SURİYE, BİR CİHAN DEPREMİ (3)“ORTADOĞU VE NATO”

<p>SURİYE, BİR CİHAN DEPREMİ (3)
“ORTADOĞU VE NATO”
HÜSEYİN MÜMTAZ</p>
<p>Suriye olayının en önemli sonuçlarından birisi de NATO’nun iflâs etmiş, yok olmuş, bölünmüş; yüz yılların, bin yılların “orta malı” Ortadoğu’nun da bir defa daha çökmüş olmasıdır.
NATO’nun anlamsızlığı, hiç bir işe yaramadığı; sadece Pentagon’un (Başkan’ın değil) istek ve hedeflerine uygun hareket ettiği bu olayla artık iyice gün yüzüne çıkmıştır.
Irak’tan sonra Suriye’de de Pentagon’un dünyayı parmağının ucunda oynattığı, NEOCON’ların sudan bahanelerle dünyanın her yerinde ama özellikle Ortadoğu’da “yeni sınırlar” çizmeye kalktığı ve çizdiği açıkça belli olmuştur.
Pentagon yahut NEOCON’lar yahut Amerikan derin devleti, ne derseniz deyin; değişen Başkanlar ile stratejik hedeflerini değiştirmez. Gelen/giden her Başkan saptanmış o hedeflere uymak zorundadır.
Örnek; Kennedy’nin hiç istemediği ama sonunda “mecburen” gerçekleştirmek zorunda kaldığı Küba/Domuzlar Körfezi çıkarması…
Freni patlamış Trump “bile” bunu değiştiremez ama patlak fren özelliği NEOCON’lar tarafından gereken yer ve zamanda kullanılabilir.
Olayın bir diğer yönü, Suriye’nin “sudan bahanelerle” bombalanmış olmasıdır.
Son olarak; Rusya Genelkurmay yetkilileri, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) heyetinin; ABD ve müttefiklerinin, zehirli maddeler bulunduğu iddiası ile Suriye'de vurduğu tesislerden biri olan Barza araştırma merkezinde kimyasal silah depolanmadığını doğruladığını açıkladı. Rusya Genelkurmay Başkanlığı yetkilisi Sergey Rudskoy, ABD, İngiltere ve Fransa'nın kimyasal silah üretilip depolandığını öne sürerek 14 Nisan'da Suriye'de vurduğu tesislerden biri olan başkent Şam'daki Barza araştırma merkezinde 2013'e kadar kimyasal saldırıdan korunmak için bazı maddeler geliştirildiğini söyledi.
Rudskoy, ABD ve müttefiklerinin hedef aldığı Him Şinşar yeraltı deposunda da hiçbir zaman kimyasal silah geliştirilmediğini ve depolanmadığını belirtti. Rus yetkili, "ABD, İngiltere ve Fransa'nın bu tesisleri seçme mantığı anlamsız. Eğer, Batı'nın görüşüne göre, bu tesislerde zehirli maddeler bulunsaydı, Cruz füzesi saldırısı sonucunda Şam'da on binlerce kişi ölürdü" dedi.
Zaten Lavrov da daha önce, ABD, İngiltere ve Fransa'nın Suriye'ye füze saldırısını Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'nün (OPCW) kimyasal saldırı iddialarını soruşturmasını engellemek için düzenlediğini söylemişti.
Aynı Özal/Baba Bush zamanındaki Irak müdahalesi gibi.
İngiltere eski Başbakanı Gordon Brown da sonradan; ABD'nin Irak konusunda tüm dünyayı kandırdığını, Bush yönetimindeki ABD'nin Saddam'ın kitle imha silahına sahip olduğu yalanını ortaya attığını söylemiş, hâttâ eski İngiltere Başbakanı Tony Blair bile bunu açıkça itiraf etmemiş miydi?
Evet; NATO çökmüştür. Trump NATO’yu bölmüştür.
14 Nisan’da Suriye’nin “füzelenmesi”ne Amerika, onun baş yardakçısı İngiltere ile ondan geride kalmak istemeyen Fransa katılmış; Almanya ile beraber İtalya, Hollanda, Kanada ve Yunanistan katılmayacaklarını bildirmişlerdir.
Hani “Sovyet tehlikesine karşı kurulmuş olan” NATO müttefikleri, “müşterek hedefler” doğrultusunda beraber hareket edip “müşterek hedefleri” beraberce vuracaklardı?
Bu son “harekât”, Varşova Paktı yıkıldıktan sonra neye yaradığı hep soruşturulan NATO’nun anlamsızlığını bir kere daha gözler önüne sermiştir.
Müslüman Suriye, Hristiyan müttefikler tarafından Miraç Kandili gecesi vurulmuştur.
Vuranlar “nükleer silah sahibi” ülkelerdir.
NATO Genel Sekreteri’nin palas pandıras gerçekleştirdiği 24 saatlik Türkiye ziyaretine bu açıdan da bakın.
Madem kitle imha silahları ve kimyasal silahlar zararlı oldukları için kimsede bulunmayacaktır, Nükleer silah “bazılarında” neden bulunmaktadır?
“Füzeleme” birlikteliğinin meyvelerini alelacele toplamak isteyen Macron’un Trump ziyareti sonrasında sarf ettiği şu sözler; ziyaret her ne kadar “first lady”lerin bitmek bilmeyen kıyafet seremonisinin gölgesinde kalmış olsa da, dikkat çekicidir…
Macron ziyaret sonrası demiştir ki;
“Fransız güçleri Suriye'den IŞİD yenildikten sonra çekilecektir. Trump, İran'la varılan nükleer anlaşmadan Mayıs ayında çıkacaktır. İran yahut başka bir ülke kesinlikle nükleer silah sahibi olmamalıdır”.
Fransa’nın İran’dan farkı, ayrıcalığı, üstünlüğü ne?
Neden o “5’li”den başkası, meselâ Türkiye “de” nükleer silah sahibi olamıyor?
Neden Fransa, İngiltere ve diğerleri Trump’ın peşine takılmışlardır?
Trump “içeride” fevkalâde zordadır. Bunalmıştır. Dikkatleri başka tarafa çekmek için kriz icat etmektedir.
Bakmayın “crown baby”lerin doğum haberlerine! May de Brexit açmazı içindedir.
İşte daha ne olduğu kesin olarak açıklanamayan Skripal olayı ikisi için de cankurtaran simidi olmuş, üstüne atlamış, uzattıkça uzatmış, Suriye’ye kadar gitmişlerdir.
Trump Ortadoğu’da 18 yıl içinde 7 trilyon dolar harcadıklarını, bölge ülkelerinin ABD’nin Suriye’deki masraflarını karşılamaları gerektiğini, ABD’nin koruma sağlamaması halinde bazı ülkelerin bir haftada çökebileceğini ifade etmiş; pası ve sazı eline alan Riyad’da “masrafları, ABD’nin koruma sağladığı Doha’nın üstlenmesi gerektiğini” söylemiştir.
İşte lâfın tam burasında Recep Akdağ’a kulak veriyoruz.
Brüksel'de düzenlenen “Suriye'nin ve Bölgenin Geleceğinin Desteklenmesi” konferansına katılan Akdağ, Suriye savaşının 8’inci yılında sivillerin bombalara, zorla yerinden edilmeye, kimyasal silahlı saldırılara ve terör saldırılarına maruz kalmaya devam ettiğine dikkati çekerek, Suriye savaşının İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en korkunç insani krize dönüştüğünü kaydettikten sonra krizin Suriye sınırlarını aştığına işaret ederek “komşu ülke Türkiye'nin 3,5 milyondan fazla –kayıtlı- Suriyeli'ye, inanç ve etnik ayrım yapmaksızın, ev sahipliği yaptığını” hatırlatmış, bu kişilerin sağlık, eğitim, konaklama gibi hizmetlerden ücretsiz faydalandığını belirtmiş, savaşın başlangıcından bu yana Türk topraklarında 300 bin Suriyeli bebeğin doğduğunu ifade etmiştir.
Diğer yandan yaklaşık 20 bin Suriyeli'ye çalışma izni verildiğini, 13 bine yakın Suriyeli işletmenin açıldığını söyleyen Akdağ, tüm bu rakamların Türkiye'nin krizin insani yükünü üstlenmeye devam ettiğini gösterdiğini söyledikten sonra; "Suriyelilere sağladığımız birçok hizmet kapsamında Türkiye'nin giderleri 31 milyar euroya ulaştı. Burada açıkça söylemem gerekiyor ki uluslararası toplumun büyük bir kısmı yük paylaşımı ve sorumluluk üstlenme sınavını başarıyla geçemedi" diyerek sözlerini bitirmiştir.
Bu itiraflardaki iyileştirilmiş rakamları bir taraf bırakıyorum ama dört soru soracağım Akdağ’a.
1.Hani ensar/muhacir yaklaşımındaydık? 2.Bir elin verdiğini öteki bilmeli mi? 3.Ensar yaklaşımı ile ve Allah rızası için kucak açtıysak başkasından para istemenin âlemi var mı? 4.Hele bazı yetkililerin zaman zaman alttan alta dillendirdiği gibi; “kapıları bir açarsak!” diye Avrupa’yı tehdit etmek “hâlis” niyetimizle çelişmiyor mu?
Evet…
Üstelik Birleşmiş Milletler’in 2017 yılı Uluslararası Göç Raporu’na göre, Türkiye’de göçmenlerin nüfusa oranı yüzde 6’ya ulaşmış, bu da göçmen oranında Türkiye’yi dünyada birinciliğine yükseltmiştir. Türkiye’deki göçmen sayısı 18 ilin toplam nüfusundan fazladır.
Suriye’nin Amerika, İngiltere ve Fransa tarafından “füzelenmesi” NATO’yu bir daha düzelmemek üzere parçalamıştır.
Ortadoğu, Araplar ve Müslüman ülkeler; bazıları İsrail’in bile yanında yer alacak şekilde bölünmüştür.
İngiltere ve Fransa 100 yıl önceki gibi Ortadoğu’ya yerleşmiş, yarım kalan paylaşmayı tamamlamak niyetindedirler…
Onlara 100 yıl önce süper güç olmayan Amerika ve Rusya da eklenmiştir.
Ortadoğu bir gayya kuyusudur.
Suriye ve Skripal bir bahanedir. Tıpkı Avusturya/Macaristan Veliahdı Ferdinand’ın Saray Bosna’da öldürülmesi gibi.
Peki….
14 Nisan’da Amerika ve iki ortağı Suriye’yi neden bombalamışlardır?
Miraç gecesine özellikle denk getirilen o üç saatlik bombalama sonucu herşey bir anda ve bütünüyle hallolmuş mudur da bir daha sözü bile edilmemiştir?
Dünya artık iki Kore’nin birleşmesi ile uğraşmaktadır.
Peki Türkiye?
Fırat’ın doğusu ve batısından artık kimse söz etmemektedir. Kurtarılan köyler gündemimizde yoktur. “Etkisizleştirilen” teröristler haberlerde yer almamaktadır. Suriye’nin kuzeyinde kurtardığımız bölgelerden her saat canlı yayın yapan miğfer, kurşungeçirmez yelek giymiş savaş muhabirleri bir anda “sahadan” çekilmişlerdir. Her kanalda saatlerce “müzmin” yorumlar yapan strateji uzmanı gediklilere artık nedense yer verilmemektedir!
Oralarda hayat normale dönmüş müdür, savaştan kaçanlar evlerine geri gitmiş midir? Nasıl bir hayat sağlanmıştır orada savaş mağdurlarına? Sosyal hayat, siyasi hayat, sağlık, iş dünyası nasıldır? “Sayemizde” nasıl bir yaşam alanı, sosyal hayat kurulmuştur IŞİD’den kurtardığımız yörelerde?
Hiç mi merak edip de bize aktarmak isteyen gazete, radyo, televizyon kanalı yoktur?
Hepsi bir rüya mı idi?
Rüyalarımızı da mı kontrol ediyorlar?
“Şekil A”da görüldüğü gibi Trump’ın, May’in, Macron’un… Yahut Putin, Kim Jung Un’un istediği, programladığı rüyaları mı seyredeceğiz gözlerimizi kapatınca bundan böyle?
Rüya mı, olacak kâbus mu? 5 Mayıs 2018</p> - nato turkiyeye verdigi sozleri tutmadi destek sozde kaldi h1520139484 5daf8d

<p>SURİYE, BİR CİHAN DEPREMİ (3)
“ORTADOĞU VE NATO”
HÜSEYİN MÜMTAZ</p>
<p>Suriye olayının en önemli sonuçlarından birisi de NATO’nun iflâs etmiş, yok olmuş, bölünmüş; yüz yılların, bin yılların “orta malı” Ortadoğu’nun da bir defa daha çökmüş olmasıdır.
NATO’nun anlamsızlığı, hiç bir işe yaramadığı; sadece Pentagon’un (Başkan’ın değil) istek ve hedeflerine uygun hareket ettiği bu olayla artık iyice gün yüzüne çıkmıştır.
Irak’tan sonra Suriye’de de Pentagon’un dünyayı parmağının ucunda oynattığı, NEOCON’ların sudan bahanelerle dünyanın her yerinde ama özellikle Ortadoğu’da “yeni sınırlar” çizmeye kalktığı ve çizdiği açıkça belli olmuştur.
Pentagon yahut NEOCON’lar yahut Amerikan derin devleti, ne derseniz deyin; değişen Başkanlar ile stratejik hedeflerini değiştirmez. Gelen/giden her Başkan saptanmış o hedeflere uymak zorundadır.
Örnek; Kennedy’nin hiç istemediği ama sonunda “mecburen” gerçekleştirmek zorunda kaldığı Küba/Domuzlar Körfezi çıkarması…
Freni patlamış Trump “bile” bunu değiştiremez ama patlak fren özelliği NEOCON’lar tarafından gereken yer ve zamanda kullanılabilir.
Olayın bir diğer yönü, Suriye’nin “sudan bahanelerle” bombalanmış olmasıdır.
Son olarak; Rusya Genelkurmay yetkilileri, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) heyetinin; ABD ve müttefiklerinin, zehirli maddeler bulunduğu iddiası ile Suriye'de vurduğu tesislerden biri olan Barza araştırma merkezinde kimyasal silah depolanmadığını doğruladığını açıkladı. Rusya Genelkurmay Başkanlığı yetkilisi Sergey Rudskoy, ABD, İngiltere ve Fransa'nın kimyasal silah üretilip depolandığını öne sürerek 14 Nisan'da Suriye'de vurduğu tesislerden biri olan başkent Şam'daki Barza araştırma merkezinde 2013'e kadar kimyasal saldırıdan korunmak için bazı maddeler geliştirildiğini söyledi.
Rudskoy, ABD ve müttefiklerinin hedef aldığı Him Şinşar yeraltı deposunda da hiçbir zaman kimyasal silah geliştirilmediğini ve depolanmadığını belirtti. Rus yetkili, "ABD, İngiltere ve Fransa'nın bu tesisleri seçme mantığı anlamsız. Eğer, Batı'nın görüşüne göre, bu tesislerde zehirli maddeler bulunsaydı, Cruz füzesi saldırısı sonucunda Şam'da on binlerce kişi ölürdü" dedi.
Zaten Lavrov da daha önce, ABD, İngiltere ve Fransa'nın Suriye'ye füze saldırısını Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'nün (OPCW) kimyasal saldırı iddialarını soruşturmasını engellemek için düzenlediğini söylemişti.
Aynı Özal/Baba Bush zamanındaki Irak müdahalesi gibi.
İngiltere eski Başbakanı Gordon Brown da sonradan; ABD'nin Irak konusunda tüm dünyayı kandırdığını, Bush yönetimindeki ABD'nin Saddam'ın kitle imha silahına sahip olduğu yalanını ortaya attığını söylemiş, hâttâ eski İngiltere Başbakanı Tony Blair bile bunu açıkça itiraf etmemiş miydi?
Evet; NATO çökmüştür. Trump NATO’yu bölmüştür.
14 Nisan’da Suriye’nin “füzelenmesi”ne Amerika, onun baş yardakçısı İngiltere ile ondan geride kalmak istemeyen Fransa katılmış; Almanya ile beraber İtalya, Hollanda, Kanada ve Yunanistan katılmayacaklarını bildirmişlerdir.
Hani “Sovyet tehlikesine karşı kurulmuş olan” NATO müttefikleri, “müşterek hedefler” doğrultusunda beraber hareket edip “müşterek hedefleri” beraberce vuracaklardı?
Bu son “harekât”, Varşova Paktı yıkıldıktan sonra neye yaradığı hep soruşturulan NATO’nun anlamsızlığını bir kere daha gözler önüne sermiştir.
Müslüman Suriye, Hristiyan müttefikler tarafından Miraç Kandili gecesi vurulmuştur.
Vuranlar “nükleer silah sahibi” ülkelerdir.
NATO Genel Sekreteri’nin palas pandıras gerçekleştirdiği 24 saatlik Türkiye ziyaretine bu açıdan da bakın.
Madem kitle imha silahları ve kimyasal silahlar zararlı oldukları için kimsede bulunmayacaktır, Nükleer silah “bazılarında” neden bulunmaktadır?
“Füzeleme” birlikteliğinin meyvelerini alelacele toplamak isteyen Macron’un Trump ziyareti sonrasında sarf ettiği şu sözler; ziyaret her ne kadar “first lady”lerin bitmek bilmeyen kıyafet seremonisinin gölgesinde kalmış olsa da, dikkat çekicidir…
Macron ziyaret sonrası demiştir ki;
“Fransız güçleri Suriye'den IŞİD yenildikten sonra çekilecektir. Trump, İran'la varılan nükleer anlaşmadan Mayıs ayında çıkacaktır. İran yahut başka bir ülke kesinlikle nükleer silah sahibi olmamalıdır”.
Fransa’nın İran’dan farkı, ayrıcalığı, üstünlüğü ne?
Neden o “5’li”den başkası, meselâ Türkiye “de” nükleer silah sahibi olamıyor?
Neden Fransa, İngiltere ve diğerleri Trump’ın peşine takılmışlardır?
Trump “içeride” fevkalâde zordadır. Bunalmıştır. Dikkatleri başka tarafa çekmek için kriz icat etmektedir.
Bakmayın “crown baby”lerin doğum haberlerine! May de Brexit açmazı içindedir.
İşte daha ne olduğu kesin olarak açıklanamayan Skripal olayı ikisi için de cankurtaran simidi olmuş, üstüne atlamış, uzattıkça uzatmış, Suriye’ye kadar gitmişlerdir.
Trump Ortadoğu’da 18 yıl içinde 7 trilyon dolar harcadıklarını, bölge ülkelerinin ABD’nin Suriye’deki masraflarını karşılamaları gerektiğini, ABD’nin koruma sağlamaması halinde bazı ülkelerin bir haftada çökebileceğini ifade etmiş; pası ve sazı eline alan Riyad’da “masrafları, ABD’nin koruma sağladığı Doha’nın üstlenmesi gerektiğini” söylemiştir.
İşte lâfın tam burasında Recep Akdağ’a kulak veriyoruz.
Brüksel'de düzenlenen “Suriye'nin ve Bölgenin Geleceğinin Desteklenmesi” konferansına katılan Akdağ, Suriye savaşının 8’inci yılında sivillerin bombalara, zorla yerinden edilmeye, kimyasal silahlı saldırılara ve terör saldırılarına maruz kalmaya devam ettiğine dikkati çekerek, Suriye savaşının İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en korkunç insani krize dönüştüğünü kaydettikten sonra krizin Suriye sınırlarını aştığına işaret ederek “komşu ülke Türkiye'nin 3,5 milyondan fazla –kayıtlı- Suriyeli'ye, inanç ve etnik ayrım yapmaksızın, ev sahipliği yaptığını” hatırlatmış, bu kişilerin sağlık, eğitim, konaklama gibi hizmetlerden ücretsiz faydalandığını belirtmiş, savaşın başlangıcından bu yana Türk topraklarında 300 bin Suriyeli bebeğin doğduğunu ifade etmiştir.
Diğer yandan yaklaşık 20 bin Suriyeli'ye çalışma izni verildiğini, 13 bine yakın Suriyeli işletmenin açıldığını söyleyen Akdağ, tüm bu rakamların Türkiye'nin krizin insani yükünü üstlenmeye devam ettiğini gösterdiğini söyledikten sonra; "Suriyelilere sağladığımız birçok hizmet kapsamında Türkiye'nin giderleri 31 milyar euroya ulaştı. Burada açıkça söylemem gerekiyor ki uluslararası toplumun büyük bir kısmı yük paylaşımı ve sorumluluk üstlenme sınavını başarıyla geçemedi" diyerek sözlerini bitirmiştir.
Bu itiraflardaki iyileştirilmiş rakamları bir taraf bırakıyorum ama dört soru soracağım Akdağ’a.
1.Hani ensar/muhacir yaklaşımındaydık? 2.Bir elin verdiğini öteki bilmeli mi? 3.Ensar yaklaşımı ile ve Allah rızası için kucak açtıysak başkasından para istemenin âlemi var mı? 4.Hele bazı yetkililerin zaman zaman alttan alta dillendirdiği gibi; “kapıları bir açarsak!” diye Avrupa’yı tehdit etmek “hâlis” niyetimizle çelişmiyor mu?
Evet…
Üstelik Birleşmiş Milletler’in 2017 yılı Uluslararası Göç Raporu’na göre, Türkiye’de göçmenlerin nüfusa oranı yüzde 6’ya ulaşmış, bu da göçmen oranında Türkiye’yi dünyada birinciliğine yükseltmiştir. Türkiye’deki göçmen sayısı 18 ilin toplam nüfusundan fazladır.
Suriye’nin Amerika, İngiltere ve Fransa tarafından “füzelenmesi” NATO’yu bir daha düzelmemek üzere parçalamıştır.
Ortadoğu, Araplar ve Müslüman ülkeler; bazıları İsrail’in bile yanında yer alacak şekilde bölünmüştür.
İngiltere ve Fransa 100 yıl önceki gibi Ortadoğu’ya yerleşmiş, yarım kalan paylaşmayı tamamlamak niyetindedirler…
Onlara 100 yıl önce süper güç olmayan Amerika ve Rusya da eklenmiştir.
Ortadoğu bir gayya kuyusudur.
Suriye ve Skripal bir bahanedir. Tıpkı Avusturya/Macaristan Veliahdı Ferdinand’ın Saray Bosna’da öldürülmesi gibi.
Peki….
14 Nisan’da Amerika ve iki ortağı Suriye’yi neden bombalamışlardır?
Miraç gecesine özellikle denk getirilen o üç saatlik bombalama sonucu herşey bir anda ve bütünüyle hallolmuş mudur da bir daha sözü bile edilmemiştir?
Dünya artık iki Kore’nin birleşmesi ile uğraşmaktadır.
Peki Türkiye?
Fırat’ın doğusu ve batısından artık kimse söz etmemektedir. Kurtarılan köyler gündemimizde yoktur. “Etkisizleştirilen” teröristler haberlerde yer almamaktadır. Suriye’nin kuzeyinde kurtardığımız bölgelerden her saat canlı yayın yapan miğfer, kurşungeçirmez yelek giymiş savaş muhabirleri bir anda “sahadan” çekilmişlerdir. Her kanalda saatlerce “müzmin” yorumlar yapan strateji uzmanı gediklilere artık nedense yer verilmemektedir!
Oralarda hayat normale dönmüş müdür, savaştan kaçanlar evlerine geri gitmiş midir? Nasıl bir hayat sağlanmıştır orada savaş mağdurlarına? Sosyal hayat, siyasi hayat, sağlık, iş dünyası nasıldır? “Sayemizde” nasıl bir yaşam alanı, sosyal hayat kurulmuştur IŞİD’den kurtardığımız yörelerde?
Hiç mi merak edip de bize aktarmak isteyen gazete, radyo, televizyon kanalı yoktur?
Hepsi bir rüya mı idi?
Rüyalarımızı da mı kontrol ediyorlar?
“Şekil A”da görüldüğü gibi Trump’ın, May’in, Macron’un… Yahut Putin, Kim Jung Un’un istediği, programladığı rüyaları mı seyredeceğiz gözlerimizi kapatınca bundan böyle?
Rüya mı, olacak kâbus mu? 5 Mayıs 2018</p> - nato turkiyeye verdigi sozleri tutmadi destek sozde kaldi h1520139484 5daf8d

 

 

SURİYE, BİR CİHAN DEPREMİ (3)
“ORTADOĞU VE NATO”
HÜSEYİN MÜMTAZ

Suriye olayının en önemli sonuçlarından birisi de NATO’nun iflâs etmiş, yok olmuş, bölünmüş; yüz yılların, bin yılların “orta malı” Ortadoğu’nun da bir defa daha çökmüş olmasıdır.
NATO’nun anlamsızlığı, hiç bir işe yaramadığı; sadece Pentagon’un (Başkan’ın değil) istek ve hedeflerine uygun hareket ettiği bu olayla artık iyice gün yüzüne çıkmıştır.
Irak’tan sonra Suriye’de de Pentagon’un dünyayı parmağının ucunda oynattığı, NEOCON’ların sudan bahanelerle dünyanın her yerinde ama özellikle Ortadoğu’da “yeni sınırlar” çizmeye kalktığı ve çizdiği açıkça belli olmuştur.
Pentagon yahut NEOCON’lar yahut Amerikan derin devleti, ne derseniz deyin; değişen Başkanlar ile stratejik hedeflerini değiştirmez. Gelen/giden her Başkan saptanmış o hedeflere uymak zorundadır.
Örnek; Kennedy’nin hiç istemediği ama sonunda “mecburen” gerçekleştirmek zorunda kaldığı Küba/Domuzlar Körfezi çıkarması…
Freni patlamış Trump “bile” bunu değiştiremez ama patlak fren özelliği NEOCON’lar tarafından gereken yer ve zamanda kullanılabilir.
Olayın bir diğer yönü, Suriye’nin “sudan bahanelerle” bombalanmış olmasıdır.
Son olarak; Rusya Genelkurmay yetkilileri, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) heyetinin; ABD ve müttefiklerinin, zehirli maddeler bulunduğu iddiası ile Suriye’de vurduğu tesislerden biri olan Barza araştırma merkezinde kimyasal silah depolanmadığını doğruladığını açıkladı. Rusya Genelkurmay Başkanlığı yetkilisi Sergey Rudskoy, ABD, İngiltere ve Fransa’nın kimyasal silah üretilip depolandığını öne sürerek 14 Nisan’da Suriye’de vurduğu tesislerden biri olan başkent Şam’daki Barza araştırma merkezinde 2013’e kadar kimyasal saldırıdan korunmak için bazı maddeler geliştirildiğini söyledi.
Rudskoy, ABD ve müttefiklerinin hedef aldığı Him Şinşar yeraltı deposunda da hiçbir zaman kimyasal silah geliştirilmediğini ve depolanmadığını belirtti. Rus yetkili, “ABD, İngiltere ve Fransa’nın bu tesisleri seçme mantığı anlamsız. Eğer, Batı’nın görüşüne göre, bu tesislerde zehirli maddeler bulunsaydı, Cruz füzesi saldırısı sonucunda Şam’da on binlerce kişi ölürdü” dedi.
Zaten Lavrov da daha önce, ABD, İngiltere ve Fransa’nın Suriye’ye füze saldırısını Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (OPCW) kimyasal saldırı iddialarını soruşturmasını engellemek için düzenlediğini söylemişti.
Aynı Özal/Baba Bush zamanındaki Irak müdahalesi gibi.
İngiltere eski Başbakanı Gordon Brown da sonradan; ABD’nin Irak konusunda tüm dünyayı kandırdığını, Bush yönetimindeki ABD’nin Saddam’ın kitle imha silahına sahip olduğu yalanını ortaya attığını söylemiş, hâttâ eski İngiltere Başbakanı Tony Blair bile bunu açıkça itiraf etmemiş miydi?
Evet; NATO çökmüştür. Trump NATO’yu bölmüştür.
14 Nisan’da Suriye’nin “füzelenmesi”ne Amerika, onun baş yardakçısı İngiltere ile ondan geride kalmak istemeyen Fransa katılmış; Almanya ile beraber İtalya, Hollanda, Kanada ve Yunanistan katılmayacaklarını bildirmişlerdir.
Hani “Sovyet tehlikesine karşı kurulmuş olan” NATO müttefikleri, “müşterek hedefler” doğrultusunda beraber hareket edip “müşterek hedefleri” beraberce vuracaklardı?
Bu son “harekât”, Varşova Paktı yıkıldıktan sonra neye yaradığı hep soruşturulan NATO’nun anlamsızlığını bir kere daha gözler önüne sermiştir.
Müslüman Suriye, Hristiyan müttefikler tarafından Miraç Kandili gecesi vurulmuştur.
Vuranlar “nükleer silah sahibi” ülkelerdir.
NATO Genel Sekreteri’nin palas pandıras gerçekleştirdiği 24 saatlik Türkiye ziyaretine bu açıdan da bakın.
Madem kitle imha silahları ve kimyasal silahlar zararlı oldukları için kimsede bulunmayacaktır, Nükleer silah “bazılarında” neden bulunmaktadır?
“Füzeleme” birlikteliğinin meyvelerini alelacele toplamak isteyen Macron’un Trump ziyareti sonrasında sarf ettiği şu sözler; ziyaret her ne kadar “first lady”lerin bitmek bilmeyen kıyafet seremonisinin gölgesinde kalmış olsa da, dikkat çekicidir…
Macron ziyaret sonrası demiştir ki;
“Fransız güçleri Suriye’den IŞİD yenildikten sonra çekilecektir. Trump, İran’la varılan nükleer anlaşmadan Mayıs ayında çıkacaktır. İran yahut başka bir ülke kesinlikle nükleer silah sahibi olmamalıdır”.
Fransa’nın İran’dan farkı, ayrıcalığı, üstünlüğü ne?
Neden o “5’li”den başkası, meselâ Türkiye “de” nükleer silah sahibi olamıyor?
Neden Fransa, İngiltere ve diğerleri Trump’ın peşine takılmışlardır?
Trump “içeride” fevkalâde zordadır. Bunalmıştır. Dikkatleri başka tarafa çekmek için kriz icat etmektedir.
Bakmayın “crown baby”lerin doğum haberlerine! May de Brexit açmazı içindedir.
İşte daha ne olduğu kesin olarak açıklanamayan Skripal olayı ikisi için de cankurtaran simidi olmuş, üstüne atlamış, uzattıkça uzatmış, Suriye’ye kadar gitmişlerdir.
Trump Ortadoğu’da 18 yıl içinde 7 trilyon dolar harcadıklarını, bölge ülkelerinin ABD’nin Suriye’deki masraflarını karşılamaları gerektiğini, ABD’nin koruma sağlamaması halinde bazı ülkelerin bir haftada çökebileceğini ifade etmiş; pası ve sazı eline alan Riyad’da “masrafları, ABD’nin koruma sağladığı Doha’nın üstlenmesi gerektiğini” söylemiştir.
İşte lâfın tam burasında Recep Akdağ’a kulak veriyoruz.
Brüksel’de düzenlenen “Suriye’nin ve Bölgenin Geleceğinin Desteklenmesi” konferansına katılan Akdağ, Suriye savaşının 8’inci yılında sivillerin bombalara, zorla yerinden edilmeye, kimyasal silahlı saldırılara ve terör saldırılarına maruz kalmaya devam ettiğine dikkati çekerek, Suriye savaşının İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en korkunç insani krize dönüştüğünü kaydettikten sonra krizin Suriye sınırlarını aştığına işaret ederek “komşu ülke Türkiye’nin 3,5 milyondan fazla –kayıtlı- Suriyeli’ye, inanç ve etnik ayrım yapmaksızın, ev sahipliği yaptığını” hatırlatmış, bu kişilerin sağlık, eğitim, konaklama gibi hizmetlerden ücretsiz faydalandığını belirtmiş, savaşın başlangıcından bu yana Türk topraklarında 300 bin Suriyeli bebeğin doğduğunu ifade etmiştir.
Diğer yandan yaklaşık 20 bin Suriyeli’ye çalışma izni verildiğini, 13 bine yakın Suriyeli işletmenin açıldığını söyleyen Akdağ, tüm bu rakamların Türkiye’nin krizin insani yükünü üstlenmeye devam ettiğini gösterdiğini söyledikten sonra; “Suriyelilere sağladığımız birçok hizmet kapsamında Türkiye’nin giderleri 31 milyar euroya ulaştı. Burada açıkça söylemem gerekiyor ki uluslararası toplumun büyük bir kısmı yük paylaşımı ve sorumluluk üstlenme sınavını başarıyla geçemedi” diyerek sözlerini bitirmiştir.
Bu itiraflardaki iyileştirilmiş rakamları bir taraf bırakıyorum ama dört soru soracağım Akdağ’a.
1.Hani ensar/muhacir yaklaşımındaydık? 2.Bir elin verdiğini öteki bilmeli mi? 3.Ensar yaklaşımı ile ve Allah rızası için kucak açtıysak başkasından para istemenin âlemi var mı? 4.Hele bazı yetkililerin zaman zaman alttan alta dillendirdiği gibi; “kapıları bir açarsak!” diye Avrupa’yı tehdit etmek “hâlis” niyetimizle çelişmiyor mu?
Evet…
Üstelik Birleşmiş Milletler’in 2017 yılı Uluslararası Göç Raporu’na göre, Türkiye’de göçmenlerin nüfusa oranı yüzde 6’ya ulaşmış, bu da göçmen oranında Türkiye’yi dünyada birinciliğine yükseltmiştir. Türkiye’deki göçmen sayısı 18 ilin toplam nüfusundan fazladır.
Suriye’nin Amerika, İngiltere ve Fransa tarafından “füzelenmesi” NATO’yu bir daha düzelmemek üzere parçalamıştır.
Ortadoğu, Araplar ve Müslüman ülkeler; bazıları İsrail’in bile yanında yer alacak şekilde bölünmüştür.
İngiltere ve Fransa 100 yıl önceki gibi Ortadoğu’ya yerleşmiş, yarım kalan paylaşmayı tamamlamak niyetindedirler…
Onlara 100 yıl önce süper güç olmayan Amerika ve Rusya da eklenmiştir.
Ortadoğu bir gayya kuyusudur.
Suriye ve Skripal bir bahanedir. Tıpkı Avusturya/Macaristan Veliahdı Ferdinand’ın Saray Bosna’da öldürülmesi gibi.
Peki….
14 Nisan’da Amerika ve iki ortağı Suriye’yi neden bombalamışlardır?
Miraç gecesine özellikle denk getirilen o üç saatlik bombalama sonucu herşey bir anda ve bütünüyle hallolmuş mudur da bir daha sözü bile edilmemiştir?
Dünya artık iki Kore’nin birleşmesi ile uğraşmaktadır.
Peki Türkiye?
Fırat’ın doğusu ve batısından artık kimse söz etmemektedir. Kurtarılan köyler gündemimizde yoktur. “Etkisizleştirilen” teröristler haberlerde yer almamaktadır. Suriye’nin kuzeyinde kurtardığımız bölgelerden her saat canlı yayın yapan miğfer, kurşungeçirmez yelek giymiş savaş muhabirleri bir anda “sahadan” çekilmişlerdir. Her kanalda saatlerce “müzmin” yorumlar yapan strateji uzmanı gediklilere artık nedense yer verilmemektedir!
Oralarda hayat normale dönmüş müdür, savaştan kaçanlar evlerine geri gitmiş midir? Nasıl bir hayat sağlanmıştır orada savaş mağdurlarına? Sosyal hayat, siyasi hayat, sağlık, iş dünyası nasıldır? “Sayemizde” nasıl bir yaşam alanı, sosyal hayat kurulmuştur IŞİD’den kurtardığımız yörelerde?
Hiç mi merak edip de bize aktarmak isteyen gazete, radyo, televizyon kanalı yoktur?
Hepsi bir rüya mı idi?
Rüyalarımızı da mı kontrol ediyorlar?
“Şekil A”da görüldüğü gibi Trump’ın, May’in, Macron’un… Yahut Putin, Kim Jung Un’un istediği, programladığı rüyaları mı seyredeceğiz gözlerimizi kapatınca bundan böyle?
Rüya mı, olacak kâbus mu? 5 Mayıs 2018


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir