KIVIRMA SÜRECİ İLE ÇÖKÜNTÜYE SÜRÜKLENİŞ

Mustafa Kemal Atatürk

Türk Milleti 23 Nisan 1920’de “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözünden hareketle kendi kaderine sahip çıktı ve TBMM’ yi kurdu.
Sonra Büyük Atatürk’ün “Bütün soy gururumuzu,Türk olmanın içinde buluruz” ifadesiyle çizdiği ulusal bütünlükte ve bir dizi mücadeleyle sağlanan “Bağımsızlıkçı, Antiemperyalist ve Çağdaş” olmak idealizminden Cumhuriyet Devrimiyle uluslararası camiada saygın olundu,…bugüne gelindi…

*
Bugün ABD neoliberalizmiyle küresel lider kalmak,
Rusya bütün Avrasya’da çekim merkezi olmak,
Çin sosyalist hukuk,kültür ve piyasa ekonomisiyle bölgesel lider olmak mücadelesindedir ve “Küresel Paylaşım Süreci” yaşanıyor.

*
Türkiye ise kendi kaderine sahip çıkmayan, ulusal butünlüğünü ve idealizmini -ne yapsan,algılamayan;
AKP iktidarıyla,Yüce İslam dinini ılımlı islam vizyonuyla aşacağı hayaline yönlendirilmiş -üstelik, neoliberalizmiyle küresel lider kalmak hedefinde ABD’nin;
İslami hilafetin temsilcisi Osmanlı’nın ardından devlet yapılanmalarında Vatikan benzeri ekonomik güç olunması projesinde sürüklenmektedir…

*
AKP iktidarıyla Türkiye’ye biçilen rol İslam ülkeleri arasında Vatikan gibi doğrudan ya da dolaylı olarak sahip olunan gelir kaynakları ve iletişim gücüyle dünyanın her yanında milyonlarca müslüman insana sentetik bir Tanrı ve dinini pazarlamak, o insanları çekip-çevirmek ve onların ekonomilerini tek pazara entegre etmek misyonudur-buna “Bölgesel Lider”lik deniyor!
Ne ki bölgesel lider olmaya çıkılan süreçte -bugün, Arap Baharı çevrimi ardından Tunus,Libya,Mısır -orası burası, etnik-mezhepsel,ekonomik ve sosyo-politik büyük sorunlarla karşı-karşıyadır -hepsi, neoliberal ülke ekonomilerine bu zor dönemde ekstra yükler bindiriyor!

*
Bu arada AKP iktidarı Türk halkını Kürtçü teröristlerin baskısından korumak, güvenliğini sağlamak ve devleti örgütün bölücü taleplerinden uzak tutmayı teminen terörle mücadele stratejisinde yenilmiştir.
Bir yandan da İslam ülkelerinin yaşadığı karmaşa ile vizyonunda daralmış, ağır borçlara sürüklediği Türkiye’yi- şimdi,el mahkûm;
ABD’nin Suriye jeopolitiğinden çıkarlarını teminen “bölgeyi kazanan petrolü ve Misak’ı Milli topraklarını da kazanır” vaadine sürüklemektedir – o yüzden, ayrılıkçı Kürtler ile “Barış Süreci” adıyla garip bir pazarlık sürdürüyor.

*
Nitekim TBMM’de temsil edilen Türk Milleti, Abdullah Öcalan’ın süreçte birbirini tamamlayan Demokratik Ulus , Ortak Vatan, Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Anayasa, Demokratik Çözüm, Bireysel ve Kollektif Hakların Ayrılmazlığı, İdeolojik Bağımsızlık ve Özgürlük düşüncesiyle tehdit ediliyor.
Bu tehditin ilk adımı farklı ideoloji,görüş ve inançta siyasi oluşumlarıyla Kürtlerin demokratikleşme perspektifinde kurumsal kimlikleri esasında birlik ve dirliklerini siyasal nicelik ve nitelikleri ile kazanılması,
İkinci adımı Türkiye’de,İran,Irak,Suriye’de bölünmüş Kürdistan’da uluslararası-bölgesel güçler ve konjonktürel-stratejik şartlar etkisiyle kendi üstünde başka egemenliği kabul etmeyen Kürdistan ulus devletinin oluşturulmasıdır.

*
Konjonktürel-stratejik şartları BDP Selahattin Demirtaş kendi bakış açısıyla,”Türkiye Suriye’de Kürt karşıtıdır. Kürtler orada hak elde etmesin diye Türkiye’yi Suriye bataklığına götürmüştür.Türkiye ‘Kürt sorunu çözülmez ve savaş durmaz ve daha da tırmanırsa Türkiye Suriye’ye dönebilir’ diye Suriyeleşmekten kaygı duydu. Savaş, bu kadar yakın bir tehlike olarak duruyorken, tabii ki Türkiye barış sürecini ve Öcalan’ın çağrısını güçlü bir şekilde sahiplendi. Ulus model aşılmadığı sürece krizler ve çatışmalar sürecek” ifadesiyle açıklıyor.
Suriye’de PKK’nın kolu PYD Eşbaşkanı Salih Müslim “Barış ve çözüm sürecinin direkt olarak sadece bize değil, bütün Orta Doğu’ya etkisi var” diyor.

*
Ancak barış sürecinde beliren iki gelişim türlü belirsizliklere ve kaygılara neden olmaktadır.
Birincisi, hiçbir resmi belgede Türk vatandaşlığının sosyolojik tanımlanmasına, devletin herhangi bir üst kimlik tasarlama girişimine prim verilmemesi Türk toplumunu adeta ikiye bölmüştür.
AKP iktidarının ideolojisi doğrultusunda barış sürecini yönetme biçiminde toplumsal uzlaşı mantığından uzak olması da toplumun geleneksel yapısının tepkisini pekiştirmiş,çok güçlü ulusalcı ideoloji toplumun başka katmanlarında da değer kazanmaya başlamıştır.
Üstelik Kürtler kendi ulusal kimliklerini halihazırda bir ulus devletten talep ederken -aslında, Türkiye egemenliğinin güç ve iktidar ilişkilerinden kendi egemenliklerine pay istemektedir-o nedenle,
AKP iktidarında gücü ve iktidarın nasıl paylaşılacağı, Kürtlerin ilişkilerindeki her değişimin Türklerin kendi aralarında çekişmeleri sonucunu yaratabileceği belirsizlik ve kaygıları,
Ulusal kimliklerini Kürdistan’la pekiştirmeyi hedefleyen Kürtlerde de güç ve iktidar bölünmesine mi sürüklemekte oldukları, Başkanlık sistemi üzerinden otoriterleşen Türkiye’nin ulusal kimlikli Kürtlere nasıl bir garanti verebileceği kaygılarını pekiştirmektedir.
Ayrıca sürecin bir aşamasında ulusal kimlikleriyle Kürtler ve Türklerin giderek komşularıyla, müttefikleriyle bölgesel ve küresel ilişkilerini geliştirmeleri halinde bir kapışmadan nasıl kaçınabileceklerinin de yanıtı bulunmuyor…

*
İkincisi -işte, İstanbul’da “Suriye Dostları” toplantısında sonuna kadar savaşın devam etmesi halinde radikal unsurların üstün geleceğine dair farkındalığın oluşmasıdır.
Suriye’nin egemenliğine,bağımsızlığı,halkının birliği ve toprak bütünlüğünün muhafaza edileceğine,etnik-dini ve mezhepsel kökenlerine bakılmaksızın tüm Suriyelilerin eşit olacağı,herhangi bir gruba karşı intikam ve öç alma eylemlerine izin verilmeyeceğine dair teminat verilmiş- ki,bu Suriye krizinde güç dağılımına niteliksel hiç bir değişiklik getirmiyor, ne Türkiye’ye ne de Kürtlere bir avantaj getirmiyor,savaşın rölantiye alınarak kontrol edilmesi anlamına geliyor.

*
Barış sürecinde Türkiye’den ve bölgenin konjonktürel-stratejik şartlarından oluşan kaygılar çığ gibi büyüyor.
Türk Milletinin “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözünden hareketle kendi kaderine sahip çıkan,Büyük Atatürk’ün “Bütün soy gururumuzu,Türk olmanın içinde buluruz” ifadesiyle çizdiği ulusal bütünlükte ve bir dizi mücadeleyle sağlanan “Bağımsızlıkçı, Antiemperyalist ve Çağdaş” olmak idealizminden Cumhuriyet Devrimine uzanan yolun;
1921 Anayasası’nda eşit yurttaşlık,ademi merkeziyetçilik,Türkiye Halkı noktasına indirgenmesi ve barış sürecinin daha fazla kaygı üretmemesi üzere;

*
PKK’nın sınır dışına çekilmesi,akil adamlar vasıtasıyla toplumun hazırlanması ve demokratikleşmenin sağlanması ve sürmesini teminen,
BDP, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda vatandaşlık tanımı,başlangıç bölümü,değiştirilemez maddeler ve başkanlık sistemi gibi maddelerde tıkanma noktasında olan yeni Anayasa yerine uzlaşma sağlanan maddelerle bir “geçiş anayasası” hazırlanmasını öneriyor.
Milletvekili Hasip Kaplan” Eğer silbaştan yeni anayasa yapılamıyorsa, uzlaşı sağlanan maddelerden oluşan bir geçiş anayasası yapabiliriz. Önümüzde yerel, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler olmak üzere üç seçim dönemi var. Bu süreçlere geçiş anayasası ile girip üzerinde anlaşamadığımız maddeleri, halk iradesinin yeniden şekilleneceği seçim dönemlerine bırakabiliriz. Yeni oluşacak irade de eksikleri tamamlar” diyor.

*
Küresel Paylaşım Süreci yürüyor, 93 yıl sonra -bugün, AKP iktidarıyla Büyük Atatürk’ten Türk milletinin temsilini alan TBMM’yi zordadır, millete dair çözüm üretemiyor…

24.4.2013


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir