Site icon Turkish Forum

MİLLİYETÇİ-ÜMMETÇİ  SÖZLEŞMESİ

MİLLİYETÇİ-ÜMMETÇİ  SÖZLEŞMESİ - tumblr static filename 640 v2

MİLLİYETÇİ-ÜMMETÇİ  SÖZLEŞMESİ

Düşünürler dincilikle milliyetçiliğin asla bağdaşamayacağını belirtirler ve çok sayıda örnek vererek görüşlerini pekiştirirler. Bizde örneklere birkaç katkıda bulunalım. Almanya, Rusya ve Türkiye’den örnekler verelim. 1940 lı yıllar Hitler faşizminin Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllardır. Milliyetçi-Faşist-Kafatasçı  yönetim olurda dindarlara veya kendi ırkından olmayanlara rahat verir mi? Elbette ki vermez. Musevi inançlı Yahudileri gaz odalarında öldürür. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde ise Komünizm döneminde Müslüman halklara yapılan işkenceler, katliamlar, sürgünler kitaplarda sayfalarca yer alır. Osmanlı’da Müslüman-Ümmet yönetimi altında olan bir ülke olmasına rağmen Gayrimüslimlere uyguladıkları çok sayıda tecrit hepimizce bilinmektedir. Dincilik ile Laikliğin uyuşmadığı bir ülke olarak da Türkiye  Cumhuriyeti örneğinde olduğu gibi birlikte yaşıyoruz.  Özetle dincilik asla ve asla hiçbir doktrinle uyuşmaz, kan bağı yoktur, uyuşabilmesinde de  şans yoktur. Gelelim iki siyasi partinin İttifakı konusuna. Birisi Hıra Tanrı dağı kadar Türk’üz diyor ve Bozkurt selamı veriyor. Diğeri milliyetçiliği ayaklar altına alıyor, laiklik elden gidecekmiş giderse gider diyor, Rabia selamı veriyor. Bozkurt ve Rabia selamları dahi uyuşmazken bu iki parti lideri özlerinde olmadığı halde nasıl uyuşuyor? Olayların kamuoyuna yansıyan kısmında bu birlikteliği ne dinle ne milliyetçilikle bağdaştırmak akıl dışı olsa gerek. Kişisel menfaat her şeyin üzerinde gözüküyor ve halka da bu şekilde lanse ediliyor.

Önce ‘’Türklükten’’ ne anlıyoruz?  Farklı toplumsal sınıflardan meydana gelen, ideolojik aidiyetlere göre farklılaşan (özellikle son yıllarda artmış durumda), sınıflar üstü, ideolojiler üstü birleşilen bir üst kimlik iken ve öyle olması gerekirken yerini Ümmet kavramına dönüştürme çabaları, toplumsal dokuyu tarumar etmiş vaziyettedir. Bütün gelişmeler ve uygulamalar Ümmet kavramı üzerine yoğunlaşmış ve gelişmekte iken buna Türkçü bir partinin tam ve koşulsuz destek vermesi hem Türkçülük hem de sosyal teammüllere aykırı bir durumdur. Suriye’ye müdahalede  toplumun Türklük duygusu altında birlikte olması, Türk Milletinin en güzel örneklerindendir. Burada etnisite, din, dil önemli değildir. Önemli olan Türkiye’de yaşayan  farklı toplumların Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve geleceğini korumaktır. Biz böyle bir milletiz, ne kadar gurur duysak azdır.  Türklüğün oluşmasında içinde bulunulan ortamlar, doğduğu yerler, çalıştığı ve yaşadığı toplumsal çevre, kurumlar yüzyıllardır Türklüğün temellerini oluşturmuştur. Şimdi ise Türklüğü yok sayarak ümmetçi bir kavramı Türk toplumuna enjekte etme gibi görevleri olanların nasıl oluyor da milliyetçi bir partiyle diğer bir söylemle milliyetçi bir partini dinci, cumhuriyet karşıtı bir parti ile bir arada olması neden sorgulanmıyor? Türkçe yerine Arapça’yı ikame etmeye çalışanlar, Türk sosyal yaşamını yozlaştırarak biatçı Arap yaşamına döndürmeye çalışanlar ‘’Türküm doğruyum, çalışkanım’’ sözleriyle andı kaldıranlar, hatta resmi kurum levhalarından TC’yi kaldıranlar nasıl oluyor da milliyetçilik kalıbına bürünebiliyor. Bürünür çünkü ümmetçilerin geçmişten bu tarafa ‘’takiye’’ yaptıklarını herkes çok iyi biliyor. Ya milliyetçi parti? O’da sandalye kapmak ve çöküşü ile olan durumunu kurtarmak için ümmetçi olabiliyor. Pekişmeyen ideolojilerin meyvesi hep bunlar.

Gizlilik ve kandırma tarihin her döneminde siyasiler tarafından meşru hak olarak  görülmüş ve uygulanmıştır. İnsanoğlunun dünyada yaşama başlamasından itibaren yaşanan bu olgu yeni bir şey değildir. Klasik bir uygulamadır. Dün vardı, bugün de var, yarında var olacaktır. Diplomatik söylemle açıklayacak olursak yalan ve kandırma ‘’tedbir’’ olarak ifade olunur. Özetle doğru söylemler hiçbir zaman siyasi erdemlik olarak görülmemiştir. Her zaman siyasi konularda savunulabilir araçlar olarak kullanılmıştır. Gizlilik ve kandırmanın felsefi düşünce ve siyaset geleneğimizde ne kadar yer ettiğini düşünen beyinler çok iyi bilir.

PAPAZ VE KARGA

Papazın birini en ücra bir köye tayin ederler. Papaz köye gelir ve halkın dinden çıktığını, kiliseye gitmediğini, kilisenin bakımsızlıktan çürüdüğünü görür. Hemen kiliseyi onarır ve köylüleri pazar günleri ayine davet eder. Kilisenin çanını yıkatıp cilalar ve parlatır, tam girişe ihtişamlı bir Vatikan bayrağı asar, köylüler de yavaş yavaş kiliseye gelmeye başlar ..

Tam her şey yolunda derken bir karga dadanır. Mundar hayvan her gün aynı saatte önce bayrağa sonra çana pisler ve bunu sektirmeden her gün tekrarlar.

1 gün 2 gün 3 gün derken bizim papazın sabrı taşar ve muhtara dert yanar.

+ Muhtar bu kargadan bıktım, her gün çan silmekten bayrak yıkatmaktan usandım. Buna bir çare bulalım.

– Kolayı var. Kargalar peynire dayanamaz, sen çanın üzerine en tuzlusundan bir parça peynir bırak. Yanına da bir kase içinde susuz rakı koy. Peyniri yediğinde içi yanacak ve susayacaktır. Kasedekini de su zannedip içecektir. Sarhoş olduğunda da uçamaz. O zaman yakalarsın..

Papaz mutlu bir şekilde kiliseye döner ve söylenenleri yapıp beklemeye başlar. Bizim karga ufukta görünür, bayrak direğine konar ve Vatikan sancağını boka bular, oradan da kalkar çanın üzerine konar ve bi güzel orayı da pisler. Tam uçacakken peyniri fark eder. Afiyetle yer tuzlu peyniri. İçi yanan karga kasedeki rakıya su diye saldırır ve içer. Bunun rakı olduğunu anladığında iş işten geçmiştir. Havalanmak ister ama pat diye papazın ayaklarının dibine düşer.

Papaz kargayı kanatlarından gererek öfkeyle sorar;

+ Ulan şerefsiz. Milliyetçisin desem, bayrağa sıçmazsın. Hristiyan’sın desem, çana sıçmazsın, Müslümansın desem rakı içmezsin. Söyle lan sen nesin?

Karga cevap verir:

– Hıykk.. “……. Partiliyim”

Bahattin Ayhan

19.03.2018

Exit mobile version