Y Ü R Ü

Marquis de Condorset Fransa Devrimi düşünürüdür,insanın yetkinleşebileceğine ve insanlığın sonsuzca ilerleyebileceğine inandı, "Bilginlerin aydınlatamadığı toplumları şarlatanlar aldatır" dedi. - fetullah gulen

Marquis de Condorset Fransa Devrimi düşünürüdür,insanın yetkinleşebileceğine ve insanlığın sonsuzca ilerleyebileceğine inandı, “Bilginlerin aydınlatamadığı toplumları şarlatanlar aldatır” dedi.

*
Bu çerçevede -bakınız, Murat Karayılan Newroz TV’de Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeleri açıklamaktadır.
“Oslo süreci 3 yıl sürdü. Bizim siyasal demokratik çözüm arayışlarımıza ve ateşkeslere devlet istenilen düzeyde olumlu yaklaşmadığından sonuçsuz kaldı.
Bugün Kürt Sorununda İmralı’daki müzakerelerde 3 temel aşamayı belirledik:
Birincisi ateşkes ilan edip geri çekilmektir -ikinci aşama, Türk Devletinin çözüm karşışındaki görevleri yerine getirmesi yani anayasada bir reform yapması, koruculuk sistemi ve özel kuvvetler vb.güçleri bir kenara çekmesi ya da bunları sivilleştirmesi -üçüncüsü, savaş güçlerinin lağvedilmesi için yeni anayasanın düzenlenmesi aşamasıdır” diyor.
Çekilme, değiştirilen bazı maddelerle bugünkü anayasanın geçici sıfatı alması -nihayet yeni anayasa!
Halbuki Başbakan partisinin grup toplantısında,”Milletime sesleniyorum:bizden duymadığınız hiç bir söze inanmayın. Pazarlık yapılıyormuş, tamamen yalan. Al-ver süreci varmış, kuyruklu yalandır” diyor.

*
Herşey 2008’de Abdullah Öcalan’ın “Bu görüşmeler burayla yapılıyor,burası bir önderlik kurumudur” demesi -sonra,Başbakan’ın devletin bir heyetini çok gizli,”Barış ve Kardeşlik Projesi” çerçevesinde İmralı,Kandil ve Oslo’da olmak üzere müzakerelere görevlendirmesinin kamuoyuna yansımasıyla başladı…

*
Öcalan bölgede cemaatiyle tabanı tutan Gülen vasıtasıyla iktidardan 12 Haziran 2011 Genel seçimlerinde Kürtleri yerleşik konuma oturtmak üzere Kürt kimliğine özgürlük istedi, “Ya büyük anlaşma olur ya da topyekün büyük bir savaş olabilir,kıyamet kopar” tehditinde bulundu.
Hem yeterli milletvekili sayısını öngörüyor hem de bölgeci siyasetinin yürütülmesi için idari ve mali ayrıcalıklar istiyordu.
Anlaşamadılar -çünkü, PKK’nın konfederalist, toplumcu siyaset ve ekonomi felsefesi ile iktidarın ve cemaatin din’i toplumsal davranış ve sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olarak kurgulayan felsefesinin uzlaşması olanaksızdı.
Oslo süreci bitti, Abdullah Öcalan Temmuz 2011’de “Demokratik Özerk Kürdistan” ilanıyla Kürt toplumunun gölge devletinin kurulması yönünde sivil itaatsizlik eylemlerini başlattı.
İktidar ve cemaat de PKK’nın tasfiyesini gerçekleştirmeden iktidarlarının tamamlanmayacağı düşüncesiyle siyasal, örgütsel,ideolojik tasfiyeyi olan tüm gücüyle yürüttü.

*
PKK’nın sivil itiatsizlik eylemleri demokratik çözüm çadırlarından sivil Cuma namazlarına kadar geniş bir yelpazeye yayıldı ve Suriye krizinin büyümesine paralel bir gelişme yaşandı.
Kürtler Türkiye,Irak,İran,Suriye coğrafyasında konjonktürel ve stratejik şartlar etkisiyle öncelikle bir parti gibi hareket etme zorluklarına rağmen Kürt kimliği ile uluslaşma hedefini ön plana aldı.
PKK reddettiği Türkiye devleti ve iktidar biçimininin yok etmek üzere saldırdığından, tasfiyesine maruz kalındığından hareketle diğer bölgelerde ki Kürt hareketleriyle eş zamanlı Devrimci Halk Savaşı Stratejisini yürütmeye başladı.
Başbakan ise PKK’yı -yalnızca, Türkiye’de değil Irak’ta, Suriye’dede faal uluslararası terör hareketi haline getirme amacıyla askeri, polisiye, hukukî, ekonomik ,kültürel, dini tahrik ve baskıları yoğalttı -önce, terörize etmek -sonra, tasfiye etmek stratejisini sürdürdü.

*
Bir süre sonra dehşet bir görüntü ile karşı-karşıya kalındı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve TSK teröristlerin bulunduğu alanda hakimiyet kuramamıştı,teröristleri etkisiz hale getirememiş,sınır bölgelerinde giriş-çıkışları kontrol edememişti.
Teröristler caydırılamamış, zavallı bir “İslamcılık” hayali peşinde sürüklenerek Suriye, Irak ve İran’da ABD’nin taşeronu olunmuş, teröristlerin yuvalandığı o ülkelerle ortak hareket edilmemiş -kısacası,Türk Ordusu eşkiyanın Halk Savaşı Stratejisii karşısında yenilgi almıştı.

*
Buna karşın PKK’nın demokratik özerklik ilanından sonra hedeflediği tabandan-yukarı doğru mahalle meclisleri,kent konseyleri yapılanmasında çok geliştiği, yerleşim yerlerinde kurulu bu hiyerarşik ve kadro merkezli örgütselliğin kitlesel hareketliliği sağlayan mekanizmalara güçlü etkisi farkedildi.
Kürtlerin büyük nufuslar halinde yaşadığı İstanbul gibi büyük yerleşimlerde geniş kitle seferberliği ile sivil itiatsizlik eylemlerini yaratabilecekleri, kitleleri mobilize edebilecekleri ve taleplerini gündeme aldırma güçlerinin olduğu anlaşıldı.
Giderek PKK’nın hareketi genişletmek üzere büyük yerleşimlerde mahalle örgütlenmesi, orta sınıf içinde örgütlenme, tabana doğru aydınlatma çalışmaları,kitlesel kadın hareketliliği ve alternatif medya aktivizmi oluşturma süreciyle bir çığ gibi geldiği görüldü.

*
Başbakan Orta Doğu’nun karmaşık politik denklemi içinde PKK ile yürütülen savaş politikasının bir noktada tıkanacağını düşünmüş – o yüzden, kısa sürede sonuç almak üzere devletin elindeki bütün güçle ve kimyasal silah dahil son silah teknolojisini de kullanarak PKK’nın Devrimci Halk Savaşı Stratejisini alt etmeye çalışmıştı.

*
Devrimci Halk Savaşı ekseninde yürütülen direniş Kürt güçlerinin bölgede çok yönlü gerillacı alan hakimiyeti uygulamasıdır.
Önce askeri güçleri işlevsizleştirmek üzere alan hâkimiyet sağlanmış -sonra, alan savunması bir noktada tutunma değil, hareket halindeki güçlerin çok yönlü ve kapsamlı yoğunlaştırılmış eylemlerle, hedeflenen alan içerisinde sistemin silahlı güçlerini etkisizleştirme için devam etmiştir.
Aynı anda devleti temsil eden kurumlar fiilen tasfiye edilmeye başlanmış,bu kurumlara el konmuş, devleti temsil eden görevliler esir edilmiştir.

*
Şimdi “Bir çözüm projesinin parçası olarak ateşkes ilan ettik. Ve gerilla da bir projenin parçası olarak geri çekilecek. Bu da Türk devleti ile yapılan tartışmaların sonucunda ortaya çıkan bir ateşkestir. Yani tek taraflı değil. Bütünlüklü bir çözüm projesinin parçası olarak ateşkes ilan edilmiş ve geri çekilme gündeme gelmiştir” diyorlar.
Başbakan ise -hâlâ, “Müzakere, taviz verme ve pazarlık asla ve asla söz konusu değildir.Biz bugüne kadar milletin menfaatlerini pazarlık konusu yapacak kadar düşmedik,alçalmadık” diyor!

*
8 Mayıs’la birlikte çekilmenin gerçekleşeceği açıklanmıştır.
Ama bunun PKK’nın son zamanda gerçekleştirdiği Halk Savaşı Stratejisi nedeniyle kısmi bir çekilme olacağı -aslında,Kürt Hareketinin alan hakimiyetinden hareketle bölgede Türkiye Devletinin bulunduğu her konumun karşıtında daha çok yerleştiği, mevzilendiği söylenmiyor.

*
Yakın gelecekte Türkiye’nin önüne gelecek önce Kürtçülük, sonra Kürdistan sorunlarını saklamak için çözüm süreci “Analar Ağlamasın” sululuğuyla terör sorununa indirgeniyor.
Çünkü -bizzat, Başbakan MİT, iktidar,Genel Kurmay heyetleriyle birlikte Türkiye’nin PKK terör örgütüne yenilmesi sorumlusudur.
Nerede bu bolluk? Elbette, Türk Milleti adına ilgili kurumlara hesap vermeden -ne, çözüm sürecinin – ne, yeni bir anayasanın çıkarılmasının tarafı olunamaz,olmamalıdır.
Aksi hal işgal kuvvetlerinin temsilcisi olunduğunu gösterir -ki,bu Türk Ulusunun şarlatanlık kurumunu düşürmek üzere Hak için,Türkiye için yürüyüşü vaktidir, tutulamaz…

2.5.2013