“RUM” OLMAK!

<p>RUM “OLMAK”!
Hüseyin MÜMTAZ</p>
<p>Bir garip göçmen, mülteci, iltica çağında yaşıyoruz.
Ensar/muhacir sarmalındayız.
Taliban’dan kaçan tam 1.5 milyon Afganlı İran üzerinden Türkiye’ye geçmek için akın akın geliyormuş. Iğdır-Erzurum arasında durdurulan/yakalanan 15 kişilik minibüslerden tam 56 Afgan mültecisi çıkıyormuş.
Bu arada zaten 4 milyon Suriyeli’ye ev sahipliği yapıyoruz.
Hiç duymadığımız yahut unuttuğumuz salgın hastalıklar hortluyor.
Ve AB’yi; 60 yıldır bizi kapısında bekleten AB’yi, “Bak kapıları açıveririm ha!” diye “korkutuyoruz”. Onlar da “AB çıpası”na bağlı tutmak için “Tamam, tamam… Arayı soğutmadan görüşmelere devam edelim” diye gazımızı alıyorlar.
Büyük şehirlerimizde “yabancı” gettolar teşekkül etmiş vaziyette, girilemiyor.
İşte tam böyle bir zamanda; izinleri olmadan uçurtma bile uçuramayacağımız söylenilen Suriye hava sahasının yeni sahibi, yeni güney komşumuz, yeni müttefikimiz Rusya’nın Nicosia Büyükelçisi Stanislav Osadchiy, “Kıbrıs halkının, barış içinde yaşama zamanın geldiğini” ifade ediyor.
Pes…
“Büyük”elçi, Kıbrıs’da 74’den beri barış içinde yaşandığını, direğe tırmanarak Türk bayrağını indirmeye çalışan densiz hariç kimsenin ölmediğini bilmez mi?
Bilir…
O elbette bilir de, kuzeyde “durumdan vazife çıkaran” linobambakiler de “işareti” alıp fırsatı kaçırmazlar.
Derinya’da, iki taraf arasında geçişlere imkân tanıyacak sınır kapısının açılması için eylem yapılmış.
“Kuzey”den “Mağusainisiyatifi” ile “Güney”den “Mağusa Kentimiz Örgütü”nün birlikte/beraber/elele düzenlediği eylemde Derinya kapısının açılmasına yönelik talebin geniş kesimleri kucakladığı vurgulanmış.
“Eylem”e; Meclis Başkanı Uluçay, CTP’li vekiller Derya, Akansoy, Toros da katılmış.
“Mağusa” İnsiyatifi Sözcüsü; “Mağusa’nın doğusu, batısı ve güneyi dikenli teller, askeri bölgeler ve İngiliz üssü ile çevrili. Burada resmen boğuluyoruz. Bu kapının açılması Mağusa için soluk borusu olacak” demiş.
“Gazi”yi unutmuş…
Mağusa, “Mağusa Limanı”ndan bu yana böyle perişan olmamıştır.
Mağusa, “Gazi” olalı böyle rezillik görmemiştir.
Görmemiştir de; bilhassa son elli yıldır, kendilerinden başka hiçbir işe yaramayan ama her yerde nâzır ve her çorbaya maydanoz o çoook meşhur Famagusta triumvirası nerededir? Neden çıt çıkarmıyorlar, yoksa ayni fikirde midirler?
İnsiyatif sözcüsünün yön ve anatomi bilgisi de sıfır.
Doğu’da Akdeniz vardır, liman vardır. Limanla dünyaya bağlanırlar. Batısı KKTC’dir; Lefkoşa anayoluyla KKTC’ye bağlanırlar.
Güneyi ise, “sınır”dır. “Yeşil Hat”tır. Ecevit, F.Osman Polat Paşa kuvvetlerini geri çekmeseydi oradan da denizi görecekti sözcü.
Sözcü, “nefes” alma yolunun “tek yönlü/tek şeritli” olduğunu mu zannediyor?
Ve son derece masum eylemde “malûm” pankart da açılmış.
“ANKARA ELİNİ YAKAMIZDAN ÇEK”.
Altında “Yaşasın, bağımsız birleşik sol” ve imza, “Yeni Enternasyonalist sol”.
Lâfın dönüp dolaşıp geldiği yere bakar mısınız?
Başınıza Ankara kadar taş düşsün.
Hem “bağımsız”, hem “birleşik”. “Eski”sinin ne zararını görmüştünüz de “yeni”lendiniz?
Sol mu var birader, enternasyonalizm mi kaldı?
Nerede, hangi zaman aralığında yaşıyorsunuz?
Yapılan, “sol” adı altında resmen “rumculuk”tur.
Fırsat bu fırsat ya, “Birleşik Kıbrıs İçin Barış Yürüyüşü” yapan bir Rum ile bir Türk de mersin fidanı dikmiş.
Ve gazetelerde yoğun ve bilinçli olarak öne çıkarılan, “mesaj içerikli” bir başka haber;
NK News'un aktardığına göre başkent Pyongyang’da 12 bin kapasiteli Ryugyong Jong Ju Yong Gymnasium’da yerel saatle 15.00’de Güney Koreli sanatçılar ve Kuzey Koreli Samciyon Orkestrası konser vermiş. Konser, 2002’den beri ilk ortak konser olma özelliği taşıyormuş. Konserin sonunda da her iki Kore’nin sanatçıları el ele tutuşup ‘Until We Meet Again’ (Bir Daha Görüşene Dek) ve ‘Our Wish is Reunification’ (Arzumuz Birleşmek) şarkılarını söylemiş.
Niye şaşırdınız ki? “Biz”de de böyle “iki toplumlu/çok taraflı/ikili” ilişkiler, konserler hep olmuyor mu?
Girne’de, hem de vakıf malı otelde sabahlara kadar buzuki çalınmıyor mu?
Hiç Limasol’da bağlama çalındığını duydunuz mu?
Ey muhteremler hiç uğraşmayın; ikiye bölünmüş Kore, ikiye bölünmüş Kıbrıs için model olamaz. (Keşke bölünmeyip 1877’den önceki gibi hepsi Türk olsaydı!) Çünkü Koreliler, güneyi ve kuzeyi ile aynı ırk, dil, din, tarih, sosyal yapıya sahiptir.
Kıbrıs?
Hah işte… Lâfın tam burasında, bu yazıda bulunmasına bazılarının anlam veremediği en baştaki göçmen/mülteci/iltica sarmalına dönebiliriz.
Çanak çömleğin patlamasına neden olan haber şu;
“Kıbrıs'ta 110 bin Türk Rum vatandaşı oldu”.
Alt başlık biraz daha ılımlı ve açıklayıcı;
“KKTC'de 110 bin 734 Kıbrıslı Türk, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nden kaynaklanan hakları nedeniyle Avrupa Birliği (AB) vatandaşlığı aldı”.
Yâni Rum kimliği ve pasaportu.
Şimdi….
Meselenin iki boyutu var.
Bir; Kimlik ve pasaport, hiç kıvırmayın Rum pasaportudur. İki; Ama bunları almak Rum olmak değil, AB’ye ilticanın en kısa yoludur.
4 milyon Suriyeli, 1.5 milyon Afgan Türkiye üzerinden Avrupa’ya kapağı atmak, taa İsveç, Norveç’e gitmek için nasıl her türlü yolu deniyorsa; Akdeniz ve Ege’de göçmen dolu tekneler nasıl neredeyse tarifeli sefer yapıyorsa (bu arada bazıları batıyorsa) Kıbrıs’taki “bazı” kuzeylilerin de yaptığı odur.
Karda kışta dağlarda yürümezsin, “organizatörlere/tur operatörlerine” binlerce Euro vermezsin, çoluk çocuk can yelekleriyle dalgalı denizlere yelken açmazsın; yürüyerek Ledra Palas yahut Lokmacı “barikatı” değil “kapısı”nı geçip başvurunu yapıp, dönüşte de hiç görmemiş gibi Uzun Yol’da hamburger yeyip kolanı içersin olur biter…
İltica etmek/mülteci olmak ruhunuzda varsa elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan AB pasaportu almanın en kısa, kolay, zahmetsiz yolu budur. Kimse estek, köstek yapmasın.
Yukarıdaki gazete haberine mangalda kül bırakmadan itiraz edip yaygarayı koparanların söyledikleri ise şudur; “Kurucu ortak olduğumuz, Türkiye’nin de garantörü olduğu KIBRIS CUMHURİYETİ kimliği/pasaportu alıyoruz, Rum değil. 1960 Anayasası’ndan kaynaklanan haklarımızı kullanıyoruz!”
Hadi canım sen de!
63’de Akritas/Kanlı Noel’i sana karşı Myanmar’daki Rohingyalılar yahut Avustralya’daki Aborjinler mi yapmıştı? Gurka’lar mıydı Kumsal, Tahtakale katliamlarını gerçekleştirenler?
Neden silaha sarılıp, şehitler verip kendini savundun? Kime karşı savundun? “Kurucu ortağı” olduğun devlete neden isyan ettin, durup dururken mi başkaldırıp dağlara çıktın?
Kara El, Volkan, TMT birer spor kulübü müdür, jimnastik veya güzellik salonu adı mıdır?
Madem “kurucu” ortaktın, 2018 senesinde bana KIBRIS CUMHURİYETİ’nin 60 Anayasası’ndan kaynaklanan haklarından olan Kıbrıs Türkü Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile üç Kıbrıs Türkü bakanın isimlerini söyleyebilir misin?
Ya 7’ye 3 oranında teşekkül etmiş (!) olan 50 üyeli Temsilciler Meclisindeki Türk üyelerin isimlerini?
Madem “kurucu ortak”sın; Avrupa’nın hemen her ülkesinde Türk asıllı vekiller, hattâ Türk azınlık partileri, Türk azınlık vekilleri varken senin kimlik alarak vatandaşı olduğun “KIBRIS CUMHURİYET”nde neden Türk vekil, bakan yok?
Neden gidip oy kullanamıyorsun?
Demek ki ortada, “ortağı olduğun” KIBRIS CUMHURİYETİ yoktur, RUM DEVLETİ vardır!
Ama senin bir devletin vardır.
Seni adam yerine koymayanın kapısında yatmanın anlamı var mıdır?
Rum’un şimdi yaptığı; yok saydığı, sana silah zoruyla vermediği anayasal haklarını; dizlerinin üzerinde yerlerde süründürerek, yalvartarak lütfedip, lütfen verir görünmesidir.
Ön kapıdan “yollattığını”, arka-müştemilât kapısında sıraya sokup bekletmektir.
Bu kimliği, pasaportu alman 55-63 mücadeleni yok sayıp Akritas’ı kabul etmen demektir.
Güneyde EOKA’nın kuruluş yıldönümü devlet töreni ile kutlanırken, “TMT günü” neden ağırına gidiyor?
Hiç sıkılıp yorulma, kendini aldatma. Anastasiadis de; Makarios, Yorgacis, Grivas gibi düşünüyor…
EOKA’cılar için Rum cezaevi avlusundaki EOKA’cı mezarları başında düzenlenen ve Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’un yönettiği; bakanlar, EOKA’cılar ve “kayıp yakınlarının” hazır bulunduğu “geleneksel dini törene” katılan Anastasiadis gazeteciler tarafından; Akıncı ile 16 Nisan’da yiyeceği “sosyal nitelikli akşam yemeğinin belirlendiği bir zamanda Türkiye’nin Navtex ilan etmesi”nin sorulması üzerine “Özlü içeriğe sahip bir görüşme olsaydı, Ankara’nın yasadışı faaliyetleri elbette dikkate alınırdı ancak nasıl ilerleyebileceğimizi görmemiz ve üzerinde düşünmemiz için elzem olan, gündemi olmayan basit bir görüşme” demiş.
Kısaca; “gündemsiz ve basit” demiş.
Öyleyse Akıncı bu yemeği neden yiyecek?
Çok mu özlemişti Anastasiadis’i de buluşup, havadan sudan bahsedecek?
Akıncı o yemekte, kuzeyde olmayan ne yiyecek?
Ya Başpapaz?
O da Paskalya yortusu nedeniyle yayımladığı mesajında Türkiye’nin, Güney Kıbrıs’ın sözde “Münhasır Ekonomik Bölgesi” içerisindeki faaliyetlerini “yeni, üçüncü işgal” olarak nitelendirmiş. “Savunmasını ihmal eden, silah sistemlerini zenginleştirmeyen ve yenilemeyen, askerlik süresini kısıtlayan bir devletin, saldırgan rakibini, saklı olmayan hedeflerinden vazgeçmeye ikna etmesi zordur” diyerek, “Paniğe kapılmış tavizlerin, düşmanın küstahlığını kısıtlamadığının” anlaşılması gerektiğini ileri sürmüş.
Siz hiç Kıbrıs Müftüsü suretindeki Dini İşler Müdürü’nün o görkemli kıyafeti ile, meselâ Ramazan Bayramı mesajında Rumlar için böyle bir şey söylediğini duydunuz mu?
Neyse…
1 AĞUSTOS 1958’i, 27/28 Ocak 1958’de Lefkoşa’yı, 20 Aralık 1963 Tahtakale’yi, 21/22 Aralık 1963 Ayvasıl’ı, 24 Aralık 1963 Kumsal’ı unutma.
15 Temmuz 1974’ü, 20/22 Temmuz 1974’ü ve 14/16 Ağustos 1974’ü unutma.
1 Ekim 1974 OKTY’yi, 13 Şubat 1975 KTFD’yi ve nihayet 15 Kasım 1983 de kurduğun son Türk Devleti KKTC’yi asla unutma.
Devletine, kimliğine, pasaportuna sahip çık.
Komşunla masaya oturacaksan o kimliğinle “eşit” olarak otur.
1877’den sonraki gibi “tâbi”, “teba’a” değil, öncesinde olduğu gibi “metbu” ol. 8 Nisan 2018</p> - images

<p>RUM “OLMAK”!
Hüseyin MÜMTAZ</p>
<p>Bir garip göçmen, mülteci, iltica çağında yaşıyoruz.
Ensar/muhacir sarmalındayız.
Taliban’dan kaçan tam 1.5 milyon Afganlı İran üzerinden Türkiye’ye geçmek için akın akın geliyormuş. Iğdır-Erzurum arasında durdurulan/yakalanan 15 kişilik minibüslerden tam 56 Afgan mültecisi çıkıyormuş.
Bu arada zaten 4 milyon Suriyeli’ye ev sahipliği yapıyoruz.
Hiç duymadığımız yahut unuttuğumuz salgın hastalıklar hortluyor.
Ve AB’yi; 60 yıldır bizi kapısında bekleten AB’yi, “Bak kapıları açıveririm ha!” diye “korkutuyoruz”. Onlar da “AB çıpası”na bağlı tutmak için “Tamam, tamam… Arayı soğutmadan görüşmelere devam edelim” diye gazımızı alıyorlar.
Büyük şehirlerimizde “yabancı” gettolar teşekkül etmiş vaziyette, girilemiyor.
İşte tam böyle bir zamanda; izinleri olmadan uçurtma bile uçuramayacağımız söylenilen Suriye hava sahasının yeni sahibi, yeni güney komşumuz, yeni müttefikimiz Rusya’nın Nicosia Büyükelçisi Stanislav Osadchiy, “Kıbrıs halkının, barış içinde yaşama zamanın geldiğini” ifade ediyor.
Pes…
“Büyük”elçi, Kıbrıs’da 74’den beri barış içinde yaşandığını, direğe tırmanarak Türk bayrağını indirmeye çalışan densiz hariç kimsenin ölmediğini bilmez mi?
Bilir…
O elbette bilir de, kuzeyde “durumdan vazife çıkaran” linobambakiler de “işareti” alıp fırsatı kaçırmazlar.
Derinya’da, iki taraf arasında geçişlere imkân tanıyacak sınır kapısının açılması için eylem yapılmış.
“Kuzey”den “Mağusainisiyatifi” ile “Güney”den “Mağusa Kentimiz Örgütü”nün birlikte/beraber/elele düzenlediği eylemde Derinya kapısının açılmasına yönelik talebin geniş kesimleri kucakladığı vurgulanmış.
“Eylem”e; Meclis Başkanı Uluçay, CTP’li vekiller Derya, Akansoy, Toros da katılmış.
“Mağusa” İnsiyatifi Sözcüsü; “Mağusa’nın doğusu, batısı ve güneyi dikenli teller, askeri bölgeler ve İngiliz üssü ile çevrili. Burada resmen boğuluyoruz. Bu kapının açılması Mağusa için soluk borusu olacak” demiş.
“Gazi”yi unutmuş…
Mağusa, “Mağusa Limanı”ndan bu yana böyle perişan olmamıştır.
Mağusa, “Gazi” olalı böyle rezillik görmemiştir.
Görmemiştir de; bilhassa son elli yıldır, kendilerinden başka hiçbir işe yaramayan ama her yerde nâzır ve her çorbaya maydanoz o çoook meşhur Famagusta triumvirası nerededir? Neden çıt çıkarmıyorlar, yoksa ayni fikirde midirler?
İnsiyatif sözcüsünün yön ve anatomi bilgisi de sıfır.
Doğu’da Akdeniz vardır, liman vardır. Limanla dünyaya bağlanırlar. Batısı KKTC’dir; Lefkoşa anayoluyla KKTC’ye bağlanırlar.
Güneyi ise, “sınır”dır. “Yeşil Hat”tır. Ecevit, F.Osman Polat Paşa kuvvetlerini geri çekmeseydi oradan da denizi görecekti sözcü.
Sözcü, “nefes” alma yolunun “tek yönlü/tek şeritli” olduğunu mu zannediyor?
Ve son derece masum eylemde “malûm” pankart da açılmış.
“ANKARA ELİNİ YAKAMIZDAN ÇEK”.
Altında “Yaşasın, bağımsız birleşik sol” ve imza, “Yeni Enternasyonalist sol”.
Lâfın dönüp dolaşıp geldiği yere bakar mısınız?
Başınıza Ankara kadar taş düşsün.
Hem “bağımsız”, hem “birleşik”. “Eski”sinin ne zararını görmüştünüz de “yeni”lendiniz?
Sol mu var birader, enternasyonalizm mi kaldı?
Nerede, hangi zaman aralığında yaşıyorsunuz?
Yapılan, “sol” adı altında resmen “rumculuk”tur.
Fırsat bu fırsat ya, “Birleşik Kıbrıs İçin Barış Yürüyüşü” yapan bir Rum ile bir Türk de mersin fidanı dikmiş.
Ve gazetelerde yoğun ve bilinçli olarak öne çıkarılan, “mesaj içerikli” bir başka haber;
NK News'un aktardığına göre başkent Pyongyang’da 12 bin kapasiteli Ryugyong Jong Ju Yong Gymnasium’da yerel saatle 15.00’de Güney Koreli sanatçılar ve Kuzey Koreli Samciyon Orkestrası konser vermiş. Konser, 2002’den beri ilk ortak konser olma özelliği taşıyormuş. Konserin sonunda da her iki Kore’nin sanatçıları el ele tutuşup ‘Until We Meet Again’ (Bir Daha Görüşene Dek) ve ‘Our Wish is Reunification’ (Arzumuz Birleşmek) şarkılarını söylemiş.
Niye şaşırdınız ki? “Biz”de de böyle “iki toplumlu/çok taraflı/ikili” ilişkiler, konserler hep olmuyor mu?
Girne’de, hem de vakıf malı otelde sabahlara kadar buzuki çalınmıyor mu?
Hiç Limasol’da bağlama çalındığını duydunuz mu?
Ey muhteremler hiç uğraşmayın; ikiye bölünmüş Kore, ikiye bölünmüş Kıbrıs için model olamaz. (Keşke bölünmeyip 1877’den önceki gibi hepsi Türk olsaydı!) Çünkü Koreliler, güneyi ve kuzeyi ile aynı ırk, dil, din, tarih, sosyal yapıya sahiptir.
Kıbrıs?
Hah işte… Lâfın tam burasında, bu yazıda bulunmasına bazılarının anlam veremediği en baştaki göçmen/mülteci/iltica sarmalına dönebiliriz.
Çanak çömleğin patlamasına neden olan haber şu;
“Kıbrıs'ta 110 bin Türk Rum vatandaşı oldu”.
Alt başlık biraz daha ılımlı ve açıklayıcı;
“KKTC'de 110 bin 734 Kıbrıslı Türk, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nden kaynaklanan hakları nedeniyle Avrupa Birliği (AB) vatandaşlığı aldı”.
Yâni Rum kimliği ve pasaportu.
Şimdi….
Meselenin iki boyutu var.
Bir; Kimlik ve pasaport, hiç kıvırmayın Rum pasaportudur. İki; Ama bunları almak Rum olmak değil, AB’ye ilticanın en kısa yoludur.
4 milyon Suriyeli, 1.5 milyon Afgan Türkiye üzerinden Avrupa’ya kapağı atmak, taa İsveç, Norveç’e gitmek için nasıl her türlü yolu deniyorsa; Akdeniz ve Ege’de göçmen dolu tekneler nasıl neredeyse tarifeli sefer yapıyorsa (bu arada bazıları batıyorsa) Kıbrıs’taki “bazı” kuzeylilerin de yaptığı odur.
Karda kışta dağlarda yürümezsin, “organizatörlere/tur operatörlerine” binlerce Euro vermezsin, çoluk çocuk can yelekleriyle dalgalı denizlere yelken açmazsın; yürüyerek Ledra Palas yahut Lokmacı “barikatı” değil “kapısı”nı geçip başvurunu yapıp, dönüşte de hiç görmemiş gibi Uzun Yol’da hamburger yeyip kolanı içersin olur biter…
İltica etmek/mülteci olmak ruhunuzda varsa elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan AB pasaportu almanın en kısa, kolay, zahmetsiz yolu budur. Kimse estek, köstek yapmasın.
Yukarıdaki gazete haberine mangalda kül bırakmadan itiraz edip yaygarayı koparanların söyledikleri ise şudur; “Kurucu ortak olduğumuz, Türkiye’nin de garantörü olduğu KIBRIS CUMHURİYETİ kimliği/pasaportu alıyoruz, Rum değil. 1960 Anayasası’ndan kaynaklanan haklarımızı kullanıyoruz!”
Hadi canım sen de!
63’de Akritas/Kanlı Noel’i sana karşı Myanmar’daki Rohingyalılar yahut Avustralya’daki Aborjinler mi yapmıştı? Gurka’lar mıydı Kumsal, Tahtakale katliamlarını gerçekleştirenler?
Neden silaha sarılıp, şehitler verip kendini savundun? Kime karşı savundun? “Kurucu ortağı” olduğun devlete neden isyan ettin, durup dururken mi başkaldırıp dağlara çıktın?
Kara El, Volkan, TMT birer spor kulübü müdür, jimnastik veya güzellik salonu adı mıdır?
Madem “kurucu” ortaktın, 2018 senesinde bana KIBRIS CUMHURİYETİ’nin 60 Anayasası’ndan kaynaklanan haklarından olan Kıbrıs Türkü Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile üç Kıbrıs Türkü bakanın isimlerini söyleyebilir misin?
Ya 7’ye 3 oranında teşekkül etmiş (!) olan 50 üyeli Temsilciler Meclisindeki Türk üyelerin isimlerini?
Madem “kurucu ortak”sın; Avrupa’nın hemen her ülkesinde Türk asıllı vekiller, hattâ Türk azınlık partileri, Türk azınlık vekilleri varken senin kimlik alarak vatandaşı olduğun “KIBRIS CUMHURİYET”nde neden Türk vekil, bakan yok?
Neden gidip oy kullanamıyorsun?
Demek ki ortada, “ortağı olduğun” KIBRIS CUMHURİYETİ yoktur, RUM DEVLETİ vardır!
Ama senin bir devletin vardır.
Seni adam yerine koymayanın kapısında yatmanın anlamı var mıdır?
Rum’un şimdi yaptığı; yok saydığı, sana silah zoruyla vermediği anayasal haklarını; dizlerinin üzerinde yerlerde süründürerek, yalvartarak lütfedip, lütfen verir görünmesidir.
Ön kapıdan “yollattığını”, arka-müştemilât kapısında sıraya sokup bekletmektir.
Bu kimliği, pasaportu alman 55-63 mücadeleni yok sayıp Akritas’ı kabul etmen demektir.
Güneyde EOKA’nın kuruluş yıldönümü devlet töreni ile kutlanırken, “TMT günü” neden ağırına gidiyor?
Hiç sıkılıp yorulma, kendini aldatma. Anastasiadis de; Makarios, Yorgacis, Grivas gibi düşünüyor…
EOKA’cılar için Rum cezaevi avlusundaki EOKA’cı mezarları başında düzenlenen ve Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’un yönettiği; bakanlar, EOKA’cılar ve “kayıp yakınlarının” hazır bulunduğu “geleneksel dini törene” katılan Anastasiadis gazeteciler tarafından; Akıncı ile 16 Nisan’da yiyeceği “sosyal nitelikli akşam yemeğinin belirlendiği bir zamanda Türkiye’nin Navtex ilan etmesi”nin sorulması üzerine “Özlü içeriğe sahip bir görüşme olsaydı, Ankara’nın yasadışı faaliyetleri elbette dikkate alınırdı ancak nasıl ilerleyebileceğimizi görmemiz ve üzerinde düşünmemiz için elzem olan, gündemi olmayan basit bir görüşme” demiş.
Kısaca; “gündemsiz ve basit” demiş.
Öyleyse Akıncı bu yemeği neden yiyecek?
Çok mu özlemişti Anastasiadis’i de buluşup, havadan sudan bahsedecek?
Akıncı o yemekte, kuzeyde olmayan ne yiyecek?
Ya Başpapaz?
O da Paskalya yortusu nedeniyle yayımladığı mesajında Türkiye’nin, Güney Kıbrıs’ın sözde “Münhasır Ekonomik Bölgesi” içerisindeki faaliyetlerini “yeni, üçüncü işgal” olarak nitelendirmiş. “Savunmasını ihmal eden, silah sistemlerini zenginleştirmeyen ve yenilemeyen, askerlik süresini kısıtlayan bir devletin, saldırgan rakibini, saklı olmayan hedeflerinden vazgeçmeye ikna etmesi zordur” diyerek, “Paniğe kapılmış tavizlerin, düşmanın küstahlığını kısıtlamadığının” anlaşılması gerektiğini ileri sürmüş.
Siz hiç Kıbrıs Müftüsü suretindeki Dini İşler Müdürü’nün o görkemli kıyafeti ile, meselâ Ramazan Bayramı mesajında Rumlar için böyle bir şey söylediğini duydunuz mu?
Neyse…
1 AĞUSTOS 1958’i, 27/28 Ocak 1958’de Lefkoşa’yı, 20 Aralık 1963 Tahtakale’yi, 21/22 Aralık 1963 Ayvasıl’ı, 24 Aralık 1963 Kumsal’ı unutma.
15 Temmuz 1974’ü, 20/22 Temmuz 1974’ü ve 14/16 Ağustos 1974’ü unutma.
1 Ekim 1974 OKTY’yi, 13 Şubat 1975 KTFD’yi ve nihayet 15 Kasım 1983 de kurduğun son Türk Devleti KKTC’yi asla unutma.
Devletine, kimliğine, pasaportuna sahip çık.
Komşunla masaya oturacaksan o kimliğinle “eşit” olarak otur.
1877’den sonraki gibi “tâbi”, “teba’a” değil, öncesinde olduğu gibi “metbu” ol. 8 Nisan 2018</p> - images

 

RUM “OLMAK”!
Hüseyin MÜMTAZ

Bir garip göçmen, mülteci, iltica çağında yaşıyoruz.
Ensar/muhacir sarmalındayız.
Taliban’dan kaçan tam 1.5 milyon Afganlı İran üzerinden Türkiye’ye geçmek için akın akın geliyormuş. Iğdır-Erzurum arasında durdurulan/yakalanan 15 kişilik minibüslerden tam 56 Afgan mültecisi çıkıyormuş.
Bu arada zaten 4 milyon Suriyeli’ye ev sahipliği yapıyoruz.
Hiç duymadığımız yahut unuttuğumuz salgın hastalıklar hortluyor.
Ve AB’yi; 60 yıldır bizi kapısında bekleten AB’yi, “Bak kapıları açıveririm ha!” diye “korkutuyoruz”. Onlar da “AB çıpası”na bağlı tutmak için “Tamam, tamam… Arayı soğutmadan görüşmelere devam edelim” diye gazımızı alıyorlar.
Büyük şehirlerimizde “yabancı” gettolar teşekkül etmiş vaziyette, girilemiyor.
İşte tam böyle bir zamanda; izinleri olmadan uçurtma bile uçuramayacağımız söylenilen Suriye hava sahasının yeni sahibi, yeni güney komşumuz, yeni müttefikimiz Rusya’nın Nicosia Büyükelçisi Stanislav Osadchiy, “Kıbrıs halkının, barış içinde yaşama zamanın geldiğini” ifade ediyor.
Pes…
“Büyük”elçi, Kıbrıs’da 74’den beri barış içinde yaşandığını, direğe tırmanarak Türk bayrağını indirmeye çalışan densiz hariç kimsenin ölmediğini bilmez mi?
Bilir…
O elbette bilir de, kuzeyde “durumdan vazife çıkaran” linobambakiler de “işareti” alıp fırsatı kaçırmazlar.
Derinya’da, iki taraf arasında geçişlere imkân tanıyacak sınır kapısının açılması için eylem yapılmış.
“Kuzey”den “Mağusainisiyatifi” ile “Güney”den “Mağusa Kentimiz Örgütü”nün birlikte/beraber/elele düzenlediği eylemde Derinya kapısının açılmasına yönelik talebin geniş kesimleri kucakladığı vurgulanmış.
“Eylem”e; Meclis Başkanı Uluçay, CTP’li vekiller Derya, Akansoy, Toros da katılmış.
“Mağusa” İnsiyatifi Sözcüsü; “Mağusa’nın doğusu, batısı ve güneyi dikenli teller, askeri bölgeler ve İngiliz üssü ile çevrili. Burada resmen boğuluyoruz. Bu kapının açılması Mağusa için soluk borusu olacak” demiş.
“Gazi”yi unutmuş…
Mağusa, “Mağusa Limanı”ndan bu yana böyle perişan olmamıştır.
Mağusa, “Gazi” olalı böyle rezillik görmemiştir.
Görmemiştir de; bilhassa son elli yıldır, kendilerinden başka hiçbir işe yaramayan ama her yerde nâzır ve her çorbaya maydanoz o çoook meşhur Famagusta triumvirası nerededir? Neden çıt çıkarmıyorlar, yoksa ayni fikirde midirler?
İnsiyatif sözcüsünün yön ve anatomi bilgisi de sıfır.
Doğu’da Akdeniz vardır, liman vardır. Limanla dünyaya bağlanırlar. Batısı KKTC’dir; Lefkoşa anayoluyla KKTC’ye bağlanırlar.
Güneyi ise, “sınır”dır. “Yeşil Hat”tır. Ecevit, F.Osman Polat Paşa kuvvetlerini geri çekmeseydi oradan da denizi görecekti sözcü.
Sözcü, “nefes” alma yolunun “tek yönlü/tek şeritli” olduğunu mu zannediyor?
Ve son derece masum eylemde “malûm” pankart da açılmış.
“ANKARA ELİNİ YAKAMIZDAN ÇEK”.
Altında “Yaşasın, bağımsız birleşik sol” ve imza, “Yeni Enternasyonalist sol”.
Lâfın dönüp dolaşıp geldiği yere bakar mısınız?
Başınıza Ankara kadar taş düşsün.
Hem “bağımsız”, hem “birleşik”. “Eski”sinin ne zararını görmüştünüz de “yeni”lendiniz?
Sol mu var birader, enternasyonalizm mi kaldı?
Nerede, hangi zaman aralığında yaşıyorsunuz?
Yapılan, “sol” adı altında resmen “rumculuk”tur.
Fırsat bu fırsat ya, “Birleşik Kıbrıs İçin Barış Yürüyüşü” yapan bir Rum ile bir Türk de mersin fidanı dikmiş.
Ve gazetelerde yoğun ve bilinçli olarak öne çıkarılan, “mesaj içerikli” bir başka haber;
NK News’un aktardığına göre başkent Pyongyang’da 12 bin kapasiteli Ryugyong Jong Ju Yong Gymnasium’da yerel saatle 15.00’de Güney Koreli sanatçılar ve Kuzey Koreli Samciyon Orkestrası konser vermiş. Konser, 2002’den beri ilk ortak konser olma özelliği taşıyormuş. Konserin sonunda da her iki Kore’nin sanatçıları el ele tutuşup ‘Until We Meet Again’ (Bir Daha Görüşene Dek) ve ‘Our Wish is Reunification’ (Arzumuz Birleşmek) şarkılarını söylemiş.
Niye şaşırdınız ki? “Biz”de de böyle “iki toplumlu/çok taraflı/ikili” ilişkiler, konserler hep olmuyor mu?
Girne’de, hem de vakıf malı otelde sabahlara kadar buzuki çalınmıyor mu?
Hiç Limasol’da bağlama çalındığını duydunuz mu?
Ey muhteremler hiç uğraşmayın; ikiye bölünmüş Kore, ikiye bölünmüş Kıbrıs için model olamaz. (Keşke bölünmeyip 1877’den önceki gibi hepsi Türk olsaydı!) Çünkü Koreliler, güneyi ve kuzeyi ile aynı ırk, dil, din, tarih, sosyal yapıya sahiptir.
Kıbrıs?
Hah işte… Lâfın tam burasında, bu yazıda bulunmasına bazılarının anlam veremediği en baştaki göçmen/mülteci/iltica sarmalına dönebiliriz.
Çanak çömleğin patlamasına neden olan haber şu;
“Kıbrıs’ta 110 bin Türk Rum vatandaşı oldu”.
Alt başlık biraz daha ılımlı ve açıklayıcı;
“KKTC’de 110 bin 734 Kıbrıslı Türk, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nden kaynaklanan hakları nedeniyle Avrupa Birliği (AB) vatandaşlığı aldı”.
Yâni Rum kimliği ve pasaportu.
Şimdi….
Meselenin iki boyutu var.
Bir; Kimlik ve pasaport, hiç kıvırmayın Rum pasaportudur. İki; Ama bunları almak Rum olmak değil, AB’ye ilticanın en kısa yoludur.
4 milyon Suriyeli, 1.5 milyon Afgan Türkiye üzerinden Avrupa’ya kapağı atmak, taa İsveç, Norveç’e gitmek için nasıl her türlü yolu deniyorsa; Akdeniz ve Ege’de göçmen dolu tekneler nasıl neredeyse tarifeli sefer yapıyorsa (bu arada bazıları batıyorsa) Kıbrıs’taki “bazı” kuzeylilerin de yaptığı odur.
Karda kışta dağlarda yürümezsin, “organizatörlere/tur operatörlerine” binlerce Euro vermezsin, çoluk çocuk can yelekleriyle dalgalı denizlere yelken açmazsın; yürüyerek Ledra Palas yahut Lokmacı “barikatı” değil “kapısı”nı geçip başvurunu yapıp, dönüşte de hiç görmemiş gibi Uzun Yol’da hamburger yeyip kolanı içersin olur biter…
İltica etmek/mülteci olmak ruhunuzda varsa elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan AB pasaportu almanın en kısa, kolay, zahmetsiz yolu budur. Kimse estek, köstek yapmasın.
Yukarıdaki gazete haberine mangalda kül bırakmadan itiraz edip yaygarayı koparanların söyledikleri ise şudur; “Kurucu ortak olduğumuz, Türkiye’nin de garantörü olduğu KIBRIS CUMHURİYETİ kimliği/pasaportu alıyoruz, Rum değil. 1960 Anayasası’ndan kaynaklanan haklarımızı kullanıyoruz!”
Hadi canım sen de!
63’de Akritas/Kanlı Noel’i sana karşı Myanmar’daki Rohingyalılar yahut Avustralya’daki Aborjinler mi yapmıştı? Gurka’lar mıydı Kumsal, Tahtakale katliamlarını gerçekleştirenler?
Neden silaha sarılıp, şehitler verip kendini savundun? Kime karşı savundun? “Kurucu ortağı” olduğun devlete neden isyan ettin, durup dururken mi başkaldırıp dağlara çıktın?
Kara El, Volkan, TMT birer spor kulübü müdür, jimnastik veya güzellik salonu adı mıdır?
Madem “kurucu” ortaktın, 2018 senesinde bana KIBRIS CUMHURİYETİ’nin 60 Anayasası’ndan kaynaklanan haklarından olan Kıbrıs Türkü Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile üç Kıbrıs Türkü bakanın isimlerini söyleyebilir misin?
Ya 7’ye 3 oranında teşekkül etmiş (!) olan 50 üyeli Temsilciler Meclisindeki Türk üyelerin isimlerini?
Madem “kurucu ortak”sın; Avrupa’nın hemen her ülkesinde Türk asıllı vekiller, hattâ Türk azınlık partileri, Türk azınlık vekilleri varken senin kimlik alarak vatandaşı olduğun “KIBRIS CUMHURİYET”nde neden Türk vekil, bakan yok?
Neden gidip oy kullanamıyorsun?
Demek ki ortada, “ortağı olduğun” KIBRIS CUMHURİYETİ yoktur, RUM DEVLETİ vardır!
Ama senin bir devletin vardır.
Seni adam yerine koymayanın kapısında yatmanın anlamı var mıdır?
Rum’un şimdi yaptığı; yok saydığı, sana silah zoruyla vermediği anayasal haklarını; dizlerinin üzerinde yerlerde süründürerek, yalvartarak lütfedip, lütfen verir görünmesidir.
Ön kapıdan “yollattığını”, arka-müştemilât kapısında sıraya sokup bekletmektir.
Bu kimliği, pasaportu alman 55-63 mücadeleni yok sayıp Akritas’ı kabul etmen demektir.
Güneyde EOKA’nın kuruluş yıldönümü devlet töreni ile kutlanırken, “TMT günü” neden ağırına gidiyor?
Hiç sıkılıp yorulma, kendini aldatma. Anastasiadis de; Makarios, Yorgacis, Grivas gibi düşünüyor…
EOKA’cılar için Rum cezaevi avlusundaki EOKA’cı mezarları başında düzenlenen ve Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’un yönettiği; bakanlar, EOKA’cılar ve “kayıp yakınlarının” hazır bulunduğu “geleneksel dini törene” katılan Anastasiadis gazeteciler tarafından; Akıncı ile 16 Nisan’da yiyeceği “sosyal nitelikli akşam yemeğinin belirlendiği bir zamanda Türkiye’nin Navtex ilan etmesi”nin sorulması üzerine “Özlü içeriğe sahip bir görüşme olsaydı, Ankara’nın yasadışı faaliyetleri elbette dikkate alınırdı ancak nasıl ilerleyebileceğimizi görmemiz ve üzerinde düşünmemiz için elzem olan, gündemi olmayan basit bir görüşme” demiş.
Kısaca; “gündemsiz ve basit” demiş.
Öyleyse Akıncı bu yemeği neden yiyecek?
Çok mu özlemişti Anastasiadis’i de buluşup, havadan sudan bahsedecek?
Akıncı o yemekte, kuzeyde olmayan ne yiyecek?
Ya Başpapaz?
O da Paskalya yortusu nedeniyle yayımladığı mesajında Türkiye’nin, Güney Kıbrıs’ın sözde “Münhasır Ekonomik Bölgesi” içerisindeki faaliyetlerini “yeni, üçüncü işgal” olarak nitelendirmiş. “Savunmasını ihmal eden, silah sistemlerini zenginleştirmeyen ve yenilemeyen, askerlik süresini kısıtlayan bir devletin, saldırgan rakibini, saklı olmayan hedeflerinden vazgeçmeye ikna etmesi zordur” diyerek, “Paniğe kapılmış tavizlerin, düşmanın küstahlığını kısıtlamadığının” anlaşılması gerektiğini ileri sürmüş.
Siz hiç Kıbrıs Müftüsü suretindeki Dini İşler Müdürü’nün o görkemli kıyafeti ile, meselâ Ramazan Bayramı mesajında Rumlar için böyle bir şey söylediğini duydunuz mu?
Neyse…
1 AĞUSTOS 1958’i, 27/28 Ocak 1958’de Lefkoşa’yı, 20 Aralık 1963 Tahtakale’yi, 21/22 Aralık 1963 Ayvasıl’ı, 24 Aralık 1963 Kumsal’ı unutma.
15 Temmuz 1974’ü, 20/22 Temmuz 1974’ü ve 14/16 Ağustos 1974’ü unutma.
1 Ekim 1974 OKTY’yi, 13 Şubat 1975 KTFD’yi ve nihayet 15 Kasım 1983 de kurduğun son Türk Devleti KKTC’yi asla unutma.
Devletine, kimliğine, pasaportuna sahip çık.
Komşunla masaya oturacaksan o kimliğinle “eşit” olarak otur.
1877’den sonraki gibi “tâbi”, “teba’a” değil, öncesinde olduğu gibi “metbu” ol. 8 Nisan 2018


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir