TV kanallarında konunu uzmanı olmayan konuşmacılar AB konusunda kamuoyunu yanlış bilgilendirmektedirler. Avrupa Parlamentosu’nun karar alma yetkisinin bulunmaması bunlar arasındadır. 1986 Tek Avrupa Senedi ile Parlamento’nun yetkileri arttırılmıştır. Parlamento, Avrupa Konseyi ile birlikte yasama yetkisini paylaşır. Üye devletleri bağlayacak hukuki düzenlemelerin kabul edilebilmesi, Avrupa Parlamentosu ve Konsey’in onayı ile mümkündür. Bazı konularda ise sadece danışma organı niteliğindedir, görüşleri bağlayıcı değildir.
Avrupa Parlamentosu yasama sürecine katılır, bütçenin kabulüne ilişkin yetkileri vardır, Komisyon ve Konsey’i denetler, üçte iki çoğunlukla Komisyon’u görevden alır, Komisyon programını onaylayıp, Komisyon ve Konsey’e sorular yönelterek Avrupa politikalarının işleyişini izler, yeni üyelerin katılım sürecinde Konsey, Parlamento’nun onayını almak zorundadır. Eğer günün birinde Türkiye AB üyesi olmak durumuyla karşılaşırsa, Avrupalı Parlamenterler “evet” demezse Türkiye üye olamaz. Bu sebeple AP kararları bizi bağlamaz demek, deve kuşunun düşmanlarından korunmak için başını kuma gömmesi ile aynı anlamdadır. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği,11. Baskı, 2014, s. 357-399)
Parlamento’nun sözde Ermeni soykırımını Türkiye’nin tanımasına yönelik 5 kararı vardır. Bunları “yok hükmünde” sayarsak, günün birinde üyelik müzakereleri biter ve katılım anlaşması da imzalandıktan sonra Konsey, AP’nun onayını ister. Bu durumda bugün için sayısı 751 olan milletvekillerini yok mu sayacağız? Yok sayarsak onlar da Türkiye’yi yok sayarlar (Türkiye’nin katılımına hayır derler) ve AB üyeliğimiz hiçbir zaman gerçekleşmez.
Bu konuda dikkati çeken bir diğer önemli yanlış da, “kültürlü olması” gereken öğretim üyesi bir bakan yardımcısının Avrupa Birliği’nin, Avrupa Kömür Çelik Topluluğu olarak 1959 yılında kurulduğunu söylemesidir. Bir öğretim üyesi olarak bu açıklamayı yapsa o kadar önemli olmaz ama Bakan Yardımcısı olduğu için kamuoyunun yanlış bilgilendirilmemesi gerekir.
Sayın Başbakan Binali Yıldırım’ın TÜSİAD toplantısında “Gümrük Birliği bize madik attı” ifadesi de doğru değildir. Bugün Avrupa Birliği ülkelerine önemli miktarda otomotiv ürünleri satıyorsak, bu gümrük birliği sayesinde mümkün olmuştur. Yılın ilk 9 ayında 17 milyar 81 milyon dolar olarak gerçekleşen otomotiv ihracatının yüzde 78,80’i AB ülkelerine yapılmıştır.
Buna göre, Türkiye’nin AB üyesi ülkelere yapılan otomotiv ihracatı, diğer 153 ülkeye yapılan ihracatın 4 katına (3,7 katı) denktir. 153 ülkeye 3,6 milyar dolar, AB üyesi 27 ülkeye ise 13,4 milyar dolar ihracat gerçekleştirilmiştir. Sektör, AB ülkelerinden İtalya’da yüzde 45, Hollanda’da yüzde 67, Romanya’da yüzde 30, İspanya’da yüzde 20 ihracat artışı sağlamıştır.
Türkiye’nin toplam otomotiv ihracatı, Ocak-Eylül döneminde yüzde 11,2 artarken, AB pazarındaki artış oranı yüzde 15,20’ye ulaşmıştır. Eğer Türkiye ile AB arasında gümrük birliği olmasaydı bu ihracatı gerçekleştirmemiz mümkün olamazdı. Dolaysıyla Gümrük Birliği’nin bize “madik atması” (TDK: dolap çevirmek veya hile yapmak) söz konusu değildir.
Türkiye-AB Gümrük Birliği, sadece bir ekonomik bütünleşme değil, Türkiye’nin AB ile entegrasyonunu hedefleyen ortaklık ilişkisinin önemli bir aşamasını oluşturmaktadır. 1963 Ankara Anlaşması’nın 28’nci maddesinde, ortaklığın nihai hedefi Türkiye’nin üyeliği olarak belirlenmiştir. Dünya Bankası’nın AB -Türkiye Gümrük Birliği Değerlendirme Raporu’na göre (08.04.2014) Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki gümrük birliği öncü bir girişim olmuştur ve günümüzde bir benzeri bulunmamaktadır.
Gümrük Birliği, Türkiye’nin sanayi ürünlerine uyguladığı tarifeler için bir çıpa olduğundan ve ikili ticarette menşe kurallarına duyulan ihtiyacı ortadan kaldırdığından dolayı AB ile Türkiye arasında yapılabilecek bir serbest ticaret anlaşmasından daha fazla fayda sağlamıştır. Gümrük Birliği sayesinde bugün Beko ya da Arçelik’in ürettiği beyaz eşyaların AB kökenli beyaz eşyalar ile hiçbir farkı yoktur. Eğer gümrük birliği olmasaydı Türk halkı Murat, Doğan, Serçe, Kartal, Renault 12 gibi otomobillere binmeye, geri teknolojili beyaz eşyaları tüketmeye devam edecekti.
Avrupa Birliği İle İlişkilerde Yumuşama mı Var?
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen 30. Muhtarlar Toplantısı’nda AB ile ilişkilerin yumuşadığı mesajını vermiştir: “AB kendi değerleriyle çelişme pahasına ülkemizi istediği kadar dışlamaya çalışsın Türkiye bir Avrupa ülkesidir. Ecdadımız 1350’li yıllarda Avrupa kıtasına geçtiğinden beri kesintisiz bir şekilde Avrupa’da devletimizle, kültürümüzle, medeniyetimizle varız, var olmaya devam edeceğiz. Avrupa genelinde 5 milyon vatandaşımız yaşıyor. Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da, Kuzey Avrupa’da yüzbinlerce vatandaşımız geleceklerini orada kurmuş durumdalar. Bizi Avrupa’dan dışlamaya ne AB, ne ırkçılığın pençesine düşenlerin gücü yetmez. Biz Avrupa’da ev sahibiyiz.”
Cumhurbaşkanın tespitleri doğrudur. Türkiye’nin yönü Tanzimat’tan bu yana Batı’ya yöneliktir. Türkiye Şanghay İşbirliği Kuruluşu, Avrasya Ekonomik (Gümrük) Birliği, özellikle TBMM üyesi bazı bilim insanlarının savunduğu gibi “Altay Birliği” ile bütünleşemez. Türkiye için zaman zaman “Batıya giden gemide Doğuya koşan ülke” benzetmesi de yapılmıştır ama bunun doğru olmadığı Türkiye’nin üye olduğu Avrupalı ekonomik, askeri ve siyasi kuruluşlar tarafından ispatlanmıştır. Türkiye’nin dışında hiçbir Müslüman ülke AB dışındaki tüm Avrupalı kuruluşlara üye değildir.
Atatürk’ün 29 Ekim 1923 tarihinde açıkladığı hedeften şaşmamak gerekir: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?”
Yazıları posta kutunda oku