UKRAYNA GÖRÜŞMELERİ

  Önce Ukrayna'nın doğusunda hükümet güçleri ve bağımsızlık yanlıları arasındaki çatışmaların şiddetini iyice artırdığı bir dönemde ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry'nin Kiev'i ziyaret etti.
Sonra Almanya Başbakanı A.Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı F. Hollande, birlikte krizin çözümü için "tek seçeneğin diplomatik çözüm olduğu" söylemiyle Kiev ve Moskova'da yeni bir barış planıyla diplomatik girişim başlattı.</p>
<p>*
Merkel ve Hollande'ın girişimleri Washington'la önceden bir koordinasyon sağlanmadıysa eksik kalacağı yönünde endişe oluşturuyor.
Çünkü J. Kerry Kiev'deki konuşmasında, ABD Başkanı B.Obama'nın, Ukrayna'ya silah yardımı yapılıp yapılmayacağıyla ilgili kararını çok yakın bir zamanda vereceğini söylüyor...
Üstelik ABD'nin gündeminde Rusya ile ilgili ağır yükümlülükler bulunuyor;
Mesela, Rusya'nın güçlerini Ukrayna'dan geri çekmesi, ayrılıkçı paramiliter güçlere desteğini kardırması, içişlerine karışmaması ve bu saldırgan politikaya Gürcistan, Moldova ve tüm ülkelerde son vermesini teminen ekonomik,siyasi ve askeri baskıya alınması, enerji ihracaatının ve ticaretinin engellenmesi öngörülüyor.
Rusya'dan uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını yasaklayan BM Antlaşmasına ve 1994'te Budapeşte Memorandumu ile yükümlendiği Ukrayna'nın bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne karşı sorumluluklarına,
Kırım'ın yasadışı ilhakına son verilmesi ve Karadeniz'deki  üslerle ilgili Ukrayna ile imzaladığı 1997 Karadeniz Filosu ve Karakolları Antlaşmasına uyması isteniyor.</p>
<p>*
Ne ki, Ukrayna kriziyle başlayan süreçte AB bazı üyelerle anlaşmazlığa rağmen, Almanya'nın sorumluluğunu üstlendiği bir ortak tavır geliştirmiştir.
Almanya bu sorumluluğu, Dışişleri Bakanı F.W. Steinmeier'in "Durumun iyice kontrolden çıkmış olması bizim yararımıza değildir" ifadesi doğrultusunda ekonomik çıkarları pahasına fakat jeopolitik gerçekleri çerçevesinde göze alıyor.</p>
<p>*
İşte Almanya'nın gerçekleri; birincisi, Almanya 2008'de ABD'de başlayan ve Euro bölgesine atlayan ekonomik krizde, Avrupa'nın liderliğini başarıyla yaparken, Fransa'yı ikinci plana düşürmüştür.
Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansının karıştığı dinleme skandalında da liderliğini ABD karşısında pekiştirir kendini vazgeçilmez yaparken, Fransa Avrupa'nın ikincisi olmayı ve Almanya'ya eşlik etmeyi sorunsuz benimsemiştir.
İkincisi, Avrupa'nın lideri olarak Almanya, V.Putin'in Devlet Başkanı olmasıyla birlikte Rusya'nın Avrupalılaşmasına ilişkin tükenen umutlarını,
1967'de yürürlüğe koyulan Sovyetler Birliği ile doğrudan ilişki kurulması, Varşova Paktı ülkeleri ile ilişkilerin normalleştirilmesine dayanan "Ostpolitik" asını terkederek, yerine jeopolitik çıkarlarının ve ahlaki prensiplerin yönlendirdiği yeni bir siyasete yönlenerek  karşılıyor.
Üçüncüsü, Bu siyasetiyle  Almanya,  Rusya'yı Kırım'ı ilhakı ve Doğu Ukrayna'daki uygulamaları nedeniyle  Avrupa Barışı'nı ihlal etmekle suçluyor.
Bu yüzden "Avrupa Barışı" için 1939'da Sovyetler Birliği ile imzaladığı, temeli doğu sınırını sağlamlaştırmak üzere Polonya'yı işgal ederek olası bir Sovyet müdahalesini engellemek, buna mukabil Sovyetler Birliğinin Almanya'nın Çekoslavakya'yı işgali üzerine batı sınırını garanti altına almak istemesine dayanan "Molotov-Ribbentrop Saldırmazlık Anlaşması" çerçevesinde, Almanya'nın Polonya'ya girmesi ve II.Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Polonya ve Baltık ülkelerine yaşattığı ağır sendromu bir kez daha yaşatmama çabasını gösteriyor.
Bu yüzden Rusya'dan hem çekinen,hem düşmanlık besleyen Polonya ve Baltık ülkelerinin çıkarlarını ön plana alıyor.
Elbette bu ülkelerin bölgesinde Moldova, Gürcistan, Kafkasya'da ve Orta Asya' da da Rusya ile rekabet etmek zorunluluğunu  elden bırakmıyor...</p>
<p>*
Başbakan A.Merkel'in, "Başka bir dünyada yaşıyor"dediği Rusya Devlet Başkanı V.Putin ise Batı ile ekonomik fayda getirebilecek ilişkiler isteğindedir.
Ama asıl önceliği Batı'nın Rusya'yı dikkate alması, Rusya'nın nüfuz alanlarını tanıması ve eski Sovyet ülkelerine karışmamasını sağlamaktır.
Kırım ve Ukrayna krizinde bu bölgenin Avrasya Birliği Projesi'nin Avrupa ayağı ve Karadeniz Havzası'na açılan bir kapı olması niteliğini esas alıyor.
Kırım'ın özgür iradesini açıklamasında ise Kosova'nın Sırbistan'dan ayrılması ve bağımsızlığının tanınmasının emsal alındığını ileri sürüyor ve Batı'ya, "SSCB'nin dağılması ve Soğuk Savaş'ın sona ermesi ardından Batı'da bize karşı oluşan hırsın ve tek kutuplu dünyanın sağırlık döneminin sözde değil uygulamada sona ermesi gereklidir" çağrısında bulunuyor.</p>
<p>*
Ama Kırım'ın Rusya'ya katılma kararı ve Ukrayna krizi ardından ABD'nin ve Avrupa Birliği ülkeleri ile Rusya arasında çözülmesi taraflar arasında oldukça zor karmaşık sorunlar yaratmayı başardığı bir süreç yaşanıyor.
Yaptırımlar ve Devlet Başkanı Putin'in sert hamleleri Rusya'yı ekonomik olarak zayıflatmaktadır,fakat Rusya uluslararası sistemi oluşturan Avrupa-Atlantik odaklı işleyişe karşı, Soğuk Savaş döneminde sahip olduğu güce erişebilmenin yolunu sistemsel işleyiş ve rekabet çerçevesinde arıyor.
Avrupa-Atlantik hegemonyasını sorguluyor, söyleminde SSCB dönemine öykünüyor ve o yolda uygulamalar yapıyor.
Yakın çevre politikası ve Avrasyacı dış politika kalıpları doğrultusunda çok kutupluluk söylemini meşrulaştıracak yeni bir bölgesel yapılanma oluşturma çabası gösteriyor.
Bir yanda da Rusya'nın ekonomik krizi Avrupa Birliği ülkelerine de işliyor...</p>
<p>*
Bu durumda Kiev ve Moskova; Amerika ile Avrupa'nın ikili bir tutum izleme odağına dönüşmüş gibidir.
Bütün bunlar Almanya'nın Rusya ile ya da Rusya'nın Almanya ile tam bir cepheleşmesi anlamına gelmiyor ama süren işbirlikleri ve zıtlaşmalar,
Ya da karşılıklı sürdürülen diyalog ve Rusya'ya karşı uygulanan yaptırımlar iki ülke arasındaki ilişkileri çok önemli bir noktaya yükseltmiş bulunuyor.</p>
<p>*
Nitekim, Başbakan Merkel ve Cumhurbaşkanı Hollande'nin Kiev'de Devlet Başkanı P.Poroşenko ve Moskova'da Devlet Başkanı V.Putin'le yaptıkları görüşmelerde,
tarafların gerçek ateşkes sağlamaları,rehinelerin serbest bırakılması, silahlı güçlerin ve ağır silahların savaş hattından geri çekilmesi gibi Minsk Mutabakatı'nın tüm maddelerinin uygulanması gerektiği konusunda anlaştıkları kaydediliyor.
Bugün Ukrayna Devlet Başkanı P. Poroşenko'nun da katılımıyla dörtlü tele-zirve ardından Minsk mutabakatlarının uygulanmasını öngören ortak belge hazırlanmasına çalışılacaktır.</p>
<p>*
Ne ki bu nokta tarafların dünya güvenliği ve istikrarı için bir mutabakat oluşturdukları anlamına gelmiyor.
Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov dünyanın bir dönüm noktasında bulunduğunu belirtiyor ve "Batı, Rusya ile mi, Rusya olmadan mı yoksa Rusya'ya karşı mı bir güvenlik mimarisi inşa etmek istiyor sorusunun yanıt vermelidir" diyor.
Esas mutabakatın Rusya'yı da kapsayan yeni bir  Avrupa için yapılması gerekiyor... 8.2.2015
</p> - 7593
 
Önce Ukrayna’nın doğusunda hükümet güçleri ve bağımsızlık yanlıları arasındaki çatışmaların şiddetini iyice artırdığı bir dönemde ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry’nin Kiev’i ziyaret etti.
Sonra Almanya Başbakanı A.Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı F. Hollande, birlikte krizin çözümü için “tek seçeneğin diplomatik çözüm olduğu” söylemiyle Kiev ve Moskova’da yeni bir barış planıyla diplomatik girişim başlattı.

*
Merkel ve Hollande’ın girişimleri Washington’la önceden bir koordinasyon sağlanmadıysa eksik kalacağı yönünde endişe oluşturuyor.
Çünkü J. Kerry Kiev’deki konuşmasında, ABD Başkanı B.Obama’nın, Ukrayna’ya silah yardımı yapılıp yapılmayacağıyla ilgili kararını çok yakın bir zamanda vereceğini söylüyor…
Üstelik ABD’nin gündeminde Rusya ile ilgili ağır yükümlülükler bulunuyor;
Mesela, Rusya’nın güçlerini Ukrayna’dan geri çekmesi, ayrılıkçı paramiliter güçlere desteğini kardırması, içişlerine karışmaması ve bu saldırgan politikaya Gürcistan, Moldova ve tüm ülkelerde son vermesini teminen ekonomik,siyasi ve askeri baskıya alınması, enerji ihracaatının ve ticaretinin engellenmesi öngörülüyor.
Rusya’dan uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını yasaklayan BM Antlaşmasına ve 1994’te Budapeşte Memorandumu ile yükümlendiği Ukrayna’nın bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne karşı sorumluluklarına,
Kırım’ın yasadışı ilhakına son verilmesi ve Karadeniz’deki  üslerle ilgili Ukrayna ile imzaladığı 1997 Karadeniz Filosu ve Karakolları Antlaşmasına uyması isteniyor.

*
Ne ki, Ukrayna kriziyle başlayan süreçte AB bazı üyelerle anlaşmazlığa rağmen, Almanya’nın sorumluluğunu üstlendiği bir ortak tavır geliştirmiştir.
Almanya bu sorumluluğu, Dışişleri Bakanı F.W. Steinmeier’in “Durumun iyice kontrolden çıkmış olması bizim yararımıza değildir” ifadesi doğrultusunda ekonomik çıkarları pahasına fakat jeopolitik gerçekleri çerçevesinde göze alıyor.

*
İşte Almanya’nın gerçekleri; birincisi, Almanya 2008’de ABD’de başlayan ve Euro bölgesine atlayan ekonomik krizde, Avrupa’nın liderliğini başarıyla yaparken, Fransa’yı ikinci plana düşürmüştür.
Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansının karıştığı dinleme skandalında da liderliğini ABD karşısında pekiştirir kendini vazgeçilmez yaparken, Fransa Avrupa’nın ikincisi olmayı ve Almanya’ya eşlik etmeyi sorunsuz benimsemiştir.
İkincisi, Avrupa’nın lideri olarak Almanya, V.Putin’in Devlet Başkanı olmasıyla birlikte Rusya’nın Avrupalılaşmasına ilişkin tükenen umutlarını,
1967’de yürürlüğe koyulan Sovyetler Birliği ile doğrudan ilişki kurulması, Varşova Paktı ülkeleri ile ilişkilerin normalleştirilmesine dayanan “Ostpolitik” asını terkederek, yerine jeopolitik çıkarlarının ve ahlaki prensiplerin yönlendirdiği yeni bir siyasete yönlenerek  karşılıyor.
Üçüncüsü, Bu siyasetiyle  Almanya,  Rusya’yı Kırım’ı ilhakı ve Doğu Ukrayna’daki uygulamaları nedeniyle  Avrupa Barışı’nı ihlal etmekle suçluyor.
Bu yüzden “Avrupa Barışı” için 1939’da Sovyetler Birliği ile imzaladığı, temeli doğu sınırını sağlamlaştırmak üzere Polonya’yı işgal ederek olası bir Sovyet müdahalesini engellemek, buna mukabil Sovyetler Birliğinin Almanya’nın Çekoslavakya’yı işgali üzerine batı sınırını garanti altına almak istemesine dayanan “Molotov-Ribbentrop Saldırmazlık Anlaşması” çerçevesinde, Almanya’nın Polonya’ya girmesi ve II.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Polonya ve Baltık ülkelerine yaşattığı ağır sendromu bir kez daha yaşatmama çabasını gösteriyor.
Bu yüzden Rusya’dan hem çekinen,hem düşmanlık besleyen Polonya ve Baltık ülkelerinin çıkarlarını ön plana alıyor.
Elbette bu ülkelerin bölgesinde Moldova, Gürcistan, Kafkasya’da ve Orta Asya’ da da Rusya ile rekabet etmek zorunluluğunu  elden bırakmıyor…

*
Başbakan A.Merkel’in, “Başka bir dünyada yaşıyor”dediği Rusya Devlet Başkanı V.Putin ise Batı ile ekonomik fayda getirebilecek ilişkiler isteğindedir.
Ama asıl önceliği Batı’nın Rusya’yı dikkate alması, Rusya’nın nüfuz alanlarını tanıması ve eski Sovyet ülkelerine karışmamasını sağlamaktır.
Kırım ve Ukrayna krizinde bu bölgenin Avrasya Birliği Projesi’nin Avrupa ayağı ve Karadeniz Havzası’na açılan bir kapı olması niteliğini esas alıyor.
Kırım’ın özgür iradesini açıklamasında ise Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılması ve bağımsızlığının tanınmasının emsal alındığını ileri sürüyor ve Batı’ya, “SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi ardından Batı’da bize karşı oluşan hırsın ve tek kutuplu dünyanın sağırlık döneminin sözde değil uygulamada sona ermesi gereklidir” çağrısında bulunuyor.

*
Ama Kırım’ın Rusya’ya katılma kararı ve Ukrayna krizi ardından ABD’nin ve Avrupa Birliği ülkeleri ile Rusya arasında çözülmesi taraflar arasında oldukça zor karmaşık sorunlar yaratmayı başardığı bir süreç yaşanıyor.
Yaptırımlar ve Devlet Başkanı Putin’in sert hamleleri Rusya’yı ekonomik olarak zayıflatmaktadır,fakat Rusya uluslararası sistemi oluşturan Avrupa-Atlantik odaklı işleyişe karşı, Soğuk Savaş döneminde sahip olduğu güce erişebilmenin yolunu sistemsel işleyiş ve rekabet çerçevesinde arıyor.
Avrupa-Atlantik hegemonyasını sorguluyor, söyleminde SSCB dönemine öykünüyor ve o yolda uygulamalar yapıyor.
Yakın çevre politikası ve Avrasyacı dış politika kalıpları doğrultusunda çok kutupluluk söylemini meşrulaştıracak yeni bir bölgesel yapılanma oluşturma çabası gösteriyor.
Bir yanda da Rusya’nın ekonomik krizi Avrupa Birliği ülkelerine de işliyor…

*
Bu durumda Kiev ve Moskova; Amerika ile Avrupa’nın ikili bir tutum izleme odağına dönüşmüş gibidir.
Bütün bunlar Almanya’nın Rusya ile ya da Rusya’nın Almanya ile tam bir cepheleşmesi anlamına gelmiyor ama süren işbirlikleri ve zıtlaşmalar,
Ya da karşılıklı sürdürülen diyalog ve Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar iki ülke arasındaki ilişkileri çok önemli bir noktaya yükseltmiş bulunuyor.

*
Nitekim, Başbakan Merkel ve Cumhurbaşkanı Hollande’nin Kiev’de Devlet Başkanı P.Poroşenko ve Moskova’da Devlet Başkanı V.Putin’le yaptıkları görüşmelerde,
tarafların gerçek ateşkes sağlamaları,rehinelerin serbest bırakılması, silahlı güçlerin ve ağır silahların savaş hattından geri çekilmesi gibi Minsk Mutabakatı’nın tüm maddelerinin uygulanması gerektiği konusunda anlaştıkları kaydediliyor.
Bugün Ukrayna Devlet Başkanı P. Poroşenko’nun da katılımıyla dörtlü tele-zirve ardından Minsk mutabakatlarının uygulanmasını öngören ortak belge hazırlanmasına çalışılacaktır.

*
Ne ki bu nokta tarafların dünya güvenliği ve istikrarı için bir mutabakat oluşturdukları anlamına gelmiyor.
Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov dünyanın bir dönüm noktasında bulunduğunu belirtiyor ve “Batı, Rusya ile mi, Rusya olmadan mı yoksa Rusya’ya karşı mı bir güvenlik mimarisi inşa etmek istiyor sorusunun yanıt vermelidir” diyor.
Esas mutabakatın Rusya’yı da kapsayan yeni bir  Avrupa için yapılması gerekiyor…


8.2.2015


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir