ŞU DAKİKANIN RUHUNDAN BİR KESİT

  ABD, Orta Doğu'da güvenlik ve istikrarın tek garantörü ve istediği takdirde küresel ilişkilerin gidişatını kökten değiştirecek askeri kuvvete ve diplomatik nüfuza sahip tek küresel güçtür.
Ne ki, askeri teknolojinin giderek yüksek teknolojiye dayanan, alt sistemlerinin çokluğu ve karmaşıklığıyla çok pahalı olan sistemlere ihtiyacı önceliklerini değiştiriyor.
 
*
Mesela, ABD'nin kolonyal gücü NATO'nun mali krizdeki üyeleri yüksek teknolojiye dayanan askeri sistemlere sahip olabilmek için savunma bütçelerinde kaynaklarını birleştirmeleri, ulusal değil uluslararası çaptaki projelerde ortaklaşmaları gerekiyor.
Ama NATO ülkelerinin çoğunun ekonomisi zordadır, savunma harcamalarının artmasına razı olunmuyor.
Hal böyle olunca, NATO'nun ortak savunma doktrini sona ermiş izlenimi veriyor, NATO önceliklerini değiştiriyor.  
 
*
Bu yüzden ABD sert güç kullanma kabiliyetinde bir düşüş olmamasına rağmen gücünü tam anlamıyla kullanamıyor.
Mesela, Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgede  Rusya'nın manevra alanı ekonomik, siyasi, diplomatik, hukukî vb. usullerle daraltılmaya çalışılırken, ittifak  üyesi ülkelerin kendilerini toparlaması ve NATO'nun güçlenmesi için zaman kazanılması gibi bir yönteme başvuruluyor. 
 
*
Bu zafiyet Ortadoğu'ya da yansıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün yaşanan dramın, Suriye'de ve Irak'ta meydana gelen tüm gelişmelere seyirci kalmanın bir sonucu olduğunu söylüyor.
Erdoğan, "Hiçbir zaman Suriye'ye bir müdahale yapılsın istenmedi. Suriye'nin başında zaten bir zalim yönetici var, bu zalim yöneticiye hep sahip çıkıldı. Bunun oradan alınması için ne yapmamız gerekir, bu düşünülmedi" diyor.
 
*
Çünkü ABD, Suriye Cumhurbaşkanı Beşir Esad'ın, "Eğer Şam'da rejim devrilirse, Orta Doğu'dan Uzak Doğu'ya kadar geniş bir coğrafya karışır, istikrarsız hale gelir" iddiasından hareketle,
Bu taktirde İsrail'in güvenliğinin de tehlikede ve beklemede kalacağını öngörüyor...
 
*
ABD, nükleer anlaşma ile elini güçlendiren İran İslam Cumhuriyeti ile cepheleşmeyi de istemiyor.
Ya? Orta Doğu'daki gücü Suudi Arabistan ve İran arasında  dağıtabilmek için İran'ın nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu bir savunma örgütünü bulacağı,
İsrail ve Suudi Arabistan'ın talebi yönünde bağımsız Kürdistan ve çevresinde bir Kürt koridoru, Suriye ile Irak toprakları üzerinde Sünni Araplar için bir koridor oluşturma çabasının yoğunlaşmakta olduğu bir süreci geliştiriyor.
 
*
Çünkü ABD ve müttefikleri Suriye ve Irak'ın bu hali ile yaşama şansının imkânsız olduğunu,
Kürt kimliği ve Kürtlerin alacakları pozisyonun da kurulacak denklemin ayrılmaz parçası haline geldiğini,
Bölgenin güçlüleri İran ve müttefiki Suudi Arabistan'ın da mutlaka denge halinde kalmasını düşünüyor...
 
*
ABD bu süreci geliştirebilmek, bölgenin yaşadığı kaostan çıkıp sorunların siyasal çözümü için  Rusya'nın geliştirdiği "Çift Yönlü Yaklaşım Stratejisi"ni uygulamak konusuna ılımlı yaklaşıyor. 
Çift Yönlü Yaklaşım Stratejisi, bütün savaşan güçlerin ortak tehdit kabul ettiği radikal terör örgütleriyle mücadele için bir koalisyonun kurulması, terör örgütlerinin tasfiyesi ardından ülkelerinde nasıl yaşamak istediklerini müzakere etmeleri anlamına geliyor.
 
*
ABD'nin hem mevcut zaafiyeti, hem de Rusya'nın geliştirdiği "Çift Yönlü Yaklaşım Stratejisi"ni uygulamak konusuna ılımlı yaklaşımı,
Rusya ordusuna bağlı birliklerin, Suriye'de Beşar Esad'a bağlı güçlerin yanında  hem muhalif gruplara hem IŞİD'e karşı çatışmalara girmesini cesaretlendiriyor.
Bir süredir Rusya'nın Ortadoğu bölgesine yönelik dış politikasını askeri anlamda takviye etmesi, başta Suriye olmak üzere bölge ülkeleri ve bölgesel aktörler bakımından önemli bir gelişme sayılıyor.
 
*
Bu sırada Recep Tayyip Erdoğan, Suriye konusunda "Esad gitsin" ısrarının boşa çıkması ve olası bir siyasi çözüm halinde Suriye krizine yaptığı müdahaleler nedeniyle Uluslararası Hukuk Mahkemesi'nde yargılanacak olmanın eşiğindedir.
 
*
O yüzden ABD'yi ‎Suriyeli muhaliflerin eğitilip silahlandırılması için zorluyor, Dostlar Grubu'nun terörle mücadele koalisyonuna dönüşmesini engellemek istiyor.
Ancak ABD'nin  'Eğit- Donat'  programına katılanların Suriye Ordusu ile değil, sadece IŞİD ile savaşacakları baskısına boyun eğiyor.
Çaresizdir, İncirlik ve diğer üsleri de ABD koalisyonuna açıyor...
 
*
Erdoğan, bir taraftan da ABD'nin Esad'a yönelik herhangi bir tasarrufu olmayışından cesaret alıyor
Suriye'deki vekalet savaşının başından itibaren en fazla talep ettiği sınır hattında güvenli bir bölge oluşumunu sağlamıştır.
MİT liderliğinde Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonundan bir grubun, Nusra Örgütü, Ahrar'ı Şam Örgütü ve Türkmenler Birliğinden oluşturduğu güçle,
Lazkiye ve Tartus'a yaklaşması halinde Beşir Esad ve İran blokunun müzakere için yol aramaya başlayacağı,
Güvenlikli bölgeyi Şii milislerden, İŞİD'ten ve Suriye'deki PKK/PYD'den temizleyeceği inancını hayata geçirmeyi deniyor ki; şimdi bu bölgede Rus Ordu birlikleri bulunuyor!
 
*
Ama ABD, eski dostu,bugün kaybettikçe  dik başlı olan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanlışlarından ve yaşadığı gerginlikten yararlanmasını çok iyi biliyor.
Nitekim Irak'a yeniden dönmesinin sözkonusu olmadığı, Suriye Ordusundan faydalanmanın olanağının bulunmadığı ve Irak Ordusu'nun da zayıf olması ortamında;
Kürt bölgesi ve enerji kaynaklarını riske atacak hamlelere karşı arkasında bırakacağı bir güç olarak Bağımsız Kürdistan'ı  ve o'nun paralelinde Kuzey Suriye ve Güney Türkiye'de güçlü bir Kürt koridoru oluşturma çabasını yoğunlaştırmakta olduğu bir süreci geliştirmekten geri kalmıyor. 
 
*
Erdoğan'ın iktidar hırsının gölgesinde tertip edilen Suruç Katliamı ardından,
PKK bir azınlık grubun isyancıları olarak  giderek kazanacakları uluslararası meşrulukla,
Bir taraftan Araziye Dayalı Savaş Taktiği ile TSK ile savaşmakta, 
Öte taraftan yıllardır sürdürdükleri "demokratik özerkliğin" inşasının tabandan örgütlenmesini pekiştirip kantonlaşıyorlar.
Üstelik bu işin mimarı ne Öcalan, ne HDP'dir, PKK'yı  doğrudan doğruya ABD ve İsrail çekip çeviriyor.
 
*
Şimdi Rusya ve İran İslam Cumhuriyeti de bölgede olup, Suriye'ye ve Irak'a daha çok ilgi gösteriyor.
Hem krizin siyasi yollardan çözülmesine,
Hem de Şam ve Bağdat yönetimine silah yardımlarını arttırarak, başta IŞİD olmak üzere bölgedeki terör örgütlerinin kendilerine de artan tehditleri ile mücadele ediliyor.
 
* 
Rusya ve İran Esad'sız bir çözümü reddederken, Suriye yönetimi ile muhalifleri arasında  temasları attırma çabasındadır.
Rusya, ayrıca BM güvenlik konseyine sunulan De Mistora'nın Suriye barış planına da destek veriyor.
Ama ne Suriye, ne de Irak'ın bölünmesi istenmiyor...
 
*
ABD ve müttefiklerinin Mesud Barzani'ye verdikleri  bağımsız devlet olma sözü ile Kuzey Irak Kürt Yönetimi,
Suriye'de kantonlaşan PYD ve Türkiye'de kantonlaşmaya yürüyen PKK terör örgütü, 
Giderek  Avrupa siyaset çevrelerinin Irak Kürt Yönetimi'ni Bağımsız Kürdistan olarak,PYD'nin Suriye'de, PKK'nın Türkiye'de kurduğu kantonları tanımasını,
Sonra bir "Diyalog Süreci" ile müzakerelerin uluslararası hukuk çerçevesine oturması süreci geliştiriliyor...
Ne A.Öcalan'ın özgür bırakılması, ne Dolmabahçe Mutabakatının yeniden yürürlüğe girmesi hali, bu süreci engellemeyecektir.
Rusya ve İran İslam Cumhuriyeti'nin bu gidişatın önünü nasıl keseceği ise bilinmiyor!
 
*
Tayyip Erdoğan'ın tutunacak dalı kalmamıştır, kazdığı kuyuya düşmekten maada Türkiye'yi de o kuyuya çekiyor...
 
11.9.2015 - 7593
 
ABD, Orta Doğu’da güvenlik ve istikrarın tek garantörü ve istediği takdirde küresel ilişkilerin gidişatını kökten değiştirecek askeri kuvvete ve diplomatik nüfuza sahip tek küresel güçtür.
Ne ki, askeri teknolojinin giderek yüksek teknolojiye dayanan, alt sistemlerinin çokluğu ve karmaşıklığıyla çok pahalı olan sistemlere ihtiyacı önceliklerini değiştiriyor.
 
*
Mesela, ABD’nin kolonyal gücü NATO’nun mali krizdeki üyeleri yüksek teknolojiye dayanan askeri sistemlere sahip olabilmek için savunma bütçelerinde kaynaklarını birleştirmeleri, ulusal değil uluslararası çaptaki projelerde ortaklaşmaları gerekiyor.
Ama NATO ülkelerinin çoğunun ekonomisi zordadır, savunma harcamalarının artmasına razı olunmuyor.
Hal böyle olunca, NATO’nun ortak savunma doktrini sona ermiş izlenimi veriyor, NATO önceliklerini değiştiriyor.  
 
*
Bu yüzden ABD sert güç kullanma kabiliyetinde bir düşüş olmamasına rağmen gücünü tam anlamıyla kullanamıyor.
Mesela, Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgede  Rusya’nın manevra alanı ekonomik, siyasi, diplomatik, hukukî vb. usullerle daraltılmaya çalışılırken, ittifak  üyesi ülkelerin kendilerini toparlaması ve NATO’nun güçlenmesi için zaman kazanılması gibi bir yönteme başvuruluyor. 
 
*
Bu zafiyet Ortadoğu’ya da yansıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün yaşanan dramın, Suriye’de ve Irak’ta meydana gelen tüm gelişmelere seyirci kalmanın bir sonucu olduğunu söylüyor.
Erdoğan, “Hiçbir zaman Suriye’ye bir müdahale yapılsın istenmedi. Suriye’nin başında zaten bir zalim yönetici var, bu zalim yöneticiye hep sahip çıkıldı. Bunun oradan alınması için ne yapmamız gerekir, bu düşünülmedi” diyor.
 
*
Çünkü ABD, Suriye Cumhurbaşkanı Beşir Esad’ın, “Eğer Şam’da rejim devrilirse, Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya kadar geniş bir coğrafya karışır, istikrarsız hale gelir” iddiasından hareketle,
Bu taktirde İsrail’in güvenliğinin de tehlikede ve beklemede kalacağını öngörüyor…
 
*
ABD, nükleer anlaşma ile elini güçlendiren İran İslam Cumhuriyeti ile cepheleşmeyi de istemiyor.
Ya? Orta Doğu’daki gücü Suudi Arabistan ve İran arasında  dağıtabilmek için İran’ın nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu bir savunma örgütünü bulacağı,
İsrail ve Suudi Arabistan’ın talebi yönünde bağımsız Kürdistan ve çevresinde bir Kürt koridoru, Suriye ile Irak toprakları üzerinde Sünni Araplar için bir koridor oluşturma çabasının yoğunlaşmakta olduğu bir süreci geliştiriyor.
 
*
Çünkü ABD ve müttefikleri Suriye ve Irak’ın bu hali ile yaşama şansının imkânsız olduğunu,
Kürt kimliği ve Kürtlerin alacakları pozisyonun da kurulacak denklemin ayrılmaz parçası haline geldiğini,
Bölgenin güçlüleri İran ve müttefiki Suudi Arabistan’ın da mutlaka denge halinde kalmasını düşünüyor…
 
*
ABD bu süreci geliştirebilmek, bölgenin yaşadığı kaostan çıkıp sorunların siyasal çözümü için  Rusya’nın geliştirdiği “Çift Yönlü Yaklaşım Stratejisi”ni uygulamak konusuna ılımlı yaklaşıyor. 
Çift Yönlü Yaklaşım Stratejisi, bütün savaşan güçlerin ortak tehdit kabul ettiği radikal terör örgütleriyle mücadele için bir koalisyonun kurulması, terör örgütlerinin tasfiyesi ardından ülkelerinde nasıl yaşamak istediklerini müzakere etmeleri anlamına geliyor.
 
*
ABD’nin hem mevcut zaafiyeti, hem de Rusya’nın geliştirdiği “Çift Yönlü Yaklaşım Stratejisi”ni uygulamak konusuna ılımlı yaklaşımı,
Rusya ordusuna bağlı birliklerin, Suriye’de Beşar Esad’a bağlı güçlerin yanında  hem muhalif gruplara hem IŞİD’e karşı çatışmalara girmesini cesaretlendiriyor.
Bir süredir Rusya’nın Ortadoğu bölgesine yönelik dış politikasını askeri anlamda takviye etmesi, başta Suriye olmak üzere bölge ülkeleri ve bölgesel aktörler bakımından önemli bir gelişme sayılıyor.
 
*
Bu sırada Recep Tayyip Erdoğan, Suriye konusunda “Esad gitsin” ısrarının boşa çıkması ve olası bir siyasi çözüm halinde Suriye krizine yaptığı müdahaleler nedeniyle Uluslararası Hukuk Mahkemesi’nde yargılanacak olmanın eşiğindedir.
 
*
O yüzden ABD’yi ‎Suriyeli muhaliflerin eğitilip silahlandırılması için zorluyor, Dostlar Grubu’nun terörle mücadele koalisyonuna dönüşmesini engellemek istiyor.
Ancak ABD’nin  ‘Eğit- Donat’  programına katılanların Suriye Ordusu ile değil, sadece IŞİD ile savaşacakları baskısına boyun eğiyor.
Çaresizdir, İncirlik ve diğer üsleri de ABD koalisyonuna açıyor…
 
*
Erdoğan, bir taraftan da ABD’nin Esad’a yönelik herhangi bir tasarrufu olmayışından cesaret alıyor
Suriye’deki vekalet savaşının başından itibaren en fazla talep ettiği sınır hattında güvenli bir bölge oluşumunu sağlamıştır.
MİT liderliğinde Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonundan bir grubun, Nusra Örgütü, Ahrar’ı Şam Örgütü ve Türkmenler Birliğinden oluşturduğu güçle,
Lazkiye ve Tartus’a yaklaşması halinde Beşir Esad ve İran blokunun müzakere için yol aramaya başlayacağı,
Güvenlikli bölgeyi Şii milislerden, İŞİD’ten ve Suriye’deki PKK/PYD’den temizleyeceği inancını hayata geçirmeyi deniyor ki; şimdi bu bölgede Rus Ordu birlikleri bulunuyor!
 
*
Ama ABD, eski dostu,bugün kaybettikçe  dik başlı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanlışlarından ve yaşadığı gerginlikten yararlanmasını çok iyi biliyor.
Nitekim Irak’a yeniden dönmesinin sözkonusu olmadığı, Suriye Ordusundan faydalanmanın olanağının bulunmadığı ve Irak Ordusu’nun da zayıf olması ortamında;
Kürt bölgesi ve enerji kaynaklarını riske atacak hamlelere karşı arkasında bırakacağı bir güç olarak Bağımsız Kürdistan’ı  ve o’nun paralelinde Kuzey Suriye ve Güney Türkiye’de güçlü bir Kürt koridoru oluşturma çabasını yoğunlaştırmakta olduğu bir süreci geliştirmekten geri kalmıyor. 
 
*
Erdoğan’ın iktidar hırsının gölgesinde tertip edilen Suruç Katliamı ardından,
PKK bir azınlık grubun isyancıları olarak  giderek kazanacakları uluslararası meşrulukla,
Bir taraftan Araziye Dayalı Savaş Taktiği ile TSK ile savaşmakta, 
Öte taraftan yıllardır sürdürdükleri “demokratik özerkliğin” inşasının tabandan örgütlenmesini pekiştirip kantonlaşıyorlar.
Üstelik bu işin mimarı ne Öcalan, ne HDP’dir, PKK’yı  doğrudan doğruya ABD ve İsrail çekip çeviriyor.
 
*
Şimdi Rusya ve İran İslam Cumhuriyeti de bölgede olup, Suriye’ye ve Irak’a daha çok ilgi gösteriyor.
Hem krizin siyasi yollardan çözülmesine,
Hem de Şam ve Bağdat yönetimine silah yardımlarını arttırarak, başta IŞİD olmak üzere bölgedeki terör örgütlerinin kendilerine de artan tehditleri ile mücadele ediliyor.
 
Rusya ve İran Esad’sız bir çözümü reddederken, Suriye yönetimi ile muhalifleri arasında  temasları attırma çabasındadır.
Rusya, ayrıca BM güvenlik konseyine sunulan De Mistora’nın Suriye barış planına da destek veriyor.
Ama ne Suriye, ne de Irak’ın bölünmesi istenmiyor…
 
*
ABD ve müttefiklerinin Mesud Barzani’ye verdikleri  bağımsız devlet olma sözü ile Kuzey Irak Kürt Yönetimi,
Suriye’de kantonlaşan PYD ve Türkiye’de kantonlaşmaya yürüyen PKK terör örgütü, 
Giderek  Avrupa siyaset çevrelerinin Irak Kürt Yönetimi’ni Bağımsız Kürdistan olarak,PYD’nin Suriye’de, PKK’nın Türkiye’de kurduğu kantonları tanımasını,
Sonra bir “Diyalog Süreci” ile müzakerelerin uluslararası hukuk çerçevesine oturması süreci geliştiriliyor…
Ne A.Öcalan’ın özgür bırakılması, ne Dolmabahçe Mutabakatının yeniden yürürlüğe girmesi hali, bu süreci engellemeyecektir.
Rusya ve İran İslam Cumhuriyeti’nin bu gidişatın önünü nasıl keseceği ise bilinmiyor!
 
*
Tayyip Erdoğan’ın tutunacak dalı kalmamıştır, kazdığı kuyuya düşmekten maada Türkiye’yi de o kuyuya çekiyor…
 
11.9.2015

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir