ABD ve Türkiye 28 Aralık’ta vize kısıtlamalarını kaldırmışlar, fakat karşılıklı açıklamalar birbirini tutmadığı için sıkıntılı bir durum da ortaya çıkmıştır. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği “Türk hükümeti, Büyükelçilik ve Konsolosluklarımızdaki yerel çalışanlarımızın, Türk yetkililerle iletişim dahil olmak üzere resmi görevlerini yerine getirdikleri için gözaltına alınmayacağı veya tutuklanmayacağına dair üst düzeyde sağladığı güvenceye bağlı kalmıştır” ifadesini kullanırken, Washington’daki Türkiye Büyükelçiliği, “ABD’nin Türkiye’den güvence aldığını ileri sürerek Türk ve Amerikan kamuoylarını yanlış bilgilendirmesini doğru bulmuyoruz” açıklamasında bulunmuştur.
ABD’nin Türk vatandaşlarına uyguladığı vize kısıtlamalarını kaldırması bir lütuf olmayıp, müttefik bir ülkeye uygulamış olduğu ambargoya son vermesidir. ABD ile vize krizi, açıklamalar birbirini tutmasa da çözülmüştür. Bu ihtilaf, Johson mektubu ültimatomundan sonrasındaki en önemli krizdi.
İki kriz arasında ABD’li bir bakanın Türk askerine yönelik hoş olmayan bir benzetmesi de olmuştur. ABD Savunma Bakanı John Dulles, Kore savaşı sırasında, “Müttefik güçler, en ucuz askeri Türkiye’den sağlıyor, bir Türk askerinin maliyeti 23 Cent’e denk geliyor” diyerek müttefik bir ülke (Ally) askerini küçük düşürmüştür. Bunun üzerine Nazım Hikmet Ran, Kore’ye asker göndermemize tepki olarak 16 Temmuz 1953 tarihinde 23 Sentlik Askere Dair bir şiir yazmıştır. Şiir aşağıdadır.
Kore yarımadasında 25 Haziran 1950 tarihinde başlayan savaşta Güney Kore’ye yardım için BM şemsiyesi altında ABD’nin dışında 15 ülke asker göndermiştir. 3 yıl süren savaşta Türkiye’den 5090 askerden oluşan bir tugay görev almış, 741 Türk askeri şehit, 2 binden fazla askerimiz ise gazi olmuştur. Ayla filmiyle hikayesi beyaz perdeye aktarılan Koreli Eunja Kim‘in manevi babası son Kore Gazisi astsubay Süleyman Dilbirliği ise çok yakın bir tarihte 7 Aralık’ta tedavi gördüğü hastanede vefat etmiştir.
Türk vatandaşlarına vize verilmemesi, ABD’nin müttefik bir ülkeye uyguladığı ikinci gözdağı verme girişimidir. İlki, dönemin ABD Başkanı Johnson tarafından imzalanan ve daha sonra Johnson mektubu olarak tarihe geçen mektuptur. 5 Haziran 1964 tarihinde Başbakan İsmet İnönü’ye gönderilen mektupta, Türkiye’nin adaya tek taraflı müdahalesinin Türk ve Yunan tarafları arasında savaşa yol açabileceği belirtilmiştir. Johnson mektubu o zaman açıklanmamış, Hürriyet gazetesi tarafından ele geçirilerek 13 Ocak 1966 tarihinde yayınlanmıştır. Bunun üzerine Hükümet ertesi günü mektubu ve İnönü’nün cevabını basınla paylaşmıştır.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden hocam Prof. Dr. Fahir Armaoğlu’nun 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi: 1914-1995 kitabında (12. Baskı, s. 788-791) yer alan bilgiye göre Türkiye,1963 Aralık ayında Türk toplumunun güvenliğini korumak amacıyla 1960 Garanti Anlaşması uyarınca Kıbrıs’a müdahalede bulunmaya karar vermiş, Türk askerinin 7 Haziran’da Kıbrıs’a çıkması planlanmıştır. ABD plandan haberdar olunca 2 gün önce çıkarmayı önlemek için girişimde bulunmuş, Türkiye’yi kararından caydıramayınca Başkan Johnson İsmet İnönü’ye tehdit dolu bir mektup göndermiştir.
Mektupta özetle, “Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri bir müdahale, kendisini Sovyetler Birliği ile bir çatışma durumuna sokabilir. Türkiye, NATO’lu müttefiklerine danışmadan, onların rıza ve onayını almadan böyle bir harekete giriştiğine göre, acaba NATO’nun Türkiye’yi savunma yükümlülüğü var mıdır? Türkiye bu noktayı herhalde düşünmedi. Türkiye ile ABD arasında mevcut 12 Temmuz 1947 tarihli yardım anlaşmasının 4’ncü maddesine göre, Türkiye ABD’nin verdiği silahları Kıbrıs’a müdahalede kullanamaz. Çünkü bu silahlar Türkiye’ye savunma amacı ile verilmiştir. Görüşmeler için Başbakan Washington’a giderse, Başkan Johnson bundan memnun olacaktır” denilmiştir.
12 Mart 1947 Truman Doktrini ile Türk-Amerikan ilişkilerinde olumlu bir gelişme başlamış, 5 Haziran 1964 tarihli Johnson mektubu, taraflar arasındaki iyi ilişkileri tersine çeviren olumsuz bir dönüm noktası olmuştur.
O dönemde İnönü’nün Kıbrıs işlerindeki danışmanı olan, 19 Temmuz 1980 tarihinde İstanbul Dragos’ta Dev-Sol militanlarınca şehit edilen eski Başbakanlardan Prof. Dr. Nihat Erim olayı şöyle yorumlamıştır: “Denebilir ki, o zamana kadar dünyanın tek memleketi Türkiye idi ki, orada Amerikalılara ‘Go Home’ denmiyordu. Bu Johnson Mektubu’ndan sonra Türk kamuoyunda Amerika’ya güven çok sarsılmıştı ve ilk defa olarak Türkiye’de Amerika’ya karşı olumsuz bir kamuoyu meydana gelmeye başlamıştı. Bundan sonraki yıllarda bu daha da kuvvetlenmiştir.” Erim, 24 Kasım 1956 tarihinde Kıbrıs’taki Türk varlığının korunması ve güçlendirilmesi için bir rapor hazırlamış, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e sunmuştur. Rapor’da, Kıbrıs’ta en iyi çözüm yolunun taksim olduğu vurgulanmıştır. (H. Z. Kapcı, Journal of Modern Turkish History Studies, XIV/29, 2014 Autumn, s.353-375)
İnönü, Türkiye’yi ağır bir dille eleştiren mektuba 13 Haziran’da yumuşak bir ifadeyle cevap vermiştir. Mektubun yazılış tarzı ve içeriğinin hayal kırıcı olduğu, Türkiye’nin ABD ile danışma halinde bulunduğu, Kıbrıslı Rumların Türklere saldırdığı, Yunanistan’ın bu konuda sessiz kaldığı, Türkiye’nin uyarmalarına rağmen ABD’nin bir şey yapmadığı belirtilmiştir. Bu süreçte İnönü, Başkan Johnson’un davetini kabul ederek, 21 Haziran’da Johnson’un özel uçağı ile Washington’a gitmiştir. Türkiye Kıbrıs krizi sürecinde 25 Aralık 1963, 15 Şubat 1964, 13 Mart 1964 ve 7- 5 Haziran 1964 tarihlerinde olmak üzere dört defa Kıbrıs’a müdahale etmeyi düşünmüştü.
ABD ile gerilen ilişkiler sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önce muhtarlar toplantısında kullandığı “EY AMERİKA, bizimle beraber misiniz yoksa bu terör örgütü PYD ve LPG’yle mi berabersiniz?” cümlesini, “EY AMERİKA, bizimle beraber misiniz yoksa bize düşman mısınız?” şeklinde tekrarlasaydı, acaba ABD ile daha fazla bir restleşme olur muydu bilemem.
23 Sentlik Askere Dair
Mister Dallas, sizden saklamak olmaz, hayat pahalı biraz bizim memlekette.
Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz, koyun eti Ankara’da 23 sente,
Yahut bir kilodan biraz fazla mercimek, elli santim kefen bezi yahut da bir aylığına yirmi yaşlarında bir tane insan erkek,
Ağzı burnu, eli ayağı yerinde, üniforması, otomatiği üzerinde, yani öldürmeye, öldürülmeye hazır.
Belki tavşan gibi korkak, belki toprak gibi akıllı, belki gençlik gibi cesur,
Belki su gibi kurnaz, belki ömründe ilk defa denizi görecek, belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
Yahut da aynı hesapla Mister Dallas,
Satarlar size bu askerlerin otuz beşini birden İstanbul’da bir tek odanın aylık kirasına,
Seksen beş onda altısını yahut bir çift iskarpin parasına.
Yalnız bir mesele var Mister Dallas, herhalde bunu sizden gizlediler.
Size yirmi üç sente sattıkları asker,
Mevcuttu üniformanızı giymeden önce de, mevcuttu otomatiksiz filan,
Mevcuttu sadece insan olarak, mevcuttu tuhafınıza gidecek, mevcuttu hem de çoktan mı çoktan daha sizin devletin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
Mesela Mister Dallas,
Yeller eserken yerinde sizin New York’un,
Kurşun kubbeler kurdu o, gök kubbe gibi yüksek, haşmetli, derin.
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
Halı dokur gibi yonttu mermeri ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
Ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
Dahası var Dallas,
Sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz zulüm gibi, hürriyet gibi, kardeşlik gibi sözlerin,
Dövüştü zulme karşı o, ve istiklal ve hürriyet uğruna ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek ve yarın yanağından gayri her yerde, her şeyde, hep beraber diyebilmek için,
Yürüdü peşince Bedrettin’in,
O, tornacı Hasan, köylü Memet, öğretmen Ali’dir,
Kaya gibi yumruğunun son ustalığı, 922 yılı 9 Eylül’üdür.
Dedim ya, Mister Dallas,
Herhalde bütün bunları sizden gizlediler
Ucuzdur vardır illeti,
Hani şaşmayın, yarın çok pahalıya mal olursa size bu 23 sentlik asker,
Yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim, her millet gibi büyük Türk milleti.
Yazıları posta kutunda oku