Vahdettin Köşkleri konusunda medya vasıtasıyla çok şey konuşuldu, çok şey yazıldı çizildi. Ancak anlatılanların çoğu yanlış ve fasafiso türünden şeyler. Bilgilerde birçok yanlış ve eksik yanlar var. Konu hakkındaki en yeni bilgilerden birisi, Vahdettin Köşklerinin (Yapıldıkları sırada bahse konu alanda irili ufaklı birden çok köşk varmış) şu anda Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan’ın Çalışma Ofisi olarak hazırlanmakta olduğudur.
Gazetelerde yazdığına göre; Vahdettin Köşkleri, II. Abdülhamit tarafından, Fransız-Türk Levanten Mimar Alexandre Vallaury’e yaptırılarak küçük kardeşi Şehzade (son Osmanlı Padişahı) Mehmet Vahdettin’e hediye edilmiştir. Köşkün karakteristik özelliği; Soğan başlı kubbesiyle mimari açıdan nadir yapılardan birisi olmasıymış. Köşkün bulunduğu 60 dönümlük arazi içinde küçük köşkler ve bir de sera bulunuyormuş. Köşkler, 1984 yılı içinde “Taşınmaz Kültür Varlığı” olarak tescil edilmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından restore edilen (Oysa bu bilgi yanlıştır. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı restorasyon işleriyle görevli bir kurum değildir) köşklerdeki restorasyon çalışmasını inceleyen 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, yıllar önce yapılan restorasyon çalışmasının aslına uygun olmadığı için yıktırılmasına ve aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesine karar vermiş. Bu karar üzerine de 3 yıl önce tamamen yıktırılmıştır! Gazeteler böyle yazıyor!(1).
İsterseniz Vahdettin Köşkü’nün Gerçek Hikâyesini Bir de Benden Dinleyin!
Peki; yazdıklarını tamamen meccanen yazdığı için hiç kimseye diyet borcu bulunmayan, halkı aydınlatmayı hakka hizmet olarak telakki ettiği için sadece inandığı doğruları yazan bir kişi olarak Vahdettin Köşkleri’nin gerçek ve hazin hikayesini bir de benden dinlemek istemez misiniz? İstersiniz değil mi?
İşte sadece inandığı doğruları yazdığı için ailenizin yazarı da olan Araştırmacı-Yazar Ömer Sağlam’ın, Türkiye Diyanet Vakfı adına bu köşkleri satın alan ve bu köşkün bulunduğu 51 dönümlük alanın adı geçen vakfın elinden çıkmaması için sonuna kadar direnen ve aynı zamanda TDV’nin kurucuları arasında da yer alan bir zatı muhteremden konuya ilişkin olarak dinledikleri:
Sultan Vahdettin, 1922 yılında ülkeyi terk ederken bu köşkleri saray çalışanlarından “Zehra Hanım” isimli bir kadına bırakır ve ona der ki; “Gelecekte, eğer izin verilir de torunlarımdan Türkiye’ye dönecek olanlar çıkarsa bu köşkleri kendilerine iade edersin. Aksi takdirde köşkler senindir, dilediğin gibi tasarruf edebilirsin…”.
Hanedan Üyeleri Köşkün Bulunduğu Araziyi Satıyorlar!
Vahdettin Köşkü, İstanbul’un Çengelköy sırtlarında, boğazın en mutena yerindedir. Köşkün bulunduğu arazinin sahil tarafında Kuleli Askeri Lisesi vardır. Köşkün emanet edildiği kadın olan Zehra Hanım, Çengelköy halkı tarafından “Saraylı” olarak bilinirmiş. Köşkün bulunduğu alanda küçük bir evde yaşamını geçirmiş. 1950’li yıllarda hanedanın kadınlarına Türkiye’ye dönüş izni verilince Sultan Vahdettin’in torunları Neslişah Sultan, Hümeyra Sultan ve (haber kaynağımız burada üçüncü bir hanım sultandan daha bahsetti Necla veya Hanzade olabilir. Anlatırken not almadığım için unuttum) Türkiye’ye dönünce, Zehra Hanım, bu köşkleri kendilerine teslim eder. Ancak köşkler tamamen harap vaziyettedir. Bakımı ve restorasyonu yapılarak ayağa kaldırılması için büyük paralar gerekmektedir ve bu para da Vahdettin’in torunlarında yoktur. Böyle olunca, hanım sultanlar söz konusu köşkün bulunduğu araziyi 16 ayrı kişiye satarlar! Yani böylece köşkün bulunduğu arazinin mülkiyeti el değiştirir ve özel şahıslara geçer.
Köşkler Yağma Ediliyor!
Yıkıntı halinde bulunan köşklerin adam olmayacağına kanaat getiren bu kişiler, iddiaya göre; çevredeki halka köşk yıkıntılarını yağmalamaları ve işe yarar parçaları alıp götürmeleri yönünde el altından haber gönderiyorlar ve köşkler çevre halkı tarafından büsbütün yağma ve talan edilerek iyice kullanılamaz hale geliyorlar. Tabiri caizse ortada sadece boş bir arazi kalıyor!
1979 yılında (Eski Diyanet İşleri Başkanlarından ve TDV kurucularından olan Dr. Lütfi Doğan’ın Diyanetten sorumlu devlet bakanı olarak görev yaptığı Bülent Ecevit liderliğindeki hükümet tarafından) hac ve umre seyahatlerini düzenleme işi Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilince ve DİB bu işi TDV ile ortaklaşa yapmaya başlayınca, elde biriken paraları yatırıma çevirmek için harekete geçilir ve 1980 yılında bir Emlak komisyoncusu marifetiyle Vahdettin Köşkünün bulunduğu arazinin TDV adına satın alınması gündeme gelir. Bu emlak komisyoncusu, aynı zamanda köşkün 51 dönümlük arazisinin sahibi olan 16 kişiden birisidir!
12 Eylül Darbesi İşlemlere Darbe Vuruyor!
Yapılan pazarlıklar sonucu 125.000.000 TL’ye el sıkışılır ve noterde bir “Satış Vaadi” sözleşmesi yapılarak tespit edilen fiyatın yarısı ödenir(2). Satış işleminin gerçekleşmesi için Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün “Yetki” vermesi gerekmektedir ve bu işlemler devam ederken 12 Eylül Askeri Darbesi vuku bulur. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu yetkiyi ısrarla vermek istemez. Bu sebeple TDV oldukça müşkül duruma düşer. Çünkü 125 milyon TL’nin yarısı arsa sahiplerine ödenmiştir! Sonunda dönemin Diyanet İşleri Başkanı, Askeri yönetim tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne getirilen Emekli Tümg. Galip Yiğitgüden’i makamında ziyaret eder ve satın alma yetkisini alır. Ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü çok ağır şartlarla (adeta TDV’yi bu arazi konusunda adım atamayacak şartlar ileri sürerek) satın alma yetkisi verir.
Gelin görün ki; dönemin Üsküdar Tapu Kadastro Müdürü olan zat, TDV’nin emlak işlerini yürüten çalışanıyla (S.E) eski arkadaştır ve bu sebeple Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ileri sürdüğü şartların hiç birisini dikkate almaksızın mülkiyet devri işlemlerini yapar ve Tapu Senedi’nin kayıtsız-şartsız TDV’ye geçmesini sağlar.
Kuleli Askeri Lisesi Kumandanı Albay!
Bu arada beklenmedik bir şey olur ve mülkiyeti TDV’ye geçen 51 dönümlük köşk arazisinin, deniz tarafında bulunan Kuleli Askeri Lisesi’nin o günkü komutanı olan albay, bu arazinin Diyanet’e geçmesinden rahatsız olur ve bu arazinin askeri lise adına kamulaştırılması için Birinci Ordu Komutanlığı’na yazı yazar ve sonuçta bu yazı, silsile yoluyla Genel Kurmay Başkanlığı’na kadar gelir. Genel Kurmay Başkanlığı da bu arazinin söz konusu hizmet için kamulaştırılması konusunda Milli Savunma Bakanlığı’na talimat yazar (konuğumuz burada bir parantez açarak -ben o güne kadar Milli Savunma Bakanlığı’nın Genel Kurmay Başkanlığı’nın emrinde olduğunu bilmiyordum- diyor)! Konu hükümete intikal eder. Zamanın Diyanet’ten ve Vakıflardan sorumlu Devlet Bakanı Kâzım Oksay, arazinin istimlak işlemine karşı çıkar ve böylece arazi TDV’de kalır.
1937 Tarihli Görüntüler Baz Alınır!
TDV, bir taraftan da bu arazi üzerine “İslam ülkelerinden gelecek din adamlarının barındırılacağı bazı mekanlar yapmak için” belediyeye başvurur, ancak sadece %3’lük (yaklaşık 1.500 metrekarelik) bir bölümü için yapı izni alabilir. Yapılaşma oranının biraz daha arttırılması yönündeki talepler yoğunlaşır ve ilgili mevzuat gereğince yıkılan köşklerin aslına uygun olarak yapılması kaydıyla ve sözüm ona restorasyon adı altında %6’lık (yaklaşık 3.5 dönümlük) yapı ruhsatı alınır. Bunun üzerine köşklerin, 1937 yılındaki durumunu gösteren fotoğraflardan hareketle bir proje hazırlanır ve inşaata başlanır. Bu arada Kuleli Askeri Lisesi bir kez daha devreye girer ve yapılaşmanın derhal durdurularak bu alanın istimlak edilmesini ve koruluk olarak muhafazasını ister. Ancak dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, “Ben bu projeye onay verdim, verdiğim karardan dönemem…” diyerek Kuleli Askeri Lisesi vasıtasıyla gelen talebe olumsuz cevap verir. Öte yandan dönemin Genel Kurmay Başkanı Org. Necip Torumtay da (Muhtemelen yapılan görüşmeler sonunda ikna edilerek) istimlak talebine olumsuz cevap verir. Böylece köşklerin inşaatı, 1937 yılındaki görüntülerine uygun olarak tamamlanır. Kökler betonarme olmakla birlikte, dışları aslına uygun olarak tamamıyla ahşapla kaplanır.
Turgut Özal ve Semra Özal Devrede!
1990 yılına gelinmiştir. O sırada Huber Köşkü’nün yetersiz olduğundan bahisle Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilmek üzere İstanbul’da boğaza nazır uygun bir mekan aranmaktadır. Köşklerin yapımında görevli bir mimarın doktor olan abisi, Merhum Turgut Özal’ın özel doktoru Prof. Dr. Cengiz Aslan’ın arkadaşıdır ve onun vasıtasıyla, Turgut Bey’e haber uçurulur! Bir hafta sonu Cumhurbaşkanı Turgut Özal, eşi Semra Özal ve doktoru Cengiz Aslan, çıkar gelir yapımı tamamlanan Vahdettin Köşkü’nün bulunduğu alana. Özal, sağı solu şöyle bir kolaçan eder ve özellikle arazinin konumuna bayılır. Bunun üzerine ilgililere derhal “İstimlâk-Kamulaştırma” talimatı verir.
Köşkün ve bulunduğu arazinin o günkü değeri, yaklaşık 20 milyon dolara tekabül edecek şekilde 64 milyar TL olarak tespit edilir ve bu para derhal İstanbul’daki bir bankada Türkiye Diyanet Vakfı adına açılan bir hesaba yatırılır. TDV’nin bazı yöneticileri kamulaştırma işlemine karşı çıkarlar ve bunun için Korkut Özal’ı ziyarete giderek, kendisinden ağabeyi Turgut Özal’ı bu işten vazgeçirmeye ikna etmesini isterler. Ancak Korkut Özal “Ağabeyim, bir şeye karar vermişse onu mutlaka yapar. Hele de arada Semra Hanım varsa…” der ve devreye girmekten imtina eder.
1990 Hac Krizi ve Sonrası!
Türkiye Diyanet Vakfı’nın bazı yöneticileri kamulaştırma işlemine karşı çıktıkları için bankada hesaplarına yatan kamulaştırma bedeline dokunmak istemezler, ancak 1990 yılında yaşanan hac krizi onların elini kolunu bağlar (1990 yılında görevli olarak hacca gittiğim için yakından biliyorum; o yıllarda hac hem karayoluyla, hem de havayoluyla yapılıyordu. Ancak 1. Körfez savaşının patlak vermesiyle birlikte güvenlik gerekçesiyle karayoluyla haç iptal edildi. Böylece Türkiye Diyanet Vakfı, yanılmıyorsam, Diyanet tarafından hacca götürülecek yaklaşık 57.000 hacı adayından 40.000’inin yatırmış olduğu hac paralarını iade etmek zorunda kaldı. Çünkü 57.000 hacı adayından 17.000’i havayolundan hacca giderken, 40.000’i karayolundan hacca gitmek için başvurmuştu. Karayolundan hac iptal edilince, Diyanet 40.000 hacı adayının parasını iade etmek zorunda kalmasının yanı sıra o güne kadar bunlar için yapmış olduğu harcamalar da Diyanet’in sırtına sarılmış oldu!
Ayrıca Mekke ve Medine’de 57.000 kişi ve birkaç bin kişilik görevlinin barınacağı şekilde kiralanan ev ve otellerin büyük kısmı da haliyle boş kaldı. Kiralamalar, önceden yapıldığı için ev ve otel sahiplerine bir miktar avans da veriliyordu. Bu durumda kiralanan ev ve oteller için ödenen avanslar da Diyanet’in sırtında kaldı! Hatta, ev ve otel sahipleri, kalan kiralarının da ödenmesi için talepte bulundular. Kalan kiralar ödendi mi emin değilim, ancak ödenen avanslar tahmin ediyorum geri alınamadı ve zarar olarak kaydedilmek zorunda kaldı. Biz bazı görevliler, karayoluyla hac iptal edilmezden önce sınırı geçtiğimiz için 57.000 kişilik hacı adayına hizmet edeceğimiz yerde, yalnız havayoluyla hacca gelen 17.000 civarındaki hacı adayına hizmet ederek Türkiye’ye dönmüş olduk).
İşte bu kriz ortamında bazı TDV yöneticileri, krizi aşmak için İstanbul’a giderek Vahdettin Köşkleri için yatırılan 64 milyar TL’lik kamulaştırma bedelini bankadan tahsil edip, Vakfın hesaplarına intikal ettirirler. Böylece istimlak işi kesinleşmiş olur. Ancak TDV, ödenen kamulaştırma bedelini yetersiz bulur ve hazine aleyhine “Tezyid-i Bedel-Bedelin Arttırılması” davası açar ve yapılan yargılama sonunda devlet, adı geçen vakfa 85 milyar TL daha ödeme yapmak zorunda kalır! Gecikme faizleriyle birlikte bu kamulaştırma işi için devlet, adı geçen vakfa yaklaşık 50 milyon dolar mukabilinde bir ödeme yapar. Yani Türkiye Diyanet Vakfı 1980 yılında yaklaşık 2 milyon dolara satın almış olduğu 51 dönümlük Vahdettin Köşkü arazisi için devletten yaklaşık 50 milyon dolar kamulaştırma bedeli tahsil etmiş olur(3). Diğer bir deyimle; devlet bu arazinin beher dönümünü yaklaşık 1 milyon dolara kamulaştırmış olur…
Demirel Vahdettin Köşkünü Tekrar Kaderine Terk Eder!
Özal’ın 1993 yılındaki beklenmedik vefatıyla cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel, bu köşklerle ilgilenmez ve köşkler yine kaderine terk edilir. Ta ki; AKP iktidara gelinceye kadar!
AKP, İstanbul’un Kadıköy ilçesindeki seçim başarısızlığını aşmak için 2009 yılında ünlü mimar Sinan Genim’i Kadıköy’den Belediye Başkanı Adayı gösterir. Ancak yine başarısız olunur. Bununla birlikte Sinan Genim ile AKP arasında böylece bir ilişki kurulmuş olur. Halen Vahdettin Köşkü’nün bulunduğu alanda, Sinan Genim tarafından hazırlanan bir projeye uygun olarak bir çalışma yapılmaktadır.
İddialara göre; TDV tarafından köşklerin 1937 yılındaki görüntülerinden hareketle hazırlanan projeye göre inşa edilmiş köşkler ve sair yapılar tamamen yıktırılarak, söz konusu alanda halen Sinan Genim tarafından hazırlanan projeye göre bir yapılaşma faaliyeti sürdürülmektedir(4).
__________
1-http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24823478.asp,
2-1980 yılında alınan meşhur 24 Ocak kararlarıyla 1 doların 70 TL’ye yükseltildiğini, hesaba katarsak Vahdettin Köşklerinin TDV’ye maliyeti yaklaşık 2 milyon Dolar (1.785.714.2 $) olmuştur (bk.http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2001/08/17/17207.asp),
3-1990 yılı dolar kuru ortalama 2.607.60 TL’dir. Bu hesaba göre; TDV’ye ödenen toplam 149 milyar TL’nin dolar karşılığı 57.153.816 dolar yapıyor. Bu durumda özellikle “Tezyidi Bedel” davasıyla alınan 85 milyar TL’lik bölümün, 1990 yılında değil, doların çok daha yükseldiği sonraki yıllarda tahsil edilme ihtimali ve rakamların yaklaşık miktarlar üzerinden verilmiş olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
4-Metin içindeki parantez içi bilgiler tarafımızca eklenmiştir. Ö.S.
Yazıları posta kutunda oku