AKİF-FİKRET KAVGASI:
ZANGOÇ VE MOLLA SIRAT…
(-Fikretçi misin? Akifçi mi?)
Bir akşam sofrada, Tevfik Fikret’ten pek hoşlanmayanlar, söz edebiyat dünyamıza gelince onu Atatürk’e kötülemek isterler.
Atatürk fena öfkelenir:
-“Ne demek!” der…
-“Ben inkılap ruhunu ondan aldım… Beyler, zaten tarihe geçecek büyük adamlarımız azdır; bir de onları lekeleyerek, daha fena işler yapmayınız”…
Evet; Atatürk Tevfik Fikret için bunu diyordu.
O, Fikret’in hemen bütün şiirlerini okumuş, pek çoğunu da ezbere biliyordu.
Tarih-i Kadim, Sis, Ferda… Rübabı Şikeste…
1917 yılında Doğu Cephesi’nde 3. Ordu Komutanı olarak savaşırken, Tevfik Fikret’in şiirlerini okuduğunu kendi anılarında yazar…
Okuduğunu dedik, dikkat:
O, zaten o şiirleri ezbere bildiğini, ama yine de yeniden okumaktan mutlu olduğunu söylüyor…
Atatürk, böyle bir Fikret tutkunuydu.
Gerçekten de büyük adamlarımıza hiç değer vermiyoruz.
Önce hangi ideolojik gözle hayata bakıyorsak, karşımızdaki insanı ona göre ayırıyoruz.
Ya ak, ya kara diyoruz.
Bu aslında hem yozluk, hem de toplumsal bir hastalık…
Yaşadıkları dönemlerde Tevfik Fikret ve Akif birbirlerini pek sevmezlerdi. İdeolojileri, yaşam algıları, gelecek üzerine öngörüleri bir değildi.
Ancak onları güzel ve özgün kılan, işte bu farklılıklarıydı. Farklı oldukları neyse, onlara yakışan oydu. Hiç bir biçimde bir başkasına öykünmeden, neyseler, kendilerini öyle ortaya koyuyorlardı.
O nedenle; Tevfik Fikret de bizimdir, Mehmet Akif Ersoy da…
Ne Fikret’ten vazgeçeriz , ne de Akif’ten…
Biri Fikret olduğu için güzel; öteki Akif olduğu için güzel….
Aslında her ikisi arasındaki Zangoçluk ve Molla Sıratlık tartışması gibi örnekler edebiyat dünyamızda vardır.
Örneğin Namık Kemal ile Ziya Paşa arasındaki kavga…
Ancak her ikisinin; yani Fikret ve Akif’in ortak yanları da vardı.
İkisi de II. Abdülhamit’ten nefret ediyorlardı.
İkisi de bulundukları çevrede, dürüstlükleri yönüyle biliniyor; ikisinin de onurlu duruşları herkes tarafından kanıksanıyordu.
İkisi de şairdi ve gençliğe inanç, onlar için sanki bir tutkuydu…
Birinin gençlik algısı Haluk’ta, öteki de Asım’da toplanmış ve şiirlerinde Haluk’a ve Asım’a seslenmişlerdi.
Tevfik Fikret şöyle diyordu Asım’a bir şiirinde:
Bu doğuştan, soyundan
Gelen yiğitlik
Sana uzak atalardan kalma
Şerefli bir armağandır;
Sen bu cesur, soylu kanı
İnsanlığı yaşatmak için dökeceksin;
Hak bellediğin yola yalnız gideceksin!
Mehmet Akif’in idealindeki gençlik ise, Asım’ın kişiliğinde kendini bulmuştur.
Haluk Tevfik Fikret’in gerçek oğludur…
Ancak Asım, Mehmet Akif’in kendi öz oğlu değil, bir arkadaşının oğluydu.
Şöyle sesleniyor Asım’a Akif:
Bana anlat bakayım şimdi : Şu biçare ocak,
Zorbalar saltanatından ne zaman kurtulacak?
Hiç bu mantıkla, a divane, hükümet mi yürür?
Bir cemaat ki erenler işi yumrukla görür,
Bize, Asım, ne şunun yumruğu lâzım, ne bunun;
Birinin pençesi ister yalınız: Kanunun.
İlerleyen süreç içinde Tevfik Fikret, gerçek dinin dünya dini olduğu anlamına gelecek satırlar yazdığında Akif fena öfkelendi. Bu satırları kendi inandığı dine bir saldırı gibi düşündü ve Süleymaniye Kürsüsünden yanıtını tam yedi yıl sonra verdi:
Robert Kolej’deki sanat dâhisinin kalemi
Vurur bu darbeyi isterse. Çünkü haddine mi
Kimi garbın yalınız fuhşuna hasbî simsar;
Kimi İran malı der, köhne alır, hurda satar!
Serseri: hiçbirinin mesleği yok, meşrebi yok;
Feylesof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok!
Şimdi Allah’a söver… sonra biraz bol para ver:
Hiç utanmaz; Protestanlara zangoçluk eder!
Ancak Fikret de bu eleştiriye kızdı. İçine sindiremedi.
İki yıl sonra tuttu; zangoçluk benzetmesine yanıt verdi.
Nasıl ki Fikret’i ve onun düşüncesinde olanları Zangoçlukla itham ediyorsa; Mehmet Akif ve onun gibi düşünenler de Molla Sırat’tı…
Fikret şiirinde Akif’e göre daha sakindi.
Akif’in ateş gibi ortaya atılarak, sert bir yanıt vermesine karşın O, saygılarını sunarak şiirine başlıyor ve şöyle diyordu:
Ben ki
Protestanlara zangoçluk eden
Şairim…
Yaşamak dini benim dinimdir.
Müminim varlığa imanım var
Her kanat bir melek eyler ikrar.
Enbiyadan yaşarım müstağni
Bir örümcek götürür Hakk’a beni.
Din-i hak bence bugün din-i hayat;
Sen ne dersin buna hey Molla Sırat?
Bu tartışmanın sonu ne mi oldu?
Tevfik Fikret 1915 yılında yaşama gözlerini yumdu.
Akif ise ülkesinden uzakta, Arap çöllerinde bir idealin peşindeydi.
Bu erken ölüm, o dönemdeki edebiyat dünyasını derin bir üzüntüye gömdü.
Şimdi biz ne yapalım?
Birinin düşüncesi bize daha yakın diye adam mı tutalım; yoksa her ikisini de saygın yeriyle kabul edip, bu farklı düşüncelerin ve şiirin sunduğu güzelliklerin sunduğu zenginliğini görüp:
“Ne güzel; hem Tevfik Fikret hem de Mehmet Akifimiz olduğu için” deyip kendimizi şanslı mı sayalım?
Hatta şöyle özetleyelim durumu:
Beyler söyleyin hadi:
“Fikretçi misiniz? Akifçi mi?”
Beyler; ben her ikisinden birden yanayım…
Akif de benim, Fikret de…
Her şeyden önce her ikisi de benim yurdumun insanları…
Ayrı ayrı zenginlikleri sunuyorlar önüme…
Her ikisi de dünyanın en namuslu, onurlu, kişilikli ve gözleri tok insanları…
Daha ne isterim ki?
Güzel olan her şey benim ve bizim…
Ben böyle düşünüyorum vesselam…
Kemal Arı, 31.12.2014
Bir yanıt yazın