: Kanununuzu  ve Kanun Hükmünde Kararnamenizi hukuken yok hükmünde sayan Avrupa Adalet Divanı kararıdır. Buradaki davacı, vatandaşınız ve Ermeni Diasporasının önde gelen aktivitelerinden olan, belki de tanıdığınız Avukat Suzanne ve Grégoire Krikorian ailesidir.

Avrupa Parlamentosu ve Fransız Parlamentosu’nun siyasi kararından, Avrupa Adalet Divanı’nın hukuki kararının üstün olduğunu, hepimiz biliyoruz. Bu konudaki Fransız, Alman ve diğer parlamentolarının resmi siyasi kararlarını lütfen bir yana bırakın, 20 Temmuz 1987’de Avrupa Parlamentosu C-190 esas No.lu resmi kararı ile içerik olarak  ‘Türkiye Ermeni soykırımını tanımadığı müddetçe, AB’ye üye olamaz’ denen siyasi bir karar almıştır. Peki bu karar hala geçerli midir?

Bunun cevabı aşağıdadır. AB’nin verdiği bu siyasi kararla cesaretlenen Ermeni diasporasının Fransa’daki sözcüsü- ve avukatı olan Suzanne ve Grégoire Krikorian, 1999’da Helsinki kararıyla Türkiye’nin AB üyeliğine aday devlet yapılması üzerine, Ermeni soykırımına atıfta bulunarak; Avrupa Parlamentosu’na, Avrupa Birliği Konseyi’ne ve Avrupa Birliği Komisyonu’na karşı Avrupa Adalet Divanı’nda, ‘Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekçesizdik)) konumu’ ile ilgili, maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Bu davaya ‘Ön soykırım Davası’ da diyebilirsiniz. Yukarıda davanın içeriğini oluşturan ‘Birliğin Akit (Anlaşma) dişi sorumluluğundan’ kastedilen uluslararası insan hakları ve 1915 olaylarında yaşanan trajik tarihi olaylardır. Yani Ermenilere haksızlık edilerek soykırım uygulandığını iddia etmişlerdi. Ancak, Suzanne ve Grégoire Krikorian bu davayı kaybettiler çünkü iddialarını ispatlayamadılar.

Ama ne gariptir ki siz, ispat edilmemiş bir İDDİAYI, işlenmiş SUÇ gibi kabul edip, anma günü tertipliyorsunuz…Çok ‘Demokratik’..! Ermeni diasporası için adeta bir ön soykırım davası olarak değerlendirilen bu maddi ve manevi tazminat davası, Avrupa Adalet Divanı tarafından 17 Aralık 2003 tarihinde Esas No: T-346/03 kararı ile reddedilmiş olup, Suzanne ve Grégoire Krikorian 30 bin Euro’luk mahkeme masraflarını ödemeye mahkum edilmişlerdir.

AAD’nın (Avrupa Adalet Divanı) reddettiği T-346/03 esas sayılı (dosya numaralı) davanın 25 No.lu gerekçesinde, hakim aynen şöyle demektedir: T-346/03 esas no.lu karardan 25 numaralı alıntı: ‘25. Davacıların gerçekten ve somut zarar görmüş olduklarını gösteren deliller konusuna gelince; davacılar, dava dilekçesinde genel ifadelerle Ermeni birliğinin uğradığı manevi zararın talebi ile sınırlı kalmış olup, ne bu konuda, ne de şahsen kendilerinin uğradığı zararın kapsamı hakkında zerre kadar dahi delil gösterememiş olmalarıdır. Davacılar bununla, kendilerinin gerçekten ve somut olarak zarar görüp görmedikleri hakkında mahkemenin hüküm verebilmesi için yeterli bilgi verememişlerdir. (AAD’nın bu konuda 2 Temmuz 2003 tarihli T-99/98, Hameico Stutgart /Konsey ve Komisyon (Emsal) davası kararı ve Komisyon’un No.68 ve 69, Slg.2003, II-0000 kararı)’ (alıntının sonu)

T-346/03 esas No.lu kararının 10’ncu numarasından alıntı: ‘10. Davacılar ayrıca, birçok temel insan haklarının, özellikle 4 Kasım 1950  tarihinde Roma’da imzalanan insan hakları ve temel özgürlükleri koruma altına alan Avrupa Sözleşmesi’nin 3. ve 8. maddesine dikkat çekerek, burada sözü edilen, özel yaşam hakkının kutsallığı, aşağılayıcı veya insanlık dışı muameleye tabi tutulmama haklarının ihlal edildiğini savunmaktadırlar’ (alıntının sonu)

Ve yine T-346/03 esas No.lu karardan 21 No.lu alıntı: ‘21. Temel hakların sözde ihlali konusunda ise, (yukarıdaki 10. numaraya bakınız) davacıların, böyle temel insan haklarının ihlali iddiası ile sınırlı kalıp, bunun davalı organlara atfedilen suç ile ne kadar ilgili olduğunu açıklayamamasını belirtmek yeterlidir.’ (alıntının sonu) Ermeni diasporası bunun üzerine temyize gider (karara itiraz eder). Avrupa Adalet Divanı’nın 4’ncü dairesinde görülen temyiz davası, (itiraz davası) 17.04.2004 tarihinde, C-18/04 P Esas No.lu nihai karar ile yeniden reddedilir.

Sayın Cumhurbaşkanı Macron,

Yahudi soykırımının (Holocaust) Almanlar tarafından yapıldığı, Nürnberg’de kurulmuş olan Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından hukuken karara bağlanmış olup, bunu inkar etmek de doğal olarak Almanya’da kanunlar nezdinde suçtur. Ama, hukuken kesinleşmemiş bir konu hakkında siyasetin ceza kesmesi ise, ancak muz cumhuriyetlerinde mümkündür.

İspata dayandırılmadan yaptığınız yukarıda sözünü ettiğim 2001-70 sayılı  kanununuz  ve Kanun Hükmünde Kararnameniz, Avrupa Adalet Divanı kararı ile artık YOK HÜKMÜNDEDİR…! Bundan dolayıdır ki, yukarıda adı geçen Avrupa Adalet Divanı’nın hukuki kararına, her demokrat gibi sizin de uymanızı ve Türk’leri haksız yere itham ettiğinizden dolayı, verdiğiniz Kanun Hükmünde Kararnamenizi geri çekip, 2001-70 sayılı kanunu iptal ederek, tüm Türk halkından özür dilemenizi talep ediyorum. Aksi takdirde, bu sizin pirus zaferinizden öte gitmeyecektir. Çünkü mahkeme kararları, resmi-siyasi karardan üstündür. Tabii ki bu kural demokratik devletler için geçerli bir kuraldır.

Refik Mor [2003-2018 Neumünster Meclis Üyesi] ()https://eposta.anadolu.edu.tr/owa/#path=/mail

Mektubun İngilizcesi  aşağıdadır.

“April 17, 2019 Refik Mor, Fehrsstr.8 24536 Neumünster Germany

To be conveyed by registered-mail and e-mail

Dear Mr. Macron, President of France,

I have learned in deep surprise and with utmost worry about your decree of April 10, 2019 which is deemed to be a court of law with reference to the law number 2001-70 dated January 29, 2001 and states that the “Armenian genocide“ should be commemorated in Paris every year on April 24th. I wish to promptly inform you that this is an act of legal crime, by emphasizing on the three aspects that I will mention below. The First aspect is that, in your decree which is deemed to be a court of law, you are bringing up the decree as (I am quoting below); ”Article 1: April 24 is the day to commemorate the Armenian genocide of 1915“

With all due respect, in case your argument stated above is not in compliance with the basic principles of democracy and in reality with the existing laws, wouldn’t the chaos caused by it be unavoidable during its sharing by the peoples?

The first universal article of the Law on this subject states that:  The applicability of a regulation must comply with the laws that are currently in force. There happens to be no court decision related to the genocide allegations attributed to the Ottomans and their legal inheritors: the Turks. But you are stating that “Genocide has taken place and that April 24 is the date for its commemoration” by placing yourself in the position of a court even though there is no court order on the subject ruling in that direction. Due to this aspect, by holding the legislative in place of legal judgements, you are committing a legal crime which is named dictatorship and I think this act, even on paper, deserves a legal punishment in France.

The second aspect is that by not attending the parliamentary session, 577 French parliamentarians have protested the law number 2001-70 dated January 20, 2001 which was submitted by the socialists. The mentioned “law” was unfortunately accepted in an antidemocratic fashion with 106 votes in favor, against 19 votes of refusal. Let’s see what the French Senate states in its official web-site about this inappropriate “law” which came about in an anti-democratic fashion on January 29, 2001 numbered 2001-70 and referenced as the “Armenian genocide” while reducing its applicability down to zilch in relation to the applicability of the laws: Quotation: “Upon examining from a political point of view, the main question in this control is besides protecting the government’s own responsibilities, it also aims to prevent the law enforcers from being disturbed by the legislators’ frequent interferences;” End of quotation

Esteemed President Mr. Macron,

It appears that by spurning the aforementioned legal warning of the French Senate and by treating an event which has no court verdict, as if such a court verdict exists, you are legally committing a constitutional crime by interfering in the business of judgement and execution. Here is another quotation from the same internet web-site of the French Senate: “…We can count more than 200 laws passed between 1981 and October 2007 which are enforced by legislation but inapplicable in practice or partially applicable due to missing regulatory texts.” And continues by implying that one of these is: Quotation: “Applicability of the law related to the recognition of the law regarding the 1915 Armenian genocide numbered 2001-70 dated on 29/01/2001 and published in the official paper under the number 25.” End of quotation.

Esteemed President Mr. Macron,

In other words, the applicability of this weird “law” is akin to zilch. To make myself more clearly understood, I will give you a simple example. The daily working hours in France is currently established in the laws as 8 hours. If you were to submit a decree deemed to be a law in relation to the employees working at the Elysée Palace stating: “From now on, everyone will start their jobs at 9:00 am instead of 8:00 and work until 18:30, with a half hour lunch break but no payment will be provided for the extra one hour of work each day.” There would be no problem from point of view of starting the workday one hour late, but duration of your employees’ daily working hours would not agree with the applicable law; it would be contradictory and thus is inapplicable.

And that is not all, See what the French Senate is saying in regards to the rate of agreement of the decrees that are deemed to become laws with respect to the laws that are in force at their time. Quote: “The ratio of applicability of ALL decisions (laws) to those that are prescribed or will be prescribed as a decree is 32%.” End of quote. The aforementioned claim belongs to the French Senate (protector of law) as it is placed in its web-site…! Just at this junction, we inform you to be aware that you are definitely committing a legal crime by publishing your decree which is not compatible with the existing laws, because you did not research its compatibility with the existing laws.

In addition, in the legal case dated January 29, 2001 with the number 2001-70 settling the “1915 Armenian genocide” case, that you wish your decree to comply with, there exists no plaintiff nor a defendant let alone a compatible court order…!!! An unfitting law that is referring to a non-existent court-case and a decree to become a law which is meant to be in coherence with this fabricated law…! I must admit that I find myself strained to judge your approach from point of view of legal common-sense…!

The third aspect is the decision of the Court of Justice of the European Union which considers your weird decree of April 10, 2019 as legally inexistent. The plaintiff mentioned in here may be someone that you are acquainted with, a citizen of your country, the Lawyers Suzanne and the Gregoire Krikorian family and one of the forefront activists of the Armenian Diaspora.

We all know that the legal decision of the Court of Justice of the European Union is held above the political decrees of the European and the French Parliaments. Please leave aside the official political decisions of the French, German and other parliaments on this subject. The European Parliament has passed a political verdict on July 20, 1987 with official number C-190 stating in its content that:

“Turkey cannot become a member of the European Union unless it accepts the Armenian genocide.” Well, is this decision still valid? The answer to this question is below: Suzanne and Gregoire Krikorian, the lawyers and speakers of the Armenian Diaspora in France whose hopes were raised by the 1999 Helsinki decision of selecting Turkey as a member state to the European Union, have opened up a court case with both tangible and intangible compensation demands at the Court of Justice of the European Union in reference to the

Armenian genocide, against:

  • The European Parliament,
  • The European Union Counsel and
  • The European Union Commission

in relation to the ‘’Non-contractual liability of the Community – Action manifestly lacking any foundation in law’’

You can call this legal case a “pre-trial of genocide”. The subject that creates the content of the case mentioned above as “The community’s (non-contractual) liability” implies to the international human rights and the tragic historical events of 1915. In other words they had claimed that genocide was committed against the Armenians by treating them unfairly. However, Suzanne and Grégoire Krikorian lost this case because they could not prove their assertions.

What a coincidence it is that you are accepting as if it is done, a crime which is not proven to be committed and are choosing a commemoration date for it… How “Democratic”…! This court case of tangible and intangible compensation benefits which was regarded like a pre-trial of genocide for the Armenian Diaspora was dismissed by the Court of Justice of the European Union on December 17, 2003 with decision number T-346/03 and the plaintiffs were committed to pay the court expenses amounting to 30,000 Euros.

In the reason numbered as 25 of the court case with the official file number T-346/03 which was refused by the Court of Justice of the European Union, the judge states the following exact quotations: Quotation numbered as 25 in the official verdict of case number T-346/03:”

Secondly, as regards the requirement that the applicants must have suffered actual and certain damage, the applicants clearly confined themselves in their application to relying in general terms on non-material damage caused to the Armenian community, without giving the least indication as to the nature or extent of the damage which they consider they had suffered individually. Therefore the applicants have supplied no information that would enable the Court to find that the applicants in fact suffered actual and certain damage themselves (see, to that effect, Case T-99/98 Hameico Stuttgart and Others v Council and Commission [2003] ECR II-2195, paragraphs 68 and 69).” End of quotation

Quotation number 10 of the official verdict numbered T-346/03:” The applicants also rely on an infringement of several fundamental rights, including the right not to be subjected to inhuman or degrading treatment and the right to respect for private life, laid down in Articles 3 and 8 of the European Convention for the Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms, signed in Rome on 4 November 1950”. End of quotation. And another quotation numbered as 21 from the official verdict number T-346/03:”

As regards the alleged breach of fundamental rights (see paragraph 10 above), it is sufficient to note that the applicants merely claim that such a breach took place, without explaining how that follows from the conduct of the defendant institutions complained of in this case.” End of quotation.

Upon this, the Armenian Diaspora applied to the court of appeals (objecting to the verdict). The case of appeal seen on the 4th office of the Court of Justice of the European Union (the objection case) was refused again on 17.04.2004 with the basic final decision numbered C-18/04 P. Esteemed President Mr. Macron,

The fact that the Jewish genocide (Holocaust) has been committed by the Germans was established legally by the verdict of the Nuremberg Tribunals, and refusing it is naturally a crime in Germany. But passing a political verdict of punishment on a subject not proven in a court of law can only be possible in a banana republic. Since it is not based on viable proof, Your law numbered 2001 – 70 and your decree considered as equivalent to a court of law that I have mentioned above are not based on viable proof and they unfortunately have no legal basis left in front of the Court of Justice of the European Union

For this reason I demand that you, like every other democrat obey the aforementioned legal decision of the Court of Justice of the European Union and cancel your weird decree deemed to be “law“ with number 2001-70 for unjustifiably blaming the Turks and apologize from the Turkish people. Or else, this will not go beyond your “Pyrrhic Victory“, because these decisions of the court of law are above official decisions.

And of course, this rule is valid for democratic governments.

Refik Mor

[2003-2018 member of Neumünster Parliament]”

Macron’a en iyi cevabı vatandaşı  Yves Benard  vermiş, Aralık 2017’de  yayınlanan kitabında yazar “Ermeni soykırımı yoktur”   tespitinde bulunmuştur. Benard, incelediği belgelerin  sözde Ermeni soykırımı  iddialarını çürüttüğünü şöyle  belirtmiştir:  “Soykırım yoktur, iki taraf içinde katledilmişler vardır. Şuna ikna oldum ki aslında Türkler, Ermenilerden daha fazla katliam kurbanı olmuştur.”  Kitap, Pantheon Yayınevi tarafından Türk-Ermeni Görüş Ayrılığına Yeni Bakış (Divergences Turco -Armeniennes) adı altında (165 sayfa) basılmıştır. Fransız yazar Benard, Türkiye’yi gezerek araştırma yapmış ve Türk toplumu hakkında adalet yerini bulsun dileğinde bulunmuştur: “Bu kitabı yayınlatmakta çok zorlandım. 2009 yılında çıkardığım ilk kitap sadece bir hafta raflarda kalabilmişti. Çünkü yayınevi üzerinde çok büyük baskı vardı. Korktular ve yayını durdurmaya karar verdiler. Şimdi, öyle görünüyor ki artık daha kolay yayınlanabilecek bir konu. Bu sefer çok kolaylıkla bir yayınevi buldum. Oysaki ilk kitabım için en az 60 yayıneviyle irtibata geçmiştim. O dönemde yayınevlerinin yarısı olumsuz cevap vermiş, diğer yarısı ise cevap vermeye bile gerek duymamıştı.”

Kitap hakkındaki  değerlendirme şöyledir: “Bu belgeler, uzun söyleşilerden çok gerçek anlamda olayların nasıl gerçekleştiğini, anlaşılır ve açık bir şekilde sizlere aktaracaktır.  Belgeler; diplomatlar, gazeteciler, subaylar, din adamları ve  teröristlerin   açıklamaları ve de Fransızlar tarafından  Ermeniler lehine yorumlanan Türk-Ermeni trajedisine farklı bir bakış açısı getirmektedir. Onların görüşlerine  inanmak kolaydır.  Oysa gerçekleri kabul ettirmek çok daha zordur. Birinci Dünya Savaşı başladığında, her yerde ölümün ve acının hüküm sürdüğü bir dönem başlamıştır. Türkiye her tarafta kuşatılmış durumdadır ve savaşabilecek durumda olan erkekler, kadınları, çocukları ve yaşlıları geride bırakarak  savaşa çağrılmışlardır.  Ermeni milisler,  isyan ederek savunmasız sivillere karşı  korkunç, acımasız ve barbarca bir imha  gerçekleştirmişledir. Tasniflenmiş ve güvenilir bir arşivden desteklenen bu kitap, Türk-Ermeni çatışmasının az bilinen bir gerçeğini gün yüzüne çıkartmıştır. Ermenilerin sorumlu olduğunu gösteren belgeler, karanlık bir tarih sayfasını gözler önüne sermektedir. Fransız ders kitaplarının önemli bir gerçeği gözden kaçırdığına inanan Yves Bénard, belgeler için önemli bir araştırma gerçekleştirmiştir. Türkiye’yi inceleyerek ve çok sayıda araştırma  yaparak,  adaletin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur.”

Fransa’da Macron dışında  aklı başında Fransızlar da vardır. Ermeni kökenli müzisyen Carole Marque-Bouaret, Fransa’da kurduğu MAHALEB  adlı grupla, geleneksel Anadolu şarkılarını Türkçe ve Ermenice yorumlamaktadır.  Akordeon sanatçısı Fransız Elsa Ille ve Yunan asıllı perküsyonist Jerome Salomon grubun diğer üyeleridir. Carole, Türkiye ve Ermenistan arasında 24 Nisan’dan dolayı gerginliğin arttığı dönemde müziğiyle barış mesajı vermektedir. Türkiye’deki konserlerinde çok iyi karşılandıklarını  açıklayan  Carole, Avrupa’daki turnelerine gelen Türk ve Ermenilerin kalbine dokunduklarını   söylemiştir.

Grubun Fransız üyesi Ille, müzikle kültürler arasında bağlantı kurduklarını, Yunan Jerome da Osmanlı dönemine uzanan köklerinden dolayı Türk müziğine kendisini yakın hissettiğini belirtmektedir. Yaptıkları müzikle hiçbir politik mesaj vermediklerini  açıklayan   Carole şunları söylemiştir: “Sadece müzikal mesaj veriyorum. Benim için bu iki dili, Türkçe ve Ermenice’yi konuşmak çok doğal. Ben sadece gelecek nesillere bunu aktarmak isterim. Bu dilde şarkı söylemek benim için çok önemli.” Büyük büyük babası Bilecikli olan Carole,  Marsilya’da  doğmuştur. Sanatçı Türkiye’ye yaptığı yolculuklarda köklerini keşfettiğini ve Türkçe öğrenmeye başladığını söylemektedir. İstanbul’da kaldığı bir yılda Türkçe öğrenen Carole, Fransa’nın Lyon kentinde kurduğu müzik grubuyla Anadolu’nun birçok yöresinden şarkılar seslendirmektedir. )

Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin Mc Carthy’nin sözde soykırım konusundaki tespitleri  çok  önemlidir.  17 Nisan 2014 tarihinde AA’dan Tuğba Özgür Durmaz’a verdiği demeçte;  konuyla ilk defa yıllar önce Anadolu’nun nüfusu, nüfusun  Birinci  Dünya Savaşı’ndan önceki durumu ve Savaş‘tan sonra ne kadar kaldığı üzerine araştırma yaparken karşılaştığını belirtmiş, tarihi gerçeklere karşı koyamadığı için soykırım konusuna  eğildiğini söylemiştir:  “Neticede ne kadar çok Türk’ün öldüğünü anladım. Bu kadar Türk nasıl öldü çünkü savaşta değillerdi. 2,5-3 milyon Müslüman savaşta ölmüştü, ben de bu konuyu çalışmalıyım diye düşündüm. Ermeniler üzerinde çalışmamın da aslında belirgin bir nedeni yok, aslında ilk çalıştığım Müslümanlardı ama daha sonra fark ettim ki bu kadar insan öldüğüne göre onları birileri öldürmüş olmalı diye düşündüm. Böylece Ermenilerin, Yunanların ve Yahudilerin üzerine de çalışmaya başladım. Ama aslında bu konuyu ben seçmedim, konu beni seçti. Hiçbir zaman Ermeniler üzerine yazmayı planlamamıştım ama oldu.” 

Justin McCarthy, Türkler ve Ermeniler: Osmanlı Devletinde Milliyetçilik ve Çatışma başlıklı kitabında, Osmanlı-Ermeni ilişkilerini anlamak için bir çerçeve sunmaktadır. McCarthy, mevcut varsayımlara meydan okumakta ve Osmanlı İmparatorluğu ile Ermeni azınlığı arasındaki çatışmayı açıklayan yeni bir yorumla, geç Osmanlı tarihçiliğinin en temel sorununa katkıda bulunmaktadır.  Kitap, 1915 trajik olaylarına yol açan durumların yeni bir analizini isteyenler için olduğu kadar geniş bir kitle için de önerilmektedir.

Justin McCarthy,  Ermenilerin bu kadar yıl geçmesine rağmen neden  iddiaları sürdürdüklerine ilişkin  olarak, “Bunun nedeni çok basit. Çocuklara nefret etmeyi öğretirseniz, onlar nefretle büyür ve nefret ne olursa olsun büyümeye devam eder. Diğer bir diğer sebep de yurt dışındaki Ermeni milliyetçi gruplar bundan fayda sağlayacaklarına, para alacaklarına, Kars, Erzurum, Bitlis, Van’da toprak kazanacaklarına inanıyorlar. Bunlar yanlış ama yine de inanıyorlar” değerlendirmesinde bulunmaktadır. Köklerinin Alman ve İrlandalı olmasına rağmen kendisini Amerikalı olarak tanımlaması gibi, Amerika’daki bazı Ermeni gruplarının da Ermenilerin böyle düşüneceği, kimliklerinin milliyetlerinin yok olacağı endişesini taşıdıklarını söyleyerek  doğru bir tespit yapmıştır: “Bundan dolayı Ermeniler soykırım iddiasını kendilerini bir arada tutacak bir bağ olarak görüyorlar. ‘Ne acılar çektik’ demek böyle bir bağ ve kendilerini bu acı üzerinden tanımlıyorlar. Tabii daha başka pek çok neden var. Kendi hikayelerinden, propagandalarından başka bir şey duymadılar, bu yüzden de Türklerin kötü olduğunu düşünüyorlar çünkü aslında onlara hep onların kötü olduğu söylendi.” 

Hocalı’daki katliamı  görmek istemeyip “sözde” Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen Ermeni İsyanı 1894-1920  belgeselini izlemelidirler. Bu belgesel  24 Nisan öncesinde  youtubedan silinmiştir. (video kullanılamıyor, Ermeni İsyanı 1894-1920 belgeseli şimdi adresinden izlenebilir. Fakat, istenmeyen görüntüler de vardır. Dikkat edilmelidir. (57 dakika)

ABD Başkanı Donald Trump 1915  Ermeni tehciri ile  ilgili olarak bu yılda “Büyük Felaket” anlamını gelen “Meds Yeghern”  demiştir ama açıklamada  Trump’ın imzası yer almamıştır. Önceki yıllarda Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamalarda başkanların imzası  bulınuyordu:“Statement by the President on Armenian Remembrance Day 2019 April 24, 2019 Today, we commemorate the Meds Yeghern and honor the memory of those who suffered in one of the worst mass atrocities of the 20th century.”  )

Trump’ın “soykırım” (genocide)  ifadesinin kullanmamasında Türk sivil toplum kuruluşları ile devletin  girişimleri etkili olmuştur. Bu kapsamda bir sivil toplum kuruluşu olan Milli Düşünce Merkezi Başkanı sayın Sadi Somuncuoğlu, ABD Senatörler ve Temsilciler Meclisi üyeleri  ile  İsrail Parlamentosu  üyelerine  aşağıdaki  mektubun gönderilmesini sağlamıştır. Bu kapsamda  14 Şubat 2017 tarihinde Ermeniler Başkan Trump’a Mesaj Gönderirken Bizler Ne Yapıyoruz?”  başlıklı yazımı da paylaşmak isterim.(http://ankaenstitusu.com/ermeniler-baskan-trumpa-mesaj-gonderirken-bizler-ne-yapiyoruz/)

Sayın  Sadi Somuncuoğlu’nun mektubu aşağıdadır.

“To The Attention Of People:

As April 25 approaches, there’s a strange activity this time, which differentiates this year from the the previous years. The Jewish Lobby, which has been against the Armenian agenda in the US, seems to have changed its stance on the issue. Likely the decision by the US, recognizing the Golan Heights as part of Israel against the resolution by the UN Security Council, has played a key role in this change. Perhaps President Trump seeks Israeli and Jewish support in advance, before –in case- he confirms the Armenian discourse. Publication of a book by the Harvard University Press penned by two authors from Tel Aviv University by Harvard University Press, claiming the “Turks killed millions of Christians” nonsense also points in this direction. Decisions by Italy and France also indicate that Turkey is to be put under greater pressure. Campaigns on the international stage exploiting Armenian claims twisting history and manipulating truth will surely have a detrimental effect on world peace, especially on our region’s security concerns and stability.

We would like to reiterate a few facts as the campaigns continue: Armenian terrorists rebelled against their sovereign, the Turkish Ottoman Empire, ambushed and killed Turkish security personnel in 1895, in the Zeytun district of the Maraş Province. This started a series of rebellions that lasted till 1914, during which many of civilians were massacred and property was assaulted.

According to the decision by Dashnak Congress held in Sofia in 1904, armed Armenians were to intensify their activities in İstanbul and İzmir; and public buildings, including the Seat of Government, Galata Bridge, the Tunnel (Ottoman Era subway in İstanbul), Banque Ottomane, embassies, many other public and private buildings were to be bombed. In this context, the reigning Sultan Abdülhamid II was saved from a bombing attack on July 21, 1905 in Yıldız Mosque, by pure luck.

 Armed Armenian bands, taking advantage of Ottoman Empire’s entry into war in 1914, started a series of massacres and large scale ethnic cleansing operations in collaboration with the enemy. Only in Van, 80.000 ethnic Turks were killed. Behind the scenes, promises of an independent Armenian state by the Allied powers played a serious role in these massacres. Between 1895 and 1920, during the repetitive armed rebellions of the Armenians, lasting more than half a century, 2.565.000 Turks and Muslims were killed, 1.650.000 migrated westward due to Armenian attacks, and half of them were lost on the long route.

 Facing this extreme situation, the Turkish Ottoman Empire was forced to enact the “Relocation and Resettlement Law” and moved Armenians away from the war zone to safer zones, such as Syria. Following WWI, an international court was established in Malta in 1918, to investigate Armenian claims. Meanwhile, İstanbul, the then Turkish capital, was under occupation, the sultan was under detention, all witnesses were alive and all state archives were under direct command of the prosecution. Even under indicating such circumstances, the case was dismissed on 29 July 1921, due to “lack of any evidence of genocide”.

Between 1973 and 1985 the Armenian terrorist organization ASALA, killed 43 innocent Turkish diplomats and embassy employees in several western countries, including the US. This is a real genocide. Inherently political in nature. On the other hand, the so-called “genocide-decisions” issued in various parliaments, are illegal endeavors of those who keep supporting terrorism, believing they are going to fulfill their – mostly domestic – poilitical goals this way. We should raise our voice on the massacres and the actual genocide perpetrated by Armenian armed mobs on Azerbaijani Turks in February 1992, in Karabakh and Khojaly regions, led by Armen Sarkissian, now President of Armenia.

Today, 20% of Azerbaijan’s territory is under occupation and due to this illegal occupation more than one million Azerbaijani Turks are internal refugees, forced to leave their hometowns. These facts were ascertained and announced by United Nations decisions. In the light of these truths, efforts of  some western countries and the US, to incriminate  Turkey, violates both human sense of justice and and human rights, is unlawful, and therefore, unacceptable. We invite conscientious people to act and interfere for truth and halt base political defamation of a nation. With all due respect, Sadi Somuncuoğlu President of MDM”

, ,

İTALYA

Senato Repubblica Italyan Twitter hesabı  infopoint@senato.it ,

Sayın Somuncuoğlu imzasıyla Fransız Senatörler ile Meclis Üyeleri için  aşağıdaki mektup kaleme alınmıştır.

“Un appel au monde entier : Nous avons raison et nous défendrons nos vérités jusqu’ à la fin!

Le 24 avril arrive. Il y a un mouvement différent du monde occidental comme jamais ressenti auparavant. Jusqu’ à aujourd’hui aux États-Unis également le lobby juif opposé aux revendications arméniennes a changé d’attitude, pour raison que malgré la décision du Conseil de sécurité des Nations Unies, les États-Unis ont reconnu les collines du Golan comme territoire israélien. On y voit le récit du président Trump sur la perspective de recevoir le soutien du lobby israélien et juif en cas d’approbation de la rhétorique arménienne. Deux des auteurs de l’Université de Tel-Aviv, on prit en mains des histoires vraiment absurdes et qui n’ont rien avoir avec les réalités comme soi-disant que les Turcs avaient assassiné des millions de chrétiens, publié par la presse de l’université de Harvard. Les décisions prisent par la France et L’Italie confirmant les revendications des Arméniens nous montrent clairement et purement l’effet de vouloir mettre la Turquie sous une forte pression politique et historique.

Les campagnes qui sont menés de manière erronée avec intention de mauvaise fois sur la victimisation toute en projetant l’histoire sur la problématique arménienne, risque d’affecter la paix mondiale et surtout métreras en difficulté la sécurité ainsi que la stabilité de notre région.

Il serait utile de rappeler les vérités contre les campagnes de mauvaises volontés ;

Ce sont les terroristes arméniens qui ont ouvert la bannière de la rébellion contre l’Etat turc ottoman, et qui ont martyrisé nos forces de sécurité dans la ville de Marash Zeytun en 1895. De nombreux civils innocents ont été tués et plus d’une centaine de personnes ont été assassinées par les impitoyables arméniens, de nombreux biens publics ont été attaqués également.

Selon la décision prise par l’organisation Dashnak à Sofia en janvier 1904, des actions intenses seront menées à Istanbul et à Izmir. Le centre gouvernemental, le pont de Galata, le tunnel, la banque ottomane, les ambassades, les institutions privées et publiques vont être exploser. Pendant ces évènements l’intervention des Etats européens sera assuré sur les lieux. Dans ce contexte, le vendredi 21 juillet 1905 à l’attentat à la bombe perpétré dans la Mosque Yıldız, II. Abdülhamid avait survécu par hasard.

Lorsque l’Etat turc ottoman était en guerre en 1914, les ennemies qui avaient su profiter de cette occasion ont commencé des massacres terribles et un nettoyage ethnique, et ont eu recours à tous les moyens, y compris à la coopération avec l’ennemi sur le front. Seulement a Van 80.000 Turcs ont été assassinés.

2 millions 565 000 Turcs et Musulmans ont été tués entre les années 1895-1920, 1 million 650 000 personnes ont effectuer une immigration sur l’ouest du pays pour des raisons de sécurité et plus de la moitié des innocents se sont perdues lors du trajet.

ace à ce tableau lourd, l’Etat Ottoman turc s’est vu l’obligation de promulger la loi de “Transportation et de logement” et a transporté ces groupes armés rebelles des zones de guerres et ont été placé dans les zones sécurisé (Syrie)

Juste après la première guerre mondiale, un tribunal international a été créé à Malte pour enquêter sur les allégations arméniennes de 1918. Pendant ce temps, Istanbul est sous occupation et le Sultan est emprisonné, les témoins de l’événement sont en vie et toutes les archives de l’État sont sous l’ordre du Procureur. Dans les procédures menées dans ces conditions, le 29 juillet 1921 aucun document et aucune trace ont pu été prouvé sur le soi-disant génocide arménien donc aucun dossier et procès judiciaire ont pu été ouvert.

Entre 1973 et 1985, aux États-Unis et dans les pays occidentaux 43 innocents diplomates Turcs Ont été tués par l’organisation terroriste arménienne ASALA. Voici le vrai génocide ! Les décisions de génocide politique prises dans les assemblées de divers pays sont des efforts illicites de ceux qui soutiennent le terrorisme.

Un autre point très important à prendre en main, en février 1992 les gangs arméniens dirigés par le président arménien Sarkisyan ont occupé le Haut-Karabakh et un massacre inhumain et sauvage contre les Turcs d’Azerbaïdjan à Khojaly ont pris la place dans l’histoire. Un vrai génocide encore une fois !

Aujourd’hui, 20% du territoire azerbaïdjanais est sous occupation arménienne et plus d’un million de Turcs azerbaïdjanais ont été obligés d’héberger loin de leur propre domicile. Nous voyons encore une fois l’affreuseté des arméniens.

Tout en observant et examinant ces discours ainsi que sachant les vérités de l’histoire, il est vraiment malheureux de visualiser les tentatives de certains pays occidentaux et des Etats unis ainsi que la France d’essayer de montrer et de faire ressentir la Turquie comme un pays coupable. Ce sont des effets strictement injustes qui sont très loin d’être acceptable.

Les autorités Turques doivent impérativement agir efficacement sur ce sujet.

Pour ceux qui ont du respect et conscient envers la vérité.

Nous invitons les êtres humains ayant une conscience contre la vérité et à intervenir pour mettre fin aux insultes et mensonges politiques fondamentales d’une nation.

Respectueusement annoncé au public mondial. Sadi Somuncuoglu President M.D.M” )

ABD’de bir sivil toplum kuruluşu olan ATASC’ın  AB-1320’ye Karşı ATASC’ye Katılın: Bir Irkçı BDS Yasası Türk Milletini Hedeflemektediraçıklamasını, sözde Ermeni soykırımı ile  ilgili olduğundan    paylaşmakta yarar görüyorum. ATASC; (American Turkish Association of Southern California) eğitici, kültürel, hayırsever ve sosyal faaliyetler aracılığıyla Türkler ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkileri daha iyi anlama ve ilişkileri teşvik etmeye  yönelik kar amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşudur. (ATASC is a non-profit organization dedicated to promoting better understanding and relations between the peoples of Turkey and the United States of America through educational, cultural, charitable, and social activities)

 

 

 

Join ATASC in Opposing AB-1320:

Another Racist BDS Law

Targeting People of Turkish Heritage

 

Write a Letter to the California Assembly (California Residents Only)

 

Tweet to the CA Assembly Appropriations Committee

 

AB-1320 is yet another racist Boycott-Divestment-Sanctions measure. While typical BDS’s attack Israel, this one attacks Turkey, another U.S. ally in a critical part of the world.

 

BDS’s are not helpful because they attack an entire people and cause counter-productive results. Moreover, AB-1320 BDS is even more troublesome because it concerns events more than 100 years ago in an ancient empire that does not exist, and exacts retribution against the people of modern Turkey, three generations removed.

 

AB-1320 gives the false appearance that it complies with U.S. policy regarding Turkey, whereas it is the position of the U.S. not to characterize the events of 1915 as genocide. This position was affirmed by the United States Supreme Court which let stand a 9th Circuit 11-0 en banc decision that invalidated a California law similar to AB-1310 because it characterized the Armenian case as genocide.

 

The U.S. position is also supported by the United Nations, which has four times rejected the claim, 1985, 2000, 2007, and 2015. And, the U.S. position is shared by the European Council, as in 2015 the European Court of Human Rights High Commission held the Armenian case was not a proven case of genocide under international law.

 

Finally, AB-1320 lies to California pensioners, by injecting an ethnic feud into the decision-making process of fund managers. AB-1320 then prohibits pensioners from filing claims the the mangers violated their fiduciary duty by considering irrelevant ethnic biases. In the end, AB-1320 makes the California pensioner pay for the retribution which the Armenian lobby seeks against people of Turkish heritage.

 

Thousands of Turkish Americans, as hundreds of thousands of California residents, are public servants, who do not wish to expose their financial stability during retirement to additional and irrelevant encumbrances outside of normal economic considerations.

 

Pension funds are not the appropriate venue to address ancient ethnic feuds.

 

Please oppose AB-1320. Thank you.

Kaynak:

 

ASSEMBLY BILL No. 1320

 

Assembly Bill No. 1320  (BDS: Boycott-Divestment-Sanctions) ırkçı, Boykot, Yoksun Bırakma, Yaptırım konusundaki  Meclis Yasası’dır. Aslında  BDS  İsrail’e yöneliktir. Fakat dünyanın kritik  bölgesinde  ABD müttefiki olan Türkiye’yi ve Türkleri sözde Ermeni soykırımı üzerinden  hedef almaktadır. (AB-1320 is yet another racist Boycott-Divestment-Sanctions measure. While typical BDS target Israel, this one attacks Turkey, a U.S. ally in a critical part of the World)


ASSEMBLY BILL No. 1320

Introduced by Assembly Members Nazarian, Friedman, and Gabriel
(Coauthor: Assembly Member Chen)
(Coauthor: Senator Wilk)

February 22, 2019

An act to amend Section 16642 of, and to add and repeal Section 7513.74 of, the Government Code, relating to public employee retirement systems.

BILL TEXT

THE PEOPLE OF THE STATE OF CALIFORNIA DO ENACT AS FOLLOWS:

SECTION 1. The Legislature finds and declares the following:

(a) The State of California has officially recognized the Armenian Genocide each year for decades and has REPEATEDLY URGED THE REPUBLIC OF TURKEY TO ACKNOWLEDGE THE FACTS OF THE ARMENIAN GENOCIDE and work toward a just resolution, honor its obligations under international treaties and human rights laws, end all forms of religious discrimination and persecution, and return Christian church properties to their rightful owners.
(b) Genocide is defined by the United Nations as an act “committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious group.”
(c) Genocide denial is widely viewed as among the final stages of genocide and serves to perpetuate the effects of genocide even after the active phases of extermination, massacres, forced marches, and deportation have ended.

(d) The government of Turkey has engaged and continues to engage in an ongoing campaign of genocide denial and historical revisionism by refusing to acknowledge its responsibility for the Armenian Genocide, refusing to compensate its victims, and actively pursuing a well-funded political lobbying campaign throughout the United States, including in California, to rewrite history and defeat legislation recognizing the ARMENIAN GENOCIDE.
(e) The government of Turkey has engaged, and continues to engage, in efforts to effect Armenian cultural erasure since the founding of the Republic of Turkey, including, but not limited to, ethnic cleansings and the destruction of sacred Armenian religious sites.
(f) A reference in Turkey by any scholar, journalist, or other person to the massacre and deportation of Armenians in 1915 to 1923, inclusive, as genocide can be criminally prosecuted under Article 301 of the Turkish Penal Code.
(g) The State of California is home to the largest Armenian American population in the United States, and Armenians living in California, most of whom are direct descendants of the survivors of the Armenian Genocide, have enriched our state through their leadership and contributions in business, agriculture, academia, government, and the arts, yet continue to suffer the effects of the continued denial campaign by the government of Turkey.
(h) The State of California, as the world’s fifth largest economy as of February 2019, and in accordance with principles of human rights and justice, has taken the lead in adopting legislation to divest from South Africa for its policy of apartheid, Sudan for its genocide in Darfur, and Iran for its support of international terrorism, imposing economic consequences upon regimes that engage in conduct and policy that violate human rights or constitute crimes against humanity.
(i) The State of California, through its Public Employees’ Retirement System (PERS) and its State Teachers’ Retirement System (STRS), directly invests public funds in the government of Turkey, which then reaps profits while actively denying the Armenian Genocide, funding its continued campaign of denial, at least in part, through these investments in Turkey’s economy.
(j) By investing public funds in the government of Turkey, the State of California as the embodiment of its citizens contradicts its longstanding, just position of recognizing the Armenian Genocide and urging the government of Turkey to acknowledge its responsibility and work toward a just resolution by honoring its obligations under international treaties and human rights laws, to end all forms of religious discrimination and persecution, and to return Christian church properties to their rightful owners.
(k) It is the government of Turkey, not the people of Turkey, that is responsible for Turkey’s continued egregious violations of human rights and active pursuit of genocide denial, cultural erasure, and historical revisionism.
(l) Investment in the Republic of Turkey enables its government to continue to deny justice to the Armenian people.

(m) Divesting these funds would ensure that the State of California is in no way complicit in the continued denial of the Armenian Genocide by the government of Turkey and would encourage said government to acknowledge the Armenian Genocide and to reach a fair and just resolution of reparations for the survivors of the Armenian Genocide.
SEC. 2. Section 7513.74 is added to the Government Code, to read:
7513.74. (a) As used in this section, the following terms have the following meanings:
(1) “Board” means the Board of Administration of the Public Employees’ Retirement System or the Teachers’ Retirement Board of the State Teachers’ Retirement System, as applicable.
(2) “Government of Turkey” means the government of Turkey or its instrumentalities or political subdivisions. “Government of Turkey” also includes any and all investment vehicles, government bonds, or financial institutions and entities that are owned, controlled, or operated by the government of Turkey.
(3) “Public employee retirement funds” means the Public Employees’ Retirement Fund described in Section 20062 and the Teachers’ Retirement Fund described in Section 22167 of the Education Code.
(4) “Turkey” means the Republic of Turkey or any territory under the administration or control of Turkey.
(b) Immediately upon Upon passage of a federal law imposing sanctions on Turkey for failure to acknowledge by both the United States House of Representatives and the United States Senate, and signed by the President of the United States, imposing sanctions on the government of Turkey for failure to officially acknowledge its responsibility for the Armenian Genocide, the board shall not make additional or new investments or renew existing investments of public employee retirement funds in any investment vehicle in the government of Turkey that meets either of the following criteria:
(1) The investment vehicle is issued by the government of Turkey.
(2) The investment vehicle is owned, controlled, or managed by the government of Turkey.
(c) The board shall liquidate investments in Turkey in an investment vehicle described in subdivision (b) within six months of the passage of a federal law that imposes sanctions on the government of Turkey, as defined in paragraph (2) of subdivision (a), and as described in subdivision (b), within 18 months of the passage of a federal law, as provided in subdivision (b), that imposes sanctions on the government of Turkey for failure to acknowledge officially acknowledge its responsibility for the Armenian Genocide.
(d) Within one year of the passage of a federal law imposing sanctions on Turkey for failure to acknowledge the government of Turkey for failure to officially acknowledge its responsibility for the Armenian Genocide, the board shall file a report with the Legislature, in compliance with Section 9795, and with the Governor, that shall include the following:
(1) A list of investment vehicles in the government of Turkey of which the board has liquidated its investments pursuant to subdivision (c).
(2) A list of investment vehicles in the government of Turkey of which the board has not liquidated its investments as a result of a determination made pursuant to subdivision (e) that a sale or transfer of investments is inconsistent with the fiduciary responsibilities of the board as described in Section 17 of Article XVI of the California Constitution and the board’s findings adopted in support of that determination.
(e) Nothing in this section shall require a board to take action as described in this section unless the board determines in good faith that the action described in this section is consistent with the fiduciary responsibilities of the board described in Section 17 of Article XVI of the California Constitution.
(f) (1) Before an extension of the operation of this section, the board shall, using methods or processes as determined by the board, reevaluate the merit of continuing the prescribed divestment action, including, but not limited to, the financial effects of the divestment action on the fiduciary responsibilities of the board pursuant to Section 17 of Article XVI of the California Constitution.
(2) On or before January 1, 2024, the board shall submit a report to the Legislature with the information described in paragraph (1) on the merit of continuing the prescribed divestment action.
(3) A report submitted pursuant this subdivision shall be submitted in compliance with Section 9795.
(g) This section shall be repealed upon a determination by either the Department of State or the Congress of the United States, or other appropriate federal agency, that the government of Turkey has officially acknowledged its responsibility for the Armenian Genocide. on the earlier of the following dates:
(1) Upon a determination by either the Department of State or the Congress of the United States, or other appropriate federal agency, that the government of Turkey has officially acknowledged its responsibility for the Armenian Genocide.
(2) January 1, 2025.
SEC. 3. Section 16642 of the Government Code is amended to read:
16642. Present, future, and former board members of the Public Employees’ Retirement System or the State Teachers’ Retirement System, jointly and individually, state officers and employees, research firms described in subdivision (d) of Section 7513.6, and investment managers under contract with the Public Employees’ Retirement System or the State Teachers’ Retirement System shall be indemnified from the General Fund and held harmless by the State of California from all claims, demands, suits, actions, damages, judgments, costs, charges, and expenses, including court costs and attorney’s fees, and against all liability, losses, and damages of any nature whatsoever that these present, future, or former board members, officers, employees, research firms as described in subdivision (d) of Section 7513.6, or contract investment managers shall or may at any time sustain by reason of any decision to restrict, reduce, or eliminate investments pursuant to Sections 7513.6, 7513.7, 7513.74, and 7513.75.”

Tüm bu gelişmelerden sonra  Dışişleri Bakanlığı’nın sözünü yerine getirmesi tüm vatandaşların beklentisidir: “Macron’un oy elde etmek uğruna, diplomatlarımızı şehit eden terör örgütlerinin Fransa’daki bugünkü uzantılarını memnun etmek amacıyla aldığı bu karar, müttefiklik ilişkisiyle de bağdaşmamaktadır. Bu tutuma her vesileyle gereken cevap verilecektir.” Eğer bu açıklamadan sonra Fransa’ya gereken cevap verilmez ise, açıklama suya yazı yazmaya benzer.

Perinçek Kararı’na rağmen  sözde Ermeni soykırımını kabul eden  Avrupa ülkelerinin  parlamentolarının   soykırım kararlarının geri alınması sağlanmadığı sürece, diğer ülkelerin  de Ermeni diasporasının etkisiyle Türkiye aleyhine karar almaya devam etmeleri  kaçınılmazdır. Ermeni diasporasının  etkinlikleri, Avrupa’da  Türkiye ve Türkler aleyhine  hava yaratılmasına katkı sağlar. Buna  örnek İngiliz BBC 3 radyosunun Avusturyalı yazar Franz Werfel’in Musa Dağı’nda 40 Gün  kitabı hakkındaki 50 dakikalık  programıdır. Program sunucusu Maria Makaronis, soykırımdan kurtulmuş Ermenilerin Musa Dağı’nın tepesinde verdikleri mücadele hakkında gerçek bir hikayenin sunulduğunu, 20’nci  yüzyılının en acı romanı olarak görülebileceğini söylemiştir: “Kitap çağdaş tarihin en karanlık sayfalarından birini açıyor; Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni vatandaşlarını yok ettiğini anlatıyor.” Kitaba  sansür uygulanmasına  rağmen, romanın 34 dile çevrildiğini  açıklayan Makaronis, Hollywood’da  romanı konu alan  film çekme girişimlerinin Türkiye’nin   baskısı yüzünden başarısız olduğunu  açıklamıştır.

1915 yılındaki tehcir emrinin, yaklaşan ölümün soğuk nefesi olduğunu anlayan ve emre uymamaya karar veren Antakya Ermenilerinin direniş ve kaçış hikayesine odaklanan Musa Dağ’da Kırk Gün (Die Vierzig Tage Des Musa Dagh) adlı roman Werfel’e göre güya 1929 yılının Mart ayında, Şam’da tasarlanmıştır. Bir halı fabrikasında çalışan, sakat kalmış, açlıktan ölmek üzere olan çocukların sefaletini, güya bir halkın akıl almaz kederini anlatmaktadır. 1932-1933 yıllarında kaleme alınan roman   edebi gücüyle çok satmış, 2016 yılında Türkçeye de çevrilmiştir.  Musa Dağda Kırk Gün bir romandır ve  kurgudan ibarettir.

Bilinmesi gereken önemli  bir gerçek vardır. Ermenistan devletinden  dost olmaz. Çünkü;

  • Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli Bağımsızlık Bildirisi’nin 12’nci maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslararası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir”
  • Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” açıklamış ve taahhüt etmiştir.
  • 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda “Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’ndeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” anayasa hükmü olmuştur.
  • Soykırım yalanının uluslararası alanda tanınmasının Ermenistan’ın dış politika hedefi olduğu belirtilmiştir.
  • Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü Kurultayına katılan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” demiştir.
  • Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ili yer almıştır.
  • Ermenistan Milli Marşı’nda “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” yazılıdır.
  • Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır.
  • Sarkisyan, İngiliz yazar Thomas De Waal’a, “Hocalı’dan önce Azeriler bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu- stereotipi- (zeka geriliği) kırmayı başardık” diyen kişidir.

Fransa, Ermenilerin  Hocalı’da yaptıkları soykırımı  neden yok saydığını mutlaka açıklamalıdır. Eski ASALA (Ermeni terör örgütü ASALA’nın askeri kanadının 1981 yılında Güney Kıbrıs’a geçtiğini Kuznetsov açıklamıştır) eylemcilerinden Monte Melkonian Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere komutanlık yapmış ve katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğünde anlatmıştır. Melkonian’ın ölümünden sonra Markar Melkonian kardeşinin günlüğünü Benim Kadeşimin Yolu (My Brother’s Road: An American’s Fateful Journey to Armenia, I. B.Tauris,2005) isimli kitapta Hocalı katliamı için şunları yazmıştır: “Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.”

Büyük Ermenistan idealistlerinden  Zori Balayan  1995 yılında yayınlanan Ruhumuzun Canlanması (Heaven and Hell,  Los Angeles 1997, Yerevan 1995) kitabında (s. 260-262) Hocalı’da soykırımın yapıldığını  itiraf etmiştir: “Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, buna rağmen Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.”

Yukarıdaki satırlar, Ermenilerin bir insanlık suçu işlediğinin itirafıdır. Bu suçu işleyenlerin başı Karabağ savaşında Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Azati Sarkisyan’dır. Kendisinin işlediği suçlardan yargılanması gerekir. (United Nations Security Council: Recognize Serzh Sargsyan, the President of Armenia, as a war criminal) Dönemin Cumhurbaşkanı   Abdullah Gül’ün 6 Eylül 2008 tarihinde futbol maçı izlemek için Erivan’a yaptığı ziyaretin ardından atılan adımlar, Türkiye-Ermenistan arasında başlayan yakınlaşma süreci karşılıklı olmadığı için sonuç vermemiştir. Ben o tarihte sayın Gül’ün  Ermenistan’a gitmesini olumlu karşılamamıştım.

Hocalı katliamının sorumlusu birliklerin başındaki iki liderden biri Sarkisyan’dır  ve  katliam emirlerini veren kişidir.  Sarkisyan, İngiliz araştırmacı Thomas de Wall‘un yaptığı bir röportajda o günlerden şöyle söz etmiştir: “Azerbaycanlılar Ermenilerin sivil halka karşı katliam yapmayacağını düşünmekteydiler. Biz bunu Azerbaycanlılara şaka yapmadığımızı göstermek amacıyla ibret olsun diye yaptık.  He told me: “Before Khojalu, the Azerbaijanis thought that they were joking with us, they thought that the Armenians were people who could not raise their hand against the civilian population. We needed to put a stop to all that. And that’s what happened. And we should also take into account that amongst those boys were people who had fled from [the anti-Armenian pogroms in] Baku and Sumgait.” )

Türkiye; 16. yüzyıldan itibaren Ermeni hareketlerini belgelerle anlatamadığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın  (Md. 10, 24, 25) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ermeni kökenliler için de geçerli olduğu dile getirememiş, Ermeni iddialarının asılsız olduğunu anlatmakta yetersiz kalınmıştır. Bundan sonra sonuç elde edilmek isteniyorsa, Türkiye’yi sözde Ermeni soykırımı ile suçlayan ülkelere gerekli cevap aynı tonda verilmelidir. Çünkü Türkiye, 1980’lerin Türkiye’si değildir.

Bu konuda bir anımı da paylaşmak isterim. Yıl 1982.  Rahmetli Bülent Ulusu Başbakan. Ben DPT AET Dairesini yeni kurmuş genç bir doçentim. O dönemde de Fransa  ile ilişkiler çok gerilmişti. Sayın Ulusu DPT Müsteşarı Yıldırım  Aktürk’e  Fransa’ya karşı ekonomik önlemler alınması talimatını vermiş. Müsteşar Aktürk beni çağırdı ve  bizden rapor hazırlamamızı istedi. Uzun bir çalışmadan sonra Fransa’dan ithal edilen iki önemli kaleme kısıtlama getirmesinin mümkün olduğunu gördük. Bunlar, Renault otomobil parçaları ithalatı ile TÜLOMSAŞ’ın  (ELMS) o dönemde Fransa destekli ürettiği ana hat  lokomotiflerin parça ithalatını kısmaktı.  1971 yılında Fransız Traction Export firması ile lokomotif, Chantiers de L’Atlantique firması ile motor lisans anlaşması çerçevesinde 2400 beygir gücünde, 111 ton ağırlığında, 39400 kg çekme kuvvetine sahip  dizel elektrik ana hat lokomotifleri üretiliyordu. Fakat böyle bir kısıtlama Fransa’dan çok Türkiye’ye zarar verecek, bindiğimiz dalı kesmiş olacaktık.  Daha sonra bundan vazgeçilmiş, AB’den ithal edilen demir çelik ürünlerine yüzde 15 ek vergi konulmuştur. Fakat bu da gerek AB ile olan gümrük birliğine ve de GATT kurallarına aykırı olduğu için bir süre sonra kaldırılmıştır.

Şimdiki Türkiye  ile 1980’lerin Türkiye’si bir  değildir. Bu bakımdan   Dışişleri Bakanlığı’nın “Macron’un oy elde etmek uğruna, diplomatlarımızı şehit eden terör örgütlerinin Fransa’daki bugünkü uzantılarını memnun etmek amacıyla aldığı bu karar, müttefiklik ilişkisiyle de bağdaşmamaktadır. Bu tutuma her vesileyle gereken cevap verilecektir”  açıklaması sözde kalmamalı, suya yazılan yazı olarak tarihe geçmemelidir. Eğer geçerse, Türkiye’nin inandırıcılığı kalmaz.

Bu konuda yapılacak en etkili  tepki,  Fransa’dan  Légion d’Honneur  nişanı alanların yayınlayacakları bir basın bildirisi  ile  bu nişanları Macron’a iade etmeleri, bundan sonra verilecek nişanları da kimsenin almamasıdır.  Ayrıca,  Ankara’daki Paris Caddesi’nin adı,  Ankara’nın en  uzak semtinde bir sokağa verilmelidir. Fransa, Paris Büyükelçiliğimizin bulunduğu Paris’in en küçük sokağına (148 m. uzunluk, 15 m. genişlik)  Ankara (Rue d’Ankara) adını vermiştir. Türkiye,  Ankara’nın en güzel  caddelerinden Paris Caddesi’nin  (2,5 km) adının bir küçük sakağa verilmesi konusunu  gündemine   hiç almamıştır. Paris’te  “Rue de Constantinople”  caddesi  vardır ama  “İstanbul Caddesi” yoktur.

 

 

 


Yazıları posta kutunda oku


“Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanlığı’ndan Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a Çok Sert Cevap” için bir yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir