Pazar günkü Türk basınında hesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan mudi sayısının mart ayı sonunda 2017’ye göre 7 bin 9 kişi artarak 145 bin 989’a yükselmesiyle ilgili bir haber yer almıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerinden derlenen bilgilere göre yurt içinde ve dışında yerleşik milyonerlerin toplam sayısı mart sonunda 145 bin 989’a ulaşmıştır.
Türkiye’de milyoner sayısı artarken acaba milyoner olmayanların durumu nasıldır?
TÜRK-İŞ, çalışanların geçim şartlarını açlık ve yoksulluk sınırı araştırması ile 31 yıldır yayınlamaktadır. TÜRK-İŞ araştırmasının 2018 Nisan ayı sonucuna göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1,680 TL, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 5,473 TL’dir. Bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti ise 2,073 TL olmuştur.
Asgari ücretin 2018 yılının tüm aylarında geçerli olmak üzere bekar bir işçi için aylık net 1,603 TL olarak belirlendiği bir ortamda bir kişinin yaşama maliyeti nisan ayında 2,074 TL’dir. TÜRK-İŞ’e göre elde edilen gelir ile yapılması gereken harcama arasındaki fark asgari ücret alan bir işçi açısından aylık 471 TL’dir.
Türkiye’de açlık sınırı 1,680, yoksulluk sınırı 5,473 TL iken geçen yılın sonuna göre milyonerlerin toplam mevduatı 909 milyar 979 milyon TL, milyoner başına düşen ortalama mevduat ise 6 milyon 537 bin TL idi.
Yurt içinde yerleşik milyonerlerin sayısı yılın ilk çeyreğinde 2017’ye göre 5 bin 728 kişi artarak 132 bin 697, toplam mevduatları 868 milyar 425 milyon TL olmuştur. Milyoner başına düşen ortalama mevduat 6 milyon 544 bin TL’dir. Bu yıl ilk çeyrekteki milyonerlerin mevduatlarının 431 milyar 373 milyon TL’si yerel para, 433 milyar 749 milyon lirası döviz tevdiat hesabı, 3 milyar 303 milyon TL’si de kıymetli maden depo hesaplarından oluşmuştur.
Yurt dışında yerleşik mudi sayısı mart sonunda 13 bin 292’ye çıkmış, geçen yıl sonuna göre 1,281 kişi artarak hesaplarındaki para miktarı 85 milyar 869 milyon TL’ye ulaşmıştır. Bu mudilerin bankadaki mevduatlarının 7 milyar 485 milyon TL’si yerel para, 78 milyar 157 milyon TL’si yabancı para ve 227 milyon TL’si de kıymetli maden depo hesaplarından oluşmuştur. Yurt dışında yerleşik milyoner başına düşen ortalama mevduat da 6 milyon 460 bin TL’dir.
Bu veriler Türkiye’de servet buna bağlı olarak gelir dağılımının kötüleştiğinin göstergesidir.
Gelir dağılımı, bir ülkede belirli dönemler içinde yaratılan gelirin kişiler, hane halkları veya üretim faktörleri arasında bölünmesidir. Diğer bir deyişle gelir dağılımı veya bir ekonomide yaratılan gelirin bölüşümü, belirli bir dönemdeki toplam gelirin elde edilmesine katkıda bulunanların bu gelirden almış oldukları paylara denir. Amacı, ekonomide gelir farklılıkların ortaya çıkardığı ekonomik ve sosyal sonuçları ortaya koymaktadır.
Toplumda gelir dağılımını doğrudan belirleyen en önemli etken, üretim araçları mülkiyetine kimin sahip olduğudur. Diğer bir etken, kamu hizmetlerinin dağılımıdır. Eğitim, sağlık, haberleşme, ulaştırma, sosyal güvenlik gibi kamu hizmetlerinin yaygınlığı ve bundan yararlanma oranı, gelir dağılımını etkiler. Üçüncü önemli etken, işgücünün hareketliliğidir. İşgücü, yatay olarak kırsal kesimlerden şehirlere ve yurt dışına göç ederek dağılımı etkiler.
Şehirlerde kamu hizmetlerinden daha fazla yararlanma, iş bulma ve yüksek gelir elde etme imkanları bulunur. Benzer durum, yurt dışı için de geçerlidir. Yurt içi ve yurt dışı ücret farklılığı, gelir dağılımını etkileyen bir etkendir. İşgücünün dikey hareketliliğini de göz ardı etmemek gerekir.
Gelir dağılımını etkileyen temel etkenlerden bir diğeri toplumdaki siyasi tercihlerdir. Demokratik ülkelerde siyasi partiler seçimle işbaşına gelir. Dolayısıyla, özellikle seçim dönemlerinde kendilerine oy verecek kesimlere şirin görünmek amacıyla belli kesimlere gelir transferinde bulunur ve gelir dağılımını etkiler.
İmar affı, kamu yatırımlarının bölgesel dağılımı, kamu mal ve hizmetlerini fiyatlandırma politikaları, tarımsal taban ürün fiyatları, gübre sübvansiyonları, yatırım, ihracat ve tarım teşvikleri, memur ve işçilere verilen ek zamlar ve ikramiyeler, asgari ücretin arttırılması, vergi ve SGK borçlarının affı, vergi yükünün azaltılması bu uygulamalara örnektir.
Toplumda gelir dağılımının adaletsiz olması, insanların geçim sıkıntısı çekmesine ve mutsuz olmasına yol açar, ekonominin sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde büyümesini önler. Milli gelirin yüksek gelir gruplarında yoğunlaşması, iç talebin genişlemesine engel olur. Sanayiciler, ürünlerini yüksek gelirlilerin alım gücüne göre üretmeye başlar. Değişik nitelikleri olan, pahalıya satılan bu ürünlerin dış piyasalardaki rekabet gücü zayıflar. Geniş kitleler için ürünlerin yapılmayışı, fabrikalarda kapasitelerin büyütülmesini ve maliyetin düşürülmesini engelleyerek fiyatlarının aratmasına yol açar.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yoksulluk, dünyanın karşılaştığı en önemli sorunlardan biridir. Günümüzde sadece bir ekonomi sorunu olmaktan çıkarak siyasi ve sosyal bir sorun olarak görülmeye başlanmıştır. Gelir eşitsizliğinin değişimini izlemeye yönelik çalışmalar yanında, gelir dağılımı sorununun yoksulluk sorununa indirgenmiş olmasıyla gelir yoksulluğu, sosyal imkan yoksulluğu, sosyal dışlanma gibi yeni kavramlara ilişkin verilerin üretilmesi ihtiyacı doğmuştur.
Doç. Dr. Umut Ünal ile birlikte yaptığımız Türkiye Ekonomisinde Yoksulluk, Yolsuzluk ve Gelir Dağılımı İlişkisi başlıklı ve Munich Personal RePEc Archive’de (MPRA) geçen yıl yayınlanan araştırmamızda (https://mpra.ub.uni-muenchen.de/70118/) “Bir ülkede gelir dağılımı ne kadar adilse yolsuzluk o kadar azdır veya yolsuzluğun fazla olduğu ülkelerde gelir dağılımı daha adaletsizdir” sonucuna ulaştık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim manifestosundaki “Yolsuzlukla, yoksullukla mücadele etmek, en önemli hedeflerimiz arasında olmaya devam edecektir” tespiti de bu kapsamdadır.
Kamu gücü ve kaynakları ile özel kuruluşlardaki görev, yetki ve kaynakların, toplumun zararına olarak özel çıkarlar için kullanılması olarak tanımlanabilen yolsuzluk; rekabeti engelleyerek ekonomik büyümeyi yavaşlatmakta, doğrudan yabancı sermaye girişini ve vergi gelirlerini azaltmakta, kamu kaynaklarının israf edilmesine yol açarak eğitim, sağlık, güvenlik gibi zorunlu kamu yatırımlarını olumsuz etkilemekte, kamu kurumlarına, yöneticilerine ve adalet sistemine duyulan güveni zedelemekte ve de gelir dağılımını bozarak yoksulluğu artırmaktadır.
Türkiye ekonomisindeki gelir dağılımındaki bozukluk yoksulların sayısını arttırırken, yolsuzlukların çoğalmasına ortam hazırlamaktadır. Ekonomide gelir dağılımındaki eşitsizlik yaygın ise, o toplumda yoksulların sayısı artarken, yolsuzluklar da giderek fazlalaşır. Gelir dağılımında adalete yaklaştıkça yolsuzluklar azalır. Saydam toplumlarda yolsuzluk asgari seviyededir. Çünkü saydamlık, yolsuzluğun panzehiridir. Türkiye yolsuzluğu önleme konusunda uluslararası sözleşmelere taraf olmuştur ama bu konuda gerekli başarıyı henüz gösterememiştir.
Yolsuzlukla mücadelede dünyanın önde gelen sivil toplum kuruluşlarından olan ve 118 ülkede faaliyet gösteren Uluslararası Saydamlık Örgütü (Transparency International), 1995 yılından bu yana her yıl yayınladığı Yolsuzluk Algı Endeksi’nin 2017 yılı sonuçlarını 21 Şubat 2018 tarihinde açıklamıştır. Türkiye’nin Yolsuzluk Algı Endeksi puanı ve sıralamadaki yeri 2013 yılından sonra hızla gerilemiştir. 2017 yılı Endeks sonuçlarına göre bir puanlık düşüşle 40 puan alan Türkiye, 6 sıra daha gerileyerek 180 ülke arasında 81’nci olmuştur. (www.transparency.org/news/pressrelease/corruption_perceptions_index_2017_shows_high_corruption_burden_in_more_than)
Endekste dört yıl üst üste gerileyen Türkiye, son 5 yılda 10 puanlık bir düşüşle 28 sıra kaybetmiştir. Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında 28 üye ülke arasında sonuncu, G-20 ülkeleri arasında 13’ncü, 35 OECD üyesi ülke arasında da sondan ikinci sırada yer almıştır.
Paris’teki büyükelçiliğimizde 5 yıl görev yaptığım Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) göre üye ülkelerde gelir dağılımı eşitsizliğinin son yıllarda önemli ölçüde arttığı vurgulanırken, üyeler arasında zengin ve yoksul arasındaki uçurumun giderek büyüdüğü belirlenmiştir. Üye ülkelerin büyük çoğunda son 30 yılın en yüksek gelir dağılımı eşitsizliğinin yaşandığı şöyle vurgulanmıştır: “Üye ülkelerde zenginlerin toplam nüfus içindeki payı %10 civarında. Zenginlerin, yoksullardan ortalama 9,5 misli daha fazla kazandığı hesaplanıyor. Bu da genel ekonomiyi olumsuz etkiliyor.”
Rapor’un sonuç bölümünde gelir dağılımı eşitsizliğinin ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etki yaptığı, eşitsizlikle mücadelenin toplumları daha adil ve ekonomilerini daha güçlü hale getirdiği belirtilmiştir: “Gelir eşitsizliği dezavantajlı grupların eğitim fırsatlarını azaltıyor. Ayrıca, sınıf değiştirme sıklığını da aşağı çekiyor. Kişiler yeteri kadar beceri geliştiremiyorlar.”
Gelir dağılımı konusunda değinilmesi gereken bir diğer husus, küresel dünya ekonomisinde servet eşitsizliğinin gelir eşitsizliğinden daha büyük olmasıdır.
Dünya zenginliğinin dağılımındaki eşitsizliği, “Eğer dünya nüfusunu on kişiden ibaret sayarsak, bunlardan biri zenginliğin %90’unu alırken, geri kalan 9 kişi geriye kalan %10’u paylaşıyor” olarak değerlendirmek mümkündür. Dünyanın toplam zenginliğinin %90’nı Kuzey Amerika, Avrupa ve yüksek gelirli bazı Asya-Pasifik ülkelerinin elinde toplanmıştır. (Credit Suisse) Küresel dünya ekonomisinde servet eşitsizliği, gelir eşitsizliğinden daha büyüktür. Bir ülkenin zenginler kulübüne girebilmesi için ortalama servet miktarı ve servet dağılımındaki eşitsizliğin fazla olmaması da gerekir.
Credit Suisse’e göre Türkiye’deki yetişkin nüfusun %75,3’nün kişi başına düşen tüm mal varlığı (kişilerin hayatları boyunca elde ettikleri toplam servetleri) 10 bin doların altındadır. (2014) Diğer bir deyişle Türkiye’de yaşayan nüfusun dörtte üçünün toplam mal varlığı 10 bin dolardan azdır. Türkiye’de aynı yıl ortalama servet 4 bin dolar civarındadır. 2014 yılı verilerine göre Türkiye’deki yetişkin nüfusun %22,8’nin mal varlığı 10 bin-100 bin dolar arasında, %1,8’nin varlığı 100 bin -1 milyon dolar, %0,2’nin varlığı ise 1 milyon dolardan fazladır. Türkiye’deki servet dağılımına ilişkin Gini katsayısı %84,3 olup, adil bir servet dağılımı söz konusu değildir.
Mart ayında yayınlanan Forbes Zenginler Listesi 2018’de en zengin 100 Türk sıralamıştır. Forbes 100, bu yıl 13’ncü defa yayımlanmıştır. Türkiye’nin en zenginlerinin serveti geçen yıla göre 18,5 milyar dolar artarak 121,4 milyar dolara yükselmiştir. Türkiye’den Murat Ülker 422’nci sıradan (4,8 trilyon dolar) listeye girmiştir. Forbes 2018’de 9,1 trilyon dolar değerinde 2,208 milyarder açıklamıştır. Bunlar arasında, gelinlikçilerden çocuk oyuncaklarına ve elektrikli otomobil üreticilerine kadar her şeyi üreten 259 yeni üye bulunmaktadır.
Toplumda gelir ve servet dağılımının adaletsiz olması, insanların geçim sıkıntısı çekmesine ve mutsuz olmasına yol açar, ekonominin sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde büyümesini önler. Milli gelirin yüksek gelir gruplarında yoğunlaşması, iç talebin genişlemesine engel olur. Sanayiciler, ürünlerini yüksek gelirlilerin alım gücüne göre üretmeye başlar. Değişik nitelikleri olan, pahalıya satılan bu ürünlerin dış piyasalardaki rekabet gücü zayıflar. Geniş kitleler için ürünlerin yapılmayışı, fabrikalarda kapasitelerin büyütülmesini ve maliyetin düşürülmesini engeller.
Gelir ve servet dağılımında toplumu rahatsız edecek ölçüde adaletsizlik varsa, bu durum ideolojik kutuplaşmaya yol açar, demokratik değerlerden uzaklaşılır.
Gelir ve servet dağılımdaki kutuplaşma, devletin muhtaç olanlara yardım yapmakla yetinmeyip aynı zamanda yoksulluğun temelindeki sebepleri bertaraf etmesiyle önlenebilir. Bu açıdan siyasi partiler kendi tabanlarına verdikleri vaatleri yerine getirme çabaları sonucunda popülizm uğruna yaptıkları harcama vaatlerine dikkat etmelidirler.
Kamusal harcamaların hacmi artıkça harcamaların finansmanında sağlıklı olmayan popülist gelir arayışlarına gidilmektedir. Vergileme yerine borçlanmanın ikame edilmesi, kamu kesimi finansman açığına yol açmaktadır. Açığın kapanması imkansızlaşınca istikrar programlarının başvurulmakta, bu programlarda sosyal adaleti sağlamaya yönelik bir düzenleme yer almamaktadır.
Bu durumda toplumsal fedakarlığa yoksul kesim katlanmak zorunda kalmaktadır. Böylece, zaten mevcut olan gelir ve servet dağılımı bozukluğu artmakta, azınlıkta kalan bir kesim zenginleşmekte, çoğunlukta kalan nüfusun büyük bir kesimi ise yoksulluk sınırı altında yaşam savaşı vermektedir. Türkiye’de seçim sürecinde siyasi partilerin gelir ve servet adaletsizliğini giderme konusunda yapacakları açıklamalar seçmen tercihlerini olumlu yönde etkileyecektir. Çünkü seçimlerde oy vereceklerin çok önemli bir kesimi gelir ve servet dağılımında alt sıralardadır.
Yazıları posta kutunda oku