AB Bakanı Ömer Çelik Hollanda’yı Kınarken Ermeni Muhibbi Halil Berktay’ın TBMM Konuşması Çelişki Değilse Nedir?

Avrupa Birliği  Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik geçen hafta Hollanda Parlamentosu’nun 1915 olaylarını soykırım olarak tanıyan kararını   kınarken, TBMM Başkanlığınca Meclis Sohbetleri bağlamında Türkiye’de Demokrasinin Gelişimi konulu konferansta  Türkleri  sözde Ermeni soykırımı yapmakla suçlayan Prof. Dr. Halil Berktay’ın konuşma yapması bir  tutarsızlıktır.

TBMM Başkanı İsmail Kahraman, 2001 yılında   Ömer İzgi TBMM Meclis Başkanı iken  SBF’den hocam Prof. Dr. Türkkaya Ataöv editörlüğünde, SBF yurdundan arkadaşım Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın danışmanlığında ve  Vahit Erdem’in koordinasyonunda  hazırlanan The Armenians in the Late Ottoman Period (2001)  kitabını  okumuş olsaydı,  Halil Berktay’ı konuşmacı olarak çağırmazdı. )

Ya da Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen Ermeni İsyanı 1894-1920 belgeselini  seyretseydi, (Türkçe için: , İngilizce için: The Armenian Revolt: 1894-1920: ) Halil Berktay’ı konuşmacı olarak çağırmazdı. (https://www.youtube.com/watch?v=wF24mClPSN8)

Ya da  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 20015 yılında  Münih Avrupa Güvenlik Konferansı’nda Ermeni Dışişleri Bakanına verdiği cevabı kapsayan 4 dakikalık videoyu seyretseydi, ) Halil Berktay’ı konuşmacı olarak çağırmazdı.

Bakan Çelik 24 Şubat’ta yaptığı konuşmada Hollanda Parlamentosu’nun 1915 olayları ile ilgili Ermeni iddialarını soykırım olarak tanımasını ‘yok hükmünde’ sayarak şöyle eleştirmiştir: “Hollanda, Srebrenitsa katliamında doğrudan sorumluluğu olan bir ülkedir. Onların askerlerinin, mazlum Boşnakları terk ettiğini ve oradaki masumları nasıl katlettiğini biliyoruz. Ama Hollanda kendilerine ayna tutacakları yerde  Türkiye’ye iftira atmaya cüret ediyorlar. Bizim tarihimizde soykırım yoktur…Hollanda Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımı kime faydası vardır. Bunun Türkiye’ye husumet gütmekten başka hiçbir amacı olamaz.”

Fakat Bakan Çelik’in kararı yok hükmünde saymasıyla karar yok olmamakta, ortada durmakta, diğer ülkelere de örnek  olmaktadır.  Bu sebeple başımızı kuma gömmeyelim. Hollanda Parlamentosu’na TBMM tarafından hazırlanacak, bilgiye ve de belgeye dayanan bir cevap verilmelidir.  Yok saymak, kınamak,  meydan okumak yöntemleriyle bir yere varamadığımız için 28 Avrupa Birliği ülkesinden 14’ü sözde Ermeni soykırımını tanımıştır, böyle giderse diğerleri de tanımaya devam edecektir.

Avrupa Birliği  Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik geçen hafta Hollanda Parlamentosu’nun 1915 olaylarını soykırım olarak tanıyan kararını   kınarken, TBMM Başkanlığınca Meclis Sohbetleri bağlamında Türkiye’de Demokrasinin Gelişimi konulu konferansta  Türkleri  sözde Ermeni soykırımı yapmakla suçlayan Prof. Dr. Halil Berktay’ın konuşma yapması bir  tutarsızlıktır. - halil berktay
Halil Berktay

TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile AK Parti, CHP ve MHP Grupları, 16 Nisan 2015 tarihinde  Avrupa Parlamentosu’nun  1915 olaylarıyla ilgili aldığı karara karşı ortak basın açıklaması yayımlayarak kararın kabulünün mümkün olmadığı ve yok hükmünde bir karar olduğu vurgulanmıştır: “Parlamentonun, kendini tarihçilerin ve uluslararası mahkemelerin yerine koyarak tarih yazması ve soykırım gibi çok ciddi bir suç hakkında hüküm vermesi, hem insan haklarını, hem adaleti, hem de tarih ve hukuku hiçe sayması anlamına gelmektedir. Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında, diğer Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi yaşadıkları acıları paylaşmak tabiatıyla bir insanlık vazifesidir. Ancak bu acıları, evrensel değerleri göz ardı ederek ve uluslararası hukuku çarpıtarak, siyasi amaçlarla ve Türkiye karşıtlığı için istismar etmek kesinlikle kabul edilemez. Avrupa Parlamentosu, çağrılarımıza rağmen, sorunu derinleştirmeyi tercih etmekte, konunun tarafsız ve bilimsel şekilde araştırılmasından kaçınan Ermeni tarafını bu yönde diyaloğa teşvik etmek yerine iki toplum arasındaki uçurumu daha da derinleştirmektedir. Avrupa Parlamentosu’nun varoluş nedenini teşkil eden, savaş ve çatışma yerine barış, hoşgörü ve ortak geleceğin oluşturulması fikri hilafına benimsediği bu tarafgir yaklaşımı şiddetle kınıyoruz.”

Buna benzer bir basın bildirisinin şimdiye kadar neden yayınlanmadığını anlamış değilim. Hollanda Parlamentosu’na tepki gösterilmez ise, aşağıda sayılan 14 Avrupa Birliği ülkesi dışındaki AB ülkeleri de sözde Ermeni soykırımını tanıyarak Türkiye üzerindeki baskıyı arttırırlar. Aşağıda sözde soykırımı tanıyan AB ülkeleri verilmiştir.

Güney Kıbrıs Rum Kesimi: 1975 yılında sözde soykırımı tanıyan ilk  AB ülkesi (o tarihte üye değildi) olmuş, daha sonra   Ermeni soykırımını  inkar etmeyi suç  kapsamına almıştır.

Yunanistan: 25 Nisan 1996 tarihinde 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan etmiş, Nefret Suçu Yasası ile de  Ermeni Soykırımı, Holokost ve Anadolu’da Hıristiyanlara karşı işlenmiş kitlesel suçları inkar edenlere üç yıla kadar hapis ve 20 bin Euro’ya kadar para cezasıyla cezalandırılması  konusunda yasa çıkarmıştır.

Belçika: Parlamentonun üst kanadı Ermeni iddialarını  1998 yılında  tanımıştır.  2015’de 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirirken, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel açıdan bu trajediden sorumlu tutulamayacağı belirtilmiştir.

İtalya: Parlamento’nun 16 Kasım 2000’de kabul ettiği kararla Avrupa Parlamentosu’nun 15 Kasım 2000 tarihli kararına atıfta bulunularak, İtalyan Hükümetine sorunun çözümüne ilişkin girişimde bulunma çağrısı yapılmıştır. İtalya’da, sözde Ermeni soykırımını  tanıyan 107 yerel yönetim vardır.

Slovakya: 2004 yılında tanımış, Slovakya’nın eski Adalet Bakanı Stefan Harabin “Hangi düzeyde Türk yetkilisi olursa olsun, eğer Slovakya’da Ermeni soykırımını inkar ederse, beş yıl hapis cezasına çarptırılacağını” söylemiştir.

Litvanya: 2005 yılında Parlamento, Türkiye’yi  tarihi gerçeği kabul etmeye çağırmıştır.

Polonya: Parlamento 19 Nisan 2005 tarihinde aldığı kararla 1915 olayları mağdurlarını saygıyla anmıştır.

İsveç: Parlamento 2010 yılında Anadolu’da Ermenilerin yanı sıra Asurilere, Süryanilere, Keldanilere, Pontus Rumları’na ve diğer Hıristiyan azınlıklara karşı soykırım yapıldığına (300  red oyuna karşı 301 oyla) ilişkin  tasarıyı kabul etmiştir.  

Çekya: Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu, 14 Nisan 2015 tarihinde  1915 sözde Ermeni soykırımının yüzüncü yıldönümüne ithaf edilen önergeyi kabul etmiştir. Oybirliğiyle benimsenen  kararda, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile Ermeni Soykırımı’nı resmen tanıyan ülkelerin yasama, yürütme organları ile  uluslararası kuruluşların kararlarına atıfta bulunularak, Çek Cumhuriyeti’nin soykırımların inkarını kınadığı  açıklanmıştır.

Kararda, Çek gözlemci Karel Hansa’nın 1915 sürecindeki tanıklık kayıtlarına değinilirken, Avrupa Parlamentosu, Uruguay, Kanada, Fransa, İsveç, Litvanya, Polonya, İtalya, Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi, Arjantin, Rusya, Venezüella, Slovakya ve Vatikan parlamentoları başta olmak üzere, farklı ülke parlamentolarının da  sözde Ermeni soykırımını  tanıyan kararlarına atıfta bulunulmuştur. Ermenilerin hedef alındığı 1915’teki süreçte soykırıma maruz kalan Pontus ve Küçük Asya Rumları ile Asuri ve Süryaniler ile  hayatını kaybeden Ezidiler de kararda yer almıştır. Kararda, İbranice ‘yok etmek’ anlamına gelen ve Avrupa Yahudilerinin 1933-1945 tarihleri arasında Nazi faşizmi tarafından toplu katliamını anlatan ‘Şoah’ ifadesine  atıfta bulunulmuştur. 1915’teki süreçte uluslararası kamuoyunun yeterli tepki vermemesinin, milli ve dini azınlıklara yönelik baskıların artmasına yol açtığı belirtilmiştir.

Avusturya: 21 Nisan 2015 tarihinde Parlamento soykırımı kınayan  karar almıştır.  Parlamento’daki 6 siyasi grup tarafından onaylanan ortak açıklamada, 100 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere karşı gerçekleştirilen toplu katliamlar soykırım olarak nitelenmiştir.

Lüksemburg: Parlamento, 7 Mayıs 2015 tarihinde  Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilere 1915 yılında soykırım  yapıldığını kabul etmiştir. Hıristiyan Demokratların (CSV) parlamento gündemine getirdiği tasarı diğer siyasi gruplardan da destek almıştır. Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, Türkiye ve Ermenistan’ı barışma yolunda yeni adımlar atmaya teşvik ettiklerini belirtmiş, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımanın Türkiye’ye karşı düşmanca bir eylem olmadığını savunmuştur.

Fransa: Parlamento 29 Ocak 2001 tarihinde ”Fransa, 1915 yılındaki Ermeni soykırımını tanır” ifadesiyle  düzenlenen  yasayı onaylamıştır. Türkiye’nin  itirazlarına rağmen  Parlamento  soykırım iddialarını inkar etmeyi suç sayan yasa teklifini 22 Aralık 2011 tarihinde kabul etmiştir. Oylamaya 577 milletvekilinin sadece onda biri katılmış, teklif oy çokluğuyla kabul edilmiştir. Teklifi kaleme alan iktidar partisi Halk Hareketi Birliği (UMP) milletvekili Valerie Boyer, “Burada amacımız ilişkileri bozmak değil, Fransa vatandaşlarının korunması. Sizi bu tasarıyı destek vermeye çağırıyorum, sevgili meslektaşlarım. Bazı ülkeler 1915 olaylarını inkar ederek suç işlediler. Cezasız kaldılar. 1914 yılındaki Ermenilerin üçte ikisi ya tehcir edildi ya da katledildi. Sizden destek bekliyorum” demiştir.

Daha önce 8 Haziran 2004 tarihinde sosyalist parlamenter Didire Migaud  Parlamento’ya 1673 sıra numarası ile bir inkar yasası teklifi sunmuştu. Yasa teklifi, sözde Ermeni soykırımını inkar edenlere bir yıla kadar hapis ve 45 bin Euro para cezası verilmesini öngörmüştü. 2006 Ekim ayında soykırımı inkarı suç sayan öneri Parlamento’nun alt kanadından geçmiş, fakat Senato gündemine alınıp oylanmadığından yasalaşmamıştı. 5 Temmuz 2010 tarihinde 30 sosyalist senatör, bekleyen yasayı bir kenara bırakarak, aynı içerikli yeni bir inkar yasa teklifi hazırlamıştı. 19 Mayıs 2010 tarihinde de Komünist Parti’den Senato Başkan Yardımcısı Guy Fischer benzer bir teklif  sunmuştu.

Cumhurbaşkanı  Macron  31 Ocak 2018 tarihinde  Ermeni diasporasının çatı  kuruluşu olan Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF)) yıllık yemeğine katılarak Türkiye’yi  sözde Ermeni soykırımı konusunda eleştirmiştir.  Macron etkinlikte  yaptığı konuşmada, Fransa’da Ermeni soykırımını anma günü ilan edileceğini, Cumhurbaşkanı seçilmeden önce bu konuda   söz verdiğini açıklamıştır: “Ermeni soykırımının tanınması ve adalet için mücadele hepimizin mücadelesidir. Bu mücadeleyi, soykırımı anma gününü destekleyerek yürütüyoruz.”

Macron’un, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM)   kararlarına rağmen   Ermeni soykırımının tanınması için  girişimde bulunması, AİHM’in  15 Ekim 2015 tarihli Perinçek Kararı’nı   yok sayması  anlamına gelir. Perinçek  Kararı’ndan sonra AİHM yeni bir karar daha alarak Türkiye’nin tezlerini haklı çıkarmıştır.  Sözde Ermeni soykırımının tanınması aleyhine verilen AİHM’nin  28 Kasım 2017 tarihli   Mercan ve diğerleri kararı, (Affaire Mercan et Autres C. Suisse, Requête No 18411/11) İsviçre’yi mahkum ederek  Avrupa’da uluslararası hukuka saygılı hakimlerin bulunduğunu göstermiştir. {“itemid”:[“001-178955”]}

Fransa’da Ermenilerin soykırıma uğradığını inkar etmeyi suç kapsamına alacak iki maddeden oluşan teklif oy çokluğuyla benimsenmiş, fakat yasa değişikliği  8 Ocak 2016 tarihinde  Anayasa Konseyi tarafından iptal edilmiştir. Konsey, inkarın cezalandırılması için mevcut nefret suçları yasasını yeterli görmüştür.  İnkarcılar tarafından, sadece Yahudi soykırım inkarına ceza öngören ve Fransa tarafından  yasa yolu ile tanınmış Ermeni soykırımı ve köle ticareti inkarcılarına bir ceza öngörmeyen Gayssot Yasası’nın Fransa anayasasına uygun olmadığı konusunda açılan davada, yasanın, uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından alınmış kararları kapsadığından dolayı anayasaya uygun olduğu kararlaştırılmıştır.

Anayasa Mahkemesi, Yahudi soykırımı ile sözde Ermeni soykırımının aynı şey olmadığını, çünkü Ermeni soykırımında bir mahkeme kararının  bulunmadığını belirlemiştir.  Böylece, Ermeni soykırımı yasası ile ilgili Fransız  Parlamentosu’ndan  gelebilecek bir  yasanın önünü kapatmış, daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin  verdiği Perinçek Kararı tanınmıştır. Karar, Türkiye’yi soykırımla suçlayan 29 Ocak 2001 tarihli yasayı iptal etmemiş, fakat Danıştay’ın (Conseil d’Etat) 19 Kasım 2015 tarihli kararının hatalı olduğunu tespit etmiştir.  Danıştay, Türkiye’yi Ermeni soykırımıyla suçlayan 2001 tarihli yasanın iptali için  yapılmış olan bireysel başvuruyu (Question Prioritaire de Constitutionnalité) hukuk dışı gerekçelerle reddetmişti. Anayasa Konseyi böylece Danıştay’ın kararının hatalı olduğunu da belirlemiştir.

Fransız Yazar Yves Benard,  Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un  aksine Aralık 2017’de Fransa’da yayınlanan kitabında “Ermeni soykırımı yoktur”  görüşünü savunmuştur.  Benard, incelediği belgelerin  sözde Ermeni soykırımı  iddialarını çürüttüğünü şöyle  belirtmiştir: “Soykırım yoktur, iki taraf içinde katledilmişler vardır. Şuna ikna oldum ki aslında Türkler, Ermenilerden daha fazla katliam kurbanı olmuştur.”  Kitap, Pantheon Yayınevi tarafından Türk-Ermeni Görüş Ayrılığına Yeni Bakış (Divergences Turco-Armeniennes) adı altında (165 sayfa) basılmıştır. Benard, Türkiye’yi gezerek araştırma yapmış ve Türk toplumu hakkında adalet yerini bulsun dileğinde bulunmuştur.

Perinçek  Kararı’ndan sonra AİHM yeni bir karar daha alarak Türkiye’nin tezlerini haklı çıkarmıştır.  Sözde Ermeni soykırımının tanınması aleyhine verilen AİHM’nin  28 Kasım 2017 tarihli   Mercan ve diğerleri kararı, (Affaire Mercan et Autres C. Suisse, Requête No 18411/11) İsviçre’yi mahkum ederek  Avrupa’da uluslararası hukuka saygılı hakimlerin bulunduğunu göstermiştir. ({“itemid”:[“001-178955”]} Bu kararlara rağmen Macron’un “Ermeni soykırımının tanınması ve adalet için mücadele hepimizin mücadelesidir. Bu mücadeleyi, soykırımı anma gününü destekleyerek yürütüyoruz.” çıkışı, iç politikaya yönelik bir açıklamadır.

Fransa, Türkiye’de bazı başarılı kişilere nişan vererek acaba neyi amaçlamaktadır? Türkiye ile Fransa arasındaki ekonomik ilişkilere yaptığı katkı sebebiyle  Pegasus Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı ve Esas Holding Yönetim Kurulu üyesi Ali Sabancı’ya  Chevalier dans I’Ordre National de la Légion d’Honneur  nişanı verilerek Macron’un Ermeni çıkışının Türk kamuoyundaki tepkisi sıfırlanmak amaçlanmıştır. Ben sayın Ali Sabancı’nın yerinde olsam, YÖK eski başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç ile  rahmetli Karman İnan  gibi  Légion d’Honneur nişanını iade ederdim. Özellikle Hollanda Parlamentosu’ndan da sözde Ermeni soykırım kararı çıktıktan sonra.

Almanya: Hıristiyan Birlik partileri ile Sosyal Demokrat Parti ve Yeşiller Partisi tarafından hazırlanan Ermeni Soykırım Tasarısı Alman Federal Parlamentosu’nda  2 Haziran  2016 tarihinde  kabul edilmiştir.  Sözde Ermeni soykırımını kınayan ve kendi suç ortaklığını de kabul eden  Parlamento, kararı hemen hemen oybirliğiyle kabul etmiştir.  Oylamada sadece bir olumsuz ve bir çekimser oy kullanılmıştır. Kararda, 101 yıl önce Ermenilerin ve diğer Hıristiyan azınlıkların maruz kaldığı soykırımın anılması gerektiğine vurgu yapılarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun   Ermenileri yok etme hareketinin Bundestag tarafından kınandığı belirtilmiştir. Oylamadan hemen sonra Türkiye, Berlin büyükelçisini Ankara’ya geri çağırmış, Almanya’ya tepki gösterileceği açıklanmıştır.

Federal Parlamento, “Onların (Ermeni’lerin) yaşadıkları, 20. yüzyılda yaşanmış en korkunç kitle katliamı, etnik temizlik, sürgün ve   soykırım tarihi için bir örnektir’’ iddiası ile karar almış, bir çok bağımsız tarihçiye de atıfta bulunmuştur. Oysa ceza hukukunda temel ilke,  yasaların  geriye yürütülmemesidir.  Olayın yaşandığı dönemde cezai yaptırımı olmayan bir eylem, daha sonra  cezalandırılamaz.  Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiştir.  Alman Anayasası’na göre bir eylem, ancak yapılmadan önce cezai yaptırımı yasalarla belirlenmiş ise cezalandırılabilir. Alınan karar, kuvvetler ayrımı  kapsamında Almanya Anayasasına  göre  suç oluşturmaktadır. 

Siyasetçiler,  sadece yasa  koyucu olup,  yargıçlık veya polislik yapma yetkisini kullanamazlar. (Anayasa Mahkemesi Kararı: BVerGE 47, 109 u.a) Ayrıca,   ceza hukukundaki  kıyas yasaktır temel ilkesi de ihlal edilmiştir. (Nulla poena sine lege stricta) Parlamento, Osmanlı hükumetini soykırımla  suçlayarak, Osmanlı devletinin hukuki devamı ve mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyetini ve vatandaşlarını  soykırımın hukuki sonuçlarından sorumlu tutmuştur.  Alman Ceza  Yasası’na göre hakaret ve iftira  suçu işlenmiş olmasına rağmen  bu  karar alınmıştır. Kararın  alınmasından 10 ay sonra İstanbul’un kardeş  kenti olan ve 100 bin Türkün yaşadığı Köln Büyükşehir Belediye Meclisi 14 Mart 2017’de Lehmbacher Weg Mezarlığı’na  Ermeni   soykırım anıtı dikilmesine  izin vermiştir.

Hollanda: Sözde soykırım 2004 yılında   parlamentoda  oy çoğunluğuyla  kabul edilmiştir. Hükümetten,  Türkiye’nin  soykırımını tanımasını sürekli gündeme getirmesini talep eden bir önerge de kabul edilmiştir. 22 Şubat 2018 tarihinde Hıristiyan Birlik (CU)  Milletvekili Joel Voordewind tarafından hazırlanan  öneriye  Türk kökenli milletvekilleri tarafından kurulan DENK partisi dışındaki tüm partiler destek vermiştir. Öneri, 3’e karşı 142 oyla kabul edilmiştir. Dışişleri Bakan Vekili Sigrid Kaag, 24 Nisan’da Ermenistan’ın başkenti Erivan’da düzenlenecek soykırımı anma törenine hükümeti temsilen bir heyet gönderileceğini, fakat  bu kararın hükümetin Ermeni soykırımını tanıdığı anlamına gelmediğini açıklamıştır.

Kaag, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Ermeni soykırımı yapıldığına ilişkin herhangi bir karar alınmadığına dikkati çekerek, uluslararası mahkemeler tarafından alınmış bağlayıcı bir karar da bulunmadığını vurgulamıştır. Parlamento, hükümetten soykırımı kabul etmesi talebinde bulunmamış, 1915’te yaşananları büyük bir katliam olarak değerlendirdiklerini  açıklamıştır. DENK lideri Tunahan Kuzu, o dönemde Anadolu’da bir iç savaş yaşandığını ve çok sayıda Türk’ün de Ermeniler tarafından katledildiğini belirtmiştir.

Hollanda Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını tanıma sürecinin perde arkası  şöyle gelişmiştir. Kriz, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu‘nun 16 Nisan’daki anayasa değişikliği  sebebiyle  Cumartesi günü Hollanda’nın Rotterdam kentinde yapacağı kampanya toplantısının iptal edilmesiyle başlamıştır. Ardından Çavuşoğlu, Nazi suçlaması yaptığı Hollanda’ya her şeye rağmen gideceğini duyurmuş, Hollanda 11 Mart’ta Bakan Çavuşoğlu’nun uçuş iznini iptal etmiştir.

Uçuş iptali protesto edilirken, Rotterdam’daki protestoya katılmak isteyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya‘nın  Türk Konsolosluğuna  girişine izin verilmemiş, Kaya polis eşliğinde Almanya sınırına  götürülmüştür. Türkiye’nin sert açıklamaları, iki ayrı nota verilmesi ilişkiler daha da germiş, elçiler karşılıklı olarak çekilmiştir. Bunun sonucunda Türkiye Dışişleri Bakanı ve Aile Bakanı Hollanda’ya girememekte, Hollanda’nın İstanbul ve Ankara’daki temsilcilikleri etrafında polis beklemekte, Hollanda Büyükelçisi yurtdışında bulunmaktadır.

İki ülkenin  ilişkileri, Türkiye’nin diğer  Avrupa ülkeleri ile olan ilişkilerden  çok faklıdır. Türkiye-Hollanda ilişkilerinin tarihi 17’nci yüzyıla kadar uzanır. İlk Hollanda Elçisi Cornelis Haga  1612 yılında atanmıştır. Aynı yıl Sultan I’nci Ahmet tarafından Hollandalılara ‘ahidname-i hümayun’ (kapitülasyon) verilmiştir. İlişkilerin 400’ncü yılı 2012 yılında kutlanmıştır. Hollanda elçileri Osmanlı döneminde İngiliz elçileri ile işbirliği halinde, Avusturya ve Rusya ile yapılan savaşlardan sonraki barış müzakerelerinde arabulucu olmuşlardır. 1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça Anlaşmaları buna  örnektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk daimi temsilcisi  1859 yılında Lahey (La Haye, The Hague, Den Haag) elçisi olarak atanan Yahya Karaca Paşa’dır. Hollanda ile 208  ikili anlaşma imzalanmıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra Hollanda ile Türkiye Cumhuriyeti arasında ilk anlaşma 1924 yılında imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile Felemenk Kraliyeti Arasında Muhadenet Muahedenamesi’dir. (Dostluk Anlaşması)  26 Mart 2008 tarihinde Türkiye-Hollanda İlişkilerinin Güçlendirilmesi ve Türkiye – Hollanda Konferansı Kurulmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası imzalanmıştır. Türkiye – Hollanda Konferansı (Wittenburg Konferansı) her yıl dönüşümlü olarak iki ülkede düzenlenmiştir.  Son konferans 14 Şubat 2014 tarihinde Ankara’da yapılmıştır.

Türkiye’de 2,500 civarında Hollanda firması  vardır. Yaklaşık 300 Türk kökenli firma, Hollanda’da şube açmıştır. Türkiye’ye son üç yılda yapılan doğrudan yabancı yatırımlarda birinci sıradadır. Bu dönemde Türkiye’den Hollanda’ya yönelik doğrudan yatırımların toplam miktarı 7,6 milyar dolardır. 2017  yılında Hollanda’da yerleşik Türk girişimci sayısı 23 bin civarındadır. Türk girişimcilerin Hollanda’ya yaptığı yatırım miktarı ise 9 milyar  dolardır. Hollanda Merkezi İstatistik Bürosu (CBS) 2013 yılı verilerine göre 16,8 milyonluk  Hollanda da  1,8 milyon göçmen vardır ve ülkede  395 bin Türk vatandaşı yaşamaktadır. Bu nüfusun yüzde 79’u (313 bini) çifte vatandaştır.

Avrupa ülkeleri arasında Türkiye’ye yerleşenler arasında Almanlar ve Avusturyalılardan sonra Hollandalılar gelmektedir. 2016 yılında Türkiye’ye turist olarak gelen Hollandalı sayısı 1 milyondan fazladır. Türkiye’de çok sayıda ürün Hollanda kökenli  Unilever firması tarafından üretilmektedir: AXE, Becel, Cif, Domestos, Dove, Knorr, Lipton, Vaseline, Yumoş, Algida, Calve, Carte Dor, Clear, Max, Rinso, Cif, Elidor, Sana. ING Bank, Philips, Shell, DAF, Tom Tom Hollanda kökenli şirketlerdir.

Tüm bu gerçekler karşısında Hollanda ile Türkiye arasındaki gerginlik  iki tarafa da zarar verir. Ama bu demek değildir ki, Hollanda Parlamentosu’nun kararına tepkisiz kalacağız. TBMM  daha önce aldığı kararlara benzer bir karar alarak Hollanda’ya  tepki göstermelidir. Aksi halde sukut ikrardan gelir özdeyişi geçerlilik kazanır ve Hollanda’yı diğer AB üyesi ülkeler izler.

Hollanda Parlamentosu’nun kararından sonra Hollanda Türkleri Konseyi (HTK)  23 Şubat 2018 tarihinde bir basın açıklaması yaparak Hollanda Parlamentosu’nun aldığı kararı  kınamıştır. Açıklamanın bazı kısımları tarafımdan düzeltilerek ve de kısaltılarak aşağıda verilmiştir.

“Hollanda Parlamentosu’nda 143 parlamenterin sözde  Ermeni soykırımını tanıma kararını HTK olarak esefle kınıyor ve reddediyoruz. Hollanda; 2004, 2015 ve 2018 yılında sözde Ermeni soykırımı  konusunda  aldığı kararlarla diplomatik dengeler ile  krizleri de  gözeterek  istikrarlı bir yol izlemiş ve sözde Ermeni  soykırımını tanımıştır. Bu tanıma  hukuk dışıdır. Parlamento, hukukun yetki alanında olmayan bir konuyu, kendisini mahkeme yerine koyup soykırım kararı almıştır. Aldığı kararla  Türkleri ve Türkiye’yi cezalandırmıştır.

Hollanda’nın taraf olduğu Birleşmiş Milletler 1948  Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi’nde soykırım bir suç  olarak tanımlanmıştır. Bu suçu cezalandırmayı  konuyla ilgili yerel ya da uluslararası mahkemelerin yapabildiğini bilmesine rağmen Parlamento’nun aldığı karar, hukuki olmadığı için  hükümsüzdür. Bu konuda aşağıda  belirteceğimiz  hususlar bu durumu perçinlemektedir.

Hollanda, kendisinin de  üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin organı  AİHM’nin  Doğu Perinçek Türkiye – İsviçre ve Ali Mercan-İsviçre  kararlarını yok saymıştır. Ayrıca Parlamento; 17 Aralık 2013  kararını,15 Ekim 2015 kararını, 28 Kasım 2017  kararını, “1915 olayları Holocaust  diye anılan Yahudi soykırımından farklıdır, aynı sınıflamaya konamaz” ve  “Soykırıma hükmedecek yetkili organlar, Uluslararası Ceza Mahkemesi ya da soykırım olduğu iddia edilen eylemin yapıldığı ülkenin yetkili bir yerel mahkemesidir” hükmünü, 3 Şubat 2015  tarihli  Hırvatistan-Sırbistan davasında Vukovardan tehcir konusunun ele alındığı karardaki “tehcir soykırım olarak kabul edilemez” hükmünü  de dikkate almamıştır.

26 Ocak 2016 tarihinde Danimarka Parlamentosu’na  sunulan önerge reddedilmiştir. Konunun hukukla ilgisi olduğuna ve parlamentoların bu konuda yetkili olmadığına karar verilmiştir. Hollanda, Nazileri yargılayan Nürnberg Mahkemesi  kararları kapsamına sözde Ermeni soykırımının da  alınma  önerisini kabul etmemiştir. 1’nci Dünya Savaşı’nda sürgün edilenlerin  yargılanması için işgal altındaki İstanbul’da bulunan Osmanlı arşivlerinde ve devlet kurumlarında  belge bulunamamıştır.

İngiltere’nin Malta Valisi  Dışişleri Bakanlığına şu yazıyı göndermiştir: ‘Amerikalılara da sorun, suçlanacak bir belge yoksa  bu liderleri serbest bırakalım.’ 1915 deki tehcirinde  Osmanlı Hükümeti, Hollanda’nın da içinde bulunduğu  devletlere tehcir bölgelerinde ortaya atılan  yalanları önlemek amacıyla  gözlemcilik yapmaları için  çağrı  yapmıştır. Bu çağrıya  Hollanda  cevap  vermemiştir. Bu durum belgelerle ortadadır.

Hollanda Parlamentosu’nun  aldığı karardan önce, Hollanda  Dışişleri Bakan Vekili Sigrid Kaag, “Uluslararası ceza mahkemesi kararı olmadan soykırım hakkında hüküm vermek mümkün değildir. Soykırımdan bahsedilemez. Soykırım olduğuna dair ancak uluslararası bir mahkeme hüküm verebilir”   demiştir. Hollanda’nın resmi tutumunu açıklayan bu konuşma ortadadır. Bunlara rağmen  hukuk dışı ve suç oluşturan kararlar alınmıştır.  Uluslararası hukuku çiğnemek, başka milletleri ve bireyleri soykırımla suçlayıp ırkçılık yapmak  suçtur. Bu  kapsamda  karara  lehte oy kullanan parlamenterler  suç işlemişlerdir. Bu konuda tereddütte gerek yoktur. Parlamento  mahkeme değildir, yetki gaspı yapamaz.

Hollanda Parlamentosu ve Hükümeti arasındaki çelişki, diplomatik manevra olarak izah edilmelidir. Çünkü, kararı onaylayan partiler ve milletvekilleri   işbirliği içindedir.   Hükümeti oluşturan partiler  bu hukuk dışı  kararı  almıştır.  Bu, Hollanda’nın bir ön alma manevrası  olarak değerlendirilmelidir. Çünkü oylamayı öneren ve destekleyenler hükümet partileridir.

Hollanda’nın aldığı  husumet içeren kararın arkasında  çok şey belirgindir,  arkasında  neler olduğu  iyi araştırılmalıdır.  Soykırım ve tehcire ilişkin uluslararası  hukuk kuralları ortada iken,  Türk kökenlilerin  DENK partisi hariç diğer  partiler  tarafından soykırım kararı alınması, hukuk dışı bir tasarruftur.  Karar, Türkiye ve Türklere karşı, siyasi ve psikolojik savaştır,  düşmanlıktan  başka bir anlama gelmemektedir.  Karar, Hollanda’daki Türklerin hassasiyetlerine rağmen  alınmıştır. Hollandalıların  ayrılmaz bir parçası olan Türkler kararla  rencide edilmiş ve aşağılanmıştır. Çünkü alınan karar,  tarihi gerçeklerden uzaktır,  hukuk dışıdır, siyasi husumet içermektedir. Bu konuda gerekli  tedbirler  şimdiden alınmalıdır.

Konu tarihçilere havale edilmeyecek kadar önemlidir. Tarihçilere havale etmek konuyu bilmemektir. Çünkü konu sadece tarihçilerin işi değildir. Bunu ikide bir ortaya sürmek, milleti ve bireyi pasifleştirir. Bu kaçak dövüşmektir.  Soykırım konusunda bilgi sahipleri sadece tarihçiler değil, demograflar, psikologlar, askeri stratejisitler, siyaset bilimcileri, hukukçular,   coğrafyacılar,  antropologlar,  etnograflar, sosyologlar, dil bilimcilerdir. Onları doğrudan ilgilendiren  bir konudur.

Türkiye’deki üniversitelerde soykırım  ve terörizm konusunun işlenmesi gerekir. Uzmanlaşan kişilerin yetiştirilmesi için bölümler oluşturmalıdır. Üniversiteler; soykırım, insan hakları, terörizm konularında çok dilli çalışan  araştırma merkezleri kurmalıdır. Çünkü bu konular çağımızın yakıcı konularıdır. Ancak uzmanlaşarak ve insan yetiştirerek mücadele edilebilir. Bunun dışındaki çalışmalar, konjektürel demeçler sonuç alıcı değildir ve etkisizdir.

Hollanda’da  ve  Avrupa’da yaşayan  ümmet ve dini kimliği  ağır basanlar yanında  aynı zamanda Türk kimliği ile tanınan kişi ve kuruluşlar da inisiyatif almalı, kabuklarını kırmalı,  bulunduğu ülkelerdeki kamuoyu ve kanaat önderlerini bilgilendirerek, iletişim ve dialog alanlarını etkili kullanarak  sivil toplum diplomasisi geliştirmelidir.

Biz Hollanda Türkleri Konseyi (HTK) olarak, Hollanda  ve  Avrupa’da bu konuda gerçekleri anlatıp  sivil toplum diplomasisi için inisiyatif alacağız. Bizimle birlikte hareket etmek isteyen, çocuklarına ve kendilerine bugün ve yarın, siz soykırımcı bir milletin çocuklarısınız demeyi reddeden herkese kapımız açıktır. Bu konuda, bizimle beraber hareket etmek isteyenlerle hukuk, siyasi ve sivil toplum diplomasi için bir komisyon kurmaya hazırız, Çünkü sorun ortaktır.

Hollanda’da   ve diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklere;  Avrupa’da barış içerisinde, bilinçli ve  onurlu bir yaşam sürmesi için suskunluğu bırakmaları, ölü toprağını üzerlerinden atmaları,  demokratik ve hukuki haklarını kullanmaları için  çağrıda bulunuyoruz. Hollandalıların hukuk dışı, mesnetsiz  kararı tanımamalarını, Parlamentonun da  kararı  değerlendirerek geri çekmesini ve bu konuda bizlerle diyaloğa girmesini talep ediyoruz. Çünkü tehditle, şantajla, mesnetsiz kararlarla, milletler ve devletlere diz çöktürülemez. Tarih ve belgeler bizim tanığımızdır. Saygılarımızla

Hollanda Türkleri Konseyi Adına  Sefa Yürükel, Başkan Epost: sefamyurukel65@gmail.comTel: 0031634371012.”

Avrupa’da 14 AB üyesi ülke dışında da sözde Ermeni soykırımın destekleyenler de vardır. Avrupa Parlamentosu’nun sözde Ermeni Soykırımı’nı Türkiye’nin tanıması doğrultusunda  almış olduğu kararlar vardır. İlk karar 18 Haziran 1987 tarihinde alınmıştır. Daha sonra 15 Kasım 2000 (COM (1999) 513-C5-0036/2000-2000/2014 (COS), 28 Şubat 2002, 28 Eylül 2005 ve 15 Nisan 2015 tarihinde de  kararlar almıştır. Avrupa Konseyi de 24 Nisan 1998 ve 24 Nisan 2001 tarihlerinde Ermeniler lehinde kararlar almıştır.

ABD’de 50 eyaletten 48’i, İngiltere’de Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda; İspanya’da ise Bask ve Katalan özerk yönetimleri de sözde Ermeni soykırımını tanımıştır. İran’da şah rejimi soykırımı tanımıştı. İran İslam Cumhuriyeti’nde ise gayri resmi olarak soykırımı tanımaktadır. Lübnan, sözde soykırımı  tanıyan tek Arap ülkesidir. ) Ancak  parlamentolarında  bu konuda girişimde bulunan Mısır ve Suriye gibi ülkeler de  vardır.  Bulgaristan parlamentosu 1915 olaylarını toplu katliam olarak nitelendiren bir karar almış ve 24 Nisanı kurbanların anma günü ilan etmiştir.
Avrupa Parlamentosu  Dış İlişkiler Komisyonu üyesi Hollandalı Sosyal Demokrat Parlamenter Kati Piri tarafından kaleme alınan ve 2014 yılında Türkiye’deki gelişmelerin değerlendirildiği Rapor, 11 Mayıs tarihinde Parlamento Dış İlişkiler Komisyonu’nda kabul edilmiş, 10 Haziran 2015 tarihinde  Genel Kurul’da onaylanmıştır. Rapor’da Türkiye’ye yönelik çok fazla eleştiri vardır. Parlamento Karar’ında en önemli nokta, “AP, Türkiye’yi, Ermeni Soykırımı’nın 100. yılını bu yöndeki çabalarını sürdürmeyi bir fırsat olarak kullanmaya teşvik eder” denilmesidir. Bu çabalar arasında arşivlerin açılması, geçmişle yüzleşilmesi, sözde Ermeni soykırımının tanınması sayılmış ve böylece Türk ve Ermeni halkları arasında bir uzlaşmanın yolunun açılabileceği öne sürülmüştür.

Hollanda Parlamentosu’nun 22 Şubat’ta koalisyon ortağı Hıristiyan Birliği’nin hazırladığı  sözde Ermeni soykırımını  tanıma tasarısını kabul etmesinden bir gün önce Prof. Dr. Halil Berktay’ın TBMM’de konuşma yapması, eski TBMM Başkanı   Cemil Çiçek’in çabaları ile yayınlanan bildiriyi etkisiz kılmıştır.  Berktay, Taraf Gazetesi’nde kaleme aldığı yazılarını topladığı Weimar Türkiyesi kitabında “Ermeni tehciri değil Ermeni soykırımı yapılmıştır” diyen biridir. (s.129) Türk tarihçisi olmamakla övünür. Chicago’da Türk ve Ermeni tarihçilerini buluşturma adına yapılan bir toplantıda yönetici, Türkiye’de yaşayan bir kişiyi Ermeni entelektüeli diye tanımlayınca Berktay şunları söylemiştir: “Bu denli etnik kategorilerle düşünmek doğru değil. Ben Türk tarihçisi değilim. Ben tarihçiyim.” Berktay, Türkiye’nin 1915 yılında korkunç bir olay yaşandığını kabul etmesini şöyle savunmaktadır: “Bundan Türkiye Cumhuriyeti sorumlu tutulamaz. İkincisi 1915, bundan 90 sene öncedir. Bu tarihsel bir olaydır. Bu mesele Türkiye’de özgürce, kimse ideolojik bombardımana maruz kalmadan tartışılmalıdır.”

Bu durumda Berktay’ın Avusturya’lı yazar Franz Werfel’den bir farkı var mıdır?  Werfel’in Musa Dağı’nda 40 Gün romanı, Osmanlının  Ermeni kökenli  vatandaşlarını yok etmeye karar vermesi ve böylece modern tarihinin en trajik olaylardan birine imza atması hakkındadır. 1938 yılında Avusturya’nın Nazi Almanya’sı  ile birleştiğinde yasaklanan kitap, 34 dile  çevrilmiştir. Kitap, sözde  Ermeni soykırımı sırasında Ermeni toprakları Kilikya’da bulunan Musa Dağı’nda Türklerden korunan ve sonuna kadar hayat mücadelesi veren bir avuç Ermeninin direnişini konu almaktadır. İngiliz BBC 3 radyosu  bu yıl başında   bir belgesel hazırlamıştır. Programı  sunan Yunan gazeteci Maria Margaronis  kitabın sadece Ermeni halkının direnişini ve hayatta kalma gücünü anlatmakla kalmayıp, tüm dünya için bir uyarı olduğunu, Hollywood  filmi olmasını Türklerin engellendiğini açıklamıştır. )

Maria Margaronis’e en iyi cevabı ABD, Almanya, Fransa, Kanada olmak üzere birçok ülkenin üniversitelerinden teklif alan, yurt sevgisi üzerine soylu davranış gösteren ve geçenlerde vefat eden  Prof. Dr. Agop Kotoğyan (cildiyeci Kolsuz Agop) vermiştir: “Ermeni olduğun için dedeni, yoksul olduğun için kolunu kaybettiğin o ülkede ne işin var” diyenlere, “Evet doğrudur: ülkemde çok acı çektim. Sefaletin dibinde yaşadım. Doğrudur. Dedemi, çocukluğumu, kolumu kaybettim. Ama yolumu kaybetmedim. Bu ülkede yaşayan milyonlarca insandan hiçbir zaman farklı olmadığımı düşündüm. Bu topraklarda yaşayan tüm insanları kardeşim olarak benimsedim. Bir ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda geçirdiğin güzel ve iyi günleri sevmek demek değildir. İyi günde ve kötü günde burada olmak, vatanın yanında kalmak demektir yurt sevgisi.

Halil Berktay, ABD Başkanı Ronald Reagan’ın hukuk danışmanlığını yapan Bruce Fein’in, “Ermeni ölümlerinin  bir tanesi bile yetkili 1948 Soykırım Kongresi’nde soykırım olarak tanımlanmamıştır” dediğini acaba biliyor mu? “Ermeni soykırımı yalanı: 24 Nisan 2009’da Ermenileri Anma Günü’nde, Başkan Barack Obama ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarındaki 1,5 milyon Ermeninin [ölümünü] anma ile ilgili bir bildiri yayınladı. Başkan tökezledi. Mark Twain’e göre 3 çeşit yalan vardır: Yalanlar,  kahrolası yalanlar ve I. Dünya Savaşı sırasında birçok Ermeni’nin sözde soykırımda öldürüldüklerini iddia eden bir takım Ermeniler ve onların yankı odaları. Neredeyse bir asır sonra, iddia ettikleri ölüm sayısı 1,5 – 2 milyon arasında gidip gelmektedir. Ancak Ermeniler ya da onların sempatizanları tarafından yapılan en iyi tahmin 300.000-750.000 (Anadolu’da öldürülen 2,4 milyon Osmanlı Müslüman ile karşılaştırılmıştır.) – To paraphrase Mark Twain, there are three kinds of lies: lies, damn lies, and the number of Armenians who are claimed by Armenians and their echo chambers to have died in an alleged World War I genocide. Almost a century later, the number of deaths they assert oscillates between 1.5-2 million. But the best contemporary estimates by Armenians or their sympathizers were 300,000-750,000 (compared with 2.4 million Ottoman Muslim deaths in Anatolia). )

TBMM’de  toplantı öncesinde Milli Düşünce Merkezi Genel Başkanı Sadi Somuncuoğlu’nun TBMM Başkanı Sayın İsmail Kahraman’a  21 Şubat 2018 tarihinde bir protesto mektubu yazmıştır: “Başkanlığınızca düzenlenen, Meclis Sohbetleri bağlamında Türkiye’de Demokrasinin Gelişimi konulu konferans bugün (21 Şubat 2018) yapılacaktır. Öğrendiğimize göre, bizzat katılarak “şereflendireceğiniz” ve eski Meclis Başkanı Köksal Toptan’ın yöneteceği toplantıda …Prof. Dr. Halil Berktay… konuşacaklardır.  Bu kişinin yıllardır; 1915’te Ermenilere karşı etnik temizlik yapıldı, 1915 tehciri jenosiddi. Aralarında Enver Paşa, Talat Paşa gibi Osmanlı’nın son dönem en üst düzey kadrolarını Sosyal-Darwinistçi ve bu yolla ırkçı ilân ettiği bilinmektedir. Ermenistan, Ermeni Diasporası, bazı emperyalist ülkeler ve işbirlikçilerin yalanlarını, inatla ve cüretle tekrarlayan Berktay’ın hangi maksatla TBMM’ye davet edildiğini öğrenmek, Türk Milletinin en tabi hakkıdır. Sayın Başkan Sizi, Türk Milletinden özür dilemeye ve bu davranışınızı açıklamaya davet ediyoruz.”

Halil Berktay’ın TBMM’de konuşma yapması  acaba bir zincirin halkası mıdır? Sözde Ermeni soykırımı konusunda 24 Nisan’da ABD Başkanı Trump’ın “soykırım” (genocide)  kelimesini kullanması  için  ABD’de ortam hazırlanmaktadır. ABD Büyükelçisi olarak 1915-1916 yıllarında İstanbul’ da  görev yapmış olan Henry Morgenthau  Ermeni sekreterlerinin  yardımıyla derlediği yalanlarla dolu   hatıralarını ABD’ ye döndükten sonra  Büyükelçi Morgenthau’ nun Hatıraları  adı altında yayımlamıştır. (Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü, Belge Yayınları, 2015)

Aradan yüzyıl geçtikten sonra torun Robert M. Morgenthau, 25 Ocak 2018 tarihinde  The Wall Street Journal’da (WSJ)   “Trump,  Ermeni soykırımı hakkında gerçeği  söyleyecek mi?”  başlığı ile bir yazı yayımlamıştır. (Will Trump Tell the Truth About the Armenian Genocide?  He recognized the reality that Jerusalem is the capital of Israel. Such daring is needed again. By  Robert M. Morgenthau Jan. 25, 2018 7:11 p.m. ET)

Şükrü Server Aya, 2013 yılında Preposteroous Paradoxes of Ambassador Morgenthau – Büyükelçi Morgenthau’ nun  Mantıksız Çelişkileri  başlıklı kitabı ile  Morgenthau’ nun yalanlarını ortaya  çıkarmıştır.  Aya,  WSJ’daki haberin  İngilizce ve Türkçesini benimle de paylaşmıştır. Haber  aşağıdadır.

Trump Ermeni Soykırımı hakkında Gerçeği Söyleyecek mi?   Hitler Polonya’yı 1939’da işgal için emir verdiği  zaman  kumandanlarına Polonya asıllı ve lisanı konuşan erkek, kadın ve çocukların, merhamet duyulmadan ölüme sevki için verdiği emirde, buna karşı çok az itirazın olacağın teminatını vermişti. Kim buna yıl sonra, bugün Ermenilerin yok edilmesinden bahsediyor ki demişti?

“As Hitler launched his invasion of Poland in 1939, he instructed his commanders “to send to death mercilessly and without compassion, men, women and children of Polish derivation and language.” He assured his staff the world would raise little objection: “Who, after all, speaks today of the annihilation of the Armenians?”

1915 başlarında Ermeni halkın sistematik bir şekilde Osmanlı Türkleri tarafından yok edilmesi için bir referans vardı. Vuku bulan vahşete karşı durmak için dünya güçleri az gayret göstermişlerdi. Daha sonraları Türklerin ısrarlı inkârları bunu unutulan bir soykırım yaptı.

“That was a reference to the systematic destruction of the Armenian population by the Ottoman Turks beginning in 1915. World powers had offered little resistance to the slaughter as it occurred. Later, Turkey’s insistent denials made it the “forgotten genocide.”

Görünüşte bir Amerikan müttefiki olan Türkiye tarihle yüzleşmeyi reddetmektedir. ABD hükümeti de, Ermenilerin yok edilmesi olayında borcunu ödemeyi ihmal etmiştir.  ABD yönetimi Türklerin baskısına boyun eğmiş ve devamlı olarak basit bir gerçeği teyit etmekte zuhul göstermişlerdir. Ermenilerin  öldürülmesi tarihteki basit bir şansızlık değil, fakat sistematik bir soykırım idi.

“Turkey, ostensibly an American ally, still refuses to confront its history. The U.S. government also has failed to give the annihilation of the Armenians its due. American administrations have bowed to Turkish pressure and failed to affirm consistently a simple fact: The slaughter of the Armenians was not a mere misfortune of history but a systematic genocide.”

Bu tür suskunluk hayret verici değildir. Çünkü  diplomatlar ihtiyatlı ve kaçamak huyludurlar. Fakat Başkan Trump Kudüs’ü İsrail’in. başkenti olarak tanımakla, görünürde yeni bir çağı haber vermektedir.  1995 yılında Kongre  Dışişlerine Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanınması ve ABD Elçiliğinin oraya taşınmasına karar verdi. Adaylar Bill Clinton ve George W. Bush, elçiliği taşımaya söz verdi ve Barak Obama da 2008’deki konuşmasında Kudüs’ün İsrail’in başkenti olacağını söyledi.  Seçilen bir başkan fakat üçü de sözlerinden caydılar.  Şimdi en sonunda Amerika’nın Kudüs politikası, prensiplerinde tutarlı ve tarihsel gerçeklere uygundur.

“Such reticence wasn’t necessarily surprising, given diplomats’ cautious and equivocating nature. But President Trump, in recognizing Jerusalem as the capital of Israel, seems to be signaling a new age. In 1995, Congress enacted legislation directing the State Department to recognize Jerusalem as the capital of Israel and move the U.S. Embassy there. Candidates Bill Clinton and George W. Bush promised to move the embassy, and Barack Obama said in 2008 that “Jerusalem will be the capital of Israel.” Once elected president, all three reneged on their pledges. Now, at last, America’s Jerusalem policy is consistent with its principles and with historical fact.”

Bu olay beni Amerika’nın Ermeni soykırımı hakkındaki gerçeği de kabul edeceği konusunda umutlandırdı. Bin yıldır Ermeniler, şimdi Doğuda Türk toprağı olan Ağrı dağının gölgesinde yaşadılar. Tarihin büyük bölümünde Hırisyiyan azınlık ile Müslüman çoğunluk barış içinde yaşadılar. Fakat Osmanlı İmparatorluğu, 19’ncu yüzyıl sonlarında ve 20’nci yüzyıl başlarında çözülmeye başlayınca Ermeniler baskının hedefi oldular. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Türkler bunu Ermeni sorununu sonlandırmak için bir fırsat olarak gördüler.

“That makes me optimistic that America may similarly acknowledge the historical truth of the Armenian genocide. The facts are compelling. For millennia, Armenians lived in the shadow of Mount Ararat, in what is now eastern Turkey. For much of its history, this Christian minority lived in peace with its Muslim neighbors. But as the Ottoman Empire began to disintegrate in the late 19th and early 20th centuries, the Armenians became targets of oppression. As World War I loomed, the Turks saw the opportunity to settle their Armenian question.”

En başında toplumun liderleri ile aydınları tutukladılar ve infaz ettiler.  Geride klan sivil halkı da evlerinden çıkarıp Suriye çöllerinde ölüm yürüyüşlerine  yolladılar. 1.5 milyon kadar Ermeni katledildi.

“First they arrested and executed community leaders and intellectuals. Then they drove the remaining civilians out of their homes in long “death marches” to the Syrian desert. As many as 1.5 million Armenians were murdered.”

Bana göre bu  olaylar tarih kitaplarının içimde saklanamaz. Büyük babam Henry Morgenthau olayların başlangıcında,  Başkan Wilson’un Osmanlı İmparatorluğundaki büyükelçisiydi. Bunun dünyada görmediği bir ölçüde kitlesel katliam olacağını hemen anladı. Türk liderlerini protesto etti. Onlar da Ermenilerin ABD vatandaşı olmadıklarını ve elçiyi ilgilendirmeyeceğini söylediler. Ayrıca Elçinin Yahudi, Ermenilerin ise Hıristiyan olduklarını söylediler.

“For me, this chronicle is not confined to history books. My paternal grandfather, Henry Morgenthau, was President Wilson’s ambassador to the Ottoman Empire as the horror began to unfold. He quickly understood that this was slaughter on a scale the modern world had never seen. He protested to Turkish leaders, who replied that the Armenians were not American citizens and thus none of the ambassador’s concern. Besides, they said, Ambassador Morgenthau was Jewish, and the Armenians were Christian.”

Türkler  Washington’a baskı yaparak onu geri yollamakla  tehdit ettiler. Büyük babamın cevabı çok açıktı ve dedi ki: Bir Yahudi olarak, yüz binlerce Hıristiyan’ın hayatını kurtarmak için yetkim içinde olan her şeyi yapmadığımdan daha büyük bir felaket olamazdı.

“The Turks even threatened to pressure Washington to recall him. My grandfather’s reply was eloquent: “I could think of no greater honor than to be recalled because I, a Jew, have done everything in my power to save the lives of hundreds of thousands of Christians.”

Türkler yumuşamayı kabul etmediler. Büyükbabam ABD’ye dönüş yaparak bir diplomatik telgraf yolladı ve dedi ki, bir ırkın yok edilmesi ameliyesi yürürlüktedir. Bundan sonra Dışişlerimiz Birinci Dünya Savaşına katıldı ve ilgisiz cevap verdi. En sonunda büyükbabam konferanslar vererek  dünya  kamuoyunun  takdirine karar verdi.

“The Turks refused to relent, and my grandfather turned to his own government. He sent Washington a diplomatic cable reading: “A campaign of race extermination is in progress.” The State Department, then preoccupied with World War I, responded with indifference. Ultimately my grandfather decided to appeal to the world’s conscience through a series of speeches.”

Daha sonra  büyük bir yardım kampanyası ile  kurtulmuş olanların yerleşmelerine yardım etti.  Fakat soykırımın Ermeni halkı üzerinde ve büyük babamın ruhunda tarif edilemez bir bedel bıraktı. Amerika’ya döndü ve kurtulanlara yardım etmeye karar verdi. Günlerini bazen Ellis adasında geçirerek Henry Amca olarak  kimseleri olmayan göçmenlere destek oldu.  Ayrıca başka bir şey yaptı. Kendi çocuklarına ve torunlarına  tanıklık  ettiği tarihi öğretiden  çıkardığı ders çok  açıktı:  İlkeler,  hızlı çözümlere feda edilince, kaçınılmaz sonuç trajedidir.

“Eventually a massive aid campaign helped resettle the scattered survivors. But the genocide had exacted an unfathomable toll on the Armenian people—and on my grandfather’s spirits. He returned to the U.S. determined to spend his days helping the survivors, sometimes appearing at Ellis Island as “Uncle Henry” to sponsor refugees who had no one to meet them. And he did something else. He taught his children and his grandchildren the history he had witnessed. The lesson he drew was clear: When principle succumbs to expediency, the inevitable result is tragedy.”

Hitler Polonya’yı  işgal edince  falcılık öngörüsü gerçekleşti, dünyan Ermenileri unutkanlığı sayesinde de teşvik gördü. Amerika için, bu uykuculuktan uyanmanın uygun zamanıdır.  Her Nisan ayında Başkan, Ermeni halka uygulanmış düşmanlıklar hakkında bir demeç verir. Fakat Türk baskısı  sebebiyle  bu demeçte “soykırım” kelimesi olmamıştır. Bu değişmelidir.

“That prophecy was realized when Hitler invaded Poland, emboldened by the world’s amnesia about the Armenians. It is high time for America to emerge from that amnesia. Every April, the president issues a proclamation recognizing the atrocity that was inflicted on the Armenian people. But bowing to Turkish pressure, that proclamation has never contained the word  ‘genocideThat must change.”

Bazı kimselerin, ‘Türklerin gazabı, Amerikan  çıkarlarına zarar verebilir’ sözünü hafife almıyorum.  Elçiliğin Kudüs’e naklinin barış görüşmelerini zorlaştıracağı görüşüne de saygılıyım. Fakat adaletli bir dünya, sahtekarlıklar ve kaçamak sözler üzerinde  kurulamaz. Başkan Tump, Ermeni soykırımını açıklayarak gerçeğe  bağlılığını gösterecektir. Bu, bütün dünyada iktidarda olan haydutlara açık bir mesaj olacaktır. Suç eylemleri cezasız kalmamalıdır.

“I do not underestimate the concerns of those who say the wrath of Turkey may work against U.S. interests—as I do not dismiss those who say moving the embassy to Jerusalem may complicate peace negotiations. But a just and lasting world order cannot be built on falsehoods and equivocations. Let President Trump demonstrate that commitment once more by declaring the truth of the Armenian genocide. This would send clear message to the thugs in power around the world: Your criminal acts will not go unnoticed.” (https://www.wsj.com/articles/will-trump-tell-the-truth-about-the-armenian-genocide-1516925489)

Robert M. Morgenthau, 25 Ocak 2018 tarihinde   The Wall Street Journal’da “Trump,  Ermeni soykırımı hakkında gerçeği  söyleyecek mi?”  başlığı ile bir yazı yayınlanmadan 1,5 ay önce 9 Aralık 2017 tarihinde Turksih Forum’daki“Donald Trump Kudüs Açıklamasının Ardından 24 Nisan’da ‘Türkler Ermenilere Soykırımı Yaptı’ Derse Ne Olur?” başlıklı yazımda dikkati çekmiştim: “Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla ilgili açıklaması, Birleşmiş Milletler kararlarını açıkça ihlal eden ve barışı dinamitlen bir gelişmedir. Trump Türkiye’nin bu konuda gösterdiği sert tepki  ve Ermeni lobilerinin baskısıyla 24 Nisan’da sözde Ermeni soykırımını ‘genocide’ kelimesini kullanarak tanıyabilir…

ABD’de güçlü bir Ermeni diasporası ve  lobisi  vardır. Son olarak 6 Kasım’da ABD’nin Indiana Eyaleti Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Ermenilere soykırım yaptığını kabul eden tasarıyı onaylamıştır.  Böylece ABD’de sözde Ermeni soykırımını kabul eden eyalet sayısı 48’e yükselmiştir… Bu sebeple yumurta kapıya gelmeden, iş işten geçmeden şimdiden tedbir alınmasında yarar vardır. Türkçede bir deyim vardır: Delidir, ne yapsa yeridir.  Bir insanın deli olduğu için beklenmeyecek şeyler yapabileceğini, dolayısıyla kendisinden sakınılması gerektiğini bildiren sözdür.”

Hükümet bu gelişmeleri dikkate alarak 24 Nisan için şimdiden önlem almalıdır. Türk düşmanı Ermeni diaspora lideri Harut Sasunyan’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan için açıkladığı sözde iyi niyetinin ardındaki gizli gerçeği  yetkililerin  anlamasında yarar vardır: “We hope that Pres. Erdogan remains in office as he persists to undermine Turkey’s reputation worldwide!” )

Hollanda Parlamentosu’nun da sözde Ermeni  soykırımını kabul etmesinden sonra   CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun tepkisini çok merak etmekteyim. Kaftancıoğlu, 24 Nisan 2012 tarihli gönderisinde “Tarihte Bugün: Ermeni Soykırımı başladı. Katledilen Ermeni vatandaşlarımızı anıyoruz, 19:15’te Taksim’de” ifadelerini kullanmıştır. Acaba Kaftancıoğlu bu tweeti atarken ASALA tarafından şehit edilen diplomatlarımız aklına gelmiş midir?   diye 18 Ocak 2018  tarihinde bu köşedeki yazımda sormuştum. (https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/01/18/chpli-kaftancioglu-ermeni-soykirimi-basladi-derken-fransiz-yazar-benard-acikladi-ermeni-soykirimi-yoktur/)  Ayrıca İsveç’in aldığı  kararı da paylaşıyorum ki, Kaftancıoğlu belki bu ülkenin yasaklama kararından etkilenir, 26 Şubat Hocalı  katliamını da hatırlamış olur.

İsveç’te Vatan Partisi’nin girişimleriyle İsveç’te in  sözde Ermeni soykırımı anıtı dikmesi yasaklanmıştır. İsveç Yüksek İdari Mahkemesi (Högsta Förvaltningsdomstolen) Norrköping Belediyesi’nin Norrköping kenti merkezindeki parkın ortasına bir sözde Ermeni soykırım heykeli dikme hakkı olmadığını onaylamıştır. İtiraz edilemeyen Yüksek Mahkeme kararıyla İsveç’te artık  belediyeler  soykırım anıtı dikemeyecektir.

Belediye Başkanı ve üyelerinin çoğunluğu Sosyal Demokrat olan Norrköping Belediye Meclisi 20 Nisan 2015 tarihinde anıt dikme kararı alınca Norrköping’de oturan Vatan Partisi üyesi Kenan Gündoğdu mahkemeye başvurarak karara itiraz etmiştir.  Gündoğdu,  Belediye Başkanı Lars Stjernkvist’i ziyaret ederek tarihi gerçekleri anlatmış, Ermenistan’ın ilk Başbakanı  Ovannes Kaçaznuni’nin Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok ve A. A. Lalayan’ın Taşnak Partisi’nin Karşı Devrimci Rolü kitaplarını  hediye etmiştir. Buna  rağmen Norrköping Belediyesi  anıt dikilmesi kararını almıştır.

Karar Norrköping İdare Mahkemesi’ne taşınmış, Mahkeme Belediye’nin Nisan 2015’te almış olduğu anıt dikme kararını iptal etmiştir. Belediye karara Yüksek İdare Mahkemesi’nde (Högsta Förvaltningsdomstolen) itiraz etmiştir. Kararın incelenmeye alınması için, içtihat açısından bir önemi olması gerekirken Yüksek İdari Mahkeme (Högsta Förvaltningsdomstolen) kararı incelemeye  almadan itirazı reddetmiştir. Böylece  karar kesinleşerek  diğer belediyeler için de bağlayıcı olmuştur. Böylece AİHM’nin Perinçek-İsviçre Davasında aldığı karar, Avrupa’da bağlayıcı içtihat olarak uygulanmaya başlanmıştır.

Perinçek ve 28 Kasım 2017 tarihli   Mercan ve diğerleri kararlarına (Affaire Mercan et Autres C. Suisse, Requête No 18411/11) rağmen  sözde Ermeni soykırımını kabul eden  Avrupa ülkelerinin  parlamentolarının   soykırım kararlarının geri alınması sağlanmadığı sürece, diğer ülkelerin  de Ermeni diasporasının etkisiyle Türkiye aleyhine karar almaya devam etmeleri  kaçınılmazdır.  


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir