Muhterem Cemaat Dedemiz Abdülmecid’i Nasıl Bilirsiniz!

Ben kitabı okumadım. Ancak akademisyen olan bir sosyal medya arkadaşım, kendi facebook sayfasında, Yaşar Yazıcıoğlu'nun "Değişmeyen Zihniyet" isimli kitabının 105. sayfasından alıntı ile şu bilgiyi paylaşmış: - hilafet abdulmecit
Abdülmecit
Abdülmecit

Ben kitabı okumadım. Ancak akademisyen olan bir sosyal medya arkadaşım, kendi facebook sayfasında, Yaşar Yazıcıoğlu’nun “Değişmeyen Zihniyet” isimli kitabının 105. sayfasından alıntı ile şu bilgiyi paylaşmış:

“Sultan Abdülmecit önceki hiçbir Osmanlı padişahı yapmadığı halde kendisi İngiliz Büyükelçiliğinin Piskoposu önünde eğilerek ‘Saint Georg Hıristiyan Tarikatinin müritleri arasına adını yazdırıp, Hıristiyanlığı yüceltmekle görevli Garter Haçlı şövalyesi olmuştur’. Kendisine ‘Garter Şövalyeleri-Dizbağı’ nişanı verilmiştir. Piskopos törende Abdülmecid’e ‘siz bundan sonra İsa yolunda çalışacak, onun için her türlü özveriyi yapacak bir şövalyesiniz’ demiş. İslam halifesi Abdülmeci de ‘Evet’ demiştir. 155 yıl sonra Abdullah Gül de aynı nişanı bu sefer Kraliçe II. Elizabeth’ten almıştır. Abdülmecit hayranı olan ancak dini gerçek makamına oturtmaya çalışan Mustafa Kemal ATATÜRK”e ‘din düşmanı’ diyen paryalar bunları da okumalılar.”

Akademisyen Turgut Subaşı, Fransa’nın, Sultan Abdülmecid’e Fransa’nın en itibarlı nişanı “Lejyon Donör (Légiond’honneur)” nişanı vermeye karar vermesi ve bu nişanın Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi M.Thouvenel tarafından Sultan’a takdim edilmesi, Sultan’ın da bunu kabul etmesi üzerine, Osmanlı devletinin, Fransa’ya yaklaşmasından endişe eden İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Stratford Canning’in, Kraliçe Victoria nezdindeki girişimleri sonucunda Abdülmecid’e, Büyük Britanya asalet rütbelerinin en büyüğü sayılan “Knight of the Garter (Dizbağı Nişanı)” verilmesine karar verildiğini ve nişanın, Padişaha verilmek üzere 1 Kasım 1856 tarihinde İstanbul’a gönderildiğini belirmektedir.(1)

odatv.com isimli internet sitesinde bulunan Mehmet Yiğittürk imzalı ve “Abdullah Gül’le Abdülaziz Arasındaki Şaşırtıcı Benzerlik” başlıklı yazıda bulunan “Tıpkı Abdülmecid’e olduğu gibi Abdülaziz’e de dizbağı nişanı verilerek Garter şövalyesi yapıldı. Tören kilisede değil bir gemide yapıldı. Bu bir Haçlı şövalyeliği unvanıydı…” şeklindeki cümlelerden de anlaşılıyor ki; 1867 yılında İngiltere’ye yapmış olduğu ziyaret sırasında Padişah Abdülaziz’e de verilmiş aynı nişandan(2).

Mart 2014 ayı içinde yayınlanan “Gül’ün Kabul Ettiği “Dizbağı Nişanı’nı Lawrence Bile Reddetmişti” başlıklı yazımızda(3) konuya biz de değinmiş ve şöyle demiştik:

(…Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından verilen “Dizbağı”‘ nişanı hakkında bir miktar bilgi vermek isterim. Bu ödülün mahiyeti hakkında, ödülün verildiği tarihlerde epeyce yazıldı, çizildi Türkiye’de. Umumiyetle “Dizbağı” nişanı olarak da bilinen bu nişan hakkında bir internet sitesinde şu bilgilere yer verilmektedir:

“İngiltere’nin en büyük nişanıdır. 1348′de Kral III. Edward tarafından ihdas edilmiştir. Öteki nişanlar gibi, Dizbağı nişanı da ancak, hükümdar tarafından, pek büyük tarihi hizmet görenlere verilir. Sol diz üzerine takılır; takan kraliçe ise, dize değil, kola iliştirilir. Bu nişanın ortaya çıkmasına şöyle bir olay yol açmıştır: Bir baloda, Salisbury Kontesi, Kral III. Edward’la dans ediyordu. Bir ara, kontesin çorap bağı çözülmüştü. Kontes bundan utanmış, eğilip bağı yerden alamamıştı. Bunun üzerine Kral, Kontes’in utancını gidermek için, eğilip bağı kendisi aldı, göğsüne taktı. Edward’in gösterdiği bu incelik asiller arasında pek beğenildi. Ondan sonra, Dizbağı nişanı ortaya çıktı.”(4).

Yazar Ahmet Dursun, kendi bloğunda yayınladığı “İngiliz Kraliçesi Abdullah Gül’e ne taktı?” başlıklı yazısında şu bilgileri derlemiş:

“Kraliçe, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ‘Büyük Şövalye Nişanı’ taktı… ‘Büyük Şövalye Nişanı’(?) Bizim, mütareke basınının çevirisi böyle. Orijinal İsmi: ‘Knight Grand Cross of the Order of the Bath’ Şimdi, siz çevirin. Bakalım, yukarıdaki gibi masum bir ‘Nişan’ mıymış. Bu kutsal (!) ‘nişan’. İngiltere’nin en önemli devlet armağanı, Hıristiyanlığın da. Çünkü, gördükleri önemli işlerden dolayı, kişileri onurlandırmak için veriliyorlar. Ama yalnızca, Ulu Haç (grand cross) için mücadele verenlere. Nişan da ana tema, Haç! Haç’ın ortasında üç taç, Merkezden dışa doğru ise ‘Üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ ifadesi olan güneş sembolü var”(5).

Okumaya devam et  Kürt Oyununa Karşı Açılalım Güzelleşelim!

Abdülmecid, Abdülaziz ve Abdullah Gül’ün Kabul Ettiği Nişanı Atatürk Kabul Etmemişti!

Ulusal Strateji Merkezi-USMER İstanbul Başkanı Haluk Dural, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e İngiliz Kraliçesi II. Elizabeth tarafından, İngiltere’ye önemli hizmetler yapmış kişilere, yani ‘adanmış kişilere’ takılan ‘Knight Grand Cross of the Order of the Bath’ (Ruhani Safiyet Derecesinin Şövalye Büyük Haç Nişanı) nişanının, Gül tarafından taşınmasının anayasaya aykırı olduğunu” iddia ediyor(6). İşte bunun içindir ki; Mustafa Kemal Paşa 1932 yılında kendisine verilen bu nişanı geri çevirmiştir! Konuya ilişkin bilgiler şöyledir:

“1932 yılının Ağustos ayında çok sakin geçen bir Çankaya sofrasında Atatürk okuduğu gazetede İngiliz gazetesine dayandırılan bir haberde ‘İngiltere hükümeti Atatürk’e Dizbağı Nişanı verecekmiş’ şeklinde geçen bir haberi İnönü’ye gösterir. Aslında böyle bir teklif yoktur. İnönü haberin hemen tekzip edilmesi gerektiğini Atatürk’e söyler. Atatürk ise tekzip edilsin fakat tekzip metnine ‘Zaten İspanya kralından arta kalan böyle bir nişan, Türk Reisicumhuru’na verilemez. Verilecek olsa bile Türkiye Reisicumhuru o nişanı kabul etmez’. diye bir cümle eklenmesini ister. İnönü ise nişanın verilmesi söz konusu değilken, verilse de almayız demenin gereksiz olduğunu ifade eder. Bunun üzerine Atatürk ‘Sen benim dediğimi ilave et. İngilizler beni sever. Onlar benim için Loyt Corc’u bile attılar’ der. İnönü, kızgın bir üslupla: ‘Loyt Corc atılmadı, siyasetinde başarılı olamadığı için kabineden çekildi’ diye karşılık verince Çankaya sofrasında ortam bir anda gerilir. Atatürk öfkelenir ve ‘İsmet Paşa’nın itirazının sebebini anlıyorum. Geçen gün İktisat Vekili’ne yaptığım muameleye kızdı’ der”(7).

Anlaşılacağı gibi; 2010 yılında Gül’e verilen nişanın 1932 yılında Mustafa Kemal Paşa’ya verileceği konusunda bir haber çıkmış, Mustafa Kemal Paşa da bu konudaki hassasiyetini dile getirmiştir. Efendim, verilmesi mevzubahis değildi, sadece bu konuda bir haber çıkmış vs. demenin hiçbir anlamı yok. Bu konuda çıkan bir gazete haberi bile devletin katında tartışma konusu olmuş ve verilmesi halinde ortaya konulacak tavır önceden belli edilmiştir.

Ben kitabı okumadım. Ancak akademisyen olan bir sosyal medya arkadaşım, kendi facebook sayfasında, Yaşar Yazıcıoğlu'nun "Değişmeyen Zihniyet" isimli kitabının 105. sayfasından alıntı ile şu bilgiyi paylaşmış: - ismet

Yeri gelmişken (antiparantez olarak) söyleyelim; Lozan’ı hezimet olarak gösterip, o dönemin devlet adamları aleyhine olmak üzere ağızlarına geleni söyleyenlere ve hatta Yunan işgal güçlerini halifenin ordusu olarak görüp karşı gelinmemesini tavsiye eden Teali İslam Cemiyeti zihniyetinin bugünkü temsilcilerine bir cevap olmak üzere belirtelim ki; o dönemin Yunan Basını, Lozan anlaşmasını imzalayan İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’u ve Yunan Başbakanı Venizelos’u tavuk, İsmet Paşa’yı da horoz olarak karikatürize ettiğine göre; Lozan Barış Antlaşması bizim için kesin bir zaferdir!

Gül’e Verilen Dizbağı Nişanını İngiliz Casusu Albay Lawrence Bile Kabul Etmemiştir!

Bırakın Mustafa Kemal Atatürk gibi devlet kuran bir dehayı, Arap dünyasını Osmanlı’ya karşı ayaklandıran ve Osmanlı’yı arkadan vurmalarına sebep olan Thomas Edward Lawrence bile kabul etmemiştir bu nişanı! Tarihçi Cemal Kutay, Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Kuşçubaşı’ndan naklen hadiseyi şöyle nakleder kitabında:

“İngiltere Başvekili Loyt Corc’la, Bahriye Nâzırı Vinston Çorçil gibi iki değişmez hayranının saray nezdinde yaptıkları sürekli girişimler sonucu Büyük Britanya Kralı ve Hindistan İmparatoru olan Beşinci Jorj’un, Lavrens’e meşhur “Diz Bağı” nişanının “Kuğu Kuşlu” sunu vermeye razı olduğunu ve ödül verme merasimi sırasında Lavrens’in âdet gereği kralın önünde diz çökmesi gerekirken bunu yapmadan ilerledikten sonra hayret dolu bakışlar altında bizzat kralın elindeki nişanı eliyle reddederek: ‘Haşmetmeâb!.. Ben sizin hükümetinizin verdiği söze istinat ederek, dünyanın bize inanmış uzak köşelerinde yaşayan insanlara teminat verdim, onları istediğiniz yola sevk ettim. Fakat şimdi sizin hükümetiniz bu sözlerini inkâr ediyor. Oralarda, bir yalancı olarak anılmaya mahkûm edilmiş bir emektarınızın göğsüne, haşmetlû Büyük Britanya’nın bu en büyük nişanını, asalet ve sözün kaynağı ellerinizle takarak sizi zor vaziyette bırakmaktan nefsimi men ediyorum…’ dedikten sonra, ‘Nişanını takmak üzere üç adım atarak, bir ferde en büyük iltifatı göstermiş olan kralını şaşkın ve çaresiz bırakarak, sert adımlarla merasim salonunu terk etmişti…”(8)…)

Okumaya devam et  TARİH : Osmanlı Devleti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasındaki İlişkiler (1918-1920)

Tarihçi Murat Bardakçı’ya Göre Dedemiz Abdülmecid Hovardanın Biriymiş!

Millet olarak çok kötü bir huyumuz var ki; bu durum muhafazakâr toplum kesimlerinde çok daha belirgindir. Bu toplum kesimlerine göre; başta Büyük Atatürk olmak üzere; Cumhuriyet döneminin devlet adamları din düşmanı ve hatta ayyaş, Osmanlı döneminin devlet adamları ecdattır ve onlar, evliya mertebesinde dindar adamlardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bile 2011’de Başbakan olduğu sırada “Marmaray” hakkında bilgi verirken şöyle diyordu: “Bu proje, bu kardeşinizin, ta belediye başkanlığından itibaren rüyasıdır. Ama bunun tarihi, Osmanlı’ya dayanır. Diyorlar ki ‘efendim bu Ecevit’in projesidir’. Ecevit de bunu söylemiş olabilir, ama bir projeyi söylemek, yapmak demek değildir. Varsa projesi neredeydi. İnsan bunu da görmek ister. Dillendirmiş olabilir, doğrudur. Dillendirmesi bile bunlara göre daha hayırlıdır. Biz ise şu anda bunun adımını atıyoruz. Marmaray’ı merhum Abdulmecid dedemiz mimari çizgilerini çizmiş. Arşivlerden onu çıkardık…Biz o çizgiler üzerinden hareketle, iktidarımız döneminde bir adımını attık.”(9)

Peki Tayyip Erdoğan’ın, “Abdülmecit dedemiz” olarak kabullendiği, muhtemelen “Marmaray Projesi” ile ilişkilendirilerek Laik Demokrasimizin Kıblegâh’ı ve mabedi olarak kabul edilen TBMM tarafından, vefatının 150. yılı sebebiyle 2011 yılında resmi törenlerle anılan ve yukarıda da bahsedildiği üzere İngiliz Kraliyet ailesi tarafından “Diz Bağı” nişanıyla taltif edilen Sultan Abdülmecid’in gerçekte kim olduğunu biliyor muyuz? Sanmıyorum. Öncelikle belirtelim ki; 1839 yılında henüz 17 yaşında iken babası II. Mahmut’un vefatıyla padişah olan Abdülmecit, 1839 Tanzimat Fermanı ile 1856 Islahat Fermanı’nı yayınlayarak Osmanlı’nın parçalanma ve yıkım sürecini hızlandıran adamdır. Zira bu iki fermanla, yabancı ülkeler, Osmanlı İmparatorluğu’nun iç işlerine müdahale hakkı kazanmışlar, başta Ortodoks Hıristiyanlar olmak üzere, imparatorluğun Hıristiyan halklarını himaye hakkı kazanmışlar ve onları imparatorluktan ayrılmaları konusunda sürekli kışkırtmışlardır. Dizbağı Nişanı’nın, Islahat Fermanı’nı yayınladığı 1856 yılında verildiğini unutmayalım lütfen.

Abdülmecid, Sultan Abdülaziz’in ağabeyi, Sultan 5. Murat (Deli Murat), Sultan II. Abdülhamit, Sultan 5. Mehmet (Sultan Reşat) ve Sultan Vahdettin’in babalarıdır. Demek oluyor ki; Abdülmecit’in dört oğlu da sırayla padişah olmuşlardır. Babası II. Mahmut’un 1808’de padişah olduğunu düşünürsek, 1808’den 1922 yılına kadar, 114 yıl süreyle Osmanlı’yı dede, oğul ve torunları yönetmişlerdir. Tek istisnası, Abdülmecid’in vefatıyla 1961 yılında kardeşi Abdülaziz tahta çıkmış ve 1976 yılına kadar o yönetmiştir devleti. Bu da demektir ki; bu 114 yıllık süredeki bütün günahlar ve sevaplar (Abdülaziz dönemini istisna tutarsak) dede, baba ve 4 kardeş torun olarak bu 6 padişaha aittir.

Okumaya devam et  Abdullah Gül yargılanacak mı?

II. Mahmut döneminde olmak üzere; 1838 yılında İngiltere ile imzalanan Baltalimanı anlaşmasıyla büyük ölçüde İngiliz sömürüsüne açılan Osmanlı ekonomisi, daha sonra oğlu Abdülmecit ve torunlarınca diğer ülkelere de tanınan benzer imtiyazlarla büsbütün yabancı ülkelerin talanına hasredilmiştir. 1834-1858 yılları arasında Londra Büyükelçiliği, Hariciye Hazırlığı ve Sadrazamlık görevlerinde bulunan Mustafa Reşit Paşa’nın da etkisiyle yabancı ülkelere verilen imtiyazların en kapsamlılarını ise “dedemiz!” Abdülmecid vermiştir. Çünkü onun zamanında yayınlanan Tanzimat ve Islahat Fermanları, devletin temeline konulan iki dinamit görevi görmüş ve devletin çözülmesine giden yolda en büyük iki faktör olmuştur.

Peki, 1839-1961 yılları arasında olmak üzere 22 sene süreyle devleti yöneten Dedemiz(!) Abdülmecid’in karakteri nasıldı; zafiyetleri var mıydı? Gazeteci Soner Yalçın’a bakılırsa; Dedemiz(!) Abdülmecid, içki içen birisiydi ve alkollü içkilerden bira içiyordu! Şöyle diyor Soner Yalçın: “Hans Bart ‘Doğu’da Bira Üzerine İncelemeler’ adlı kitabında, Württemberg Prokopp adlı kişinin eşek-katır sırtında İzmir bölgesinde bira sattığını yazdı. İzmir’de ilk birahaneyi de açan oydu. Bira İzmir’den İstanbul’a gelmişti. İçkiyi sevdiği bilinen Sultan Abdülmecit’in bira içtiğini düşünebiliriz. Zaten hükümdarlığı döneminde biraya ait ilk mevzuat 1847’de konuldu. Bu tarihten önce birahaneler açılmaya başlanmıştı..”(10)

Tarihçi Murat Bardakçı’ya göre ise Dedemiz(!) Abdülmecid, içkiye ve kadına pek düşkünmüş! Hatta tam anlamıyla hovardanın tekiymiş! Öyle ki; ölümü de içki ve kadın yüzündenmiş! Şu sözler Murat Bardakçı’ya aittir ve “Tarihin Arka Odası” programında söylenmiştir: “Sultan Abdülmecit’in (II. Abdülhamid’in ve Vahdettin’in babaları), içki ve kadın yüzünden, yani sefahat alemleri yüzünden öldüğü söylenir. Tebdili kıyafet ederek saraydan kaçar, Beyoğlu’na eğlenmeye gidermiş. Öyle ki; ‘Ortaköy’ün yarısı Abdülmecit’in çocuğudur’ dermiş o dönemin insanları!”(11)

Netice olarak; tarihi olayları ve tarihi şahsiyetleri yargılarken olabildiğince tarafsız ve objektif olmak durumundayız. Çünkü duygularımız ve önyargılarımız bizi yayınlatabilir…
_____________
1- Yrd.Doç. Dr. Turgut Subaşı, “Stratford Canning’in Raporlarına Göre Sultan Abdülmecid ve Ona İngiltere Tarafından Verilen Dizbağı Nişanı (Knight of The Garter)” başlıklı yazısı, TTK, Belleten, c.LXXX, Sa, 287, s, 169-170, Ankara,2016.
2-
3-http://sessizliginsesleri.blogspot.com.tr/2014/03/gulun-kabul-ettigi-dizbag-nisann.html1-
4-http://www.nkfu.com/dizbagi-nisani-nedir/
5-http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1447.0,
6-http://www.odatv.com/n.php?n=abdullah-gul-o-madalyayi-tasiyabilir-mi-1611101200,
7-http://www.dunyabulteni.net/haber/165171/dizbagi-nisani-tartismasi-neydi-
8-Cemal Kutay, Lavrense Karşı Kuşçubaşı, Neşreden: Mustafa Unan, Tarih Yayınları Müessesesi, İstanbul, 1965, s. 199-204.
9-http://www.hurriyet.com.tr/marmarayi-abdulmecit-dedemiz-cizmis-17667771,
10-Soner Yalçın, “II. Abdülhamit’in izniyle üretimine başlanan içki” başlıklı yazısı,
11- M. Bardakçı’nın sözleri; youtube’da bulunan ses kaydından deşifre edilerek oluşturulmakla ifadeler birebir aynı olmayabilir, ayrıca cümlelerin sırası kaymış olabilir. Bununla birlikte anlam yönünden M.Bardakçı’ya sadık kalınmıştır. Ses kaydı için bkz. .


Comments

“Muhterem Cemaat Dedemiz Abdülmecid’i Nasıl Bilirsiniz!” için 2 yanıt

  1. yüksel tarcan avatarı
    yüksel tarcan

    anti parantez denmez. denirse esek arilari ususur ve sokarlar. dogrusu entre paranthese’dir

  2. Ömer Sağlam avatarı
    Ömer Sağlam

    Doğru söylüyorsunuz Yüksel Bey. Aslına bakarsanız Antrparentez’dir kelimenin yazılışı. Parantez içi demektir. Ancak galatı meşhur olarak antiparantez olarak kullanılmaktadır. “Konunun dışında, konuyla direk ilgisi olmayan” anlamında kullanılıyor galiba. Fransızca olarak “Entre paranthese” derseniz “parantez içi” demek oluyor herhalde.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir