Ortadoğu Niçin Bataklık?
Şeria nehri kıyısında bir akrep öbür yakaya geçmek ister. Kaplumbağadan yardım ister. Kaplumbağa akrebi sırtına alarak karşıya geçirir. Tam toprağa bırakacağı sırada akrep kaplumbağayı boynundan sokar. Can havliyle kaplumbağa kendisinin iyiliğine karşı niçin bu ihaneti yaptığını sorar. Akrep şu cevabı verir: Burası Ortadoğu dostum! Ortadoğu ile ilgili benzer hikâyeleri bu bölgeden çıkmış olan gazeteci, siyaset bilimcisi veya siyaset adamlarından sık sık duyarız. Kısaca “Ortadoğu Bataklığı” diye bir yer gerçekten var mıdır? Varsa bu gerçek kimlerin eseridir.
“Ortadoğu Bataklığı” ile kimsenin kimseye güven duymadığı, toplumsal felaketlerin her an her cepheden fışkırabileceği, insanların birbirlerini öldürmeleri birinci hedef olduğu, farklı din, dil, mezhep veya renkten olanın hayat hakkı bulunmadığı, kısaca huzur ve güvenlikle alakalı nesnelerin karaborsada bulunduğu bir bölge kastedilmektedir. Bu bölgenin kâhir ekseriyeti olan Müslümanlar Ramazan’ı karşılarken en zaruri gıda maddeleri, ilaçlar karaborsadadır. Ancak her türlü silah ve patlayıcıya kolayca ulaşılır. 250 bin kızamık aşısı aylardır Türkiye-Suriye sınırında bekler, hangi bölge çocuklarına aşının yapılacağı konusunda uzlaşma olmadığı için. Libya’dan Irak’a ekmek parası için işçilik, şoförlük yapan nice Türkler tutuklanmış, kalanlar da her an tutuklanabilir… Halbuki bu insanlar oralara yiyecek, içecek taşımakta, inşaat ve köprüler inşa etmekteydi…
Klasik makaleler, Ortadoğu’nun üç semavi dinin ve bunların peygamberlerinin çıkış yeri olduğu, dolayısıyla paylaşılamayan bu kutsallıktan dolayı çatışmaların eksik olmadığı benzeri ifadelerle başlar. Gerçekten de Ebû’l-enbiyâ (peygamberlerin babası) İbrahim (A.S) başta olmak üzere Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyetin peygamleri Hicaz’dan Urfa’ya, Kudüs’ten Mısır’a bu topraklarda zuhur ederek dinlerini tebliği etmiş, vefat ettiklerinde bu topraklara gömülmüşlerdir. Halen hac ve ziyaret mahalleri, nice kadîm mabetler ve diğer kutsal mekanlar bu topraklardadır. Bununla beraber 20. Yüzyılın başından itibaren yangın yeri haline gelen bu toprakların “bataklık” olarak vasıflanmasının asıl sebebi kesinlikle kutsallığı değildir. Yahudilerin Kudüs çevresinde bir Musevi devlet kurma arzusu, bugünkü kan gölünün en önemli sebeplerindendir. Ancak bu arzuyu başka sebeplerle körükleyen ve buna destek çıkan emperyalist güçlerin sözkonusu bataklıktaki katkısını öncelikle dikkate almak gerekmektedir. İsrail’in kuruluş sürecindeki temel belgenin İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un adıyla anılan deklarasyon olması bu bakımdan anlamlıdır.
Pakistan ve Afganistan’dan Somali ve Nijerya’ya katliam, tecavüz, işkence ve diğer insanlık dramlarıyla haber programlarını meşgul eden geniş veya dar Ortadoğu’nun bu gerçeğini gündemde tutmak, bölge halkına veya kimliğine hakaret kabul edilmemelidir. Bu gerçekleri bilimsel bir ifadeyle kitaplaştıran mesela Oryantalizm yazarı Edward Said de bu bölgenin insanıdır. Belki bataklık unsurlarının daha sık dile getirilmesi, böylece bu felaketlerin sebeplerinin sorgulanmasına fırsat verebilecektir. Bu coğrafyada her gün yaşananların onda biri batı coğrafyasında yaşansa halk ayaklanmakta, faciaya son verilmesi için liderler ortaya düşmekte, çoğu zaman istifa etmek zorunda kalmaktadır. Halbuki Suriye, Irak, Afganistan veya Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan felaketler ancak istatistik rakamlar olarak haber bültenlerinde yer bulabilmekte, fırsat buldukça da haberlerdeki dramların İslamiyete mal edilme hınzırlığı görülmektedir.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ortadoğu’nun stratejik önemi başta İngiltere olmak üzere Batı Avrupalı sömürgecilerin iştahını kabartmıştır. Bölgede siyasi istikrarı bozmak, adım adım kontrol altına almak için her hileye başvurulmuştur. Özellikle I. Dünya Savaşı bu hileler kombinezonlarından oluşmaktadır. Savaş yıllarında yaşananlar ve sonrasına hediye edilen sınırlar, devletler ve düzenler bölgenin hiçbir zaman toparlanamayacak bataklık olmasını hedeflemiştir. Bununla beraber sırtına saplanmış hançeri bünyenin bir müddet sonrası kabullenip, bu hançerle yaşayamaya başlaması gibi Ortadoğu’da da belirli bir düzen ve istikrar kurulmak üzereydi. Belki iletişim imkânlarının genişlemesiyle hastalıklar düzelme iyileşme sürecine giriyordu. Ancak bölge üzerinde hesabı bulunan dış güçler bünyedeki demir parçalarını her fırsatta kurcalayarak yeni kanamalar ve enfeksiyonları arka arkaya tetiklediler. 11 Eylül ertesindeki müdahaleler ile Arap Baharı sonrasında yaşananlar yeni kan gölleri ortaya çıkarmıştır.
İslam temelli kelimelerle süslenen terör örgütlerinin katliam ve tecavüzleri, emperyalist güçlerin müdahaleleri için davetiyeden başka bir şey değildir. Şunu önemle belirtmek gerekir ki bütün bu iç savaşlar veya terörist faaliyetlerde kullanılan silahlar ile çeşitli şekillerde dayanılan örgütsel, ekonomik veya stratejik imkânların temelinde bir şekilde Ortadoğu dışı ülke yardımı genellikle batı desteği bulunmaktadır. Bundan dolayı terör örgütlerinin hiçbir şekilde köküne inilemez, gerçek kurucularına ulaşılamaz, örgütlerin gerçek hedefi ve elemanları konusu gazete sayfalarında veya televizyon oturumlarında fuzuli beyin jimnastiği aşamasından öteye gidemez.
Osmanlının asırlarca sürre alayları ile son döneminde ise İstanbul Harem’den Hicaz’a demiryolu döşeyerek huzur ve refah bölgesi haline getirdiği bu coğrafyayı hangi ülkelerin niçin kan gölüne çevirdiği, bölgenin stratejik önemi yanında buradaki kaynaklara sahip olma şehveti herkesin malumudur. İsrail faktörü bu alanda kullanılışlı bir aksesuar olup bazen Siyonist davası bu emperyalist yarışı aksesuar haline getirmiştir. Bu ihtiras ve rekabet günümüzde de aynen devam etmekte olup şartlara göre stratejiler değişmektedir. Sorun, Ortadoğu’nun bataklık haline gelmiş olması gerçeğini dile getirmekte değildir. Asıl gaflet bu yangına farkında olmasa da bir odun daha atmaktır.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Yazıları posta kutunda oku