Yunanistan’ın Ege’deki Son İhlalleri

Ege Adalarının Elden Çıkmasına Niçin Ses Çıkarılmaz?

Alaeddin Yalçınkaya

Belki de sadece gündem değiştirmek için Lozan tartışması merkeze oturdu. “Lozan Zafer mi, Hezimet mi?” şeklinde özetlenebilecek uç görüşlerde yığınla literatür oluşmuş durumda. Ben bu tartışmaya Ege adalarının da katılmasını son derece hayırlı bir gelişme olarak görüyorum. Hazır Lozan ile birlikte Ege adaları bu yoğunlukta tartışılırken yaklaşık son 20 yılda en az 16 adanın başına gelenlerden herkesin haberdar olması ve siyasetin bu konuda hak arama yönünde harekete geçmesi için iyi bir fırsat doğduğu kanaatindeyim.

Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi durumundadır. Ancak Sevr’in alternatifi değildir. Çünkü Sevr Antlaşması yoktur. Savaşlar devam ederken Sevr’in dışında da Anadolu’yu paylaşma planları vardı. Ancak hukuken onların da bir kıymeti yoktur. Buna karşın devlette süreklilik esası gereği Lozan, bugün herkes için bağlayıcıdır.

Ege adaları ile Lozan arasındaki ilişkiye gelince: Lozan’a Ek Boğazlar Mukavelenamesi’nde boğaz önü (Çanakkale’den Ege’ye açılırken) adalarının üçü Türkiye’ye, üçü Yunanistan’a bırakılmıştır. Türkiye için asıl can alıcı olan 12 adanın durumuyla ilgili yeniden Osmanlı-TC çatışması sahneye konulmak istenmektedir. Bazı kalemler bu adaları Osmanlı’nın batıya verdiğini nedense şevkle hatırlatmak isterler. İşin doğrusu adalar Balkan Savaşları sonrasında 1913’te İtalya’ya bırakıldı. Bu dönemde İttihat ve Terakki yönetimi adaları savunacak durumda değildi. II. Dünya Savaşı mağlupları arasında yer alan İtalyanlar adaları terk edince normal olarak eski sahibine, (Osmanlı’nın halefi TC’ne) bırakılması lazımdı. Ancak 1947’de, Türkiye’nin en hafif deyimle gafleti yüzünden hakkımız olan adaları elde tutmak için gerekli diplomasiyi kullanmadık. Hatta savaştan bitkin çıkmış komşumuz Yunanistan’a karşı fırsatçılık yapmamayı tercih ettik, varsın onun olsun dedik! Böylece komşumuza Megali İdea yolunda bir adım daha imkân tanıdık.

Bugünlerde sıkça dile getirilen büyük bir yanlışı hatırlatalım: Adaların nüfusunun çoğu Rumlardan oluşmaktaydı. Bu yüzden Ankara ısrarcı olmadı. Halbuki adalardaki Türk nüfusu, camiler ve medreseleriyle Türk ve İslam mührü nedense görülmek istenmedi ki çoğunun yerinde bugün yeller esmektedir. Bunların varlığından sadece tarihi kayıtlar üzerinden haberdar olmaktayız. O zaman Batı Trakya’nın da çoğunluğunu Türkler oluşturmakta. Ne korkunç mantık!

1947 Paris Sözleşmesi ile 12 ada Yunanistan’a bırakılırken bu adalar üzerindeki Yunanistan egemenliğinin “nâkıs egemenlik” olduğu tescil edilmiştir. Yunanistan bu adalara gayr-i askeri hale ifrağ (askersizleştirme) kaydıyla sahip olacaktı. Bugün bizim tekrar tekrar hatırlamamız, kullanmamız gereken şeyler askersizleştirme çerçevesindeki hükümlerdir. Halbuki Yunanistan 12 ada dışında Türkiye’ye ait olan adacıklara dahi asker çıkarmış, garnizon kurmuş, birliklere törenle sancak vermiş, ancak Ankara’dan protesto dahi duyulmamıştır. Devlet büyüklerinin ilgisiz konularda dünyayı karşısına almalarına karşın Türkiye’nin sözleşmelerden doğan haklarını yok saymalarını, hiçbir şekilde gündeme getirmemelerini anlamak mümkün değil!

Öte yandan karasuları klasik dönemde 3 mil olduğu halde Yunanistan 1936’da tek taraflı işlem ile bunu 6 mile çıkarmıştır. O dönemde Türkiye’nin bunu kabul etmesi de yanlış idi. Acele ile verilmiş, önü arkası hesap edilmeyen bir mütekabiliyet kararı ile biz de karasularımızı 6 mile çıkardık ki Yunanistan burada duracak değildi. Yıllardır 12 mil kavgasını veriyor.

28 Şubat dönemi öncesinde o günkü başbakan Çiller’e bir ABD heyeti geliyor; bugün Yunan işgali altına girmiş olan 16 adayı Yunanistan’a bırakması söyleniyor. Çiller kabul etmiyor ve bir süre sonra iktidarı bitiyor. Eski başbakan bunu bazı gazetecilerin bulunduğu bir toplantıda yazılmamak (off the record) kaydıyla söylemiştir. Zamanın Aydın valisi Coş kendi vilayet sınırlarındaki Bulamaç veya Eşek adasına gezi düzenlemek istiyor. Ancak maiyyetindekiler bu adaların Yunan işgali altına girdiğini bildiriyorlar. Vatanın bir çakıl taşı dahi savunulmalıdır diye vali bey esip gürlüyor, bunun kabul edilemez olduğunu söylüyor. Ancak merkezle ne görüşüyorsa görüşüyor ve konuyu bir daha gündemine almıyor. Bu adalarla ilgili başta eski genelkurmay başkan İlker Başbuğ olmak üzere son 20 yılın çoğu komuta kademesi bir dönem heyecanlanmış, sonra sessizce yerlerine oturtulmuştur. Ergenekon sürecinde vatan-millet için sır durumundaki bilgileri dahi Başbuğ ifşa edebilmiştir. Ancak kendi döneminde işgali kesinleşen bu adalar hakkında pek açıklamada bulunmamıştır.

Lozan ve adalar konusu hazır gündeme gelmişken, Türkiye’ye ait olduğu sabit olup sayısı en az 16 olan Ege sahillerimizin iki kulaç ötesindeki adacıkları Yunanistan’ın niçin işgal ettiği ve buraya asker çıkardığı tartışılmalıdır. Halbuki 1947 Sözleşmesi ile Yunanistan’a bırakıldığı tartışmasız olan 12 adaya (16 adanın dışında isimleri belirli adalar) dahi asker çıkarılamamaktadır. Sözkonusu adacıkların (en az 16 ada) hacmi, yüzölçümü çok da önemli değil, ancak bunların da karasuları olduğu dikkate alındığında Ege sahillerimizi Yunanistan’a bırakmış oluyoruz demektir. Çoğu batı Ege’de binlerce adası olup buralara kamu hizmeti götüremediği halde Yunanistan, neden sahilimizin yanıbaşındaki adalara garnizon kurmaktadır? Yunanistan, yaşadığı krizlere rağmen bu fetihlere girişirken Türkiye’ye kimler baskı yapmaktadır? Başta eski veya yeni başbakanlar, bakanlar, valiler, genelkurmay başkanları, kuvvet komutanları olmak üzere diğer yetkililer, görevliler ve gazeteciler, sözkonusu baskı veya tehditlerle ilgili bildikleri herşeyi kamuoyu ile paylaşmalıdırlar. Bu bilgileri paylaşmamak, bizatihi vatan toprağının, karasularının peyderpey elden çıkmasına onay vermek demektir!

Öncevatan, 03.10.2016

alaeddinyalcinkaya@gmail.com

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

Yazıları posta kutunda oku