ERDOĞAN’DAN BİR FİYASKO DAHA

Neoliberalizm "birey"i, kaynakların izin verdiği ölçüde eşit fırsatlar ve özgürlüklerle gelişen rekabet ortamında üretim ve tüketimde bulunur biçiminde tanımlıyor. Ne garip!
Doğa bilimlerinin mistik bulanıklıktan sıyrıldığı, bilimin sadece düşünceyle değil aynı zamanda gözlem ve deneye bağlı yansız, nesnel, evrensel gerçekleri açıklayan,
Ya da kuramsal yapıların matematik diliyle ifade edildiği bir zamanda;
Türkiye'de dini ve siyasi tek lider olmanın hedefinde Cumhurbaşkanı Erdoğan,
"Birey"in iman ve ahlâkla zenginleşebileceğini, bu yolla  evrensel insani değerlere ulaşabileceğini öngörüyor.
 
*
23-24 Mayıs'ta, Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı BM Dünya İnsani Zirvesi'nde;
Erdoğan, işbu yüzyıllık köhne yargılar ve iktidar olmak hırsıyla oluşturduğu kendi İslamcı burjuvazisi, sivil toplum örgütleri, sendikaları, medyası ve anında harekete geçebilecek kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla,
Lâik esastaki devleti ve rejimin siyasi partilerini yeniden yapılandırmış bir profil veriyor.
Ve bugün dünyaya yeni bir paradigma teklif edecek bir potansiyeli olduğunu iddia ediyor... 
 
*
"Türkiye, dünyanın en fazla insani yardım yapan ülkeleri sıralamasında milli gelirine oranla birinci sırada yer alarak ölümden, tecavüzden kaçan, üç milyon Suriyeli ve Iraklıya dini,dili, mezhebi ve ırkına bakmadan kucak açmaktadır. 
21. yüzyılda ümit ediyorum ki, dünyamız daha iyi bir yer olacaksa, Türkiye'nin açtığı bu yoldan yürünerek olacaktır" diyor!
 
*
Vay Anasına!
Çünkü Erdoğan, delilleri BM'e sunulmuş olduğu üzere ailesi ile birlikte Suriye iç savaşını ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle suçlanıyor.
Ya da uluslararası hukuka rağmen bağımsız Suriye ve Irak'ta barışı ve insan haklarını ihlal etmekle,   
Ya da BM'in aylarca ablukada kalan Şırnak'ın Cizre ilçesinde olup bitenlere ilişkin bağımsız bir soruşturma açılması yönünde yaptığı çağrıdan kaçmakla itham ediliyor...
 
*
Türkiye, bu yüzden çatışma bölgelerinde uluslararası insani hukukun uygulanması çağrısında bulunan ve 48 ülkenin katıldığı, 
"Uluslararası insani hukukun ve bu hukuka bağlılığın önemini teyit eden Dünya İnsani Zirvesi ortak bildirisi"ni imzalayamıyor...
 
*
Halbuki Türkiye, AB'nin Ortadoğu politikasını büyük oranda şekillendiren bir konumdadır.  
Avrupa'nın Ortadoğu'ya ekonomik ve siyasi girişinin kapısıdır, AB'nin güvenlik politikaları için stratejik önemdedir.
O yüzden AB ülkeleri, Erdoğan'ın siyasi muhaliflerini ezdiği, demokratik hakları ayaklar altına aldığını iddia ediyor.
Üstelik  Güneydoğu'da düşük seviyeli bir iç savaşın yaşanmasından rahatsızdırlar.
 
*
Bu çerçevede Mart'ta, Brüksel'de AB'nin 28 ülkesi hükümet başkanı ile Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu arasındaki zirve;
Avrupa'nın sınırlarını Ortadoğu'da ve Kuzey Afrika'daki savaş alanlarından kaçan milyonlarca sığınmacıya sıkı sıkıya kapatmayı hedefleyen bir anlaşmayı ortaya çıkarmıştı...
 
*
Anlaşmanın 20 Mart'tan sonra Yunanistan'a varan sığınmacılara uygulanacağını ilan edildi.
Ege Denizi üzerinden Yunan adalarına geçen sığınmacılar,
Yunanistan'daki sığınma prosedürlerinin tamamlanmasının ardından Türkiye'ye iade edilecek,
Karşılığında AB, Yunanistan'dan Türkiye'ye geri gönderilen her bir Suriyeli için yasal yollarla bir Suriyeli sığınmacıyı kabul edecek ve süreç 4 Nisan'da başlayacaktı.
 
* AB, Türkiye'ye teklif edilen 3 milyar euroya ek olarak 2018'e kadar 3 milyar euro daha ödemeyi de kabul etti.
Ama Haziran'da vize muafiyeti verilmesi için Güney Kıbrıs'ın vetosuna takıldığı için henüz hiçbir ilerleme kaydedilmeyen 5 madde için Türkiye'nin dikkatini çekti. Türkiye ise mülteci kriziyle mücadelede işbirliği için AB üyesi devletlerden, Güney Kıbrıs tarafından veto edilen müzakere başlıklarının açılmasına yönelik açık taahhütlerini talep ediyordu! *
Arka planda, AB ülkeleri bu anlaşma ile Türkiye'nin "BM Sığınmacı Sözleşmesi"ni tamamen uygulamadığı halde güvenli ülke ilan edilmesinden rahatsızdı.
O yüzden Türk vatandaşlarının AB ülkelerinde vizesiz seyahati için Türkiye'nin üzerine düşen vecibeleri yerine getirmesi,
Türkiye'den terör tanımının yeniden yapması ve terörle mücadele yasalarında reforma gidilmesi istendi.
Vize serbestisi için 72 kriterden 67'sinin yerine getirildiğini ama henüz hiçbir ilerleme kaydedilmeyen 5 madde için Türkiye'nin  girişimde bulunmamasına dikkat çekildi...
 
*
BM Dünya İnsani Zirvesi'ne, Nisan'da Gaziantep'teki bir mülteci kampını ziyaret eden Almanya Başbakanı Angela Merkel de katıldı.
Zirve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüştü.
Merkel, bir kez daha terör tanımının yeniden yapılması ve terörle mücadele yasalarında reforma gidilmesini, 
İstikrar sağlanması için Türkiye'nin Kürt hareketiyle bütünleşme sağlamasını istedi.
Yargı ve basının bağımsızlığından, dokunulmazlık oylamasından endişesini söyledi.
Bir adım daha, " Güçlü parlamento " önerisiyle, Başkanlığını koşturan Erdoğan'a  gözdağı verdi.
 
*
Erdoğan terörle mücadele yasalarında reforma gitmeyi reddetti.
"Asırlardır bizi bölünmekle korkutuyorlar. Hatırlayın; 'bölünürüz, parçalanırız, dağılırız', hep böyle diyerek asırlardır özgürlüklerin önüne set çektiler. 
Ne oldu, Türkiye bölündü mü? Yaptığımız hangi reform Türkiye'yi böldü, hangi yasal düzenleme Türkiye'nin dağılmasına sebep oldu?" ifadesiyle,
Yıllarca Osmanlıcılığın "sınırlar içinde yaşayan herkes ırk, din,dil ayrımı olmaksızın eşittir",
İslamcılığın "toplumu bir arada tutan temel faktör din'dir" senteziyle uyguladığı "Çözüm Süreci"ne, sonra bu hatada büyüyen ve bugün yaşanan savaşa arka çıktı...
 
*
Çünkü terörle mücadele yasalarında reforma gitmek;
Palazlandırdığı  PKK Hareketinin terör listesinden çıkarılması,
Demokratik Türkiye ve Özgür Kürdistan talebiyle, Anayasa'da Kürt halkının doğal ve demokratik haklarının ifade edilmesi,
Kürtlerin tüm Kürdistani güçlerle birlik ve ittifak siyasetinin geliştirilmesinin önünün açılması anlamına geliyordu.
Bütünü Erdoğan'ı  bu aşama da çok zor durumlara götürecek unsurlardı... 
 
*
Merkel, Türkiye'nin henüz hiçbir ilerleme kaydedemediği  5 maddeyi çıkarmasını da istedi.
Türkiye'den "tüm AB ülkeleri" vatandaşlarına ayrımcılık yapmaksızın Türk topraklarına vizesiz giriş hakkını tanımasını isterken,
Aslında "tüm AB ülkeleri"  vurgusu,
Türkiye'nin devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs'a işaret ediyor, bu durumda mesela  vize işlemlerinde Türkiye'nin "Güney Kıbrıs Rum Kesimi" ifadesi yerine "Kıbrıs Cumhuriyeti" ifadesini kullanmasını gerektiriyordu.
Halbuki, bu şartlarda "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni kabul etmek; hem Rum egemenliği kabul etmek  hem de Türklerin zayıflamasıyla Kıbrıs'ın Yunanistan'a birleştirilmesi yani ENOSİS'i ve Kıbrıs sorununun ortadan kalkması anlamına geliyordu...
 
*
Merkel, diğer kriterler arasında yer alan yolsuzlukla ilgili hükümlerden bahsederken Erdoğan'ın yüzünü kızartıp-kızartmadığı bilinmez ama endişelerini katladı. 
"Türkiye'ye verilecek 3 milyar euro benim görüşmelerimde verilen sözdü. Sayın Davutoğlu ile görüşmede 3 milyar euro sözü daha verildi. Bu söz şimdiye kadar tutulmadı.Türkiye lütuf beklemiyor. Biz dürüstlük bekliyoruz.
Sonra Türkiye neyin kriterini yerine getirecek?
Sizin kriteriniz bu çadırlarda Avrupa'ya gitmek isteyenleri engelleyen Türkiye'ye karşı kriterler ise kusura bakmayın. Bu bir yere kadar çekilir.
Şu anda bu konuyla ilgili olarak dışişleri bakanımız, AB bakanımız görüşmeler yapacaklar.
Bu görüşmelerde netice alındı, alındı. Alınmadığı takdirde kusura bakmayın.
Türkiye Cumhuriyeti'nin parlamentosundan geri kabul anlaşmasına yönelik uygulama sürecine yönelik adım atılmasına ait karar, yasa çıkmaz. 
Bize ikide bir kriter dayatmasınlar, burası Türkiye" dedi.
 
*
Erdoğan sözde Başkan'dır ve dünya lideridir ya!
Yanlış politikalarının sonucunda gelinen bu noktada,
Nasılsa, sorumluluğu Geri Kabul Anlaşması'nı yapan ve yürüten Ahmet Davutoğlu ve AB'den sorumlu Bakan Volkan Bozkır'ı görevden alarak onlara yüklemiştir,
Şimdi Türkiye'nin AB ile 135-140 milyar euroluk ithalat ve ihracaat hacmını, AB ile yüzde 65 olan doğrudan yatırım kapasitesini fütursuzca gözardı ediyor.
Yahu, Türkiye kimin babasının dükkanıdır ki, böylesine sorumsuzca idare ediliyor?
Ya da bu ne büyük bir sorumsuzluktur ki, böylesi bir fütursuzluğa göz yumuluyor?
 
*
Nitekim AB Komisyonu, tartışmaya dönüşen vize serbestisi sürecindeki tutumunu değiştirmeyeceğinin sinyalini veriyor... 
Öte tarafta Merkel ve Erdoğan arasındaki uzlaşma sona ererse, bunun ortaya çıkaracağı zararın zaten çoktan oluşan güven kaybından daha büyük olacağı kaydediliyor.
 
*
AB'nin mülteci politikası başarısız olursa, Merkel iç politikada da zor durumda kalacaktır.
O yüzden bu krizi aşmayı istiyor.
"Ben de masayı deviririm ama Türkiye ile AB arasındaki Geri Kabul Anlaşması ile ilgili olarak herhangi bir endişem yok"diyor.  *
Gerekirse,Merkel'in AB-Türkiye arasında tıkanmış yolu açmak için PKK'yı kullanacağı pek yakında görülecektir...
 
27.5.2016 - vizesizavrupa
Neoliberalizm “birey”i, kaynakların izin verdiği ölçüde eşit fırsatlar ve özgürlüklerle gelişen rekabet ortamında üretim ve tüketimde bulunur biçiminde tanımlıyor.
Ne garip!
Doğa bilimlerinin mistik bulanıklıktan sıyrıldığı, bilimin sadece düşünceyle değil aynı zamanda gözlem ve deneye bağlı yansız, nesnel, evrensel gerçekleri açıklayan,
Ya da kuramsal yapıların matematik diliyle ifade edildiği bir zamanda;
Türkiye’de dini ve siyasi tek lider olmanın hedefinde Cumhurbaşkanı Erdoğan,
“Birey”in iman ve ahlâkla zenginleşebileceğini, bu yolla  evrensel insani değerlere ulaşabileceğini öngörüyor.
 
*
23-24 Mayıs’ta, Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı BM Dünya İnsani Zirvesi’nde;
Erdoğan, işbu yüzyıllık köhne yargılar ve iktidar olmak hırsıyla oluşturduğu kendi İslamcı burjuvazisi, sivil toplum örgütleri, sendikaları, medyası ve anında harekete geçebilecek kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla,
Lâik esastaki devleti ve rejimin siyasi partilerini yeniden yapılandırmış bir profil veriyor.
Ve bugün dünyaya yeni bir paradigma teklif edecek bir potansiyeli olduğunu iddia ediyor… 
 
*
“Türkiye, dünyanın en fazla insani yardım yapan ülkeleri sıralamasında milli gelirine oranla birinci sırada yer alarak ölümden, tecavüzden kaçan, üç milyon Suriyeli ve Iraklıya dini,dili, mezhebi ve ırkına bakmadan kucak açmaktadır. 
21. yüzyılda ümit ediyorum ki, dünyamız daha iyi bir yer olacaksa, Türkiye’nin açtığı bu yoldan yürünerek olacaktır” diyor!
 
*
Vay Anasına!
Çünkü Erdoğan, delilleri BM’e sunulmuş olduğu üzere ailesi ile birlikte Suriye iç savaşını ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle suçlanıyor.
Ya da uluslararası hukuka rağmen bağımsız Suriye ve Irak’ta barışı ve insan haklarını ihlal etmekle,   
Ya da BM’in aylarca ablukada kalan Şırnak’ın Cizre ilçesinde olup bitenlere ilişkin bağımsız bir soruşturma açılması yönünde yaptığı çağrıdan kaçmakla itham ediliyor…
 
*
Türkiye, bu yüzden çatışma bölgelerinde uluslararası insani hukukun uygulanması çağrısında bulunan ve 48 ülkenin katıldığı, 
“Uluslararası insani hukukun ve bu hukuka bağlılığın önemini teyit eden Dünya İnsani Zirvesi ortak bildirisi”ni imzalayamıyor…
 
*
Halbuki Türkiye, AB’nin Ortadoğu politikasını büyük oranda şekillendiren bir konumdadır.  
Avrupa’nın Ortadoğu’ya ekonomik ve siyasi girişinin kapısıdır, AB’nin güvenlik politikaları için stratejik önemdedir.
O yüzden AB ülkeleri, Erdoğan’ın siyasi muhaliflerini ezdiği, demokratik hakları ayaklar altına aldığını iddia ediyor.
Üstelik  Güneydoğu’da düşük seviyeli bir iç savaşın yaşanmasından rahatsızdırlar.
 
*
Bu çerçevede Mart’ta, Brüksel’de AB’nin 28 ülkesi hükümet başkanı ile Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu arasındaki zirve;
Avrupa’nın sınırlarını Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’daki savaş alanlarından kaçan milyonlarca sığınmacıya sıkı sıkıya kapatmayı hedefleyen bir anlaşmayı ortaya çıkarmıştı…
 
*
Anlaşmanın 20 Mart’tan sonra Yunanistan’a varan sığınmacılara uygulanacağını ilan edildi.
Ege Denizi üzerinden Yunan adalarına geçen sığınmacılar,
Yunanistan’daki sığınma prosedürlerinin tamamlanmasının ardından Türkiye’ye iade edilecek,
Karşılığında AB, Yunanistan’dan Türkiye’ye geri gönderilen her bir Suriyeli için yasal yollarla bir Suriyeli sığınmacıyı kabul edecek ve süreç 4 Nisan’da başlayacaktı.
 
*
AB, Türkiye’ye teklif edilen 3 milyar euroya ek olarak 2018’e kadar 3 milyar euro daha ödemeyi de kabul etti.
Ama Haziran’da vize muafiyeti verilmesi için Güney Kıbrıs’ın vetosuna takıldığı için henüz hiçbir ilerleme kaydedilmeyen 5 madde için Türkiye’nin dikkatini çekti.
Türkiye ise mülteci kriziyle mücadelede işbirliği için AB üyesi devletlerden, Güney Kıbrıs tarafından veto edilen müzakere başlıklarının açılmasına yönelik açık taahhütlerini talep ediyordu!
*
Arka planda, AB ülkeleri bu anlaşma ile Türkiye’nin “BM Sığınmacı Sözleşmesi”ni tamamen uygulamadığı halde güvenli ülke ilan edilmesinden rahatsızdı.
O yüzden Türk vatandaşlarının AB ülkelerinde vizesiz seyahati için Türkiye’nin üzerine düşen vecibeleri yerine getirmesi,
Türkiye’den terör tanımının yeniden yapması ve terörle mücadele yasalarında reforma gidilmesi istendi.
Vize serbestisi için 72 kriterden 67’sinin yerine getirildiğini ama henüz hiçbir ilerleme kaydedilmeyen 5 madde için Türkiye’nin  girişimde bulunmamasına dikkat çekildi…
 
*
BM Dünya İnsani Zirvesi’ne, Nisan’da Gaziantep’teki bir mülteci kampını ziyaret eden Almanya Başbakanı Angela Merkel de katıldı.
Zirve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştü.
Merkel, bir kez daha terör tanımının yeniden yapılması ve terörle mücadele yasalarında reforma gidilmesini, 
İstikrar sağlanması için Türkiye’nin Kürt hareketiyle bütünleşme sağlamasını istedi.
Yargı ve basının bağımsızlığından, dokunulmazlık oylamasından endişesini söyledi.
Bir adım daha, ” Güçlü parlamento ” önerisiyle, Başkanlığını koşturan Erdoğan’a  gözdağı verdi.
 
*
Erdoğan terörle mücadele yasalarında reforma gitmeyi reddetti.
“Asırlardır bizi bölünmekle korkutuyorlar. Hatırlayın; ‘bölünürüz, parçalanırız, dağılırız’, hep böyle diyerek asırlardır özgürlüklerin önüne set çektiler. 
Ne oldu, Türkiye bölündü mü? Yaptığımız hangi reform Türkiye’yi böldü, hangi yasal düzenleme Türkiye’nin dağılmasına sebep oldu?” ifadesiyle,
Yıllarca Osmanlıcılığın “sınırlar içinde yaşayan herkes ırk, din,dil ayrımı olmaksızın eşittir”,
İslamcılığın “toplumu bir arada tutan temel faktör din’dir” senteziyle uyguladığı “Çözüm Süreci”ne, sonra bu hatada büyüyen ve bugün yaşanan savaşa arka çıktı…
 
*
Çünkü terörle mücadele yasalarında reforma gitmek;
Palazlandırdığı  PKK Hareketinin terör listesinden çıkarılması,
Demokratik Türkiye ve Özgür Kürdistan talebiyle, Anayasa’da Kürt halkının doğal ve demokratik haklarının ifade edilmesi,
Kürtlerin tüm Kürdistani güçlerle birlik ve ittifak siyasetinin geliştirilmesinin önünün açılması anlamına geliyordu.
Bütünü Erdoğan’ı  bu aşama da çok zor durumlara götürecek unsurlardı… 
 
*
Merkel, Türkiye’nin henüz hiçbir ilerleme kaydedemediği  5 maddeyi çıkarmasını da istedi.
Türkiye’den “tüm AB ülkeleri” vatandaşlarına ayrımcılık yapmaksızın Türk topraklarına vizesiz giriş hakkını tanımasını isterken,
Aslında “tüm AB ülkeleri”  vurgusu,
Türkiye’nin devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs’a işaret ediyor, bu durumda mesela  vize işlemlerinde Türkiye’nin “Güney Kıbrıs Rum Kesimi” ifadesi yerine “Kıbrıs Cumhuriyeti” ifadesini kullanmasını gerektiriyordu.
Halbuki, bu şartlarda “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni kabul etmek; hem Rum egemenliği kabul etmek  hem de Türklerin zayıflamasıyla Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesi yani ENOSİS’i ve Kıbrıs sorununun ortadan kalkması anlamına geliyordu…
 
*
Merkel, diğer kriterler arasında yer alan yolsuzlukla ilgili hükümlerden bahsederken Erdoğan’ın yüzünü kızartıp-kızartmadığı bilinmez ama endişelerini katladı. 
“Türkiye’ye verilecek 3 milyar euro benim görüşmelerimde verilen sözdü. Sayın Davutoğlu ile görüşmede 3 milyar euro sözü daha verildi. Bu söz şimdiye kadar tutulmadı.Türkiye lütuf beklemiyor. Biz dürüstlük bekliyoruz.
Sonra Türkiye neyin kriterini yerine getirecek?
Sizin kriteriniz bu çadırlarda Avrupa’ya gitmek isteyenleri engelleyen Türkiye’ye karşı kriterler ise kusura bakmayın. Bu bir yere kadar çekilir.
Şu anda bu konuyla ilgili olarak dışişleri bakanımız, AB bakanımız görüşmeler yapacaklar.
Bu görüşmelerde netice alındı, alındı. Alınmadığı takdirde kusura bakmayın.
Türkiye Cumhuriyeti’nin parlamentosundan geri kabul anlaşmasına yönelik uygulama sürecine yönelik adım atılmasına ait karar, yasa çıkmaz. 
Bize ikide bir kriter dayatmasınlar, burası Türkiye” dedi.
 
*
Erdoğan sözde Başkan’dır ve dünya lideridir ya!
Yanlış politikalarının sonucunda gelinen bu noktada,
Nasılsa, sorumluluğu Geri Kabul Anlaşması’nı yapan ve yürüten Ahmet Davutoğlu ve AB’den sorumlu Bakan Volkan Bozkır’ı görevden alarak onlara yüklemiştir,
Şimdi Türkiye’nin AB ile 135-140 milyar euroluk ithalat ve ihracaat hacmını, AB ile yüzde 65 olan doğrudan yatırım kapasitesini fütursuzca gözardı ediyor.
Yahu, Türkiye kimin babasının dükkanıdır ki, böylesine sorumsuzca idare ediliyor?
Ya da bu ne büyük bir sorumsuzluktur ki, böylesi bir fütursuzluğa göz yumuluyor?
 
*
Nitekim AB Komisyonu, tartışmaya dönüşen vize serbestisi sürecindeki tutumunu değiştirmeyeceğinin sinyalini veriyor… 
Öte tarafta Merkel ve Erdoğan arasındaki uzlaşma sona ererse, bunun ortaya çıkaracağı zararın zaten çoktan oluşan güven kaybından daha büyük olacağı kaydediliyor.
 
*
AB’nin mülteci politikası başarısız olursa, Merkel iç politikada da zor durumda kalacaktır.
O yüzden bu krizi aşmayı istiyor.
“Ben de masayı deviririm ama Türkiye ile AB arasındaki Geri Kabul Anlaşması ile ilgili olarak herhangi bir endişem yok”diyor. 
*
Gerekirse,Merkel’in AB-Türkiye arasında tıkanmış yolu açmak için PKK’yı kullanacağı pek yakında görülecektir…
 
27.5.2016

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir