EZBER BOZMAK (1)

“Ezber Bozan” bu yazı dizisi, üç buçuk yıl önce 2011 başında kaleme aldığımız ve bugünlerin fotoğrafını çeken birkaç yazımızın güncellenmiş şeklidir. - untitled1

untitled2222

EZBER BOZMAK (1)
NEOCON’LAR YUSUF AKÇURA’YI OKUMUŞ OLABİLİR Mİ?
HÜSEYİN MÜMTAZ
Coğrafya kaderinizdir, geleceğinizdir; tarih ise geçmişiniz.
Coğrafya size ve devletinize yön verir, şekillendirir. Yetenekli ve dirayetliyseniz bir ölçüde ancak etkiniz olur.
Ama tarihe, ağzınızla kuş tutsanız şekil veremezsiniz, kalemi alıp yeniden yazamazsınız. Saati tersine çeviremezsiniz.
Gelecekle ilgili planlar yaparsınız ama tarih yaşanmıştır. “Keşke” diyemezsiniz.
Ancak ve o da kabiliyetiniz varsa “ders” alırsınız. Geçmişten (tarihten) aldığınız dersle geleceğinizi (coğrafyayı) düzenleyebilirsiniz.
Ya da tarih ve coğrafya el ele verip sizi düzenler..
Son üç-beş yılımız; hiç hesapsız kitapsız, tamamen hayal âleminden kaynaklanan bir “Yeni Osmanlı” rüyasıyla geçiyor.
Bu, alışılagelmiş tarifle “şehir” değil ama resmen bir “Neocon” efsanesidir.
Neocon kavramı ilk kez Amerika’da 80’li yıllarda “neo-conservative”, yani “yeni muhafazakâr” olarak ortaya çıkan kesimler için kullanıldı. Ve bu yeni “neocon” politik düşünce akımı bilhassa Bush döneminde güçlendi.
Amerika’daki “neocon” fidanlar kaçınılmaz olarak; Amerikan politikasının yön verdiği, şekillendirdiği diğer ülkelerde de filizlenip, boy verdi.
Sulama ve organik olmayan gübreleme sistemi muazzamdı.
Etrafınıza şöyle bir bakınca bu tarife giren kimseleri görebiliyor musunuz?
Yeni Osmanlı hülyaları görüyoruz da, “eski” Osmanlı’yı acaba yeterince tanıyor, biliyor muyuz?
Meselâ o “muhteşem” dizide Saruhan (Manisa) Sancak Beyi Süleyman, 1520 yılının Eylül’ünde bir ikindi vakti babası 1’inci Selim’in (Yavuz) vefatı haberini; Pargalı (Önce Makbul sonra Maktul) ve maiyeti ile beraber at üstünde “müsellâh bir vaziyette ve tatbikat/eğitim havasında” avdayken getiren ulaktan almıştır.
Sancak Beyi Şehzade’ler hiç oturup rahat bir vaziyette sofrada “taam” edemezler yahut sedir (veya divana her neyse) şöyle sere serpe uzanıp “dünya nimetlerinden istifade” ile “istirahat”e çekilemezler miydi?
Nereden biliyoruz Süleyman’ın o haberi böyle bir durumda almadığını?
İşte bir süredir “eski Osmanlı”, aynen böyle bir “şekillendirilmiş algı” yöntemi ile servis edilmekte ve sorgusuz sualsiz, okuduklarımızı unutarak, hiç sorgulamadan kabul etmemiz istenmektedir.
O halde geliyoruz “inceldiği yer”e..
Sizce bu dâhili ve harici neoconlar acaba Yusuf Akçura’yı okumuşlar mıdır?
Başdöndürücü bir hızla yaşamaya başladığımız Suriye/Irak sarmalında; güney sınırımızdan itibaren Kandil’den, Akdeniz’e kadar enine ve aşağıya doğru oluşmaya başlayan “Kürdistan/Sünnistan/Şiistan” oldubittisine ışık tutacağını düşünüyoruz Akçura’nın..
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Paris’te İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman ile görüşüyor. Görüşme sonrası açıklama yapan Lieberman’ın sözcüsü, İsrailli Bakan’ın, Kerry’ye “Irak gözümüzün önünde parçalanıyor ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının kaçınılmaz bir sonuç olduğu görülüyor” dediğini açıklıyor. İsrailli uzmanlardan da benzer bir açıklama geliyor; “Bir Yahudi devleti bir Kürt devletini mümkün olan en kısa zamanda kabul edecektir” deniliyor.
O halde Irak ve Suriye’nin bölünmesi; “dördün ikisi” olacak bir Kürt Devleti’nin kurulması, bu denklemde de Türk/menlerden hiç bahsedilmemesi bir Yahudi projesidir.
İskenderun’dan geçen hafta “ihraç edilen” Kürt petrolünü İsrail almamış mıydı?
“Dördün İkisi” mi dedik?
Diğer ikisi nerede?
Biri İran’da… Diğeri?
Cevabı İmralı’daki terör ve cinayetten müebbet giymiş hükümlü veriyor;
“Tarihi önemdeki süreçte bundan sonraki çalışmaların yasal bir düzenleme üzerinden yürümesini oldukça anlamlı buluyorum. Yapılan düzenleme, devletin ilk defa çatışmalı olduğu toplumsal kesimlerle sorunları çatışarak, savaşarak değil, müzakere ederek çözmesinin önünü açan bir yasadır. Bu anlamda tarihi bir rol oynamıştır” diyor.

Türkiye’yi bölmek isteyen, istediği için Türk Milleti adına hüküm veren bağımsız mahkemeler tarafından mahkûm edilen bölücü teröristin “anlamlı” bulduğu her şey millet ve devletin aleyhine değil midir?
Sınırlar dışında ve içindeki bütün bu “mecburî” oluşumda, Türkiye’nin sınırları; “devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” acaba ne kadar “dokunulmaz”dır?
Evet; neoconlar Yusuf Akçura’yı okumuş olabilir mi?
Yahut Kaddafi okumuş muydu?
Yaşamakta olduğumuz milenyumun miladı “11 Eylül” (2001) dür.
14 yıl ne çabuk geçmiş, değil mi?
İkiz Kuleler’e “saldırılınca” Bush ne yapmıştı?
Önce “Crusade-Haçlı Seferi” ilan etmiş, hemen arkasından “Ya bizden yanasınız, ya teröristlerden” demişti. Ortası yoktu, gri yoktu, ya siyahtınız, ya beyaz..
“Ne senden, ne teröristlerden yanayım” deme şansı vermemişti.
Peki, ama siz o tarihte gerçekte kimden yanaydınız bu denklemde?
Terörist olamazdınız.. Devlete, millete, hukuka ve geçerli düzene saygılı bireydiniz.. Ama öte yandan “müktesebatınız icabı” Haçlılara karşı olmalıydınız. Ki o zaman da “küresel partneriniz”le ayrışıyordunuz..
İşte Türk aydını, 2001-14 arasındaki onüç yılı bu çok bilinmeyenli denklemi çözmeye çalışmakla geçirdi.
“Türk aydını” bu denklemde “fevkalade müsaadeye mazhar” bir çarpan rolündedir.
“Türk aydını”nın kim ve ne olduğu ile ilgili kimlik problemlerini katiyen göz ardı etmiyoruz, fakat “şimdilik” kaydıyla bir kenara bırakarak Condeleeza Rice’a geçiyoruz.
Bush’un “Haçlı-terörist” dubleksini Rice 7.8.2003 Washington Post gazetesinde yayınlanan “Transforming The Middle East – Ortadoğu’yu Dönüştürmek” başlıklı makalesiyle “fâş” etti ve “Fas’tan Basra körfezine kadar Ortadoğu’da bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini” açıkladı.
Kaynak meraklılarının merakını gidermek için lâfın orijinalini aşağıya aldık;
“Today America and our friends and allies must commit ourselves to a long-term transformation in another part of the world: the Middle East. A region of 22 countries with a combined population of 300 million, the Middle East has a combined GDP less than that of Spain, population 40 million.
…From Morocco to the Persian Gulf, nations are taking genuine steps toward political and economic openness. The United States supports these steps, and we will work with our friends and allies in the region for more”.
Dil bilmeyen meraklı turşucular İngilizce metinde geçen “22” ve “Morocco-Persian Gulf (Fas-Fars Körfezi” kavramlarını akıllarında tutup, sonra da Fas ile Basra Körfezi arasına “sığan” 22 adet ülkeyi parmak hesabıyla saymaya başlayabilirler..
Ama önce bir nefes alın..
Bu coğrafyanın tam ortasında “Türkiye Cumhuriyeti” vardır.
Ankara’da durup yüzünüzü “Fars Körfezinden” itibaren doğuya dönerseniz “Türk ülkeleri”ni; batı ve güneye dönerseniz “Osmanlı ülkeleri”ni görürsünüz.
Basra Körfezi’nin ötesindeki Türk bölgelerinden gerçi Rice’ın makalesinde söz edilmemektedir ama yıkılan Sovyet İmparatorluğunun çarpma etkisini kontrol edilebilir sınırlar içinde tutmak için Afganistan bağlamında orası da ilgi alanları içindedir. İçindedir ki “dünyaya nizamat vermekle görevli ağır abi” (Bakınız; Manifest Destiny) o zamandan beri ve halen Afganistan’dadır.
Bush’un işaret fişeğinden sonra Rice’ın dillendirdiği yukarıdaki “proce” uyarınca adı geçen coğrafyada kısa sürede “devrim-devinim”ler başladı. Ama asıl gürültünün kopması da zaman aldı..
Zaman aldı, çünkü “ağır abi” hem Afganistan’da idi, hem Irak’ı(n petrol kaynaklarını) şekillendirmekle fazlasıyla meşguldü.
Irak 13 yılda “kontrol altına alındı”.
Ve ne zaman ki “US Army” Irak’ı tahliye edip orada kurduğu merkezi ve bölgesel kukla devletçiklerin güvenliğini “özel şirket-ordulara” verdi; sıra Tunus’a geliverdi..
Tunus, Bahreyn, Libya, Lübnan, Yemen, Mısır…
Sıradaki gelsin..
İşte tam burada kadraja Kaddafi giriyor(du)..
Önce oğlu, “Libya’yı İtalyanlara ve Türklere bırakmayız” gibi boyundan büyük bir lâf etti.
Sonra kendisi, “Libya’ya bulaşırsanız Akdeniz’de yeni Barbaros’lar yaratırsınız” dedi..
Ve bombayı, hem de TRT’ye verdiği mülakatta patlatıverdi; 1) “Türkiye’de hak isteyen Kürtler var, bağımsız bir devlet kurmak istiyorlar. Senelerdir Türk ordusu Kürtlerle savaşıyor. Niye Türkiye’nin askeri hava sahası kapatılmıyor. Ne ABD ne de Avrupa bununla ilgili karar çıkarıyor. Neden?” diye sordu.
Sonra da 2) “Türkler kardeşimiz. Tarihimiz bir. Yüzlerce yıl birlikte yaşamışız. Hepimiz Osmanlı’yız, tarihimiz bu, bundan kurtulamayız” deyiverdi.
Bush’un ve Rice’ın (Neoconların) tam on yıldır ağızlarında geveleyip durdukları ama tam olarak bir türlü adını telaffuz edemedikleri noktanın altını çizivermişti..,
Amerika’nın; bölgede, bölgesel bir “allies”-partnere şiddetle ihtiyacı vardı. Bu partner İsrail olamazdı, çünkü “taraf”tı.
Ne demiştik, Ankara’nın bahse konu coğrafyada güneyi ve batısı “Osmanlı ülkeleri”dir.
Cumhuriyet, Osmanlı’nın “ardılı”dır.
Öyleyse ve o halde “Osmanlı” yüzyıllarca bu bölgeyi kontrol edebildiyse acaba onun mirasçısı “Cumhuriyet” de aynı misyonu yüklenebilecek bir rol model olabilir miydi?
Neoconlar acaba dünyanın ve bölgenin tarihini iyi okudular mı? Okuyup da bu kavramın her çarptığı yerde iz bırakan çoklu bir değnek olduğunun ayırdına vardılar mı?
Osmanlı derseniz yeniden İttihat ve Terakki, yeniden Mondros, yeniden Sevr….
Yeniden Lozan’ı, Montrö’yü, “mübadele”yi çağırmış olursunuz.
Yoksa ve zaten hiç gitmemişler miydi?
İşte şimdi tam o noktaya geldik..
Neoconlar acaba Yusuf Akçura’yı okumuşlar mıydı?
Ya lafı dönüp dolaştırıp Osmanlı’ya getiren Kaddafi?
Yıllar önce Saddam’ın, “Amerika’nın müdahalesinin yolunu açacak” Kuveyt saldırısını, zamanın Amerikan Büyükelçisinin gaza getirmesiyle gerçekleştirdiğini öğrenmemiş miydik?
Yoksa Kaddafi de mi;
….Amerika’nın Libya’ya müdahalesinin bahanesini teşkil edecek bir figüran(dı)?
Amerika, Nato’nun müdahalesini gündeme getirmeye çalışırken, İngiltere dahil müttefikler fazla masraflı olacağı gerekçesiyle bir “Çekiç Güç” çözümünü teklif ediyorlardı..
“Çekiç Güç”ü bir yerlerden hatırlıyor musunuz?
Bahse konu coğrafyayı bir arada tutabilmek için Akçura’nın yüzyıl önce, 1904’te yazdığı makalenin adı; “ÜÇ TARZ-I SİYASET” idi.
Osmanlıcılık-İslamcılık-Türkçülük..
2014’de yine-yeni ve yeniden mi Osmanlıcılık?
Halâ mı Osmanlıcılık? 27 Haziran 2014
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ

“Ezber Bozan” bu yazı dizisi, üç buçuk yıl önce 2011 başında kaleme aldığımız ve bugünlerin fotoğrafını çeken birkaç yazımızın güncellenmiş şeklidir.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir