Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Sözde Ermeni Soykırım Çıkışına Doğu Perinçek ve Yves Benard’an Gelen Cevap Nedir?

Ermeni diasporasının çatı  kuruluşu olan Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF)   5 Şubat 2019  tarihindeki toplantısında    Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 24 Nisan’ı  sözde Ermeni soykırımı anma günü ilan edeceğini açıklamıştır. - sadik ridvan karluk
,

Ermeni diasporasının çatı  kuruluşu olan Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF)   5 Şubat 2019  tarihindeki toplantısında    Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 24 Nisan’ı  sözde Ermeni soykırımı anma günü ilan edeceğini açıklamıştır.

Macron Twitter’da yaptığı paylaşımda da “Fransa tarihle yüzleşir. Gelecek birkaç hafta içerisinde söz verdiğim gibi 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan ediyoruz”  demiştir ama  gerek Cezayir ve gerekse  Ruanda’daki soykırımlar ile  yüzleşmemiştir.

Macron’un ülkesindeki karışıklıkları gündemden düşürmek  için  sözde  Ermeni soykırımını gündeme taşıması kabul edilemez. Fransa Cumhurbaşkanı, sözde Ermeni soykırım yalanını Türkiye’nin Kuzey Suriye Harekatına karşı gündeme getirme  çabası içindedir. Macron,  önceki başkanlara özenerek  pas tutmuş olan hukuk dışı safsatalara sarılmaktan vazgeçmeli, başta  Paris Büyükelçimiz İsmail Erez  olmak üzere  1973-1984 yılları arasında  ASALA Ermeni  terör örgütünce   katledilen  diplomatlarımızın hatırasına  saygısızlık etmekten vazgeçmelidir.

Macron,  mahkeme kararına dayanmayan bir sözde Ermeni soykırım yalanına sarılarak iktidarını korumak için “show” yapmaktadır.  Konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bilgilendirdiğini söylemiş, “soykırım konusunda fikir ayrılıklarımız var”  derken  diyalog kanallarını açık tutmak istediğini  açıklamıştır. Bu gelişmeler üzerine Vatan Partisi Başkanı Doğu Perinçek Fransa Cumhurbaşkanına çok sert  ve  tarihi bir cevap vermiştir:

“Fransa Cumhurbaşkanı Macron, dün sözde Ermeni Soykırımı Yalanını simgeleyen 24 Nisan tarihini ‘Ulusal Anma Günü’ olarak ilan edeceğini açıkladı. Oysa AİHM’nin üç ayrı kararından sonra, artık bir devlet adamı, hiçbir şekilde Ermeni Soykırımı’ndan söz edemez. Sayın Macron’a AİHM 2. Dairesinin Perinçek-İsviçre Davası diye anılan yargılamadaki 17 Aralık 2013 günlü kararını ve AİHM Büyük Dairesinin 15 Ekim 2015 günlü kararını incelemesini öneririm. Kararın Fransızcası ve İngilizcesini Sayın Macron’a gönderiyorum. Yine AİHM’nin Ali Mercan, Ethem Kayalı, Hasan Kemahlı ile İsviçre Devleti arasındaki davada aldığı 28 Kasım 2017 tarihli kararı da okumalıdır. AİHM kararlarında, cumhurbaşkanlarının, parlamentoların ve hükümetlerin soykırım konusunda hüküm vermeye yetkili olmadığı belirtiliyor.

AİHM’nin kararlarından sonra 25 Ağustos 2016 tarihinde İsviçre Federal Mahkemesi de, Doğu Perinçek hakkında Lozan Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği mahkumiyet kararını kaldırmıştır. Kaldırılan kararın gerekçesinde soykırıma ancak yetkili Türk mahkemesinin ve yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesinin hükmedebileceği belirtilmiştir.  Fransa Anayasa Konseyi, Fransız Parlamentosu tarafından 2012 Ocak ayında kabul edilen, Ermeni soykırımını inkar edenlerin cezalandırılmasına ilişkin kanunu anayasaya ve düşünceyi ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmişti. Fransa Meclisi, Cumhurbaşkanı Hollande’ın talimatıyla hazırlanan yasa tasarısını hukuki temeli olmadığı gerekçesiyle 3 Aralık 2015 günlü oturumda alt komisyona geri göndermiştir.

Görüşmelerde konuşan Devlet Bakanı Jean-Marie Le Guen, AİHM’nin Perinçek-İsviçre Davasında aldığı kararları hatırlattı. Danimarka Meclisi’nin 26 Ocak 2016 günlü 1915 olaylarında Ermeni soykırımı yapıldığına ilişkin önergeyi reddeden kararı da Macron’u aydınlatacaktır. Danimarka Meclisi ve Hükümeti, görüşmelerde Hükümetin ve Parlamentonun bu konuda yetkili olmadığını saptadı. AİHM’nin Perinçek-İsviçre Davası kararları, Avrupa üniversitelerinde, Uluslararası İlişkiler, İnsan Hakları ve Avrupa Hukuku konulu derslerde örnek kararlar olarak inceleniyor.

Bu konuda hukuk fakültelerinin dergilerinde çok sayıda inceleme yayımlandı. (AİHM’nin Perinçek-İsviçre Davasında açıkladığı görüş, artık Avrupa’da hukuk öğretisine de yerleşmiş bulunuyor. Avrupa Konseyi Daimi Temsilcimiz hukukçu Dr. Deniz Akçay kaleme aldığı ‘AİHM’in Perinçek Kararı: ‘Soykırım İnkârı’/İfade Özgürlüğü İkileminin Aşılabilirliği’ başlıklı makalesinde, Perinçek-İsviçre Davasının hukuk dünyası gündemine yoğun olarak girdiğini belirtiyor. (Ermeni Araştırmaları Dergisi, 2016, sayı 52.)

Avrupa’da eskiden emperyalistlerin Ermeni soykırımı yalanları öğretiliyordu, şimdi siyasal kurumların Ermeni soykırımına hükmetme yetkisinin bulunmadığı öğretiliyor. Liberté pour l’Histoire (Tarih için Özgürlük) Derneğinin Başkanı Nora, dernek adına yayımladığı 5 Kasım 2015 tarihli bildiride, Perinçek kararından memnuniyet duyulduğunu açıklamıştır.

(Affaire Perinçek-Communiqué de Pierre Nora, président de Liberté pour l’Histoire”, 5 Kasım 2015 tarihli açıklama, Liberté pour l’Histoire, 19 Kasım 2015, erişim tarihi 01.10.2016,

Başkan Nora, özgürlüğe önem veren bir devlette hiçbir makamın tarihsel gerçeği tanımlama yetkisinin bulunmadığını vurgulamıştır. Nora, siyasal kurumlara “bellek yasaları çıkartmayın” çağrısında bulunmuş ve geçmiş hakkında devlet gerçekleri oluşturulmasına karşı çıkmıştır. Fransa Tarih için Özgürlük Derneği’nin bildirisinde şu görüşlere yer veriliyor: Demokratik ve özgür bir devlette, ne Parlamentolar ne de mahkemeler tarihsel gerçekleri tanımlayarak, araştırma ve ifade özgürlüğünü ceza tehditleri ile sınırlandıramazlar.

(Nicolas Hervieu, “Négation du génocide arménien: quelles conséquences après la décision de la Cour européenne des droits de l’homme ?” (Louis Boy’un yaptığı röportaj), franceinfo, 17 Ekim 2015, Erişim tarihi 01.10.2016, . Ayrca bkz. Sévane Garibian, Liberté d’expression à Strasbourg: deux poids, deux mesures? La Cour européenne des droits de l’homme et le génocide arménien”, eu-logos.org, 1 Aralık 2015, erişim tarihi 01.10.2016, Hochmann, “Négationnisme du génocide arménien: défauts et qualités de l’arrêt Perinçek contre Suisse”, Revue des Droits et Libertés Fondamentaux, sayı 27, 2015, Erişim tarihi 01.10.2016, , Daniel Kuri, “La question du génocide des Arméniens à l’épreuve de la Grande Chambre de la Cour européenne des droits de l’Homme” IiRCO, Université de Limoges, 15 Ekim 2015, Erişim tarihi 01.10.2016, ; Christos L. Giannopoulos, La Grande Chambre en quête d’un nouveau modus operandi?”, La Revue des droits de l’homme, Actualités Droits-Libertés, 25 Kasım 2015, Erişim tarihi 01.10.2016,

Almanya’da 2016 yılında Perinçek-İsviçre davasını öğrenim konuları arasına alan Dresden Üniversitesi, Frankfurt Viadrina Avrupa Üniversitesi, Bonn Üniversitesi ve Augsburg üniversitesi, Kopenhag Üniversitesi’nde Avrupa Medya Hukuku dersleri veren ve Gent Üniversitesi’nde Hukuk Profesörü Voorhoof, Milano-Bicocca Üniversitesi Anayasa Hukuku Doçenti Vigevani, (Giulio Enea Vigevani, “Radici della costituzione e repressione della Shoah”, Rivista dell’Associazione Italiana dei Costituzionalisti, sayı 4, 2014, Erişim tarihi 01.10.2016,http://www.rivistaaic.it/radici-della-costituzione-e-repressione-della-negazione-della-shoah.html, Hans Vest ve Manon Simon, Hans Vest ve Manon Simon, “EGMR, Grand Chamber, Perinçek v. Switzerland (Perinçek II), Urteil vom 15. Oktober 2015 – Application no. 27510/08, s. 535-544, Publikation Aktuelle Juristische Praxis, Herausgeber Arnold F. Rusch, ISSN 1660-3362, Verlag Dike Verlag AG) Zürich Üniversitesinden Prof. Regina Kiener, (Prof. Regina Kiener, Staatsrecht II Kommunikationsgrundrechte Grundlagen und gemeinsame Grundsätze) gibi Avrupa’nın tanınmış hukuk ve siyaset bilimi uzmanları, AİHM’nin Perinçek-İsviçre davası kararından sonra hiçbir devlet adamının ve yetkili makamın Ermeni soykırımından söz edemeyeceğini vurguluyorlar.

Avrupa yargısında ve hukuk öğretisinde oluşan görüş birliğini şöyle özetleyebiliriz: Soykırım, bir hukuk kavramıdır, bir suç tanımıdır. Soykırım suçunun varlığına, yetkili mahkeme karar verir. Soykırım suçunu, hükümetler veya kurumlar veya milletler, başka deyişle tüzel kişiler ve topluluklar işlemez. 1915 olaylarında soykırım işlendiğine dair yetkili mahkeme kararı yok. Herhangi bir parlamento, cumhurbaşkanı, hükümet, belediye, üniversite, akademik kurum, dernek, toplantı vb, 1915 olaylarında “soykırım yapıldı” yargısında bulunmaya yetkili değildir. 1915 olayları ‘Holocaust’ diye anılan Yahudi soykırımından farklıdır, aynı sınıflamaya konamaz. 1948 yılı öncesindeki eylemlerle ilgili olarak soykırım suçu işlendiği hükmü verilemez. Bir tarih konusu olarak 1915 olaylarını tartışma özgürlüğü güvence altındadır. Ancak mahkemelerin yetkisini gasp etme özgürlüğü yoktur.”

Cumhurbaşkanı  Erdoğan Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilen diplomatlarımızın adlarını sayarak   ve de  Paris’te şehit edilen büyükelçimiz İsmail Erez ve şoför Talip Yener’e de atıfta bulunarak Macron’a cevap  verseydi, diplomatik teamüllere daha uygun olurdu. Çünkü, Macron’un muhatabı Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.  Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın  cevabı kısaca  şöyledir: “Ülkesinde siyasi sorunlar yaşayan Macron’un günü kurtarma gayretiyle tarihi hadiseleri politik malzeme haline getirmesini reddediyoruz.”   
Fransa’nın  önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de sözde Ermeni soykırımını iktidarda olduğu  dönemde  devamlı  gündeme getirmiştir: Nicolas Sarkozy orders new Armenian genocide law: President Nicolas Sarkozy has ordered his government to draft a new law punishing denial of the Armenian genocide after France’s top court struck it down as unconstitutional. )

 Kaynak: Mr Sarkozy was accused of pandering to an estimated 400,000 voters of Armenian origin ahead of an April-May presidential election Photo: REUTERS

9:49PM GMT 28 Feb 2012)

Bu kapsamda ASALA Ermeni terör örgütü tarafından şehit edilen diplomatlarımızı  Macron’a hatırlatmakta yarar vardır. Paris’te 1985-1990 yıllarında görev yaptığım dönemde önce  ASALA daha sonra PKK terör örgütlerinin tehdidine maruz kalmış biri olarak bu konuya Türk kamuoyunun dikkatini  çekmek istiyorum. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. (İnsan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır) Bu sebeple 24 Nisan öncesinde aziz şehitlerimizi  hatırlamakta yarar vardır.

“27.01.1973 Santa Barbara Başkonsolos Mehmet Baydar ve  Konsolos Bahadır Demir, 22.10.1975 Viyana Büyükelçi Daniş Tunalıgil, 24.10.1975 Paris Büyükelçi İsmail Erez ve şoför Talip Yener, (Kaynak: Milliyet, 25 Ekim 1975) 16.02.1976 Beyrut Başkatip Oktar Cirit, 09.06.1977 Vatikan Büyükelçi Taha Carım, 02.06.1978 Madrid Büyükelçi eşi Necla Kuneralp, 02.06.1978 Madrid emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu, 12.10.1979 Lahey Büyükelçi oğlu Ahmet Benler, 22.12.1979 Paris Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan, 31.07.1980 Atina İdari Ataşe  Galip Özmen ve  Neslihan Özmen, 17.12.1980 Sydney Başkonsolos Güvenlik Ataşesi Şarık Arıyak ve Engin Sever, 04.03.1981  Paris Çalışma Ataşesi Din Görevlisi Reşat Moralı ve Tecelli Arı, 09.06.1981 Cenevre Sözleşmeli Sekreteri M. Savaş Yergüz, 24.09.1981 Paris Güvenlik Ataşesi Cemal Özen, 28.01.1982 Los Angeles Başkonsolos Kemal Arıkan, 04.05.1982 Boston Fahri Başkonsolosu Orhan Gündüz, 07.06.1982 Lizbon İdari Ataşe eşi Erkut Akbay ve Nadide Akbay, 27.08.1982 Ottawa Askeri Ataşe Albay Attila Altıkat, 09.09.1982 Burgaz İdari Ataşe Bora Süelkan, 09.03.1983 Belgrad Büyükelçi Galip Balkar,14.07.1983 Brüksel İdari Ataşe Dursun Aksoy, 27.07.1983 Lizbon Müsteşar eşi Cahide Mıhçıoğlu, 28.04.1984 Tahran Sözleşmeli Sekreter eşi Işık Yönder, 20.06.1984 Viyana Çalışma Ataşesi Erdoğan Özen, 19.11.1984 Viyana Uluslararası  Sözleşmeli Personel Enver Ergun.”

Cumhuriyet’ten önce15 Mart 1921’de eski İçişleri Bakanı Talat Paşa Berlin’de Soghomon Tehlirian tarafından, 5 Aralık 1921’de eski Dışişleri Bakanı Sait Halim Paşa Roma’da Arşavir Şriakin tarafından, 17 Nisan 1922’de İttihat ve Terakki Partisinin mensuplarından Bahattin Şakir ve Cemal Azmi Beyler Berlin’de Aram Yergenian tarafından, 21 Temmuz 1922’de IV. Ordu Komutanı Cemal Paşa ve Yaverleri Nusret ve Süreyya Beyler ise Tiflis’te iki Ermeni militanı tarafından şehit edilmişlerdir.

Fransa’nın İngilizce yayın yapan  kanalı France 24,  6 Şubat akşam haberlerinde Macron’un sözde Ermeni soykırım konusundaki açıklamasına  Türkiye’nin cevap verdiğini Cumhurbaşkanı  Erdoğan’ın fotoğrafını ekrana yansıtarak haberleştirmiştir. Alt yazıda da  hiçbir mahkeme kararı olmamasına rağmen “Ermeni soykırımı”  ifadesini kullanmıştır: “France: Turkey condemns Macron’s plan for national day marking ARMANIAN GENOSIDE.”  Tarafımdan  kayıt altına alınan  France 24’ün  haber başlığı aşağıdadır.

Fransa Cumhurbaşkanı’na   Perinçek’ten  önce  vatandaşı  Yves Benard  daha önce cevap vermişti ama  entelektüel   birikimi olmayan  Macron  Benard’ın kitabını maalesef okumamıştır. Aralık 2017’de  yayınlanan kitabında yazar, “Ermeni soykırımı yoktur”   tespitinde bulunmuştur. Benard, incelediği belgelerin  sözde Ermeni soykırımı  iddialarını çürüttüğünü  belirtmiştir: “SOYKIRIM YOKTUR, İKİ TARAF İÇİNDE KATLEDİLMİŞLER VARDIR. ŞUNA İKNA OLDUM Kİ ASLINDA TÜRKLER, ERMENİLERDEN DAHA FAZLA KATLİAM KURBANI OLMUŞTUR.”  Kitap, Pantheon Yayınevi tarafından Türk-Ermeni Görüş Ayrılığına Yeni Bakış (Divergences Turco -Armeniennes) adı altında (165 sayfa) basılmıştır.

Benard, Türkiye’yi gezerek araştırma yapmış ve Türk toplumu hakkında adalet yerini bulsun dileğinde bulunmuştur: “Bu kitabı yayınlatmakta çok zorlandım. 2009 yılında çıkardığım ilk kitap sadece bir hafta raflarda kalabilmişti. Çünkü yayınevi üzerinde çok büyük baskı vardı. Korktular ve yayını durdurmaya karar verdiler. Şimdi, öyle görünüyor ki artık daha kolay yayınlanabilecek bir konu. Bu sefer çok kolaylıkla bir yayınevi buldum. Oysaki ilk kitabım için en az 60 yayıneviyle irtibata geçmiştim. O dönemde yayınevlerinin yarısı olumsuz cevap vermiş, diğer yarısı ise cevap vermeye bile gerek duymamıştı.” Kitap hakkındaki  değerlendirme (Türkçesiyle birlikte ) şöyledir:

“Ces documents, mieux que de longs discours, vont vous exposer le déroulé des événements tels qu’ils se sont passés réellement. Ces témoignages émanant de diplomates, de journalistes, d’officiers, d’ecclésiastiques, de terroristes méconnus des Français donnent un tout autre regard sur la tragédie turco-arménienne et démontrent à quel point, il est aisé de faire croire à l’opinion mondiale ce que l’on veut, au détriment de la vérité qui est tout autre ! 

Lorsque la première guerre mondiale éclate, commence une funeste période semant partout mort et souffrance. La Turquie est assaillie de toutes parts et ses hommes valides sont appelés à combattre, laissant derrière eux femmes, enfants et vieillards. En pleine rébellion, les miliciens arméniens orchestrent alors un plan d’extermination. Une véritable folie meurtrière donnant lieu à des actes de barbarie indescriptibles, n’épargnant rien à ces civils sans défense.

Présenté dans un ensemble structuré et appuyé d’archives essentielles, l’ouvrage met ainsi en lumière un fait méconnu du conflit turco-arménien. Démontrant que les Arméniens ont leur part de responsabilité, il révèle ici une page sombre et inattendue de l’histoire.

Convaincu que les manuels scolaires français font l’impasse sur un fait capital, Yves Bénard a mené une quête de documents périlleuse. C’est en arpentant la Turquie et en réalisant un travail de recherche conséquent, qu’il démontre sa volonté de rendre justice à un peuple attachant.”

“Bu belgeler, uzun söyleşilerden çok gerçek anlamda olayların nasıl gerçekleştiğini, anlaşılır ve açık bir şekilde sizlere aktaracaktır.  Belgeler; diplomatlar, gazeteciler, subaylar, din adamları ve  teröristlerin   açıklamaları ve de Fransızlar tarafından  Ermeniler lehine yorumlanan Türk-Ermeni trajedisine farklı bir bakış açısı getirmektedir. Onların görüşlerine  inanmak kolaydır.  Oysa gerçekleri kabul ettirmek çok daha zordur.

Birinci Dünya Savaşı başladığında, her yerde ölümün ve acının hüküm sürdüğü bir dönem başlamıştır. Türkiye her tarafta kuşatılmış durumdadır ve savaşabilecek durumda olan erkekler, kadınları, çocukları ve yaşlıları geride bırakarak  savaşa çağrılmışlardır.  Ermeni milisler,  isyan ederek savunmasız sivillere karşı  korkunç, acımasız ve barbarca bir imha  gerçekleştirmişledir.

Tasniflenmiş ve güvenilir bir arşivden desteklenen bu kitap, Türk-Ermeni çatışmasının az bilinen bir gerçeğini gün yüzüne çıkartmıştır. Ermenilerin sorumlu olduğunu gösteren belgeler, karanlık bir tarih sayfasını gözler önüne sermektedir.

Fransız ders kitaplarının önemli bir gerçeği gözden kaçırdığına inanan Yves Bénard, belgeler için önemli bir araştırma gerçekleştirmiştir. Türkiye’yi inceleyerek ve çok sayıda araştırma  yaparak,  adaletin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur.”

Fransa’yı sözde olmayan  Ermeni  soykırımına  sahip çıktığı için eleştirirken,  Türkiye’nin geçmişte izlediği yanlış politikaları da yok sayamayız. Türkiye, Cezayirlilerin Fransa’ya karşı verdiği bağımsızlık savaşında maalesef Fransa’ya destek vermiştir. Bu durumu  emekli Büyükelçi Onur Öymen şöyle değerlendirmektedir: “Cezayir Cumhurbaşkanı, orada görev yapan elçilerimizden bir tanesine bu konu ile ilgili dert yanmıştır. Fransa’ya karşı savaşan Cezayirli mücahitlerin iç cebinde Atatürk’ün fotoğraflarını taşıdığını, Türk bağımsızlık savaşını örnek aldıklarını ifade etmiş fakat Türkiye’nin Cezayir’in bağımsızlığı için Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamalarda, Cezayir’in karşısında ya da çekimser kaldığını unutmadıklarını eklemiştir. Hatırlarsınız o oylamaların bir tanesi, bir oyla Cezayir’in aleyhine sonuçlanmıştır. Maalesef o oy Türkiye’nin oyudur.”

15 Aralık 1957 tarihli Milliyet Gazetesi’nde  yer alan haber aynen şöyledir: “Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Cezayir Hakkında Asya-Afrika Memleketleri tarafından hazırlanmış olan karar sureti üçte iki çoğunluk elde edilemediği için reddedilmiştir. Tasarı 34 lehte,19 aleyhte rey almış, 28 delege de müstenkif kalmıştır. Türkiye müstenkif kalanlar arasındadır. Daha evvel Siyasi Komisyonda kabul edilmiş olan tasarıda Cezayir halkına istiklal hakkı tanınması ve Fransa ile muvakkat Cezayir hükümeti arasında müzakerelere girişilmesini tavsiye etmekte idi. Siyasi komisyon ve Genel Kuruldaki müzakerelere Fransız delegesi katılmamıştır.”

Cezayir’in ilk Cumhurbaşkanı Ahmet Bin Bella, Türkiye’nin BM’de Fransa lehine oy kullanması konusunda çok büyük bir hayal kırıklığına uğradıklarını,  Müslüman bir ülkeden beklentilerinin bu olmadığını  belirmiştir. Cezayir’in ikinci Cumhurbaşkanı Bumedyen Türkiye’ye dargın olduklarını, Türkiye’nin hep Fransa’nın yanında yer aldığını, üstelik Cezayir’e üç yüz yıl hükmettiğini ama mücadelede kendilerini desteklemediğini  açıklamıştır. Cezayir halkı ve devlet adamlarının bilincinde Türkiye’nin BM’deki çekimser ve ret oyları derin izler bırakmıştır. Bu yüzden Türkiye’nin Cezayir ile Turgut Özal zamanına kadar ilişkisi olmamış, Turgut Özal’ın Cezayir ziyareti sırasında yaptığı özür açıklaması sonrasında ilişkiler yumuşamıştır.

5 Şubat 1985 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki yorum şöyledir: “Fransız sömürgeciliğine karşı yıllardır savaşan ve binlerce evladını kaybeden Cezayir’in bağımsızlığı konusunda zamanın Türk Dışişleri’nin bu davranışı sadece Cezayir’de değil, hemen hemen tüm Arap-İslam ülkeleri üzerinde olumsuz bir tepki uyandırmış ; Türkiye bu tepkiler yüzünden  uzun yıllar uluslararası görüşmelerde Asya-Afrika ülkelerini karşısında bulmuştu.”

Cumhurbaşkanı Macron Cezayir ve Ruanda Soykırımı’nın hesabını  vermeden  sözde Ermeni soykırımını gündeme getiriyorsa, O’na  Cezayir ve Ruanda soykırımlarını hatırlatmak  gerekir.  Türkleri soykırım yapmakla  suçluyorsa,  Hocalı’da Ermenilerin yaptıkları soykırımını da  hatırlatmak gerekir.

Büyük Ermenistan idealistlerinden ve İnterpol tarafından   tüm dünyada aranan Zori Balayan  1995 yılında yayınlanan Ruhumuzun Canlanması (Heaven and Hell,  Los Angeles 1997, Yerevan 1995) kitabında (s. 260-262) Hocalı’da soykırım yapıldığını  itiraf etmiştir: “Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, buna rağmen Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.”

YUKARIDAKİ SATIRLAR, ERMENİLERİN BİR İNSANLIK SUÇU İŞLEDİĞİNİN  İTİRAFIDIR.

Fransa, 1990-1995 yılları arasında Elyasee Sarayı’nda hazırlanan Ruanda’yla ilgili belgeleri gün ışığına çıkararak  soykırım  arşivlerini paylaşıma açmıştır. Cumhurbaşkanı François Mitterand‘a verilen tavsiyeleri de içeren belgeler, araştırmacılar ve soykırımın kurbanları tarafından görülebilecektir. 1994’teki katliamda 100 gün içinde çoğunluğu azınlıktaki Tutsi’ler ve ılımlı Hutu’lardan oluşan 800 binden fazla kişi öldürülmüştür. Soykırım sırasında hatalar yaptığını kabul eden Fransa, Ruanda’nın soykırımcılarla işbirliği yaptığı iddialarını  reddetmektedir. Fransa, Ruanda Cumhurbaşkanı Paul Kagame‘nin soykırımda Paris’in doğrudan rolü olduğu iddiası üzerine 20. yıl anma törenlerine katılmaktan vazgeçmişti.

Mediapart, soykırım sırasında Fransız ordusunun gerçek hedefleri ile ilgili şüpheler uyandıran bir video yayınlamıştır.

Mültecilerinin kurtarılmasının Fransız askerleri tarafından geciktirilmesiyle suçlandığı Bisesero katliamının bir bölümü dikkat çekmektedir. (French rights groups call to reopen Rwanda’s Bisesero massacre investigation, 26/10/2018 – 18:40,

Fatih Halil Kaplan’ın bu konudaki değerlendirmesi şöyledir: “Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargıladığı ve cezalandırdığı ilk kişi olan Jean Paul Akayesu’nun tarafı olduğu davanın kararının ikinci bölümünde ‘1994 yılı itibariyle Ruanda’daki olayların tarihsel çerçevesi’ başlığı altında çatışmanın arka planına yer verilmiştir. Mahkeme kararında belirtildiği üzere: ‘Ruanda, halkın % 90’ının tarımla geçindiği, Afrika’nın ortasında yoksul bir ülkedir. Önce Almanya’nın daha sonra Belçika’nın sömürgesi olmuştur. Ülkenin yönetim biçimi monarşidir. Monark ülkeyi Tutsi Soylular sınıfı arasından seçtiği kişiler aracılığı ile yönetmiştir.

Alman ve Belçikalı müstevliler Tutsi’leri girdikleri ilişkilerde üstün tutmuşlardır. Önceleri Hutular ve Tutsiler arasında etnik bir ayrım mevcut değildi. 1930’ların başında Belçika otoriteleri Ruanda halkını üç etnik gruba ayırmış olup bunlar nüfusun % 84’ünü oluşturan Hutular, % 15’ini oluşturan Tutsiler ve % 1’ini oluşturan Twalardır. Bu ayrım ile birlikte Ruanda’da yaşayan herkes etnik kökenini gösteren bir kimlik taşımak zorunda bırakılmış, bu uygulama Ruanda’nın bağımsızlık kazanmasından sonra da sürdürülmüştür.

Bu uygulama, ülkede yaşanan trajik çatışmadan sonra ortadan kaldırılmıştır. Avrupalı sömürgecilerin ardından Katolik Kilisesi Monarka ve Tutsilere eğitim ve iş gibi birçok konuda ayrıcalık tanımıştır. Tutsi seçkinlerinin ülkenin bağımsızlığı yönünde irade göstermesi kolonilerin ve kilisenin ittifak kurduğu tarafları tersine çevirmiş, Belçika bu süreçte politikasını değiştirerek iradesini Hutuları gerek eğitim gerekse istihdam açısından avantajlı pozisyonlara getirmek yönünde kullanmıştır.

1956 yılında Birleşmiş Milletlerin de baskısı ile Belçika Ruanda’sında seçim düzenlenmiştir. Bağımsızlık umut eden Tutsiler bu süreçte, nüfus çoğunluğunu oluşturan Hutular’a iktidarı kaptıracaklarını anlamışlar, Hutular ve Tutsiler arasındaki karşılaşma ve çatışma kaçınılmaz hale gelmiştir. 1957 yılında ideolojik temellerden ziyade etnik temellere dayalı ilk Siyasi Partiler kurulmuş, 1959 yılında ilk siyasi huzursuzluk ortaya çıkmıştır.

Hutular ve Tutsiler arasındaki çatışma 6 Nisan 1994’te Ruanda ve Burundi’nin devlet başkanlarının bir uçak kazasında ölmesiyle, soykırım teşkil eden bir katliama dönüşmüştür.  1994 yılının Nisan ve Haziran ayları arasında, verilen en düşük rakama göre 500 bin en yüksek rakama göre 1 milyon Tutsi, kadın çocuk ayrımı yapılmadan öldürülmüştür.(Genocide Crime in the Judgments of the International Criminal Tribunal for Rwanda and for Former Yugoslavia, ; Rome Statute of the International Criminal Court, 17 July 1998,http://www.icrc.org/ihl/ INTRO/585?OpenDocument) 9 ICTR, Prosecutor v. Jean Paul Akayesu, Judgement, para. 78-111)

Fransa Cumhurbaşkanı  sözde Ermeni soykırımına atıfta bulunmadan önce yönetmen Terry George’un Hotel Rwanda filmini seyretmelidir. Rwanda’da 1994’de Hutu’larla Tutsi’ler arasında çıkan savaş yüzünden yüzbinlerce insan öldürülmüş,  sokaklar  ceset tarlasına dönmüş, Fransa  yaşanan bu insanlık dramına seyirci kalmıştır. Bir otel sahibi olan Paul, 1200 kişinin hayatını kurtarmak için inanılmaz bir özveri gösterir ve otelini adeta bir sığınağa çevirir.

Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen Ermeni İsyanı 1894-1920 belgeselini

seyretmeden sözde Ermeni soykırımından söz etmesi,  eğer bir cahillik değilse Türkiye Cumhuriyetine bir meydan okumadır ve mutlaka aynı seviyede kendisine cevap verilmelidir.

Bu kapsamda bir anımı  paylaşmak isterim. 1982 yılı idi. DPT AET Dairesi’nin (daha sonra Genel Müdürlük oldu) yeni Başkanı olmuştum. Fransa ile yine bir gerginlik  yaşanıyordu. 1982 yılında Fransa ile sözde Ermeni soykırımı  konusunda ilişkiler kopma noktasına gelmişti. Dönemin Başbakanı Bülent Ulusu, Devlet Planlama Müsteşarı Dr. Yıldırım Aktürk’e talimat vererek Fransa’ya  ekonomik yaptırım uygulanmasını istemişti. Müsteşar da AET Dairesi Başkanı (AB Genel Müdürlüğü) olarak beni görevlendirmişti. Yaptığımız inceleme sonucunda Fransa’ya yönelik hiçbir ekonomik önlem uygulayamayacağımızı gördük ve bundan vazgeçtik. Çünkü Renault  ya da o dönemde Fransız  lisansı ile lokomotif üreten TÜLOMSAŞ için yapılan  ithalata kısıtlama getirsek, bindiğimiz dalı kesmiş olacaktık. Fakat şimdiki Türkiye, 1980’lerin Türkiye’si değildir, Fransa’dan çekinecek bir konumda da değildir. Macron eğer İngilizce biliyorsa,  benim   Armenian Deportation Is Not A Genocide” başlıklı makalemi mutlaka  okumalıdır. (!!!.html 24 April 2017  read 5166, ) Türkçe olarak  Mithat  Kadri Vural’ın Cumhuriyet Dönemi’nde Türk Kamuoyunda Ermeni Sorunu” doktora tezini de Fransızca ’ya çevirterek okumalı ki Türk kamuoyunun tepkisini anlayabilsin. (

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un   24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırımını anma günü ilan edeceğini açıklamasının hiçbir hükmü yoktur. Çünkü Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında Ermenilerin soykırıma uğradığını inkar etmeyi suç kapsamına alacak yasa teklifini  22 Aralık 2011  tarihinde   kabul eden bir ülkedir. Genel Kurul’daki oturuma 577 milletvekilinden sadece 70’i katılmış,  2  maddeden oluşan teklif oy çokluğuyla benimsenmiş, fakat  yasa değişikliği  8 Ocak 2016 tarihinde  Fransa Anayasa Konseyi tarafından iptal edilmiştir.

Konsey, inkarın cezalandırılması için  nefret suçları yasasını yeterli görmüştür. İnkarcılar tarafından, sadece Yahudi soykırım inkarına ceza öngören ve Fransa tarafından  yasa yolu ile tanınmış Ermeni soykırımı ve köle ticareti inkarcılarına bir ceza öngörmeyen Gayssot Yasası’nın Fransa anayasasına uygun olmadığı konusunda açılan davada, yasanın uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından alınmış kararlar doğrultusunda anayasaya uygun olduğu kararı çıkmıştır.

Fransa  Anayasa Mahkemesi,  Yahudi soykırımı ile sözde Ermeni soykırımının aynı şey olmadığını, çünkü Ermeni soykırımında bir mahkeme kararının  bulunmadığını belirlemiştir. Böylece, Ermeni soykırımı yasası ile ilgili Fransız  Parlamentosu’ndan  gelebilecek bir  yasanın önünü kapatmış, daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin  verdiği Perinçek Kararı tanınmıştır.

Karar, Türkiye’yi soykırımla suçlayan 29 Ocak 2001 tarihli yasayı iptal etmemiş, fakat Danıştay’ın (Conseil d’Etat) 19 Kasım 2015 tarihli kararının hatalı olduğunu tespit etmiştir.  Danıştay, Türkiye’yi Ermeni soykırımıyla suçlayan 2001 tarihli yasanın iptali için Anayasa Konseyine yapmış olduğu bireysel başvuruyu (Question Prioritaire de Constitutionnalité) hukuk dışı gerekçelerle reddetmişti. Anayasa Konseyi böylece Danıştay’ın kararının hatalı olduğunu da belirlemiştir.

Okumaya devam et  Ayasofya’nın statüsü değişirse Türkiye ekonomi ve güvenlikte sorunlarla karşılaşır

Emmanuel Macron  bu yıl olduğu gibi geçen yılda  (31 Ocak 2018 )  Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin  yıllık yemeğine katılmış ve  Türkiye’yi  sözde Ermeni soykırımı konusunda eleştirmişti.  Yemeğe Macron’un yanı sıra Paris Büyükşehir Belediyesi Başkanı Anne Hidalgo, ülkenin ikinci büyük kenti Lyon’un Ermeni kökenli Büyükşehir Belediye Başkanı Georges Kepenekian, Paris kentini de kapsayan Ile-de-France bölgesinin Başkanı Valerie Pecresse, Fransa’nın Ermeni kökenli siyasetçi ve işadamları, Yahudi kuruluşlarının temsilcileri ve medya dünyasının ileri gelenleri katılmıştı.

Macron yemekte Ermeni kökenli HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan’a özel ilgi göstermiş, Paylan gibi insan hakları savunucularının desteklenmesi gerektiğini söylemiştir. Çünkü Garo Paylan  Artsakhpress.am’ de yer alan demecinde Afrin operasyonuna  karşı olduğunu açıklamıştı. (Supporters of war are also accomplices to war. Say “no” to Afrin war, do not be part of that crime,” the MP urged, addressing the public) Paylan’a  Paris Büyükşehir Belediyesi tarafından Vermeil Madalyası  (la médaille Grand Vermeil)  verilmişti.

Daha öncede Paris’in sosyalist Belediye Başkanı Bertrand Delanoe 2004 Aralık ayında   kapatılan DEP milletvekillerinden Leyla Zana’yı  Türk-Kürt kardeşliği  mücadelesinden dolayı  aynı madalya ile ödüllendirmişti. Prof. Dr. Erden Kuntalp ile fotoğraf sanatçısı Ara Güler’e de  2009 yılında madalya verilmişti.  Delanoe, “Türkiye Avrupa ülkesidir. Tarihi incelesinler, geçmiş medeniyetlere baksınlar, AB’yi oluşturan ülkelerin ayrı dinde olması bu gerçeği değiştiremez. Kimsenin dini ileri sürülerek Türkiye Avrupalı değildir demeye hakkı yoktur” diyerek Türkiye’nin AB’ye girmesini desteklediğini söylemiş, fakat “Ermeni soykırımı konusunda da bir çalışma yapması gerektiğine inanıyorum. Zira bu da Avrupalılık değerleri arasındadır” demişti.

Leyla Zana  Kürtçe olarak yaptığı konuşmasında Fransa’ya şöyle çağrıda bulunmuştu: “17 Aralık’ta Fransa’nın hiçbir şart ileri sürmeden tam üyelikle sonuçlanacak bir hedefle Türkiye ile müzakerelerin başlatılması için aktif destek vermesini istiyoruz. Türk ve Kürt halklarının geleceği için AB sürecinde Türkiye’ye destek verilmesi gerektiğini söyledik. Avrupa ırk ve dinle sınırlı olmamalıdır. Bizim burada olmamız dinin ve ırkın sınır tanımadığının bir kanıtıdır. Bu nedenle Avrupa’yı halkların toprağı olarak görüyoruz.”  Kürtçe yemini geçersiz sayılan HDP Ağrı Milletvekili  Zana’nın milletvekilliği devamsızlık gerekçesiyle  14 yıl sonra 11 Ocak 2018 tarihinde ikinci defa   düşürülmüştür.

Macron  etkinlikte  yaptığı konuşmada, Fransa’da Ermeni soykırımını anma günü ilan edileceğini, Cumhurbaşkanı seçilmeden önce bu konuda   söz verdiğini açıklamıştır: “Ermeni soykırımının tanınması ve adalet için mücadele hepimizin mücadelesidir. Bu mücadeleyi, soykırımı anma gününü destekleyerek yürütüyoruz.” Fransa Cumhurbaşkanı  Erivan’da ASALA militanları için dikilen anıtı da yok saymıştır. Ermeni soykırımının tanınması mücadelesinin aynı zamanda soykırımın inkarıyla mücadeleden de geçtiğini belirtmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin  kararlarına rağmen   Ermeni soykırımının tanınması için  girişimde bulunması, AİHM’in  15 Ekim 2015 tarihli Perinçek Kararı’nı   yok sayması  anlamına gelir. 

Perinçek Kararı’na rağmen  sözde Ermeni soykırımını kabul eden  Avrupa ülkelerinin  parlamentolarının   soykırım kararlarının geri alınması sağlanmadığı sürece, diğer ülkelerin  de Ermeni diasporasının etkisiyle Türkiye aleyhine karar almaya devam etmeleri  kaçınılmazdır. Ermeni diasporasının bu etkinlikleri Avrupa’da  Türkiye ve Türkler aleyhine  hava yaratılmasına katkı sağlar. Buna  örnek İngiliz BBC 3 radyosunun Avusturyalı yazar Franz Werfel’in Musa Dağı’nda 40 Gün  kitabı hakkındaki 50 dakikalık  programıdır.

Kaynak: New York Times, 29 December, 1935

Kaynak: Son Posta, 29 Mayıs 1935                             Kaynak: Cumhuriyet, 6 Eylül,1935

Program sunucusu Maria Makaronis,  kitabın soykırımdan kurtulmuş Ermenilerin Musa Dağı’nın tepesinde verdikleri mücadele hakkında gerçek bir hikayenin sunulduğunu, 20’nci  yüzyılının en acı romanı olarak görülebileceğini söylemiştir: ”Kitap çağdaş tarihin en karanlık sayfalarından birini açıyor; Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni vatandaşlarını yok ettiğini anlatıyor.” Kitaba  sansür uygulanmasına  rağmen, romanın 34 dile çevrildiğini  açıklayan Makaronis, Hollywood’da  romanı konu alan  film çekme girişimlerinin Türkiye’nin   baskısı yüzünden başarısız olduğunu söylemiştir.

Perinçek  Kararı’ndan sonra AİHM yeni bir karar daha alarak Türkiye’nin tezlerini haklı çıkarmıştır.  Sözde Ermeni soykırımının tanınması aleyhine verilen AİHM’nin  28 Kasım 2017 tarihli   Mercan ve diğerleri kararı(Affaire Mercan et Autres C. Suisse, Requête No 18411/11) İsviçre’yi mahkum ederek  Avrupa’da uluslararası hukuka saygılı hakimlerin bulunduğunu göstermiştir. {“itemid”:[“001-178955”]} Davayı açan Türk vatandaşları Ali Mercan, Hasan Kemahlı ve Ethem Kayalı’yı   kutlamak gerekir.  Karardan önce Türk vatandaşlarının  İsviçre ile uzlasmaya varmış olmalarına  rağmen AİHM davaya devam ederek  İsviçre’yi  Doğu Perinçek Kararı’ndan (Grand Chamber Case of Perinçek V. Switzerland Application no. 27510/08, , sonra ikinci defa haksız bulmuştur.

Türkiye lehine olan    Mercan ve diğerleri kararı, sözde Ermeni soykırımı yapılmıştır görüşünü savunan başta Taner Akçam  )  ve  Garo Paylan  olmak üzere tüm Ermeni muhiplerinin  yüzlerine çarpan  önemli bir uluslararası hukuk belgesidir. Karar, Ermeni diasporasına ve Ermenistan’a yönelik  bir şamardır.

Dava, üç Türk vatandaşı Ali Mercan, Hasan Kemahlı ve Ethem Kayalı  tarafından  İsviçre’ye karşı  14 Mart 2011 tarihinde  İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’nin 34’ncü maddesi kapsamında avukat Dr. Tarkan Göksu  aracılığıyla  açılmıştır. İlk başvuruyu yapan Mercan 1950 doğumlu olup Frankfurt’ta, 1966 doğumlu Kemahlı Zürih’te, 1955 doğumlu  Kayalı Schliern bei Köniz’de  ikamet etmektedir. Davada İsviçre’yi  Frank Schürmann temsil etmiştir. Türk vatandaşları  dava dilekçelerinde, AİHS’nin 10’ncu  maddesince güvence altına alınan ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiğini  öne sürmüşlerdir. Türkiye, Sözleşme’nin 36’ncı madde, 1’nci fıkra ve İçtüzük Madde 44/1, b kapsamında davaya müdahil olmuştur.

AİHS’nin 10’ncu  maddesi şöyledir:  Herkes görüşlerini açıklama ve ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı şekil şartlarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”

Mercan ve diğerleri karar süreci şöyle gelişmiştir:  Sözde Ermeni soykırımı yok dediği gerekçesiyle 16 Ekim 2008 tarihinde Winterthur Bölge Mahkemesi (Bezirksgericht), Ali Mercan’ı ırk ayrımcılığından suçlu bulmuş,  Hasan Kemahlı ve Ethem Kayalı da ırk ayrımcılığı kapsamında  mahkum  olmuşlardır. Kararı emekli büyükelçi Pulat Tacer Turkish Forum’da İsviçre’de Temyiz Duruşması başlığı altında ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. (https://www.turkishnews.com/tr/content/2010/10/05/isvicrede-mahkum-3-turke-aid-karar-metni-ozeti/)

Üç Türk vatandaşı, haklarında  yapılan suçlamalara karşı   Zürih Kanton  Mahkemesine (Obergericht)  başvuruda bulunarak açıklamalarının suç   oluşturmadığını  savunmuşlardır. Fakat mahkeme 9 Şubat 2010 tarihinde üç Türkün mahkumiyet kararını onaylamıştır.  Onaylama; 1915 olaylarının İsviçre Ceza Kanunu’nun 261’nci maddesi gereğince soykırım oluşturduğu hükmüne dayandırılmış, Lozan Sulh Ceza Mahkemesi’nin  Doğu Perinçek’in, İsviçre Ceza Kanunu’nun 261’nci maddesinin 4’ncü fıkrasının içerdiği anlamda ırk ayrımcılığından suçlu olduğuna kararına da atıfta bulunmuştur. Perinçek’in mahkumiyet kararındaki gerekçe şöyledir: “Her kim alenen belirtilen sebeplerle soykırımı ya da insanlığa karşı işlenmiş bir suçu inkar eder, tehlikesiz gösterir ya da haklı çıkarmaya çalışırsa, üç yıla kadar hapis ya da para cezasıyla cezalandırılır.”

Mahkeme,  9 Mart 2007 tarihinde  Perinçek’i 30 gün  hapis ya da  3,000  Frank para cezası ve İsviçre-Ermenistan Derneği’ne  1,000 Frank tutarında manevi tazminat ödemeye mahkum etmiştir. Ermenilere karşı  soykırım  suçu işlendiği  konusunda  mevcut  siyasal  tanıma ile yetinilmemiştir. Ayrıca,  Fransız   Parlamentosu’nun   Ermeni soykırımının tanınmasına ilişkin 29 Ocak 2001 tarihli yasa tartışmalarında  sunulan 100 tarihçinin   raporu ile   Avrupa Parlamentosu’nun   kararlarına  ve de İsviçre  Parlamentosu’nun   16 Aralık 2003 tarihinde  aldığı soykırımı tanıma kararındaki   uluslararası ceza hukuku  konusundaki  literatürüne  de atıfta bulunulmuştur.  (Marcel Alexander Niggli,  Rassendiskriminiruung, 2 basım.  Zürih 2007)

 Davalılar,   ırk ayrımcılığı yapmadıklarını,  1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki olayların  soykırımı olduğunun ispatlanmadığını açıklamışlardır. İsviçre Ceza Kanunu’nun 261’nci  maddesi, 1993 yılında halkoylaması  sonucunda  kabul edilerek 31 Ocak 1995 tarihinde yürürlüğe girmiştir.  Bu madde beş fıkradan oluşmaktadır. Bunlar;  nefret ve ayrımcılığa yönlendirme,  bu amaçlı ideolojilerin yaygınlaştırılması ve propaganda yapılması,  aşağılama ve ayrımcılık, soykırım ya da insanlığa karşı işlenmiş bir suçun inkarı ve  ırkçı sebeplerle bir edimin sunulmasının reddidir. Bunlar suç kapsamına alınmıştır.

Perinçek’in mahkumiyetine gerekçe gösterilen İsviçre Ceza Kanunu’nun 261’nci  maddesinin değiştirilme süreci Haziran 2017’de başlamış ve  Meclis Hukuk Komisyonu’nda karar alınmıştır. Cenevre Milletvekili Yves Nidegger ve arkadaşlarının Meclis’in Hukuk Komisyonu’na verdiği değişiklik önergesi, 11’e karşı 13 oyla  kabul edilmiştir. Nidegger’in değişiklik önergesinde, Ceza Kanunu’nun 261’nci  maddesinin ilgili  fıkrasının, AİHM’nin  içtihadına uygun hale getirilmesi, ilgili maddede soykırım nitelendirilmesinin üstünün çizilmesi ya da soykırım tanımlamasının “yetkili uluslararası bir mahkeme tarafından saptanır” şeklinde açık hale getirilmesi istenmiştir. Nidegger değişiklik önergesinin gerekçesini şöyle açıklamıştır:

“261’nci maddenin dördüncü paragrafı öyle bir şekilde kaleme alınmıştır ki, bir tarihi olayın soykırım olarak nitelendirilmesinin ve bunun hangi temelde yapılacağının, bu maddeyi uygulayacakları kabul edilen mahkemeler tarafından mı yapılması gerektiği belirtilmemiştir. Uluslararası bir mahkemenin kararı olmayan ve yerel/uluslararası kamuoyunda  anlaşmaya varılmamış bilimsel veya siyasi tartışmalarla ilgili olarak İsviçre mahkemelerinin aldığı kararlarda, mahkemelerin bir olayın hukuki nitelendirmesini yapmak noktasında metodolojiye sahip olmadığı ortaya çıkmaktadır.  Strasburg’da İsviçre’nin mahkumiyetinin gösterdiği gibi, yasa koyucu, yasa koymaktan sadece soyut planda sınırlandırılabilir. Bu durum böylesine  hassas bir konuda, demokratik bir toplumda kabul edilemez olan ifade özgürlüğünün saygınlığının zedelenmesi noktasında şüpheler uyandırabilir.

İsviçre’nin Vaud Kantonu İstinaf Mahkemesi, sözde Ermeni soykırımını tıpkı Yahudi soykırımı gibi Ceza Kanunu’nun 261’nci maddesi 4’ncü  fıkrasının kabulüyle yasa koyucu tarafından açık ve bilinen  bir tarihi gerçek  olarak tanımıştır. Mahkeme, soykırımın reddinin ayrımcı bir sebep bulunmaması durumunda da  cezalandırılabilir olduğunu açıklamıştır. Başvuranlar, düşünce ve bilim özgürlüğünün ihlal ettiği iddiasıyla  kabul edilemeyeceği belirtilerek  reddedilmiştir.  Bunun üzerine   karar temyiz edilmiştir. Federal Mahkeme, davanın Perinçek davasından ayırt  edilemeyeceği kararına varmış ve 16 Eylül 2010 tarihinde Vaud Kantonu mahkemesinin kararını bozmuş, tarafların davanın dostça çözüme kavuşturulması koşulları konusunda anlaşamayacaklarına karar vermiştir.

Perinçek’in önce İstinaf Mahkemesi sonra Federal Mahkeme’ye yaptığı temyiz başvurularının reddedilmesinin ardından konu AİHM’e taşınmıştır.

AİHM 2’nci Dairesi 17 Aralık 2013 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’ncu  maddesinin ihlal edildiğini  belirleyerek  Doğu Perinçek’i haklı bulmuş ve   İsviçre’yi  mahkum etmiştir. (  Karar aleyhine   Büyük Daire’ye başvuran İsviçre, buradan  sonuç alamamış ve dava 15  Ekim 2015 tarihinde Türkiye’nin lehine sonuçlanmıştır.  AİHM  Büyük Dairesi,  “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” sözleri  sebebiyle Perinçek aleyhine verilen kararı bozmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı da “Tarihin ve hukukun siyasi amaçlarla istismarına gereken cevabı vermesi bakımından önemli bir dönüm noktası” olarak nitelediği kararı memnuniyetle karşılamıştır. (Case Of Perinçek V. Switzerland, Application No. 27510/08, http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/2016/3_-aihm-buyuk-daire-karari_15_10_2015.pdf)

AİHM’de görülen Perinçek-İsviçre davasını izlemek üzere 28 Ocak 2015 tarihinde Strazburg’da idim. Dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek, İşçi Partisi Genel Başkanı Perinçek’in İsviçre aleyhine AİHM’de açtığı davada verilen kararın  önemli bir karar olduğunu  şöyle yorumlamıştır: “İsviçre bu karara itiraz etmeyeceğini söylemişti. Ama ne olduysa oldu, sonradan karara itiraz etti. Ben İsviçre’nin bu tutumunu protesto etmiştim. İsviçre’ye yapacağım ziyareti iptal ederek tepki göstermiştim. Şimdi İsviçre’nin yaptığı itiraz AİHM Büyük Daire’de görüşülecek. Burada verilecek karar çok çok önemli, 28 Ocak’taki duruşma tarihi önemde. Büyük Daire’nin vereceği karar Ermeni soykırımı iddialarını tamamen bitirebilir. Ermeni diasporası da bu nedenle telaş içinde. Biz TBMM olarak da gelişmeleri yakından takip ediyoruz. 28 Ocak’ta görülecek dava için 3 siyasi partinin temsilcilerinden oluşan bir heyeti Strazburg’a gönderme kararı aldık. TBMM heyeti orada gözlemci olacak.”

AİHM’nin 15 Ekim 2015 tarihli Doğu Perinçek Kararı, 47 Avrupa Konseyi üyesi devleti doğrudan, diğer devletleri ise uluslararası hukuk açısından bağladığı için  İsviçre 23 Mayıs 2016 tarihinde  Federal Mahkeme’ye başvurmuştur: “Büyük Daire’nin Perinçek davasındaki kararı ışığında (…) ve mevcut davanın bu davayla (…) benzer koşulları göz önüne alındığında,  mevcut davada AİHS’nin 10’ncu  maddesinin ihlali söz konusudur. Geçmişte olduğu gibi İsviçre, halen yürütülmekte olan Bakanlar Komitesi’nin denetimine tabi olan Perinçek yargılaması da dahil olmak üzere, AİHM’nin nihai kararlarına uyma yükümlülüğüne saygı gösterecektir. İsviçre,  diğer tarafa manevi tazminat ve İsviçre’deki başvuranların maruz kaldıkları giderler dahil olmak üzere tüm yaralanmalara toplu ödeme olarak 35.000 İsviçre frangı   tutarında bir ödeme yapmayı kabul eder.” İsviçre Federal Mahkemesi AİHM’nin  kararına uyarak    25 Ağustos 2016  tarihinde  Perinçek hakkında verilen mahkumiyet kararını  kaldırmıştır.

Bu süreçte Ali Mercan, Hasan Kemahlı ve Ethem Kayalı 7 Temmuz 2016 tarihlinde AİHM’ye başvurarak,  İsviçre’nin mevcut davanın  amacından yoksun olduğu görüşünü paylaşmadıklarını  açıklamışlardır. Türk vatandaşları,  AİHS’nin 10’ncu maddesinin ihlal edildiğinin kabul edilmesinin ardından  sadece davanın  sonuçlandırılmasının, ceza kayıtlarındaki kayıtların silinmesini sağlamayacağını belirterek,  iş arama veya vatandaşlığa alma başvurusu söz konusu olduğunda, özel hayatlarında önemli sonuçlar doğuracağını  açıklamışlardır. Çünkü, Ali Mercan  ırk ayrımcılığı, Hasan  Kemahlı ile Ethem Kayalı  ırk ayrımcılığı suçuna iştirak etmekten  mahkum edilmişlerdi. Ali Mercan  1915 yılındaki olayların soykırımı değil karşılıklı  çatışmalardaki  trajik olaylar olduğunu   ve bu sebeple ırk ayrımcılığı fiilinin oluşmadığını  açıklamıştır.

Savcının  iddianamesi  şöyledir:   “Sanık   30 Haziran 2007’de Hotel Zentrum Töss’de  40  dinleyici ve basın mensuplarının önünde  Türkçe ve Almanca, Osmanlı  İmparatorluğu tarafından Ermeni halkına  uygulanan katliamın (massaker) ve sürgünün (deportation),  İsviçre’de kabul gören   görüşe (entgegen des hierzulande aufgrund der anerkannten Geschichtswissenschaft herrschenden Konsenses) ve  geneldeki  anlayışa  rağmen (allgemein anerkannten    Verstaendnisses) soykırımı olmadığını, soykırım iddiasının  bir uluslararası tarihi yalan olduğunu açıklamış, iddiasını üç sayfalık bir bildiride  dile getirmiştir. Mercan, Ermeni toplumunun 1915 olaylarına dayanarak tanımlayan bir  etnik grup olduğunu bilmekteydi. Mercan, Ermenilere yapılan soykırımını inkar  eden  eylemiyle,   şimdiye kadar iki defa   mahkum edilmiş bulunan  Türkiye İşçi Partisi  başkanı Doğu Perinçek’in  daha önce yaptığı açıklamaları   savunarak Ermenilerin  eşitliklerini (gleichwertigheit) sorgulamış,  insanlık onurunu yaralamış, bunu  isteyerek  yapmıştır. Bu  iddiasını  1915 olaylarının soykırımı olduğu yolunda  İsviçre’de  kabul edilen  ve İsviçre  Meclisindeki (Nationalrat) ve uluslararası kurumlardaki görüş birliğine rağmen yaparak  bilinçli olarak yasaya  aykırı davranmıştır. Ermenilerin  eşitliklerini (gleichwertigheit) sorgulamış,  insanlık onurunu yaralamış, bunu  isteyerek  yapmıştır. Bu  iddiasını  1915 olaylarının soykırımı olduğu yolunda  İsviçre’de  kabul edilen  ve İsviçre  Meclisindeki (Nationalrat) ve uluslararası kurumlardaki görüş birliğine rağmen yaparak  bilinçli olarak yasaya  aykırı davranmıştır.”

Mercan ve arkadaşları,  İsviçre Federal Anayasası’ndaki  fikir ve bilim özgürlüğüne  değinmiş, eyleminin suç olmadığını savunmuş, 1915 yılında Doğu Anadolu’daki olayların serbestçe tartışılmasını istemiş, bu olayların yeterince incelenmemiş bulunduğunu ve  sıradan bilgi sahibi  kesim tarafından soykırımı olarak  tanımlandığını vurgulamıştır. Mercan, uluslararası hukuk açısından geçerli bir soykırımı kararı bulunmadığını, bu eylemin Ceza Kanunu’nun  261’nci  maddesine girmediğini  belirtmiştir. 1985  Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Alt Komisyonu  Doğu Anadolu’da 1915 yılındaki olayların  soykırım olduğunu kabul etmiş ise de, bu   bir  siyasal söylem olup, mahkeme tarihsel konularda karar verme konusunda  yetkili değildir.

Mahkeme, Ceza Kanunu’nun 261’nci  maddesinin sadece Nasyonal Sosyalistlerin suçlarını değil  tüm soykırımlarını kapsadığı görüşünü  benimsediğini açıklamış, kararlarının, araştırmaların ve  hukuk öğretisinin Holokost’un inkarının bir ceza davasında ispatlanmasına gerek bulunmayan     herkes tarafından doğru olarak kabul edilen tarihsel gerçek (von der Allgemeinheit wahr erwiesenen anerkannte historische Tatsache) olduğunu  belirtmiştir. Bu durumda mahkemenin  tarihçilerin çalışmalarına başvurmasına gerek yoktur. Holokost’un inkarının cezalandırılması esası, yargıcı başka soykırımlarının inkarı durumunda yönlendirecektir. Bu durumda ispatlanması gereken husus, davalı tarafından inkar edilen olayda  genel uzlaşma bulunup bulunmadığının belirlenmesidir.

AİHM  Mercan ve diğerleri-İsviçre davasına ilişkin olarak 28 Kasım 2017 tarihinde oybirliğiyle aldığı kararla, 1915 olaylarıyla ilgili açıklamalarından  dolayı  İsviçre tarafından soykırımı inkar ettikleri gerekçesiyle mahkum edilen Merçan, Kemahlı ve Kayalı’nın  ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Karar, soykırım iddiasını mutlak gerçekmiş gibi kabul ettirme doğrultusundaki girişimlere karşı, demokrasi ve hukuk ilkelerine dayanan  güçlü  bir hukuki tasarruftur.

Böylece,  2015 yılında AİHM Büyük Dairesi’nin  Perinçek-İsviçre davasında verilen  kararla oluşturulan ifade özgürlüğü koruma altına alınmış,  1915 olayları ile Holokost arasında tarihsel ve hukuki farklılıklar bulunduğu yönündeki içtihat bir defa daha tescil edilmiş, 1915 tehcirine  ilişkin hukuki bir kazanım elde edilmiştir. Dışişleri Bakanlığı kararı şöyle yorumlamıştır:  “Soykırım iddiasını mutlak gerçekmiş gibi kabul ettirme doğrultusundaki girişim ve uygulamalara karşı, demokrasi ve hukuk ilkelerine dayanan çok güçlü bir hukuki tasarruf olarak değerlendirmekteyiz.”

Sözde Ermeni soykırımı konusunda mücadele  sadece devlete düşmemelidir.  Çok yakında kaybettiğimiz   Şükrü Sever Aya’nın, (Big Lie, Büyük Yalan,Ka Kitap 2017)   emekli Büyükelçi Pulat Tacer’in, çok yakında kaybettiğimiz emekli Büyükelçi Ömer  L. Lütem’in ve Ferruh Demirmen’in  (Respectable EU, European Council, and UN Dignitaries)  çabaları   göz ardı edilmemelidir. Bu kapsamda benim de bir katkım olmuştur. Federal Almanya Parlamentosu 1 Haziran 2016 tarihinde  asılsız sözde Ermeni soykırımı iddialarını tanıma kararı alınca, bunu  kınayan ilk Türk üniversitesi, Turgut Özal Üniversitesi olmuştur. O tarihte tarafımdan hazırlanan bildiri, 2 Haziran 2016 Perşembe günü Üniversite Senatosu tarafından yayınlanmıştır. Bildiri metni  aşağıdadır.

“Ermeni diasporasının 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren, çeşitli ülkelerde  Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyaları ile varlığını hissettiren sözde Ermeni soykırımı iddiası, 1973’den sonra ASALA terör örgütü tarafından Türk diplomatlarına yönelik terör saldırılarına dönüşmüştür. Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin, yabancı mihrakların kışkırtmasıyla devlete başkaldırmaları sonucunda bulundukları bölgelerden daha emniyetli bölgelere nakledilme sürecinde üzücü olaylar ve ölümler olmuştur.

Fakat bu tehcir, hiçbir zaman Ermeni nüfusunun kitlesel imhasını öngören bir şekilde gelişmemiştir ve de asla bir soykırım değildir. Türk Ermeni çatışması sırasında binlerce Müslüman Türk vatandaşının toplu olarak katledildiği, Kars, Erzurum ve Van ‘da ortaya çıkarılan toplu mezarlarla dünya kamuoyunun gözleri önüne serilmiştir.

Yeni nefret ortamlarına fırsat verilmemesi, insanların barışa ve birlikte yaşamaya davet edilmesi gerekirken Almanya Federal Parlamentosu’nun tarihi ve hukuki gerçeklerden uzak, siyasi nitelikli Türkiye’yi sözde soykırımı tanımaya davet eden kararı, Türk kamuoyu gibi Üniversitemiz mensupları tarafından üzüntüyle karşılanmıştır.

Karar, Doğu ve Batı uygarlıkları arasındaki bütünleşme çabalarına ve de tarihi Türk – Alman dostluğuna zarar verebilecek niteliktedir. Karar, Türk-Ermeni ilişkilerine fayda sağlamayacağı gibi, geleceğe dönük bölgesel ve küresel yeni gerilimlere kaynak oluşturabilecektir. Turgut Özal Üniversitesi  Senatosu olarak Birinci Dünya Savaşı’nın Savaş şartlarının yarattığı bir zorunluluktan doğan ölümlerden üzüntü duymamamız mümkün değildir.

Fakat, Almanya  Parlamentosu’nun tarihi gerçekleri yok sayarak sadece Ermenilerin değil, Asuriler, Süryaniler ve Keldanilerin de soykırıma tabi tutulduğunu öne sürmesi, 1915 olaylarının Almanya’da okul, üniversite ve siyasi eğitim müfredatlarına konulmasının istenmesi ve de 1915’te yaşananların hem gelecek nesillere anlatılmasına hem de Almanya’da yaşayan Türk ve Ermeni kökenlilerin uyumuna katkı sağlayacağının belirtilmesi kabul edilemez. 

Turgut Özal Üniversitesi Senatosu olarak Almanya Federal Parlamentosunda alınan sözde Ermeni soykırımı iddialarını savunan kararı kınadığımızı Türk ve dünya kamuoyuna ilan ediyor ve alınan kararın amacına ulaşamayacağını başta Almanya  olarak bütün ülkelere bir kez daha önemle hatırlatıyor, zamanımızdan 101 yıl önce yaşanan olayların başta tarihçiler olmak üzere konuyla ilgili bilim insanları tarafından araştırılması yolundaki tüm bilimsel çalışmaları destekleyeceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz.”)

Fransa, Türkiye’ye karşı devamlı çifte standart uygulamaktadır.  Paris’te 5 yıl görev yaptım. Fransızların Türklere sempati ile bakmadıklarına tanık oldum. Kenan Mutlu Gürses, 31 Aralık 2017 tarihinde  “Başepiskopos Karekin Bekçiyan’a Açık Mektup” başlıklı  bir yazı yazarak  sözde Ermeni soykırımı konusundaki görüşlerini Ermeni Patriği ile paylaşmıştır. Uzun yazının önemli gördüğüm  tespitleri şöyledir:

“Sayın Başepiskopos Bekçiyan, Ermeni diasporasının yıllardır diline doladığı, haksız, mesnetsiz çarpıttığı, gerçekle bağdaşmayan, sözde Ermeni soykırımı iddiası sürüp gidiyor. Din adamı oluşunuz, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji ve Tarih Bölümü son sınıfına kadar okumanız ve Köln-Bochum Üniversitesi Pedagoji Bölümü mezunu olmanızla, konuyu en sağlıklı değerlendirecek kişilerin başında sizin geldiğinize inanıyorum.

Bu inancımda her ne kadar aşağıda açıklayacağım konular nedeniyle tereddütlerim olsa bile!  Tarih bilginize inanarak, o sayfalara birlikte bakmayı önererek, öncelikle tehcirden ne anladığınızı öğrenmek isterim. Dilerseniz, kabul edilebilir olsun diye göç, acıları çağrıştıracaksa sürgün de diyebiliriz. tabiî ki, tarihi 1915’den başlatmamak kaydıyla!

Sayın Bekçiyan, Türk Milleti’nin kin gütmediğini, Selçuklu ve Osmanlı hoşgörüsünü de çok iyi bildiğinize inanıyorum. Asırlar önce yaşanan acı hatıraları biz unuturken, siz 1915 tehcirini, sözde Ermeni soykırımı yapıldı yaygarasına başvuruyorsunuz. Detaylarına değinmeden, bazı tarihleri, bazı yer ve Ermeni İsyanlarını ateşleyen isimleri hatırlatmak isterim. 1860, 1870, 1873, 1876, 1878, 1899, 1890, 1895 yılları gibi. Adana, Amasya, Erzurum, İstanbul, Kafkasya, Kilikya, Maraş, Mersin, Muş, Sivas, Tokat, Van, gibi. Apovyan, Arpiyaryan, Ayvazyan, Çeraz, Demircibaşyan, Felekyan, Kirkor Azruni, Mikael Nalbandyan, Portakalyan,  Şahnazaryan, Şişmanyan, Raffi gibi. O tarihlerde, o şehirlerde, o isimler sizce ne yapmaya çalışıyorlardı?

Fransa, Avusturya, Rusya, İngiltere ve Amerika ile misyonerleri, 1840’lı yıllarda bir ucu, Anadolu’dan Lübnan-Suriye’ye uzanan hareketliliği, rahiplerinizin Anadolu’ya gönderilmesini, Katolik, Ortodoks, Protestan mezhep konusunu,  1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ki tutumunuzu,1878 Ermeni Olaylarını, yeni bağımsızlık kazanan Balkan Devletlerine özenerek, bugün dost olarak anlattığınız, dün düşman gördüğünüz Kürtlerle söz konusu tarihlerdeki işbirliğinizi, 24 Nisan 1915 değil, tehcirin uygulanmağa başladığı tarihe kadar, gün gün ya siz anlatın, bilmiyorsanız (!) size arşiv belgeleriyle birlikte, bir din adamının, bir tarihçinin anlayacağı şekliyle gün gün anlatayım.

Tabii, 1915-1918 yılları arasında Ermenilerin yaptığı mezâlimlere ayrı bir sayfa açmak kaydıyla. Ermeni diasporasının çarpıtılmış yalanlarıyla, sözde Ermeni soykırımını yaptığı iddia edilen Osmanlı Devleti, tebaasının isyan hareketlerine rağmen, şu dört örnek irade buyruldularını, soykırımına uğratacağı insanlar için neden çıkarsın? Bunun cevabını en açık şekilde din adamları vermez mi?

Eğin Nareğyan Ermeni Okulu öğretime açıldı (1910). Erzincan’da Ermeni Gençlik Spor Birliği kuruldu (1911). Kemah Kasabasındaki Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Ermeni Kilisesinin avlusunda bir salon ile bir de çan kulesinin yapımına irade buyruldu (1913) Refahiye Kasabasındaki Ermeni Mahallesinde bulunan Ermeni Kilisesinin bitişiğinde Ermeni çocuklarına mahsus bir okulun yapımı için ruhsat verilmesine irade buyruldu (1913). Benzer sayısız belgelerin, varlığını bilmediğinizi düşünmek bile istemiyorum.

Tarih geçmişte yaşanmış insan ve insan topluluklarının bütün faaliyetlerini yer ve zaman göstererek, sebep-sonuç ilişkisi kurarak, belge ve bulgular ışığında inceleyen bilim dalıdır  diye kabul edilir. Yaşanmış olayları aktarırken, kimsenin cesaretine, cesaretsizliğine bakmaz. Önyargılarla, yaklaşılması/yaklaşılmaması, tarihin ilgi alanı değildir. Çekincelerle, öfkeyle, kinle de bakılamayacağı gibi. Tarihte hiçbir millet yoktur ki acı çekmemiş olsun.”)

Osmanlılar  Ermenilere 1915 yılında sözde soykırım  uygulamışsa, onların kiliselerini neden ortadan kaldırmamıştır sorusuna, Ermeni Patriği, Fransa Cumhurbaşkanı Macron  ve de Türkiye’de başta Taner Akçam ve Garo Paylan olmak üzere  Ermeni muhipleri cevap vermek durumundadır.

İstanbul Ermeni Patrikliği’nin kuruluşundan (1461) sonra 55 Ermeni Kilisesi inşa edilmiştir. Bunlardan 30 kadarı ibadete açıktır.  Ayakta kalan kiliselerin en eskileri, İstanbul’un fethinden sonra yerli Rum halkından alınarak Ermenilere verilen kiliselerdir. Bunlar; Kumkapı’daki Surp Asdvadzadzin Patriklik, Samatya’daki Surp Kevork eski Patriklik ve Balat’taki Surp Hreşdagabed kiliseleridir.  Ermeni kiliselerinin çoğu 18-19’ncu yüzyılda inşa edilmiştir. Bugün faal olan  kiliselerden 15’i  bu döneme aittir. Cumhuriyet döneminde kilise yapımı yasaklanmıştır. İstisnası  Karaköy’deki Surp Krikor Lusavoriç kilisesi ile  Balıklı Ermeni Mezarlığı’ndaki Surp Sarkis Şapeli’dir.

İstanbul’da günümüzde varlığını koruyan Ermeni Gregoryen kiliseleri şunlardır: Surp Hovhannes Avedaraniç Kilisesi (Gedikpaşa), Surp Tateos-Partoğomeos Kilisesi (Yenikapı), Surp Hovhannes Avedaraniç Kilisesi (Narlıkapı), Surp Nigoğayos Kilisesi (Topkapı),  Surp Hreşdagaberdatz Kilisesi (Balat), Surp Yeğya Kilisesi (Eyüp-Nişanca), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Eyüp-İslambey), Surp Pırgiç Şapeli (Yedikule), Dzınunt Surp Aasdvadzadzin Kilisesi (Bakırköy), Surp Harutyun Kilisesi (Kumkapı), Surp Istepanos Kilisesi (Yeşilköy), Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi (Surp Istepanos Kilisesi ile-Karaköy),  Surp Istepanos Kilisesi Surp Yerrortutyun Kilisesi (Surp Minas Şapeli’ni kapsar-Beyoğlu), Surp Asdvadzadzin Patriklik Kilisesi (Surp Toros Ayazması ile-Kumkapı), Surp Kevork Kilisesi (Surp Hovhannes Mıgırdiç Ayazması ile-eski Patriklik-Samatya), Surp Hagop Kılkhatir Kilisesi (Altımermer), Surp Sarkis Şapeli (Balıklı), Surp Harutyun Kilisesi (Taksim), Surp Hripsimyantz Kilisesi (Büyükdere), Surp Takavor Kilisesi (Kadıköy), Surp Haç Kilisesi (Üsküdar-Selamsız), Surp Vartanantz Kilisesi (Feriköy), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Beşiktaş), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Ortaköy), Yerevman Surp Haç Kilisesi (Kuruçeşme), Surp Santuht Kilisesi (Rumelihisarı), Surp Yeritz Mangantz Kilisesi (Boyacıköy), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Yeniköy), Surp Garabet Kilisesi (Üsküdar-Yenimahalle), Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi (Kuzguncuk), Surp Yergodasan Arakelotz Kilisesi (Kandilli), Surp Nigoğayos Kilisesi (Beykoz), Surp Nişan Kilisesi (Kartal),bSurp Krikor Lusavoriç Kilisesi (Kınalıada).

Okumaya devam et  HAREKÂT İÇİN ULUSAL İSTİHBARAT

Ermeni Katolik kiliseleri ise daha azdır: Anarad Hığutyun Kilisesi (Pangaltı), Surp Andon Kilisesi (Tarabya), Anarad Hığutyun Kilisesi (Samatya), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Beyoğlu-Sakızağacı), Surp Levon Kilisesi (Kadıköy), Surp Yerrortutyun Kilisesi (Beyoğlu), Surp Boğos Kilisesi (Büyükdere), Surp Hovhannes Mıgırdıç Kilisesi (Yeniköy), Surp Hovhan Vosgeperan Kilisesi (Taksim), Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Büyükada), Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi (Ortaköy), Surp Hisus Pırgiç Kilisesi (Galata).  Ermeni Protestan kiliseleri:  Avedaranagan Amenasurp Yerrortutyun Kilisesi (Aynalıçeşme-Beyoğlu), Emanuel Kilisesi (Fincancılar-Eminonü), Gedikpaşa Protestan Kilisesi, Halıcıoğlu Protestan Kilisesi ve Üsküdar Şapeli.

Anadolu’da 7 kilise vardır: Kayseri Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi, Diyarbakır Surp Giragos Ermeni Kilisesi (Burada Surp Sarkis Ermeni Kilisesi ve Surp Hagop Şapeli’de  vardır),Derik Surp Kevork Ermeni Kilisesi, İskenderun Surp Karasun Manuk Ermeni Kilisesi, Kırkhan Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi, Vakıflıköy Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi. Akdamar Adası, Surp Haç Kilisesi.  ) Istanbul Ermeni kiliseleri  Les églises arméniennes à Istanbul

Emekli Büyükelçi Onur Öymen dış politikadaki son gelişmeleri değerlendirdiği röportajında, “Gelmiş geçmiş hiçbir Türkiye hükümeti döneminde, Ermeni meselesi, Kıbrıs, Kürt sorunu gibi konularda izlediğimiz siyaset büyük devletlerinkiyle örtüşmedi” diyerek bir gerçeğin altını çizmiş ve şu örneği  vermiştir: “Geçenlerde Fransa’nın Nice şehrini ziyaret ettim. 24 Nisan vesilesi ile şehrin en büyük kitapçısında Ermeni meselesi ile ilgili kitapları teşhir etmişler. Kitapçının vitrininde sergilenen konu ile ilgili 30 kitabın 29’u Ermeni tezlerini savunan kitaplarken biri de Ermeni yemekleri üzerineydi. Batı’nın Türkiye’ye karşı taraflı bakışını anlatan bir tabloydu. Özellikle Avrupalılar, Türkiye’nin bu konuları onların istediği gibi çözmemizi istiyor. Avrupa ülkelerinde, sağ veya sol bütün siyasi partiler, hükümetlerinin Türkiye’ye uyguladığı siyaset konusunda hemfikirlerdir.”  

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, Suriye’deki eylemleriyle Türkiye ve İran’ın uluslararası hukuku ihlal ettiğini savunmuştur.  BFM TV kanalına konuşan Le Drian,  Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü olarak gördüğü YPG’ye karşı başlattığı harekatla ilgili olarak “Sınırlarında güvenliği sağlamak sivilleri öldürmek anlamına gelmez ve bunun kınanması gerekir” derken,  Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamları neden Dışişleri Bakanı  Çavuşoğlu gündeme getirmemektedir,  anlamış değilim. Fransızlar, geçmişte sömürgelerinde yaptıkları katliamlarla bilinir. Cezayir’de 1 milyon insanı katletmişler, Ruanda’da 90’lı yıllarda Hutu ve Tutsi kabilelerinin birbirlerini katletmelerine yardımcı olmuşlardır. Bunu unutarak Türkiye’yi suçlayanlar, önce dönüp kendi kanlı geçmişlerine bakmalıdırlar.

Sevr Anlaşması, Birinci  Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde  Paris’in batı banliyösü Sevr kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) imzalanmıştır. Müze, Türkiye için  Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne  8 Mart 2001 tarihinde  sözde Ermeni Soykırım Anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde “1915’TE JÖN TÜRK HÜKÜMETİ TARAFINDAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA SOYKIRIMA UĞRATILAN 1,5 MİLYON ERMENİN ANISINA” yazılıdır. Bu ifade  Auschwitz- Birkenau toplama kampının önünde de vardır. Bir farkla: 1,5 milyon Yahudi 1,5 milyon Ermeni olarak değiştirilmiştir:  “…WHERE THE NAZI’S MORDURED ABOUT ONE AND A HALF MILLION MEN, WOMEN AND CHILDREN MANLY JEWS FROM VARIOUS COUNNTRIES OF EUROPE” Belgesi aşağıdadır. The Armenian Journey – A Story Of An Armenian Genocide” başlıklı sözde Ermeni propaganda filminde bu çalıntı rakam (1,500,000) kullanılmış,   1,327,926  izlenme almıştır.

Buna karşılık Taha Akyol’un belgeseli ancak 14, 337 defa izlenmiştir. Türkçe dışında  İngilizce ve   Fransızca’ya çevrilmemesi buna sebeptir.

Tehcir öncesinde Ermeni  nüfusu, Ermeni Patrikhanesi’ne göre 2,5 milyon, Lozan Konferansı Ermeni Heyeti’ne göre 2,2 milyon, Fransız Sarı Kitabı’na göre 1,5 milyon, Britannica’ya göre 1,5 milyon,İngiliz yıllığına göre 1 milyon’dur.  Osmanlı Devleti resmi belgelerine göre ise Ermeni nüfusu şöyledir: 1893 Nüfus sayımına göre 1.001.465, 1906 Nüfus sayımına göre 1.120.748,1914 Nüfus istatistiğine göre 1.221.850. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusu hakkındaki en güvenilir rakamların Osmanlı belgelerde olduğu kesindir. Osmanlı Devleti’nde İstatistik Genel Müdürlüğü, 1892 yılında kurulmuştur. Genel Müdürlük görevini 1892 yılında Nuri Bey, 1892-1897 yılları arasında Fethi Franco adlı bir Musevi, 1897-1903 yılları arasında Mıgırdıç Şınabyan isimli bir Ermeni, 1903-1908 yılları arasında Robert isimli bir Amerikalı, 1908-1914 yılları arasında ise Mehmet Behiç Bey yapmıştır.

Bu konuda Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması  şöyledir: (Question 8: Did 1,5 Million Armenians Die During World War I?) “Armenian propagandists claim that as many as 1, 5 to 2 million Armenians died as the result of “massacres”. Like the rest of their claims, this also is imaginary, with the number claimed being increased over time. At first, immediately following the war the Armenians claimed that as many as 600,000 had been killed. Later they raised it to 800,000 and now they talk about 1,5 million and tomorrow they may talk even about three million. The 1918 edition of Encyclopedia Britannica said that 600,000 Armenians had been killed; in its 1968 edition this was raised to 1,5 million. How many Armenians did die? It is impossible to determine the number exactly, since no complete death records of statistics were kept during those years. The only basis on which even an estimate can be made is the actual Armenian population in the Ottoman Empire at the time. Even here figures vary widely, with the Armenians claiming far more than other sources.Leaving aside the Armenian figures, which are evidently exaggerated, the western estimates vary between 1,056,000 and 1,555,000 which more or less correspond with the official Ottoman census report of 1,295,000. How, then, could 1,5 million Armenians have been massacred even had every Armenian in the Empire been killed, which of course did not happen? Therefore, what are the real Armenian losses? Talat Pasha, in a report presented to the last congress of the Union and Progress Party, stated that this number was estimated at around 300.000. Monseigneur Touchet, a French clergyman, informed the congress of “Oeuevre d’Orient” in February 1916, that the number of dead is thought to be 500.000, but added that this figure might have been exaggerated. Toynbee estimates the number of the Armenian losses as 600.000. The same figure appears in the Encyclopedia Britannica’s 1918 edition. Armenians had also claimed the same number before. Bogos Noubar, head of the Armenian delegation at the Paris Peace Conference, declared that after the war 280.000 Armenians were living in Turkey and 700.000 Armenians have emigrated to other countries. According to the estimation of Bogos Noubar, the total number of the Armenian population before the war was 1.300.000. Therefore, it can be concluded that the number of the Armenian losses was around 300.000. This figure reflects the same proportion, according to their total population, of the 3 million loss of Turkish lives during the same period. Once more, facts do not correspond with the Armenian claims.” (

Auschwitz-Birkenau Toplama Kampı girişine yazılan cümle şudur: “ARBEIT MACHT FREI”  (Çalışmak Özgürlük Getirir) Minik bir çocuğun küçücük ayaklarıyla toprağı sürüyerek, annesinin avcunun içinde sımsıkı kavranmış eliyle, gözlerini kırmızı tuğlalara dikip, güya özgürlüğe adımını attığı kapı  aşağıdadır.  BU KAPIDAN BİR DAHA ÇIKMAMAK ÜZERE 1,5 MİLYON İNSAN GİRMİŞTİR.

Azerbaycan’ın Fransa’da Ermeniler tarafından Hocalı’da yapılan soykırımı ile ilgili bir anıt dikmesi mümkün değildir. Türkiye de Fransa’da  Gaziantep ve  Kahraman Maraş’ta yapılan Ermeni katliamları için  anıt dikmesi mümkün değildir. Fakat bir şey yapabilir. Fransa, Paris Büyükelçiliğimizin bulunduğu Paris’in en küçük sokağına (148 m. uzunluk, 15 m. genişlik)  Ankara caddesi (rue d’Ankara) adını verir ama Türkiye Ankara’nın en güzel ve nezih caddelerinden Paris caddesinin  bir küçük  sokağa verilmesi konusunu gündemine nedense  almaz.

Fransa’ya 1920’lerde Antep yöresinde ne aradığını, oraya neden geldiğini, bu gelişi sırasında bu bölgelerde yaşayan insanlarımızdan ne kadarını öldürdüğünü, sakat bıraktığını ve daha ne gibi zararlar verdiğini bile sorma gereği duymayan yüksek değerleri olan bir  milletiz. İşin kötü yanı bunu unutuyoruz, geçmiş sayıyoruz.Formun Üstü

Sözde Ermeni soykırımı hakkında olayın gerçek yüzünü Ermeni kaynaklarını  kullanarak Batı kamuoyunda anlatmadıkça  daha pek çok ülke sözde Ermeni soykırımını gerçek  bir soykırım gibi kabul edecektir. Bunun için  1645-1669 yıllarında Ermenilerin, Venediklilerin Osmanlı karşıtlığının yanında yer alarak bağımsızlık umutlarına kapılmaları, 1670’li yıllarda Avusturya, Polonya, Venedik ve Rusya ile Osmanlıya karşı cephede yer almaları, 18’nci yüzyılın yılbaşlarında İsrail Ori’nin Rusya’da I. Petro’dan İran’a uzanan Osmanlı karşıtı planlarını, 1722-1730   dönemindeki Ermeni isyanlarını,

1751’de İngiltere ve Rusya’nın Ermenileri hangi nedenlerle yanlarına aldıklarını, 1804-1828 yıllarında Rusya’nın Ermenileri nasıl baskı altına aldığını, 1820 de Amerikalı misyonerlerin Anadolu’ya neden geldiklerini, 1840 ve sonrasında Rusya’ya devam eden büyük Ermeni göçlerini, 1870 yılından  sonra Amerika’ya başlayan Ermeni göçlerini, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda Ermenilerin neler yaptığını, 1878’de Kara Haç örgütünün neden kurulduğunu, 1880 yılından  sonra  Ermenilerin  Amerika’daki çalışmalarını,  1885’de Ramgavar Azatakan,  (Ramgavar Partisi Tarafından II. Meşrutiyet (1908) Meclis-i Mebûsân’ına Sunulan Beyânnâme ve Program, 1887’de Hınçakyan, (Sosyal Demokrat Hınçakyan Cemiyeti ve Nizamiyesi, 1895’de Daşnaksutyun örgütünün neden kurulduğunu, (Ermeni Devrimci Federasyonu, radikal milliyetçi Ermeni siyasi partisi. Ermenistan’ın bağımsızlığını sağlamak amacıyla 1890’da kuruldu. Ermenistan Cumhuriyeti’nde ve diasporadaki Ermeniler arasında aktif bir siyasi parti) 1895’den sonra Amerika’da artan Ermeni nüfusunu, 1894-1896 yıllarında Osmanlı’ya karşı yoğunlaşan Ermeni isyanlarını ve Atatürk’ü kullanarak propaganda yapan  sahtekar Ermenilere onların anlayacağı dille ve de üslupla cevap vermezsek, sözde Ermeni soykırımını kabul eden bir nesil olarak tarihe geçebiliriz.

Ermenilerin Türkler aleyhine çalışmak üzere kurdukları ilk komite olan Armenekan Komitesi ilk siyasi kuruluş olup  1885’de Van’da  faaliyete başlamıştır. Sloganı “Kan dökmeden hürriyet elde edilemez” dir.  Fransa’da çıkardıkları “Armenia” gazetesi ile kamuoyu oluşturmaya çalışmışlar, ihtilal yolu ile Ermeni bağımsızlığını sağlamayı amaçlamışlardır. Buna karşı Türkler son yıllara kadar hiçbir önemli bir aktivite yapmamışlardır.

Nitekim Avrupa’nın en küçük ülkelerinden biri olan Lüksemburg, Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan  ve Başbakan Davutoğlu’nun  Ermenilerine yayınladıkları taziye mesajları için teşekkür ederken, Türk yöneticilerin geçmişi ile yüzleşmeleri konusunda cesaretlendirildikleri belirtilmiş ve Lüksemburg Parlamentosu yayınladığı  bildiri ile Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilere 1915 yılından sonra yapılan trajik olayların bir soykırım oluşturduğunu 2015 yılında kararlaştırmıştır. Böylece Lüksemburg, sözde Ermeni soykırımını tanıyan 22’nci  ülke olmuştur.

Türkiye’de sayın Orhan Tan,  Macron’un  son sözde Ermeni soykırımı anma gününü kınayan çok az sayıdaki kişiden biridir: “Bu sabah gazetelerde Macron haberini okuyunca Ermeni basınına hızla  göz attım.  Bir kısmı kabul edilebilir  düşüncesi ile yorum kabul eden web sitelerine  acele  bir şeyler yazdım.  Tabii, yine  Ermeni  aksiyonlarına reaksiyon göstermek gibi  pasif bir duruma  düştük, inisiyatifi yine onlara  kaptırdık. Sözü geçen birileri, Ermenilerle mücadelede  yalnız ŞİDDETLİ PROTESTO ETMENİN BİR FAYDA SAĞLAMAYACAĞINI üst düzey yöneticilere anlatmalıdırlar.  Zaman ayırıp bir iki cümle ile tezlerimiz istikametinde kısa  yorumlar yapılmasında yine de fayda olabileceğini düşünüyorum. Çalışma için daha  fazla  zaman ayıramıyorum.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımını resmi anma günü ilan etti.  Sözde soykırımı tanıyan devlet ve kuruluşlara karşı çok yumuşak davranıyor, onları şiddetle kınamakla yetiniyoruz. Kanımca bu yöntem pasif politikadır. Meseleyi neden Türk Ulusunun yapmadığı insanlık dışı bir suçtan dolayı en büyük hakaret kabul edip uluslararası bir mahkemeye başvurup dava açmıyoruz? Elimizde gerçek tarihi belgeler var. Hatta, bırakın Osmanlı arşivlerini İngiliz, Vatikan , Rus ve benzer başka ülke arşivleri de bizden yana. Bu gidişle pek yakında dünya bu yalanı gerçek kabul edip bizleri elleri kanlı katiller olarak görecek. Ülkemizi yönetenlerin böyle bir duruma imkan vermeye hakları yok…Saygılar, O. Tan.

 France’s Macron Announces April 24 National Day Marking Armenian Genocide

Orhan Tan says:  February 7, 2019 at 12:46 am   Your comment is awaiting moderation. We are very soft against the states and organizations that recognize the so-called genocide and we only condemn them strongly. In my opinion, this method is a passive policy. Why don’t we consider the biggest defamation of the Turkish Nation because of an inhumane crime and not appeal to an international court? We have real historical documents. In fact, let us leave the Ottoman archives British, Vatican, Russian and other similar archives from our side. With this Turkish policy , the world will soon accept this lie and see us as bloody murderers. The rulers of our country have no right to allow such a situation … https://massispost.com/2019/02/frances-macron-announces-april-24-national-day-marking-armenian-genocide/ Anyone before start to pronounce Armenian genocide better watch the video using the link below. The title of the video: “Armenian Revolt” (English Dubbing & French Subtitle / Armenian Documentary banned in the U.S.)
http://fullreels.com/…/Armenian-Revolt-English-Dubbing ,

Fransızlar ve  Ermeniler  bir stratejiye bağlı olarak çalışmakta ve gerektiği zaman yeni hamlelerini gerçekleştirmektedirler. Tüm bu gelişmeler karşısında öncelikle  sivil bir platform oluşturulmalıdır. Platformu her konuda uzman katılımcılarla  desteklemek, her alanda yüksek nitelikte iletişimciler ve strateji oluşturma yeteneği olanlarla kısa ve uzun vadede  yapılacakları belirleyerek hızlı davranmak gerekir. Platform, internet ve sanal iletişim aracılığı ile kurumsal iletişim yapılanmasına dönüştürülmelidir.

Siyasi iktidar ekonomik boykot dışında  alternatifler geliştirmelidir.  Derin devlet bu tepkinin içinde olmalı, sivil girişimleri ve açık eylemleri organize etmelidir. Basın konuya önem vermelidir. Düzensiz çalışma anlayışımız ve bir projeyi takip etmekte ve devamlılık sağlamaktaki eksikliklerimiz giderilmelidir. Bunu bilen Avrupalı stratejistler, sert tepkilerin ardından kabul ve sessizlik geleceğini tahmin ediyorlar. Bu dezavantajları görerek strateji oluşturan Fransa, aldığı kararlardan sonra ortalığın durulmasını beklemekte, daha sonra yeni kararlar almaktadır. Fransa’ya 1920’li yıllarda Antep yöresinde ne aradığı, oraya neden geldiği, bu gelişi sırasında bölgede yaşayan insanlarımızdan ne kadarını öldürdüğü ve sakat bıraktığı sorulmadığı sürece, Fransa Cumhurbaşkanı Macron  konuşmaya devam edecektir. 

Özellikle Fransa merkezli yayın, iletişim ve medya kuruluşuna ağırlık verilmelidir.  Türkiye’de çok aktif olan internet kullanıcıları, webmasterlar aracılığı ile Avrupa dillerinde  web site, mail zinciri, gruplar oluşturulmalıdır. Bu konuda üniversitelerimize ve de YÖK’e  büyük sorumluluk düşmektedir. Tüm üniversitelerde  Ermeni Araştırmaları Enstitüsü açılmalıdır. Buralarda yapılacak araştırma ve yayınlarla   Türkiye, sözde Ermeni soykırımı konusunda daha güçlü olabilir. Türkiye’deki Ermeni cemaatinin  tepkileri de uluslararası arenada dile getirilmelidir.

Şevket Süreyya Aydemir “1914-1918 harbi içinde Osmanlı topraklarında bilhassa Anadolu ile olan sınır olan bölgelerde, karşılıklı bir imha hareketinin geçtiği bir gerçektir. Fakat milletler ve halklar arasında, tarihin bazen öyle bir safhaları yaşanır ki, en doğru olan galiba o sayfaları unutmaktır” demiştir ama Ermenilere bunu anlatmak mümkün olmamış, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Ermeni sorunu üzerinde durulmamış, konunun kapandığı düşünülmüştür.  Bu süreçte Ermeni diasporası yol almıştır. ASALA saldırıları ve Batı dünyası  parlamentolarında ard arda alınan sözde Ermeni soykırımı kararlarından sonra Türkiye’de sözde soykırım konusundaki çalışmalar artmıştır. Aşağıdaki tablolar bu durumu göstermektedir.

 Türkiye’de Ermeni sorunu konusunda yapılmış yüksek lisans ve doktora çalışmalarının yıllara göre dağılımı

Kaynak:https://www.academia.edu/13276994/CUMHUR%C4%B0YET_D%C3%96NEM%C4%B0_NDE_T%C3%9CRK_KAMUOYUNDA_ERMEN%C4%B0_SORUNU

Türkiye’de Ermeni sorununu konu alan kitap, makale, bildirilerin 5 yıllık periyodlara göre dağılımı

Kaynak:https://www.academia.edu/13276994/CUMHUR%C4%B0YET_D%C3%96NEM%C4%B0_NDE_T%C3%9CRK_KAMUOYUNDA_ERMEN%C4%B0_SORUNU

Ermeni sorununun dünya gündemine girmesi, diaspora Ermenilerinin örgütlenmelerine bağlı olarak, yaşadıkları ülkelerde kamuoyu oluşturacak güce ulaşmalarıyla gerçekleşmiştir. Zamanla 1915 olaylarının yarattığı mağduriyet duygusu ve Türkiye karşıtlığı Ermeni kimliğinin en önemli referans noktaları haline gelmiştir.  Türkiye’de Ermenilerin mağdur oldukları savına destek verenler maalesef soykırım yalanına ortak olmaktadırlar.

Yazar  Orhan Pamuk bunlardan biridir. Pamuk’a  Fransa Kültür Bakanlığı’nda 29 Ekim 2012 tarihinde  düzenlenen törenle Legion d’honneur nişanı verilmiştir. Fransa tarafından Napolyon döneminden bu yana verilmekte olan nişan, ciddi bir “seçkinler ağına” dahil olmanın yanı sıra, pek çok kazanım da sunmaktadır. Bu sebeple nişanı alan çoğu kişi bunu iade etmek istemez.  Pamuk, törende yaptığı konuşmasında  “Osmanlı-Türk siyasi batılılaşmasının modeli Fransa olmuştur” demiştir ama Paris’in Sevr banliyösündeki Porselen müzesinin önüne Ermeniler tarafından 8 Mart 2001 tarihinde dikilen Ermeni Kin Anıtı’nın üzerindeki “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazısını görmezden gelmiştir. Fransa’dan ödül alan  Orhan Pamuk aşağıda sıraladığım  gerçekleri acaba bilmekte midir?

  • Fransa, Osmanlı İmparatorluğunu tarihe gömen Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı binanın önüne kin anıtı dikilmesine izin veren ülkedir.
  • Fransa, sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesine izin vererek “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşmasının halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.”  görüşünü savunan  ülkedir.
  • Fransa, Türkiye’nin doğu sınırlarını tanımayan ve Ağrı dağını kendi toprağı olarak gören Ermenistan’ın dostu olan ülkedir.
  • Fransa, 24 Nisan 2003 tarihinde Paris’te Kanada meydanına Gomitas Sogomonyan adına bir diğer sözde Ermeni kin anıtı dikilmesine de onay veren ülkedir.
  • Fransa, başta Lyon olmak üzere ülkenin diğer kentlerinde ve de Paris’in banliyölerine sözde Ermeni kin anıtlarının dikilmesine izin veren ülkedir.
  • Fransa, Türkiye’nin Paris Büyükelçisini koruyamamış ve büyükelçi İsmail Erez’in 1984 yılında Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesine engel olamamıştır.
  • Fransa, beş diplomatımızın Ermeni Asala teröristlerince şehit edildiği bir ülkedir.
  • Fransa, Büyükelçiliğimizin arkasında bulunduğu Paris’in en küçük sokağına (148 m. uzunluk, 15 m. genişlik) Ankara (rue d’Ankara) adını veren ülkedir. Buna karşılık Ankara’nın en güzel caddelerinden biri Paris Caddesi’dir.
  • Fransa, Ruanda’da 1994 yılında yaklaşık 800 bin kişinin öldürüldüğü soykırımdan sorumlu ülkedir. Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame, 6 Ağustos 2008 tarihinde Fransa’nın Hutu rejimi ile bağı olduğuna ilişkin ellerinde güçlü kanıtlar olduğunu öne sürmüştür.
  • Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” şeklinde açıklamada bulunmuştur. (Le Figaro, 12 Ocak 1998)
  • Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 2006’da Cezayir’e yaptığı ziyarette “Babalarının yanlışları için oğulların özür dilemesi beklenemez” demiştir.
  • Fransa, Cezayir’de gerçekleştirdiği soykırımın hesabını henüz verememiş bir ülkedir.
  • Fransa, Avrupa Birliği müzakere sürecinde bazı  müzakere başlıklarını veto ederek Türkiye-AB ilişkilerinin donmasını sağlayan ülkedir.
  • Fransa, yazar Yaşar Kemal’e 18 Aralık 2011 tarihinde İstanbul’da Legion d’honneur Grand Officier’i (büyük subay) nişanı veren ülkedir.
  • Fransa, 12 Ekim 2006 tarihinde (sözde Ermeni soykırımını inkara ceza yasasını parlamentolarından geçirdikleri gün) sözde Ermeni soykırımını kabul eden Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü veren ülkedir.
  • Fransa, İsviçre’nin Tagesanzeiger gazetesinde 6 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan röportajında “Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse benim dışımda hiç kimse konuşmaya cesaret edemiyor ve milliyetçiler bunun için benden nefret ediyorlar” diyen Orhan Pamuk’a nişan veren ülkedir.
  • Fransa, çok yakın tarihte  sömürgeci bir zihniyetle  Türkiye ile Fransa arasındaki ekonomik ilişkilere yaptığı katkı sebebiyle Pegasus Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı ve Esas Holding Yönetim Kurulu üyesi Ali Sabancı’ya, Fransa’nın Chevalier dans I’Ordre National de la Légion d’Honneur nişanı  veren ülkedir.
  • Fransa, eski Dışişleri Bakanı Hasan Esat Işık’ın 1968 yılında Paris Büyükelçisi iken Marsilya’daki sözde Ermeni kin anıtının açılış törenine  hükümetin  katılmamasını istemesine rağmen anıtın açılışına Fransız bakanlardan birinin katıldığını görünce terk ettiği ülkenin adıdır.
  • Fransa, Orhan Pamuk’a nişan verdikten  sonra O’nun Nobel Edebiyat ödülünü almasını sağlayan ülkenin adıdır.
  • Fransa, geçmişte (1982) Türkiye’nin ekonomik yaptırım uyguladığı bir ülkedir.

Orhan Pamuk keşke  “Türkiye’de bir milyon Ermeni öldürüldü” demeden bu ödülü alsaydı, bizler de bu gururu paylaşsaydık!… Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuştur ve Cumhuriyet döneminde Türkler 1 milyon Ermeni öldürmemiştir. Bu, Türk milletine büyük bir iftira ve hakrettir. Orhan Pamuk bu demecinin ardından ABD’de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının “Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler” başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden (72’nci sıra)  biri olmuştur.

2007 Mayıs’ında yapılan 60’ncı Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapmış, Finacial Times’a da kapak olmuştur.  Her nedense tüm bu başarılar 6 Şubat 2005 tarihinden sonra gelmiştir. Çünkü bu tarihte Pamuk  “Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü” demiştir.  Şimdi Türk milleti adına kendisine sormak gerekir.

  • 1964 yılında kendisine verilen Nobel Edebiyat ödülünü reddeden Fransız düşünür Jean Paul Sartre’ın, “Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir” deyişinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Doktor Jivago’nun yazarı Rus Boris Pasternak’ın Nobel Edebiyat ödülünü (1958) reddetme gerekçesi olan ödülün yazarlığı için değil, ülkesini eleştirdiği için verildiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Fransızlara karşı özgürlüğü savunurken 1930- 1944 tarihleri arasında Fransızlar tarafından tutuklanan Vietnamlı Le Duc Tho’nun da Nobel Barış ödülünü reddettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela’nın 1992 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır? 93 yaşındaki Mandela’nın ABD’nin Houston Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gülen Enstitüsü’nün 2010 Barış Ödülünü 27 Ocak 2011’de aldığından acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Cumhurbaşkanımız Gül’ün telefonuna büyük bir saygısızlık göstererek çıkmadığından acaba Pamuk’un haberi var mıdır? Gül, “Savaşta bile cumhurbaşkanları birbirleriyle konuşurlar” diyerek nazik bir şekilde tepkisinin göstermişti.
  • Fransa Anayasa Mahkemesi’nin sözde soykırım yasasını iptal kararına ve 6 Mayıs 2012 tarihinde gerçekleşen Fransa Cumhurbaşkanlığı İkinci Tur Seçimlerini Sosyalist Parti Lideri François Hollande’ın kazanmasına rağmen, sözde soykırım iddialarının Fransa’daki ortaokul ders kitaplarına sokulduğundan acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Eski Dışişleri ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık 1968 yılında Paris Büyükelçisi iken Marsilya’daki sözde Ermeni kin anıtının açılışına Fransız bakanlardan birinin katıldığını görünce Ankara’ya sorma gereğini dahi duymadan Paris’i terk edip Ankara’ya dönmesinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Monnet, Maupassant, Marie ve Pierre Cruie, Ravel, Jean Paul Sartre, Simon de Beauvoir, Catherine Deneuve, Jacques Prevert gibi alanlarında çok seçkin kişilerin nişanı reddettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • EHESS / Paris ve INSERM araştırma merkezi profesörlerinden, asbest karşıtı hareket üyesi, sosyolog Annie Thébaud-Mony’nin, 14 Temmuz 2012 tarihinde kendisine verilen Légion d’honneur nişanını kabul etmediğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Mony’nin reddetme gerekçesini açıkladığı mektubundaki “Çalışma koşullarındaki kötüleşmeyi, iş kazası ve meslek hastalıklarının yarattığı dramları, asbest, tarım ilaçları, nükleer ve kimyasal atıkların doğal çevremizi nasıl tahrip ettiğini görünür kılmaya çalıştığımız zaman, kamusal otoriteler tarafından ciddiye alınmak istiyoruz.”görüşünden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Türkiye’den YÖK eski başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç ile eski bakanlardan rahmetli, çok değerli büyüğüm Karman İnan’ın Ermeni tasarısı sebebiyle Légion d’honneur nişanını iade ettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Fransa’nın 29 Ekim 1919’da Kilis’i, 5 Kasım 1919’da da Antep’i işgal ettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Türkiye’nin, Fransa topraklarında Gaziantep’te ve Kahraman Maraş’ta yapılan Ermeni katliamları için anıt açamayacağından acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • İşgale katılan Fransız askerleri arasında bölgeden daha önce göç eden Ermenilerin de olduğundan ve bu Ermenilerin bölge halkını katlettiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Antep kentinin başına “gazi”, Maraş kentinin başına “kahraman” sıfatlarının neden getirildiğinden acaba Pamuk’un haberi var mıdır?
  • Gazi sıfatının Fransızları memleketlerinden kovan Anteplilere, TBMM’nin 6 Şubat 1921’de verdiği unvan olduğundan acaba Pamuk’un haberi var mıdır? (S. Rıdvan Karluk, Orhan Pamuk Legion d’honneur Nişanını Neden Aldı, (https://www.turkishnews.com/tr/content/2012/11/06/orhan-pamuk-legion-dhonneur-nisanini-neden-aldi/)
Tıpkı Orhan Pamuk gibi Prof. Dr. Taner Akçam da bir Ermeni muhibidir. (https://www.youtube.com/watch?v=TcrvBmcH1q4,https://www.youtube.com/watch?v=FKUYU7vjI4w, https://www.youtube.com/watch?v=F5WHekJnIrI, https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ozdagdan-taner-akcam-aciklamasi-181378h.htm, https://www.youtube.com/watch?v=u16_E9opVnE, Mütercimler, “Türkiye’nin en büyük 3 sorunu: Kıbrıs, Kürt ve Ermeni sorunudur.” 1919-1920 Belgeseli 2.Bölüm,Taha Akyol (CNN Türk) https://www.youtube.com/watch?v=_AWSosnyJoU)

Şahin Alpay’ın Milliyet gazetesinde 15 Eylül 1995 tarihinde Taner Akçam ile yaptığı söyleşi de  Pamuk, “Türkiye soykırım iddiasını konuşmaya başladı mı sizce?” sorusuna “Şimdi başlıyor ve bu olumlu sonuçlarını önümüzdeki dönemde görebileceğimiz önemli bir adım. En önemlisi akademik dünya. Benim gördüğüm, Türkiye bilim dünyası bu problemi sakince konuşmaya hazır. Bu konuda ana engelin toplumun kendi kendisinden korkusu olduğunu düşünüyorum” diyerek karşılık vermiştir.

Okumaya devam et  Egemen Eşitlik İlkesi ve Terörle Mücadele

Söyleşi de Taner Akçam, İttihat ve Terakki yönetiminin 1915 yılında Ermenileri toptan imhaya yönelik karar aldığı yönünde kuvvetli ipuçları olduğu kanısına vardığını  açıklar. Şahin Alpay’ın, Taner Akçam’a “Bernard Lewis ve Stanford Shaw gibi tarihçilerin 1915 olaylarını bir tehcir olayından ibaret olduğunu, iki taraftan ölümlerin savaş koşullarının getirdiği bir sonuç olduğunu” belirttiklerini hatırlatması üzerine Akçam; bu tarihçilerinin bu konuda özel olarak araştırma yapmadıklarını ileri sürmüştür. (Şahin Alpay-Nilüfer Kuyaş, “Entellektüel Bakış”, Milliyet, 15 Eylül 1995)

Taner Akçam  3 Şubat 2001 tarihinde Ceviz Kabuğu programına yurt dışından telefonla katılarak “Türkiye özür dilesin”  demiş, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın  bir ara “Ermenilerden özür dilemeyi” düşündüğünü söylemesi üzerine  Semra Özal bu sözlerin milli duygu taşıyanları rencide ettiğini, bunu teklif edeni asla affetmeyeceğini bildirdikten sonra Hulki Cevizoğlu’nu da bu saçmalıkların dinlenmesine aracı olduğu için affetmeyeceğini  açıklamıştır.

Dönemin Cumhurbaşkanı   Abdullah Gül’ün 6 Eylül 2008 tarihinde futbol maçı izlemek için Erivan’a yaptığı ziyaretin ardından atılan adımlar Türkiye-Ermenistan arasında başlayan yakınlaşma süreci karşılıklı olmadığı için sonuç vermemiştir. Zaten vermesi de beklenmemeliydi. Çünkü;

  • Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli Bağımsızlık Bildirisi’nin 12’nci maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslararası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir”
  • Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını”açıklamış ve  taahhüt etmiştir.
  • 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda “Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’ndeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü olmuştur. Soykırım yalanının uluslararası alanda tanınmasının Ermenistan’ın dış politika hedefi olduğu belirtilmiştir.
  • Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü  Kurultayına katılan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz”demiştir.
  • Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ili yer almıştır.
  • Ermenistan Milli Marşı’nda “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” yazılıdır.
  • Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır.
  • Sarkisyan, İngiliz yazar Thomas De Waal’a, “Hocalı’dan önce Azeriler bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu- stereotipi- (zeka geriliği) kırmayı başardık” diyen kişidir.

Kurttan post, ayıdan dost olmaz ama Türkiye’de  sözde Ermeni soykırımı olduğuna inanlar da vardır. Bu konuda Avrupa Akademisi ve Lepsiushaus Potsdam Üniversitesi  Berlin’de Ermeni Soykırımı İçin Avrupa Yaklaşımları (Past in the Present European Approaches to the Armenian Genocide) konulu bir Çalıştay düzelemiştir. Çalıştay’dan haberdar olunca, Türkiye’den katılacak olanlara biri İngilizce olan iki çalışmamı göndererek görüşlerimi açıkladım, bu konuda objektif olmalarını sağlamak istedim. Çalıştay’ın konuşmacıları arasında bulunan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Hülya Adak ve Koç Üniversitesi öğretim üyesi Zeynep Türkyılmaz Ermeni Diasporası’na çok yakın isimlerdir.

Hülya Adak, Ermeni Soykırımı’na Eleştirel Yaklaşımlar: Tarih, Siyaset, Estetik başlığı ile 1-4 Ekim 2015 tarihlerinde Sabancı Üniversitesi’nin ev sahipliğinde İstanbul’da yapılan toplantının organizatörleri arasındaydı. Zeynep Türkyılmaz ise Kaliforniya Üniversitesi’nde (University of California at Los Angeles-UCLA) eğitim almış, 2009’da doktorasını vermiştir.  UCLA, Atatürk’ü ayaklarının altında bir kız çocuğu cesediyle poz vermiş olarak gösteren ve üzerine “İnkarın Yüzü” (Face of Denial) yazan dokümanı montajlayarak yayınlayan üniversitedir.

Bu akademisyenlerin akademik özgürlük adı altında Türk milletini karalamaya hakları yoktur. Mahkeme kararı olmadan yapılmayan bir sözde soykırım için Türk milleti suçlanamaz. Suçlayanlar, Ohannes Kaçaznuni’nin  “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Birşey Yok” (Kaynak Yayınları, 2005)  kitabını okusalardı, Ermeni muhibi olmazlardı. 1915 yılında Ermeni isyanlarını örgütleyen Taşnak Partisi’nin Başkanı ve 1918 yılında Erivan’da kurulan Ermenistan’ın ilk Başbakanın 1923 yılında partisinin Bükreş’te toplanan kongresine sunduğu rapor,  Ermenilerin insanlık dışı katliam yaptıkları yer aldığı için Ermenistan’da yasaklanmış, İngilizce baskıları da Batı kütüphanelerinden toplatılmıştır.

Ermeni-Türk Çalışmaları Atölyesi (Workshop on Armenian-Turkish Scholarship: WATS) ilk defa 2000 yılında düzenlemiştir. Daha sonra 2000-2013 döneminde Şikago (2000), Michigan (2002), Minnessota (2003), Salzburg (2004), New York (2005), Cenova (2008), Kaliforniya (2010) ve Amsterdam’da (2013) yapılmıştır. Bu etkinliklere karşıt görüştekiler alınmamıştır.  9’su, Türkiye’de Ermeni Soykırımı’na Eleştirel Yaklaşımlar: Tarih, Siyaset, Estetik başlığı ile 1-4 Ekim 2015 tarihleri arasında Sabancı Üniversitesi’nin ev sahipliğinde İstanbul’da gerçekleştirilmiştir.

Hülya Adak; Berlin Hür Üniversitesi (Haziran 2016-), Potsdam Üniversitesi (Haziran 2016), Carleton Üniversitesi, Ottawa (Haziran 2016-Haziran 2017), Edebiyat, Sanat ve Kültür (ICSLAC) Karşılaştırmalı Araştırmalar Enstitüsü, Freie University of Berlin, (2012- 2013), Şikago Üniversitesi’nde (1993-2001) çalıştığı dönemlerde sözde Ermeni soykırımı tezini savunmuştur. Adak, Prof. Fatma Göçek ve Prof. Ronald Suny ile birlikte Ekim 2015’de İstanbul Richmond Otel’deki WATS 2015 etkinliğinde de görev almıştır.

WATS toplantıların en önemli özelliği, Ermeni soykırımı yoktur diyen karşıt görüştekilerin toplantılara alınmamasıdır.  Toplantıyı haber alınca katılım başvurusunda bulundum ama hayal kırıklığına uğradım. Çünkü başvurum reddeldildi. Gerekçe ise çok komikti: Yer darlığı. Bana gönderilen cevap yazısı  aynen şöyledir: “[WATS 2017- Past in the Present: European Approaches to the Armenian Genocide] Registration Roy Knocke [[email protected]]  05 Eylül 2017 Salı 10:2 Dear Sir or Madam, Unfortunately, due to some space problems and therefore limited number of participants, the WATS-organizing committee cannot enable your registration. We apologize for the inconvenience and refer to the video captured presentations of the panels. Kind regards, Roy Knocke, Wissenschaftlicher Mitarbeiter Lepsiushaus Potsdam,Große Weinmeisterstraße 45 14469 Potsdam, Telefon: 0331 – 58164511 und 0176 – 76527624Fax: 0331 – 58164519, Email: [email protected] Web: http://www.lepsiushaus-potsdam.de/index.php?page=roy-knocke.”

Tarihte kalan tehciri soykırıma dönüştürme çabalarının altında Sevr (Sevres) Anlaşması’ndaki büyük Ermenistan hayali yatar. Tıpkı 25 Eylül’de Barzani’nin referandum yaparak kurmak istediği büyük Kürdistan gibi. Sevr Anlaşması, günümüzde en az Lozan Anlaşması kadar önemlidir. Çünkü Anlaşma’da Kürdistan’ın ve Batı Ermenistan’ın kurulmasına ilişkin hükümler vardır. Sevr Anlaşması’nın 62-63’ncü maddeleri Kürdistan ile ilgilidir. Sevr Anlaşması’nın 88-93’ncü maddeleri Ermenistan ile ilgilidir. Anlaşma’da Kars, Erzurum dahil ülkenin Doğusu tümüyle Bağımsız Ermeni Cumhuriyeti adıyla Ermenilere verilmiştir.

Kaynak: The 1920 Treaty Of Sévres And The Struggle For A Kurdish Homeland In Iraq and Turkey Between World Wars By Whitney Dylan Durham Bachelor Of Science In Geoscience The University Of Tennessee Martin, Tennessee 2000 Master Of Science in Geosciences Murray State University Murray, Kentucky 2003, s.108.

Paris Barış Konferansı sürecinde Ermenistan’ın sınırları konusu ABD Başkanı Woodrow Wilson’un hakemliğine bırakılmıştır. Wilson, General James G. Harbord başkanlığındaki bir Amerikan heyetini incelemelerde bulunmak üzere 1919 sonbaharında Türkiye’ye göndermiştir. 1919 Eylül ve Ekim aylarında Türkiye’de incelemeler yapan Harbord, vardığı sonuçları bir raporla ABD Kongresi’ne sunmuştur.

Rapor’da; Türkler ile Ermenilerin barış içinde yüzyıllarca yan yana yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı çektikleri, Ermenilerin Türkiye’de hiçbir zaman çoğunlukta olmadıkları ve olaylara ilişkin acıklı ve korkunç iddiaların yanlış olduğu tespit edilmiştir. ABD Kongresi rapor üzerine 1920 Nisan ayında Ermenistan’a mandater olunmasını reddetmiştir. Fakat Başkan Wilson 22 Kasım 1920’de Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a vermiştir.

Batı Ermenistan da, tıpkı Kürdistan gibi   Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur. Sevr Anlaşması, Atatürk’ün ifadesiyle Türk Milleti’ne kurulan büyük suikasttır. Lozan Anlaşması ile Kürdistan ve Büyük Ermenistan hayali bitmiştir. Anlaşma, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur. Tapu delme hareketine Ermeni diasporasına çok yakın olan bazı Türk akademisyenlerin katkıda bulunması üzücüdür. Tüm bu çabalara rağmen Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Anlaşması ile garanti altına alınan tapuyu deldirmeyecek güçtedir ama Türkiye’ye yönelik sistematik saldırılara mutlaka organize bir şekilde cevap verilmelidir.

Bunlardan son bir örneği aşağıdadır. Başbakan Binali Yıldırım ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a 15 Eylül 2017 tarihinde yazılan, “Workshop on Armenian Turkish Scholarship: WATS” Çalıştay’ına katılanları aklayan ve Türkiye’yi eleştiri yağmuruna tutan şikayet dolu mektup, ABD’den gönderilmiştir:

“September 15, 2017 Prime Minister Binali Yıldırım Office of the Prime Minister Başbakanlık 06573 Ankara Turkey H.E. Recep Tayyip Erdoğan President of the Republic of Turkey T.C. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği 06689 Çankaya, Ankara Turkey   Dear Prime Minister Yıldırım and President Erdoğan: We write on behalf of the Middle East Studies Association (MESA) of North America and its Committee on Academic Freedom to express our deep concern about the Council of Higher Education’s (YÖK) steps to prevent scholars based in Turkey from participating in a conference in Berlin entitled “Past in the Present: European Approaches to the Armenian Genocide.” We consider this action to be an assault on the academic freedom of scholars in Turkey and a disturbing new instance of a broader trend of stifling scholarship on topics deemed taboo by your government. MESA was founded in 1966 to promote scholarship and teaching on the Middle East and North Africa. The preeminent organization in the field, the Association publishes the International Journal of Middle East Studies and has nearly 3000 members worldwide. MESA is committed to ensuring academic freedom and freedom of expression, both within the region and in connection with the study of the region in North America and elsewhere. The Workshop on Armenian Turkish Scholarship (WATS) is an academic workshop series that was founded by the University of Michigan in 2000 as the “first forum where Turkish, Armenian and other historians could conduct an informed debate” relating to the controversy surrounding the relocation of Ottoman Armenians during World War One. The latest workshop in this series is scheduled to take place on 15-18 September at the European Academy Berlin and is being co-organized by the University of Michigan, USC Dornsife Institute of Armenian Studies and Lepsiushaus Potsdam, under the auspices of Dr. Martina Münch, Minister for Science, Research and Culture of the State of Brandenburg.  The topic of the conference has come under sustained attack by ultra-nationalist political leaders in Turkey. Doğu Perinçek, the head of the ultra-nationalist “Vatan Partisi,” and a long-time denier of the Armenian Genocide in the international arena, declared that the conference will “serve imperialism and the interests of Kurdistan,” the latter of which he has termed “the second Israel.” Following Perinçek’s denunciation of the workshop, the event was targeted in a broad campaign by right wing, nationalist and pro-government media in Turkey. Perinçek has threatened to go to Berlin on 14 September, to join the workshop, provide his own “presentation”

 Re: Workshop on Armenian Turkish Scholarship (WATS) Page 2 September 15, 2017  (despite not being an invited participant) on what he deems to be the “truth” of the events of 1915. As part of his broader campaign against the conference, Perinçek brought the topic and list of participants to the attention of YOK, which subsequently rescinded permission for Turkey-based academics to travel to the conference. In line with this policy, Dr. Murat Cankara, who is on the faculty at the Ankara Social Sciences University, was subjected to a travel ban preventing him from participating in the conference. In addition, ultra-nationalist Turkish diaspora organizations, in apparent coordination with Perinçek’s party, have mobilized against the conference and are threatening a show of force at the Lepsuishaus, the main organizer of the event in Germany. No doubt, anyone who attends the conference is at risk of being filmed/photographed, blacklisted, and hounded by social media trolls in Turkey. The smear campaign led by the daily Aydınlık, associated with Perinçek and his party, targets the private Koç and Sabancı Universities and accuses especially the latter of treason. The atmosphere of intimidation and threats has grown so alarming that the cancellation of the conference is being considered. We strongly condemn the private and public harassment of academics for their planned participation in this conference and call on YÖK to immediately reverse its policy of preventing academics from traveling from Turkey to attend the conference.

The conduct of independent research and the presentation of research findings at academic meetings are, of course, fundamental to academic freedom. Targeting academics on the grounds that their research findings are not in line with the official government position on a matter of historical significance and banning academics from presenting their findings at conferences are clear violations of academic freedom. Such violations of academic freedom by Turkish authorities are all the more disturbing when considered in light of Turkey’s reputation, until recently, of aspiring to maintain a standard of protection of civil and political rights in keeping with the European Convention of Human Rights. The events surrounding the WATS conference in Berlin represent another depressing instance of your government’s failure to respect basic human rights’ protections under Turkish law despite Turkey’s clear international obligations. As a member state of the Council of Europe and a signatory of the European Convention for the Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms,

Turkey is required to protect freedom of thought, expression and assembly.  Turkey is also a signatory to the Universal Declaration of Human Rights, the International Covenant on Civil and Political Rights, and the Final Act of the Conference on Security and Cooperation in Europe (OSCE), all of which protect the rights to freedom of expression and association, which are at the heart of academic freedom.Moreover, the rights being trampled in these actions are enshrined in articles 25-27 of the Turkish Constitution. We urge your government to take all necessary steps to reverse the decision taken by YÖK and restore the right of Turkish academics to travel to the Berlin conference and other international scholarly meetings to present their findings. In the aftermath of the 16 April referendum, your government has an opportunity to restore confidence in its commitment to democratic rights and freedoms by taking steps to protect academic freedom, right to education, freedom of expression and freedom of association. Re: Workshop on Armenian Turkish Scholarship (WATS) Page 3 September 15, 2017 Thank you for your attention to this matter. We look forward to your positive response.  Yours sincerely, Beth Baron MESA President Professor, City University of New York Amy W. Newhall MESA Executive Director

cc: İsmail Kahraman, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı (President of the Turkish National Assembly)  Abdülhamit Gül, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı (Justice Minister of the Republic of Turkey)  Yekta Saraç, Türkiye Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı (President of the Turkish Higher Education Council)  Elena Valenciano, Chair of the European Parliament Subcommittee on Human Rights,  Barbara Lochbihler, Vice-Chair of the European Parliament Subcommittee on Human Rights,  Monika Kacinskiene, Member of the Cabinet of Federica Mogherini, High Representative of the European Union for Foreign Affairs and Security Policy Johannes Hahn, Commissioner for European Neighborhood Policy and Enlargement Negotiations  Nils Muižnieks, Council of Europe Commissioner for Human Rights  Kati Piri, Member, Committee on Foreign Affairs, European Parliament Zeid Ra’ad Al Hussein, United Nations High Commissioner for Human Rights David Kaye, United Nations Special Rapporteur on the promotion and protection of the right to freedom of opinion and expression Kishore Singh, United Nations Special Rapporteur on the right to education Serdar Kılıç, Turkish Ambassador to the United States John R. Bass, United States Ambassador to Turkey”

Kenan Mutlu Gürses, 31 Aralık 2017 tarihinde  “Başepiskopos Karekin Bekçiyan’a Açık Mektup” başlıklı  bir yazı yazarak  sözde Ermeni soykırımı konusundaki görüşlerini Ermeni Patriği ile paylaşmıştır. Uzun yazının önemli gördüğüm  tespitleri şöyledir:

“Sayın Başepiskopos Bekçiyan, Ermeni diasporasının yıllardır diline doladığı, haksız, mesnetsiz çarpıttığı, gerçekle bağdaşmayan, sözde Ermeni soykırımı iddiası sürüp gidiyor. Din adamı oluşunuz, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji ve Tarih Bölümü son sınıfına kadar okumanız ve Köln-Bochum Üniversitesi Pedagoji Bölümü mezunu olmanızla, konuyu en sağlıklı değerlendirecek kişilerin başında sizin geldiğinize inanıyorum. Bu inancımda her ne kadar aşağıda açıklayacağım konular nedeniyle tereddütlerim olsa bile!  Tarih bilginize inanarak, o sayfalara birlikte bakmayı önererek, öncelikle tehcirden ne anladığınızı öğrenmek isterim. Dilerseniz, kabul edilebilir olsun diye göç, acıları çağrıştıracaksa sürgün de diyebiliriz. tabiî ki, tarihi 1915’den başlatmamak kaydıyla!

Sayın Bekçiyan, Türk Milleti’nin kin gütmediğini, Selçuklu ve Osmanlı hoşgörüsünü de çok iyi bildiğinize inanıyorum. Asırlar önce yaşanan acı hatıraları biz unuturken, siz 1915 tehcirini, sözde Ermeni soykırımı yapıldı yaygarasına başvuruyorsunuz. Detaylarına değinmeden, bazı tarihleri, bazı yer ve Ermeni İsyanlarını ateşleyen isimleri hatırlatmak isterim. 1860, 1870, 1873, 1876, 1878, 1899, 1890, 1895 yılları gibi. Adana, Amasya, Erzurum, İstanbul, Kafkasya, Kilikya, Maraş, Mersin, Muş, Sivas, Tokat, Van, gibi. Apovyan, Arpiyaryan, Ayvazyan, Çeraz, Demircibaşyan, Felekyan, Kirkor Azruni, Mikael Nalbandyan, Portakalyan,  Şahnazaryan, Şişmanyan, Raffi gibi. O tarihlerde, o şehirlerde, o isimler sizce ne yapmaya çalışıyorlardı?

Son yıllarda Ermeni iddiaları konusundaki araştırmaları ile tanınan Şükrü Server Aya‘nın ortaya çıkardığı bir skandalı da burada belirmekte yarar vardır. Aya’nın araştırmasına ve ulaştığı belgelere göre İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet ordusundan esir edilen Ermenilerden oluşan 5 bin kişi, Hitler rejimi tarafından “Ermeni lejyonu” olarak düzenlenmiş ve müttefiklere karşı savaşmıştır. Almanya savaşı kaybedince ABD ordusuna karşı da savaşmış olan Ermeni askerler cezalandırılmamış, ABD’ye ve Güney Amerika’ya gitmelerine yardım edilmiştir. Dil bilmeyen ve mesleği de olmayan bu askerler, zaman içinde bir Ermeni meselesi oluşturarak, geçimlerini bu işten sağlamaya ve istihbarat servislerine hizmet etmeye başlamış, ASALA örgütü de bu ilişkiler sonunda doğmuştur.

Bu Ermeni lejyonundaki askerlerden biri, ‘Hitler’in 22 Ağustos 1939 konuşması’ diye bir metin hazırlamış, Hitler’in Polonya’ya girmeden önce şöyle dediği iddia edilmiştir: ‘Cengiz Han milyonlarca kadın ve çocuğun ölümüne yol açtı ama bugün bir devlet kurucusu olarak anılıyor. Bu bakımdan Avrupa’nın benim hakkımda ne dediği umurumda bile değil. Ölüm teşkilatlarımız, Polonya’da Leh kökenli ve Leh dilini konuşan erkek kadın, çocuk yaşlı her kim varsa hepsini gözlerini kırpmadan ve acımadan öldürmek için emir aldı. Tüm olanlara rağmen bugün Ermenilerin imhasından bahseden kim kaldı ki?’

Belge, Alman savaş suçlarının yargılandığı Nüremberg Mahkemesi’ne 1946 yılında delil olarak sunulmuş, Mahkeme 1948’de ara karar vererek belgenin sahte olduğuna hükmetmiş ve dosyadan çıkarılarak saklanmasına karar vermiştir. Aradan yıllar geçtikten sonra Alman basınında, ‘Hitler, Yahudilere karşı, Ermeni soykırımını örnek almış’ başlıklı yorumlar haberler yayınlanmaya başlanmış, kaynak olarak bu sahte belge gösterilmiştir. Sahte belgeyi hazırlayanlar, metnin bir kısmını, Washington’daki soykırım müzesine koymak istemiştir. Bunu başaramayınca, dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter devreye sokulmuş ve belge çerçevelenerek müzede sergilenmeye başlanmıştır. Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Ermeni Patrik ve diğerleri Washington’daki müzede bu sahte belgeyle birlikte dünya basınına poz vermiştir.”

Aslında  böyle bir belge veya konuşma olmadığı müze yetkilileri tarafından 20 yıldır bilinmektedir. Çünkü, Nazi tarihini en detaylı yazan William Shirer“The Rise and Fall of the Third Reich” adlı  kitabında, Hitlere atfedilen nutkun asıl metnini yayınlamıştır. Konuşmada Ermeni kelimesi bulunmamaktadır. Belge denilen kağıt, Almanya’da Alman klavyesi olmayan bir daktiloda yazılmıştır, belge  olarak  en ufak bir ilişkisi yoktur.  Şükrü Server Aya, “The Genocide of Truth Continues bu Facts Tell the Real Story” adlı kitabında bu sahteciliği belgelerini de yayınlayıp incelemiştir. Amerikalılar Hitler’in konuşma metninin aslını bulmuştur. Metin, William  Shirer‘in kitabındaki metinle aynıdır. Hitler’in o günkü nutkunda Ermeni ya da Türk kelimeleri geçmediği, Amerikan belgesi ile ortaya çıkmıştır.

Şu gerçeği siyasetçilerimizin hep hatırlamasında yarar vardır:  Ermenistan Milli Marşı’nda  “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün”  ifadeleri  bulunmaktadır. Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan önceki Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır. Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü Kurultayına katılan   Sarkisyan’ın, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” dediği unutulmamlıdır.

24 Nisan yaklaşmaktadır.  ABD ile gerginleşen ilişkileri de dikkate alarak yetkililerin şimdiden önlem almasında yarar vardır. 24 Nisan 1915’te başlayan ve Ermenistan’ın “soykırım”, Türkiye’nin ise “tehcir” olarak nitelediği olayların yıldönümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın  24 Nisan 2017  tarihinde Ermenice  ve Batı dillerinde yayınladığı bildirinin diaspora ve Ermenistan üzerinde hiçbir etkisi olmamıştır:

“Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili Sayın Aram Ateşyan, Çok Değerli Ermeni Vatandaşlarım, Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Birinci Dünya Savaşı’nın zor şartlarında hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini bu yıl da saygıyla anıyor, torunlarına taziyelerimi sunuyorum. Bölgenin iki kadim toplumu olarak Türkler ve Ermeniler bin yıldır omuz omuza yaşadıkları bu coğrafyada, ortak bir tarihi ve kültürü paylaşmıştır. Ermeni toplumu, gerek Osmanlı İmparatorluğu gerek Cumhuriyetimizin yüzyıla yaklaşan geçmişinde çok kıymetli evlatlar yetiştirerek ülkemizin gelişimine büyük katkılarda bulunmuştur. Dün olduğu gibi bugün de Ermeniler, ülkemizin eşit ve hür vatandaşları olarak, sosyal, siyasi ve ticari hayatımızın her alanında önemli roller üstlenmektedir. 20. yüzyılın başında yaşamını yitiren Osmanlı Ermenilerini yâd ediyorum. Yüzyıllarca sevinç ve tasada ortak iki halkın, geçmişin yaralarını sarması ve insani bağlarını daha da kuvvetlendirmesi hepimizin ortak amacıdır. Bu doğrultuda son 14 yılda birçok adım attık, tarihi nitelikte reformları hayata geçirdik. Osmanlı Ermenilerinin hatırasına ve Ermeni kültürel mirasına sahip çıkmaya yönelik çalışmalarımızı, önümüzdeki süreçte artarak sürdüreceğiz. Bu vesileyle şu hususun altını özellikle çizmek isterim: Ülkemizdeki Ermeni cemaatinin huzuru, güvenliği ve mutluluğu bizim için özel öneme sahiptir. Tek bir Ermeni vatandaşımızın dahi ötekileştirilmesine, dışlanmasına, kendini ikinci sınıf hissetmesine tahammülümüz yoktur. Türkiye Ermenileri Patriği seçiminin kısa zamanda neticelenmesini temenni ediyor, çalışmalarınızda sizlere muvaffakiyetler diliyorum. Bu düşüncelerle, yirminci yüzyılın başında yaşamını yitiren Osmanlı Ermenilerinin hatıralarını bir kez daha yâd ediyorum. Birinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı şartlarında hayatını kaybeden milyonlarca Osmanlı vatandaşına Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.”

Türkiye’nin bu iyi niyetli girişimlerine rağmen Ermenistan ve Ermeni  diasporası 4 T Planları’ndan vazgeçmemişlerdir:

  • Tanıtma (Dünyanın sözde soykırımı tanıması)
  • Tanınma (Türkiye’nin sözde soykırımı kabul etmesi)
  • Tazminat (Türkiye’den tazminat alınması)
  • Toprak (Türkiye’den toprak alınması)

Ermenistan’ın 2 Mart 2018 tarihinde  seçilen 4. Cumhurbaşkanı ARMEN SARKISYAN, “Soykırım Suçuna Karşı Global Forum’daki  konuşmasında  21’inci yüzyılda dünyada hızla gelişen kötü ya da iyi olayların  arttığını  ve  kök saldığını  şöyle  açıklamıştır:  “İnsanlık tarihinin binlerce yıl süren zaman  içinde hem aydınlık zaferler ve hem de var olan kötülüğün kanıtı niteliğinde olaylar yaşandı. SİYAH VE BEYAZ, AYDINLIK VE KARANLIK ARASINDAKİ MÜCADELE DEVAM EDİYOR.” Sarkisyan siyah ile Türkiye’yi, beyaz ile Ermenistan’ı kastetmektedir. Bu ortamda  “Birinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı şartlarında hayatını kaybeden milyonlarca Osmanlı vatandaşına Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.”  demek, Ermeniler tarafından katledilen Türk diplomatlarının Türklerin ruhunu acaba rahatsız etmez mi?  İşin özünü Ziya Paşa  çok güzel açıklamıştır: Bed-asla necâbet mi verir hîç üniforma, Zerdûz palan ursan eşek yine eşektir.” (Mayası bozuk olanlara üniforma –yüksek makam görevi- asalet verir mi hiç? Altın ile yapılmış palan da vursanız, eşek yine eşektir.)


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir