Haftanın Kitabı 20: Türkiye Mektupları 1717-1718

Değerli okuyucular, - a bulut11
,

Haftanın Kitabı 20: Türkiye Mektupları 1717-1718

Değerli okuyucular,

Bu yazıdaki kitabımız, İngiliz Sefiresi Lady Montegü’nün 1717-1718 yıllarında yazdığı Türkiye Mektupları. Eser, Doğu Mektupları ve Şark Mektupları gibi değişik adlarla da türkçeye çevrilmiştir.

Künye: Şark Mektupları, Lady Mary Wortley Montagu, Hilmi Kitaphanesi, 1933, 144 sayfa, Çeviren: Ahmet Refik; 1963 MEB; Türkiye Mektupları (1717-1718), Lady Mary Wortley Montagu, Çeviren: Aysel Kurutluoğlu, Tercüman Yayınları, 1977, 208 sayfa; Doğu Mektupları, Lady Montagu, Türkçesi: Murat Aykaç Erginöz, Yalçın Yayınları, 1. Basım, Şubat 1996; Şark Mektupları, Lady Montagu, Timaş Yayınları, 1998, 128 sayfa, 3. Hm. Kağıt 135×210 mm, Karton Kapak; Doğu Mektupları, Lady Montagu, Türkçesi: Murat Aykaç Erginöz, Ark Yayınları, 2004, 156 sayfa; Şark Mektupları, Antik Yayınları, 2009; Tür: Seyahatname, Anı, Osmanlı Tarihi

 

Özet: 1717-18’de İstanbul’da İngiliz Elçiliği yapan Edward Wortley Montagu’nun zevcesi olan Lady Mary Wortley Montagu, Türkiye’deki ikameti sırasında Türk hayatına ait mektuplarıyla sadece seyahat edebiyatında değil, fakat Türk sosyal hayatına ait tarih içinde deönemli bir isim yapmıştır. Lady Mary Pierrepont 1689’da Nottinghamshire’de, Thoresby’de doğdu. Küçük yaşta annesini kaybedince, babası hemen bütün vaktini kızının yetişmesine sar fetti ve onu zamanının en münevver kadınlarından biri olacak şekilde büyüttü. Wortley Montagu ile evlendikten sonra, kocasının vazifesi dolayısiyle yerleştiği Londra’nın bilhassa edebiyat çevrelerinde büyük bir şöhret kazandı. Meşhur şair Alexander Pope ve onun etrafındakilerle kurduğu yakın dostluk sayesinde Lady Mary adı münevver mühitlerin pek iyi tanıdığı bir isim haline gelmişti. Wortley Montagu’nun İstanbul’a elçi tayin edilmesi üzerine o da kocasıyla birlikte Hollanda, Almanya, Avusturya ve Macaristan yoluyla Türkiye’ye geldi. Bizde Türkiye mektupları diye bilinen meşhur mektuplar 1718 Mayıs’ına kadar iki yıl süren bu seyahatin eseridir. Lady Montagu İngiltere’ye dönüşünden uzun bir zaman sonra (1730) kocasından ayrılarak İtalya’da ve Venedikte yaşadı, 1761 die tekrar memleketine döndü ve orada 1762 yılında öldü. Hayatında İngiltere’de meşhur bir sima idi, fakat ölümünden bir yıl sonra (1763) Türk mektupları neşredildiği zaman şöhreti Avrupa’ya da yayıldı. Bilhassa Voltaire bu mektuplar üzerine hararetli övgüler yazdı. Gerçekten o devirde Türkiye bütün Avrupa’nın merak konusuydu ve korku ile karışık bir saygı duyulan bu ülke (ve imparatorluk) hakkında görgüye dayanan malûmat pek azdı. Maamafih, Montagu’nun mektuplan edebi kıymeti bakımından da övgüye değer bulunuyordu. Nitekim Türkiye mektuplarının neşrinden kırk yıl sonra Montagu’nun diğer bütün mektupları ve yazıları da neşredildi. Sonraki tarihlerde, 1861’deki en son baskıya kadar, ele geçen yeni metinlerle birlikte bu eserin çeşitli baskıları yapıldı.

Alıntı: Üçüncü Sultan Ahmet zamanında Osmanlı saraylarının ve saray kadınlarının ihtişamını, İstanbul’un güzelliklerini ve İstanbul kadınlarının yaşayışlarını en güzel tasvir eden Leydi Montegü olmuştur. İngiltere’nin İstanbul Eloisi Montegü’nün karısı olan Meri Montegü, İstanbul hayatını o kadar güzel canlandırmıştır ki onun yazılarını okurken Onsekizinci asırdaki İstanbul, derhal gözünüzün önünde tekmil renkleri, ihtişamı ve güzellikleriyle bir tablo halinde canlanır. Bilhassa saray haremine giren ve sultanlarla ahbaplık tesis eden bu güzel İngiliz kadını, İstanbul’da kaldığı bir sene zarfında (1717-1718) İngiltere’deki dostlarına yazdığı meşhur mektuplarıyla o devirlerin İstanbul’u hakkında çok kıymetli vesikalar bırakmıştır. Leydi Montegü İstanbul’a geldiği zaman Üçüncü Ahmet, saltanat sürüyordu. Veziriâzam da Nevşehirli İbrahim Paşa idi. İstanbul’un meşhur Lâle Devrine rastlayan bu yıllarda herkes Sâdabât ve Çırağan Saraylarında coşmuş, neşe ve sefahat içinde emsalsiz bir hayat yaşıyordu. Bir taraftan İbrahim Paşa diğer taraftan şair Nedim Lale devrinin sefahatini yaşarken bu güzel İngiliz sefiresi de Boğaz sahillerinin güzelliklerini, bin bir çeşit güller ve Lâlelerle süslenmiş Türk saraylarını harikulade güzel görüşleriyle tarihe mal ediyordu. Leydi Montegü İstanbul’da bir sene kaldı ve bu müddet zarfında Fransız elçisinin karısıyla İstanbul’un her köşesini dolaşarak, İngiliz edebiyatında pek büyük bir şöhret kazanan meşhur mektuplarını yazdı. Bu mektuplar ölümünden sonra (1762) dostlarından bir kadın tarafından neşredilerek dünya tarih ve edebiyatına mal edilmiş oldu. İstanbul’u gezdiği sıralarda bir gelin hamamını şu harikulade güzel satırlarla tasvir ediyor: İstanbul’da teneffüs olunan havaya tattığım ve söylenen lisanı öğrendiğim için buradan pek hoşlanıyorum. Her gün İstanbul sokaklarını çarşafla dolanıyorum. Memnuniyetle şunu itiraf edeyim ki, Türk kadınları dünyanın bütün kadınlarından daha geniş bir hürriyet içinde yaşıyorlar. Burada ömürlerini hiçbir kayıtla mukayyet olmadan, mütemadi eğlencelerle geçiren insanlar varsa onlar da kadınlardır. Bütün işleri komşuya gitmek, hamama girmek, bol bol masraf etmek, daima yeni yeni modalar icat eylemektir. Karısından en ufak bir iktisat talep eden bir kocaya «deli» nazariyle bakılıyor. Hulâsa, parayı kazanmak kocanın, israf etmek de kadının vazifesi. En âdi tabakaya mensup kadınlar bile bu kaidenin dışında kalmıyorlar. Sırtında işleme çevre satan ufak bir esnafın karısı bile sırmasız esvap giymiyor. Onun da çeşitli kürkleri, başını süslemek için bir elmas takımı var. Gerçi Türk kadınlarının hamamdan başka birleştikleri yer yok ve buraya erkekler giremiyorlar, fakat burada da kadınlar pek güzel eğleniyorlar. Üç gün evvel, şehrin en güzel hamamlarından birine merak edip gittim. O gün hamama yeni bir gelin gelecekmiş. Bu münasebetle yapılan merasimi büyük bir zevkle seyrettim. Yeni akrabalık tesis eden iki ailenin dostları, akrabası, hattâ tanıdıkları, hep hamama geliyorlar. Birçokları da seyir için bulunuyorlar. Hulâsa o gün hamamda iki yüze yakın kadın vardı. Kadınlardan evli bulunanlarıyla dulları hamam dairelerinin kenarlarındaki mermer setlerde oturdular. Kızlar çarçabuk, soyundular. Yegâne örtüleri inciler ve kordelâlarla süslü uzun saçları olduğu halde çırçıplak meydana çıktılar. İçlerinden ikisi yeni gelini karşılamak için kapıya doğru gitti. Gelin, anası ve akrabasından biri vasıtasıyla getiriliyordu. Gayet güzeldi, yaşı on yedisinden fazla değildi. Esvapları hep mücevherlerle süslenmiş kıymettar bir kumaştandı. Gelini çarçabuk soydular, anadan doğma bir hale getirdiler. O zaman bütün genç kızlardan mürekkep bir alay peyda oldu. Kızların ikisi önde gidiyor, al kaplardan etrafa kokular serpiyordu. Diğer otuz kadar kız da ikişer ikişer arkadan geliyorlardı. Alayın önünde gidenler bir şarkı söylüyorlar, diğerleri de bunu bir nakarat gibi tekrarlıyorlardı. En geride kalan iki kız, gelinin yanında idi. Gelin sözlerini öne eğmiş mahzun ve ürkek adımlarla yürüyordu. Bu, pek hoşuma gitti. Kızlar bu suretle hamamın üç büyük salonunu dolaştılar. Gezinen bütün kızlar son derecede mütenasip vücutlu, Tenleri göz kamaştıracak derecede beyaz. Hamama sık gitmekten letafet peyda etmiş… Bu alay bitince, gelin, muteber hanımların hepsine takdim edildi. Her hanım iltifatkârane bir iki sözle mücevherat, kumaş, mendil veya buna benzer hediyeler takdim etti. Kendisine kim hediye verirse gelin onun elini öpüyor ve kabul ediyordu. Bu merasimi kördüğüme pek memnun oldum. Artık bu sözlerim üzerine Türk kadınlarının her halde düşünceli, nazik ve bizim kadar hür olduklarına inanabilirsiniz. Leydi Montegü, İstanbul’da kaldığı müddetçe Beyoğlu’nda ikamet etmiş ve sık sık İstanbul tarafına geçerek şehrin köşe ve bucağını dolaşmıştır. Bir yazısında diyor ki: «Beyoğlu’nda Türkçe, Rumca, Yahudice, Ermenice, Arapça, Farsça, Rusça, Slavca, Ulahça, Almanca, Felemenkçe, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Macarca görüşülür. Evimde bu muhtelif dillerden hepsini işitmek beni pek sıkıyor. Zabitlerim Arap, uşaklarım İngiliz, Fransız, Alman; çocuğumun sütninesi Ermeni, oda hizmetindeki kızlar Rus, yarım düzine de Rum hizmetçim var. Yemek müdürü İtalyan, yeniçerilerim Türk. Mütemadiyen kulaklarıma gelen bu sesler, adamlarım arasında garip tesirler yapıyor. Bunlar yazıp okuyamamakla beraber bu muhtelif lisanları öğreniyorlar. Hulâsa dört beş yaşında çocuklar görülüyor ki Türkçe, İtalyanca, Rumca, Fransızca ve Rusça konuşuyorlar. Sütninelerin hemen kâffesi Moskof olduğu için Rusçayı onlardan öğreniyorlar.» Güzel İngiliz Sefiresi Leydi Montegü, yurdun her tarafını dolaşmış, birçok konaklara ve saraylara girip çıkmıştır. Bir yazısında, misafir olduğu kethüda beyin sarayında gördüklerini şöyle anlatıyor: «Kapıda iki harem ağası tarafından karşılandım, beni uzun bir sofadan geçirdiler. Burada örgülü saçları topuklarına kadar, elbiselerinin kenarları sırmalı iki sıra cariye dizilmişti. Ayıp olmasaydı kendilerini daha yakından görmek için duracaktım. «Biraz sonra bizi yaldızlı kafeslerle süslenmiş geniş bir salona aldılar. Ortada beyaz mermerden bir havuz vardı. Fıskiyeden taşmış, hemen düşecek gibi zannolunan birçok çiçek resimleri yapılmıştı. Kethüdanın hanımı dört basamak yüksekliğinde zarif İran halılarıyla süslenmiş bir sedire uzanmış, işlemeli beyaz saten yastıklara dayanmıştı. Dizinin dibinde takriben on iki yaşlarında iki kız oturuyordu. Elbiseleri hemen kâmilen elmaslarla müzeyyendi. Pek sevimliydiler. «Kethüdanın hanımı çok güzeldi… Mislini ne İngiltere’de, ne de Almanya’da gördüm. Beni istikbal inin ayağa kalktı. Elini göğsüne götürerek memleketinin âdetince selâmladı. Fakat bu selâmı o kadar asilâne yaptı ki, bunu saray terbiyesi de veremez. Bu bir Allah vergisi… Bana da yastıklar getirtti, minderin köşesini, en şerefli yerini teklif etti. Fakat ben hayretler içinde kalmıştım. Yalnız onun güzelliğini seyrediyor, kendisine söz söylemeğe cesaret edemiyordum. O ne mütenasip sima, o ne güzellik… Tabiat tenine ne tatlı bir renk vermiş… Tebessümlerindeki cazibe, iri ve siyah gözler,.. Karşıdan, yandan, hangi taraftan bakılırsa bakılsın daima yepyeni bir güzellikle karşılaşıyorsunuz. Onu görenler, eminim ki kraliçe olmak için doğmuş zannederler. Hulâsa güzelliği İngiltere’deki güzellerin hepsini gölgede bırakır. Boylu boyuna beyaz sim kenarlı, sırma diba bir entari giymiş, ince tül gömlekten açık gerdanının bütün güzelliği meydana çıkmıştı. Şalvarı soluk karanfil renginde, gömleği gümüşî yeşildi. Zarif kolları elmas bileziklerle süslenmişti. Kemeri işlemeliydi. Başına zemini karanfil renginde sırma işlemeli bir çevre koymuştu. Lâtif siyah saçları örgülere ayrılmış, topuklarına kadar iniyordu. Başının bir tarafına gayet sanatkârane elmas iğneler takmıştı. «İhtimal ki beni mübalâğa ile itham edersiniz, fakat sözlerimde hiçbir mübalâğa olmadığına inanınız. «Salonun köşesinde güzel sesli kızlar ahenkli şarkılar söylüyorlar, birbirinden güzel cariyeler raks ediyorlardı. Kethüda beyin hanımı bu esnada benimle gayet nazikâne konuşuyor, bana:«— Güzel sultanım» diye hitap ediyordu. Kendi lisanımla görüşemediği için üzüldüğünü söylüyordu. Kendisinden müsaade aldığım zaman iki genç cariye, içi işleme çevrelerle dolu güzel gümüş bir sepet getirdiler. Bu mendillerin en güzelini almamı rica etti. Öbürlerini de tercümanım ve famdöşambrıma verdi. Çıkarken de, geldiğim zamanki nezaketlerle oradan ayrıldım.

Okumaya devam et  Haftanın Kitabı 02: Kıskaç

Yazar hakkında: Lady Mary Wortley Montagu (d. 26 Mayıs 1689, Londra – ö. 21 Ağustos 1762, Londra) İngiliz yazar ve Osmanlı döneminde İngiltere tarafından İstanbul’a elçi olarak atanan Edward Wortley Montagu’nun eşiydi. Lady Mary 1689 yılında Londra’da soylu bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Çocukluk yıllarında şiir yazmaya başladı ve Latince öğrendi. Kendisinde 11 yaş büyük bir politikacı olan Edward Wortley Montagu’ya aşık oldu. Babasının onayını almadan 1712 yılında Edward Wortley Montagu’yla evlendi. 1716 yılında eşi İngiltere’nin Osmanlı elçisi olarak atandı. Lady Montagu eşi ve oğluyla birlikte İstanbul’a geldi. Lale Devrinin başlangıcına rast gelen bu dönemde 2 yılını İstanbul’da geçirdi. İngiltere’deki arkadaşlarına İstanbul’daki izlenimlerini en ince ayrıntılarıyla anlatan birçok mektuplar yazdı. 1718 yılında eşiyle birlikte Londra’ya geri döndü ve sosyetenin aranan bir üyesi oldu. Hikayeler ve çeşitli konularda makaleler yazdı. Diğer soylularla çeşitli konularda topluma açık tartışmalara girdi. Bazı görüşlerinden dolayı feminizmin ilk savunucularından biri olarak kabul edilmektedir. 1738 yılında Venedikli Kont Francesco Algarotti’ye aşık oldu. Eşi ve çocuklarını terk ederek İtalya’ya gitti. Kont Algarotti’yle aralarının bozulmasına rağmen yaşamının geri kalan bölümünün çoğunu İtalya’da geçirdi. 1762 yılında Londra’da öldü. Lady Montagu’nun İstanbul’da yazdığı mektuplar ölümünden sonra 1763 yılında kitap halinde yayınlandı ve Avrupa’da ilgiyle okundu. Bu mektuplar Turkish Embassy Letters adı altında halen basılmaya devam etmektedir ve Türkçe’ye de tercüme edilmiştir. Bu mektuplar genelde Osmanlı toplumunu olumlu bir şekilde yansıtmaktadır. Avrupa’lıların Osmanlılar hakkındaki önyargılarını düzeltmek için çaba göstermiştir. Lady Montagu Çiçek hastalığı geçirmişti ve yüzünde hastalığın izleri kalmıştı. İngiltere’de henüz bulunmayan Çiçek aşısının İstanbul’da yaygın bir şekilde kullanıldığını hayretle gördü ve hemen 2 çocuğunu İstanbul’da aşılattı. İstanbul’dan yazdığı mektuplarla ve Londra’ya döndükten sonra bizzat kendisi Çiçek aşısını İngilizlere tanıttı. Osmanlı uygarlığını övdü. Osmanlıların kadınlara verdiği değeri anlattı.

Okumaya devam et  Haftanın Kitabı 19: Plevne’de Bir Avustralyalı

Birçok Türkçe e-kitap bulabileceğiniz Türkistan Library resmi www sayfası:

İndirme bağlantısı

yazışmak üzere, neşeli okumalar dilerim.

25 nisan 2013 perşembe, Antalya, Türkiye

Harun Taner <[email protected]>


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir